DEMOKRASİ VE İKTİDARIN SINIRLANDIRILMASI...

 

Demokrasinin en klasik tanımını Abraham Lincoln yapmıştır: “Halkın, halk için, halk tarafından yönetimi.” Ancak, Lincoln tarafından ifade edilen “gerçek demokrasi” yüzyıllar boyunca insanlığın hep  “ideali” olmuş,  gerçek yaşamda ise bir “fantasma” olmanın ötesine geçememiştir. Büyük Fransız filozoflarından Jean-Jacques Rousseau’nun dediği gibi  “gerçek demokrasi sadece bir idealdir.” Demokrasi uygulamada halk için, halkı yönetenlerin despotizminden başka bir şey olmamıştır.

Günümüzde “temsili demokrasi” olarak ifade ettiğimiz siyasal sistemi  “gerçek demokrasi” olarak görmek trajik bir yanılgıdır. Temsili demokrasi anlayışında seçimden galip çıkan  temsilciler  kendilerini  halkın hür iradesi ile seçilmiş vekiller olarak görmektedirler. Siyasal iktidarın meşruiyyeti,  seçim ve oylama mekanizmasına bağlanmıştır. Bu meşruiyyet inancı, siyasal iktidarların sahip oldukları güç ve yetkilerin de sınırlanmasının doğru olmadığı düşüncesini yaygınlaştırmıştır. Öyle ki, bugün seçimi kazanan her parti kendisini  halkın “hür irade”sinin temsilcileri olarak görmektedir.

Asla unutulmaması gereken;  hiç bir siyasal iktidarın halkın hür iradesini yansıtamayacağıdır.  Seçimi kazanmış olsa da hiç bir iktidara sınırsız yetkileri içeren  bir “yönetim vekaletnamesi” verilemez.  Aşağıda sıralayacağımız nedenlerden ötürü iktidarın sınırlandırılması demokrasi için vazgeçilmez bir şarttır:

·       Siyasal İlgisizlik. Seçim ve oylama mekanizmasının varlığı demokrasi için gerekli, ama yeterli bir koşul değildir. Gerçek demokrasi için halkın tümüyle siyasete ilgili olması gerekir. Siyasal katılım eksikliği ya da siyasal ilgisizlik  halkın “tüm” iradesini sandığa yansıtmaz. Ayrıca depolitizasyon politikası da seçmenleri siyasal katılımdan uzaklaştırabilir.

·       Siyasal Bilgisizlik. Seçmenlerin bir kısmı siyasete ilgisiz iken, bir kısmı da bilgisizdirler. Okuma yazma oranının düşük olduğu bir “cahil” toplumda seçim sonuçlarını halkın “gerçek” iradesi olarak görmek ve kabul etmek ne ölçüde doğrudur? Eksik enformasyona, taraflı enformasyona (propaganda ve medyanın yönlendirmesi ile ) ve aşırı enformasyona sahip seçmenler sonuçta gerçek tercihlerini ortaya koyamazlar. Özetle, siyasal manüpülasyon metotları kullanılarak seçmene gerçek enformasyon sunulmamakta, bu da seçmenlerin bilgisizliğini artırmaktadır.

·       Siyasal Miyopluk. Sadece kendi önünü gören  seçmenlerin varolduğu bir toplumda halkın doğru tercihlerde bulunduğunu söylemek gerçekçi değildir.

·       Siyasal Unutkanlık(Amnesia). Seçim ve oylama mekanizması bir iktidarın gücünü kötüye kullanma eğilimini ortadan kaldırmak için yeterli değildir. Politikacı, seçmenin miyop olduğu kadar unutkan olduğunu da çok iyi bilir ve ona göre davranır. Seçim yaklaştıkça kendisi de miyoplaşan politikacı para musluklarını açar ve böylece seçmen, daha önce kendisine “kaşıkla verip, sapıyla çıkaran” politikacının yaptıklarını unutur (!). Özetle, sadece siyasal unutkanlık bile tek başına iktidarın ekonomik alandaki güç ve yetkilerini sınırlamak için yeterli bir gerekçedir.

·       Çoğunluk Despotizmi. Seçim sonunda en fazla oy alarak iktidar koltuğuna oturanlar  halkın değil, olsa olsa çoğunluğun çıkarlarını temsil eden kimselerdir. Çoğunluk kuralına dayalı bir yönetimi (Çoğunlukçu Demokrasi/Majoritarianizm) gerçek demokrasi olarak değil “çoğunluk despotizmi” olarak görmek gerekir. Çoğunlukçu demokrasi, köklerini Rousseau’nun “genel irade” görüşünden almaktadır. Oysa, “genel irade”, halk iradesi demek değildir.

