MİLLET İRADESİ ÜZERİNE...

 

Siyaset, demagoji ve polemiklerin, manipülasyon ve entrikaların oynandığı bir halk oyundur. Bunlardan arınmış bir siyaset bulmak tarih boyunca mümkün olmamıştır ve bundan sonrasında da bulunabileceği pek şüphelidir. Siyaset alanında en  fazla dejenere edilen, anlam erozyonu ve yorum enflasyonuna uğratılan kavramların başında  “millet iradesi”kavramı gelmektedir.

Politikacı, politikacıdır.... Ona yeniden seçilebilme şansı verecek olan millet yüce bir millettir ve iradesi de kutsal sayılmalıdır!...

 

Bunu anlayabiliriz ama asıl suçlulardan birisi demokrasi teorisine eşsiz katkılar sunan Jean-Jacques Rousseau'dur....  Ya da cümlemizi düzeltelim ve şöyle diyelim:

 

Millet iradesi kavramı üzerine Rousseau'nun görüşleri pek iyi anlaşılamamış,  yanlış yorumlanmıştır.   Bütün günah şu ifadede gizlidir:

 

"Genel irade daima doğrudur."

Jean-Jacques Rousseau

 

 

Jean-Jacques Rousseau,  meşhur Sosyal Sözleşme (Toplumsal Sözleşme ) eserini 1762 de yayınlar... ve  "genel irade daima doğrudur" sözünü bu eserinde kullanır...   Rousseau böyle der ama sözünün başında ve sonunda ne dedikleri bir bütün olarak analiz edilmez ve siyaset bilimcilerinin yaptıkları bu yüzeysel değerlendirme bir kavramı "kutsal" bir hale getirir!...

 

***

 

Sorulması gereken sorular şunlardır:

 

Halkın, yani milletin iradesi ne kadar doğru bir iradedir?

Milletin karar ve tercihlerine ne kadar güvenilebilir?

Millet denen topluluk ne kadar sağlıklı ve tutarlı bir seçim yapar?

 

***

 

MİLLET İRADESİ KAVRAMININ ELEŞTİRİSİ

 

 

Millet diye göklere çıkardığın, kutsadığın, yücelik mertebesinde değer

verdiğin tercih ne kadar doğru bir tercihtir ki!...

 

“..halkın içinden on beş kişiyi seçmeyi akıl ediyoruz, sonra en önemli davamızı tutup bilgisizliğin, adaletsizliğin ve kararsızlığın anası olan halkın oyuna bırakıyoruz. Akıllı bir insanın, hayatını düşüncesiz bir sürünün oyuna bırakması, akıl karı mı?”

                         Michel de Montaigne

"Halk öyle şaşkın, öyle başıboş bir kılavuzdur ki, ne kadar zeki, ne kadar becerikli olsak adımlarımızı ona uyduramayız. Her kafadan çıkan bütün o karmakarışık sesler, bizi dört bir yana sürükleyen o aba sözler,  fikirler arasında doğru yolu bulmak olacak iş değildir. Bu kadar kararsız, serseri bir varlığı kendimize kılavuz saymayalım.”

 

“Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır.”
Immanuel Kant

 

Millet dediğin şey  bazen bir tiyatro oyunundaki binlerce figürandan başka nedir ki!...

Cahillerden oluşan bir figuran ordusu!

 

 

 

ve en büyük yanılgın millet iradesinin daima haklı olduğu, genel iradenin hata yapmayacağı inancıdır!...

 

Böyle değildir, ey millet!...

Böyle değildir, ey milleti oluşturan insanlar!...

Böyle değildir!....

 

