ADALET KAVRAMI ÜZERİNE
“Adaletli olmayı öğren.”
(Discite justitian)
Vergil
“Şeref ve doğruluk adaletin temelidir.”
(Justitia fundementum est fides.)
Marcus Tullius Cicero
“Adalet erdemlerin kraliçesidir.”
(Justitia Virtim regina.)
Latin Atasözü
“Adalet erdemlerin taca sahip olan en şereflisidir.”
Marcus Tullius Cicero
İyi bir sosyal düzenin temel ilke ve kurumları içerisinde adalet önem taşımaktadır. Adalet esasen göreli bir kavramdır; kişiden kişiye, toplumdan topluma ve hatta zamandan zamana farklı anlaşılabilen ve farklı yorumlanabilen, bu yüzden de yüzyıllardan beri üzerinde tamamen uzlaşılamamış bir kavramdır. "Adil bir sosyal düzenin temel ilkeleri nelerdir?" sorusuna verilecek cevaplar siyasi ve iktisadi doktrinler ve ideolojiler açısından da farklılıklar arze tmektedir.
Adalet kavramı esasen çeşitli şekillerde tanımlanmaktadır. Hukuki anlamda adalet "haklar yönünden eşit olma", iktisadi anlamda adalet ise "üretim bölüşümü yönünden eşit olma" şeklinde tanımlanabilir. Bu ikinci şekilde bir adalet tanımı Denkleştirici Adalet, ya da Egalitarianist Adalet (Eşitlikçi Adalet) olarak da tanımlanmaktadır. Daha genel bir tanım yapılacak olursa, denkleştirici adalet; toplumdaki bireylerin her alanda eşit olması demektir. Diğer bir deyişle siyasal, ekonomik ve hukuki anlamda eşitlik, denkleştirici adalet yaklaşımının temelidir.
Yukarıdaki adalet tanımından biraz farklı bir adalet tanımı şu şekildedir:
"Adalet, hak sahibi olan kimseye, hakkının verilmesidir".
Bu şekilde bir adaleti "Hakkaniyetçi Adalet" olarak tanımlamak da mümkündür. Ancak bu adalet tanımı da eleştiriye açıktır. Zira "kişi, hangi haklara sahiptir veya sahip olmalıdır?" sorusu önem taşır. Bir örnek verelim: "Herkes, yiyecek, giyecek ve yatacak bir yere sahiptir" demek adalet yönünden üzerinde tartışılacak bir konudur. "Haklar yönünden eşitlik" şeklinde ifade edilen egalitarianist (eşitlikçi) adalet yaklaşımına göre yukarıdaki hak doğrudur ve adildir. Oysa "hak sahibi olan kimseye hakkının verilmesi" şeklinde ifadesini bulan hakkaniyetçi adalet yaklaşımına göre yukarıda belirtilen hak doğru ve adil değildir. Bu ikinci adalet yaklaşımına göre ancak örneğin "çalışan kimse" bunun karşılığında yiyecek, giyecek ve yatacak yere sahiptir" denilebilir. Burada çalışan kimse hak sahibi, diğer bir ifadeyle hak eden kimsedir. Biraz daha ileri gidecek olursak, bu tanımın da yetersizliği anlaşılır. Bir kimse, örneğin kendisine ailesinden kalan gelir ve servetle, çalışmaksızın yaşamını sürdürebilir. Ancak bunun ne ölçüde adil olduğu yine kişiden kişiye, ideolojiden ideolojiye değişebilen bir konudur. Bunun dışında çalışamayacak durumda olan kimselerin durumu da yukarıda belirtilen "çalışan kimse hak sahibidir" ifadesinin yanlış olduğunu ortaya koymaktadır. Zira toplumda çalışma gücünde olmayan, fiziki ve akli yönden özürlü insanlar mevcuttur. Bu insanlar için elbette hak ve adalet kavramları farklı olarak ele alınmak zorundadır.
Adalet tamamen açıklığa kavuşturulamamış ve üzerinde uzlaşılamamış bir kavramdır. Şurası muhakkaktır ki, insanların her alanda eşit olmasını savunan bir egalitarianist adalet yaklaşımı ütopyadan öteye bir anlam taşımamaktadır. Çünkü toplumda yaşayan bireylerin çalışma gayretleri, yetenekleri, sahip oldukları imkanlar yönünden aynı durumda ve eşit olmadıkları kesindir. Toplumda çalışkan, tembel, yetenekli, yeteneksiz, üstün zekalı, normal zekalı ve zeka özürlü şeklinde adlandırılan kimseler vardır. Bunların hepsini daha başlangıçta aynı kefeye koymak adaletsizlikten başka bir şey değildir. Özetle, insanlar hiç bir alanda tam ve mutlak bir eşitliğe sahip değildirler. Bu yüzden mutlak eşitlik ve mutlak adaletten sözetmek de doğru değildir.