·       Plütokrasi. Bugün adına demokrasi dediğimiz siyasal sistemde gerçek yönetici sınıfın, hem ekonomiyi, hem de devleti denetim altında tutan plütokratlar olduğu görüşü de iktidarın meşruiyyetine bir gölgedir.  Plütokrasi,  (etimolojik kökeni eski Yunanca ploutos(zenginler) +cratos (iktidar) kelimelerine dayalıdır.) bugün için parasal gücü elinde tutan çıkar ve baskı gruplarının egemenliğini ifade etmektedir. Çıkar lobileri ile oluşturulmuş bir parlamentonun kapısında yazılı;  “egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” sözünün gerçeği ne kadar yansıttığının üzerinde düşünülmesi gerekir.

·       Lider Diktası. Bugün adına demokrasi dediğimiz yönetimde lider sultası ya da lider diktası egemenliğin gerçekten halkın elinde olmadığının bir diğer açık kanıtıdır. Halk, vekillerini kendisi seçmemektedir; parti başkanlarının önceden seçtikleri kimseler arasında halk seçim yapmak hakkına sahiptir. Böylesine bir demokrasi anlayışı despotizmden başka nedir ki?

·       Elitizm ve Oligarşinin Tunç Yasası. Pareto, Mosca ve Michels gibi teorisyenlerin ifade ettikleri gibi çağdaş demokrasilerde  parti kadroları belirli “elit” kesimlerin elinde toplanmıştır. Michels Yasası’na göre partilerde başta genel başkanlar olmak üzere sınırlı bir kesim parti üzerinde hegemonyaya sahiptir. Tunç kadar katı ve sert olan bu  oligarşik yapı, demokrasinin parti içerisinde dahi varolmadığını göstermektedir.

·       Bağımlı Yargı. Kuvvetler ayrılığı ilkesi de demokrasi için gerekli, ancak yeterli bir koşul değildir. Bugün çağdaş demokrasilerde gerçek anlamda bir kuvvetler ayrılığından sözetmek mümkün değildir. Yargı, iktidara bağımlıdır ve “bağımsız yargı” işlerlikten yoksundur. Bu nedenle, hiç bir iktidarın eylem ve davranışları  sadece yargıya ve göstermelik denetimlere teslim edilemez.

·       Yozlaşmaya Eğilimli Siyasal Güç. Tüm yukarıda saydığımız nedenler bugün temsili demokrasilerde iktidarların güç ve yetkilerini niçin sınırlamamız gerekiğini yeterince ortaya koyuyor düşüncesindeyim. Demokrasi cahillerinin yukarıda saydıklarımız yanısıra tarihten öğrenmeleri gereken en önemli ders şudur: Sınırsız iktidar, yozlaşmaya eğilimlidir. Sınırsız demokrasi, despotizm demektir. 

Tarih, otorite ve güç delisi zalim yöneticilerin, despot kralların halka yaptığı baskı ve eziyetlerle dopdoludur. “Temsilsiz vergileme olmaz” sözü despot kralların vergileme yetkilerinin sınırlandırılması için verilen mücadeleler neticesinde kazanılabilmiştir. Vergileme yetkisi kralların elinden alınabilmiştir, ama bu kez bugün olduğu gibi parlamentodaki sözümona halkın vekillerinin keyfiyetine terkedilmiştir!... 18. yüzyılda halk  “temsilsiz vergileme olmaz” diye haykırıyordu.  Bugün ise  “temsilsiz ve sınırsız vergileme olmaz” demeli ve bunun için mücadele etmeliyiz.

Ciddi bir  dejenerasyon ve deformasyon içinde olan demokrasi bugün için halk egemenliğini ifade etmekten çok uzaklaşmıştır. Demokrasiyi yeniden inşaa etmek için mücadele etmeden önce demokrasiyi yeniden tanımlamalıyız. Gerçek demokrasi idealine daha fazla ulaşabilmek için  “anayasal demokrasi” nin  gerekli olduğuna  inanmalıyız. Anayasal demokrasi, iktidarı anayasa ve anayasacılığın teknikleri ile sınırlamayı amaçlamaktadır. Öncelikle, “iktidarları niçin sınırlamamız gerekir?” sorusunu kendi kendimize soralım. İktidarların güç ve yetkilerinin sınırsızca ve sorumsuzca kullanılmasının doğru olmadığına inandıktan sonra, iktidarları sınırlayacak araçlar ya da yöntemleri bulmak her zaman mümkündür.