“...Toplum iradesi daima haklıdır; genel irade hata yapmaz. Oy verme zamanı geldiğinde, seçmenin zekasından şüphe edilmez. Onun iradesine ve yerinde seçim yapma yeteneğine duyulan güven tamdır. Halk hiç kandırılabilir mi? Aydınlama çağında yaşamıyor muyuz? Halk yularını sürekli olarak başkalarına mı verecektir? O, haklarını büyük ve özverili mücadeleler sonunda kazanmadı mı? Ne kadar akıllı ve basiretli olduğunu yeterince kanıtlamadı mı? Kendi çıkarının ne olduğunu ondan başka kim bilebilir?  Ancak kanun koyucu, seçilmeden önce yere göğe sığdıramadığı halk tarafından bir kere seçilmeye görsün, nutuklarındaki ton derhal değişir. Bundan böyle kendisi mutlak hakim, halk ise edilgen, miskin ve şuursuzdur. Halkın harekete geçirilmesi, yönlendirilmesi, güdülmesi ve örgütlenmesi artık onun işidir. İnsanlık sadece boyun eğecektir. Artık despotizmin saati çalmıştır. Seçim zamanı son derece akıllı, ahlaklı ve mükemmel olan halkın bütün doğal eğilimleri yok edilmelidir. Zira, onlardan geriye kalacak bir kırıntı bile yozlaşmaya götürür.” 

Frederic Bastiat

 

***

 

Eğer bir arada yaşayacağımız siyasal sistemin adı demokrasi ise...

ve eğer demokrasi halkın karar ve tercihlerine göre seçilmişlerin yönetime gelmesi ise

buna amenna!...

Kabul...

İtirazımız yok!...

Tecelli eden millet iradesine saygısızlığımız yok!...

 

Ama doğruyu ve hakikati görmüyorsunuz ey millet!...

Doğruyu ve hakikati söylemiyorsunuz ey seçilmiş milletin vekilleri!...

 

Milli iradeyi kutsamak ve  yüceltmek doğru değildir!...

 

Sanki millet doğruyu seçmiş, doğruyu tercih etmiş, en optimal kararları almış gibi millet iradesini çok ama çok fazla büyütüyor ve yüceltiyorsunuz...

 

Bu TAMAMEN yanlıştır...

 

Milli irade her zaman ve her zaman mükemmellikten uzak olmaya mahkumdur....

Tek tek açıklayalım...

 

siyasal bilgisizlik...

Şu sandığa giden insanların ne kadarı doğru bilgi ile sandığa gidiyorlar?

Gazetelerde, televizyonlarda, sosyal medyada yalan-yanlış bilgiler... 

Algı değiştirmeye yönelik taraflı enformasyon...

Haddinden fazla kirlenmiş enformasyon...

Bu eksik-aksak enformasyonla sandığa gidenler ne kadar doğru seçim yapabilirler ki!...

ve o seçilmişler gururlanarak ve böbürlenerek millet iradesini kutsayıp, yüceltseler de ne anlam ifade eder ki?

 

 

“Bizler sırlarla dolu bir evrende bir rüyanın rüyasını görmekteyiz. Gerçekte bildiğimiz hiçbir şey yoktur. Bildiğimizi sandığımız şey sadece olaylardır. O olaylar ki, bilmediğimiz bir objeyle asla bilemeyeceğimiz bir süjenin birbirlerine olan ilgisinden doğmuştur.”


Immanuel Kant

“Bildim ve anladım ki hiçbir şey bilinmemiş ve hiçbir şey anlaşılmamıştır”
İbni Sina

 

siyasal ilgisizlik...

Bitmedi devamı var...

Şu sandığa giden insanların ne kadarı gönülden, isteyerek sandığa gidiyorlar ki!..

Oy kullanmazsa para cezası ödeyeceğini bilen bir seçmen...

Böyle bir seçmen ne kadar samimiyetle oy kullanır ki?

"Benim oyum neyi değiştirir ki!" diyen ve zoraki sandığa giden bir seçmenin oyu ne kadar doğru bir tercih olabilir ki?

Sorumluluk ahlakı, ödev ahlakı, Kant ahlakı!... Hani nerede bunlara sahip bireyler!...

Kinikizm, kirene ahlakı...

"Görmedim, duymadım, konuşmadım"!.. Yani üç kinik maymun!...

 

 

 

"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" !...  İlgisizlik, kayıtsızlık, duyarsızlık...

Sonuçta optimalden çok uzak olan bir tercih...

Siz bu tercihi nasıl  yüceltir ve  "milli irade" olarak adlandırırsınız?

 

***

 

güvensizlik ve kayıtsızlık...

 

Bazen seçmen yapılacak seçimlere, adaylara ve liderlere güvenini tümüyle yitirmiş olabilir... Dolayısıyla oy kullanmayı ciddi bir yurttaşlık görevi olarak kabul etmez . Sandığa  protesto gayesiyle gidebilir... Boş oy kullanabilir ya da abuk-subuk bir şeyler yazarak oy kağıdını sandığa atar... Az da olsa bu vaki olabilir!...

 

“Bir başkasına bağlı yaşamak yürekler acısı ve belalı bir şeydir...

Kendimiz bile güvenilir değiliz yeterince.”

Michel de Montaigne

 

***

akılsızlık / aptallık / ahmaklık  / budalalık...

 

Şimdi birisi çıkıp "siz seçmene ne hakla akılsız ya da aptal dersiniz?" şeklinde size suçlama yöneltir ve kendinizi bir anda bir linç kampanyası altında ezilir bulabilirsiniz!...

Ama hakikat, hakikattir..

Seçmenlerin bir kısmının irrasyonel (akılsızca-aptalca-budalaca) karar ve tercihlerde bulunduğu yadsınamaz... Her sandıktan hiç şüphesiz  akılsızlık, aptallık ve budalalık çıkar!...

 

“Aptal birinin sersem bilincinde yansıyan tüm görkem ve hazlar, rahatsız bir hapishanede Don Kişot’u yazan Cervantes’in bilinci karşısında çok yoksuldurlar.”
Arthur Schopenhauer

“Ayrı ayrı bakınca değer vermediğimiz kimselere,

bir araya geldikleri zaman değer

vermekten daha büyük budalalık olur mu?”

Cicero 

"İnsanlar öylesine saf ve zayıftırlar ki, aldatmak isteyen,

dilediği kadar ahmağı kolayca bulur."

                         Michel de Montaigne

 

Ahmaklığın bir türü de here şeye inanan havas sınıfı mensuplarıdır! Havaslar seçecek ve sen de buna milli irade diyeceksin ve bunu tütsüyüp, kutsayacaksın öyle mi!

 

“Avam gördüğüne duyduğuna, havas her şeye inanır.

Hassül havas ise inandıklarını yaşar.”
İbni Sina

 

 

***

 

siyasal miyopluk...

Bitmedi devamı edelim...

ve o seçmen...

Daima kısa vadeli düşünen, kısa vadeli çıkarlarına uygun vaatlerde bulunan politikacılara oy veren o seçmen!...

Onun tercihi ne kadar doğru olabilir ki?

 

***

 

kar körlüğü / akıl tutulması...

Mübarek seçmen!...

Bakıyorsunuz bakıyor ama görmüyor!

Görüyor ama anlamıyor!

Kar körlüğü mü desem,  akıl tutulması mı desem!

Bırakın bu akılsızlığı kendinize rehber almayı!

Bu akılsız beyin içinde nasıl sağlam bir irade arayabilirsiniz!

 

 “Nice insanlar kendilerinin olmayan inanışlar için, başkalarından aldıkları, ne olduğunu bilmedikleri fikirler için ses çıkarmadan diri diri yanmışlardır.”

Michel de Montaigne

 

***

 

siyasal unutkanlık...

 

Bitmedi devamı edelim...

ve o seçmen...

Unutkan seçmen!...

 

Seçmen hafızasına ne kadar güvenilebilir?

Seçmen geçmişteki olayların ve uygulamaların ne kadarını beyninde depolar ve zamanı geldiğinde hatırlar?

Seçmen hafızasına güvenilebilir mi?

Konjonktürdeki değişiklikler ya da seçim yaklaştıkça ortaya çıkan bazı gelişmeler seçmen hafızasını adeta formatlayıp geçmişi unutması gibi bir durum ortaya çıkarmaz mı?

Eğer böyleyse ve seçmen hafızası güçlü değilse, yapacağı seçim ne kadar doğru olabilir ki?

 

***

siyasal bağlılık ...

 

ve o seçmenlerin bir kısmı bir futbol takımı tutar gibi bir siyasal partiye bağlılık içinde değiller mi? Sadakat, ancak doğruya ve hakikate bağlılık ise bir erdemdir...

Sadakat, bir siyasal partiye körü körüne bağlılık haline gelmişse ve bigot kafalılığa (sabit fikirliliğe) dönüşmüşse asla erdem olamaz!...

 

***

 

siyasal saplantılar / ideolojik bağlılık...

 

Ve o seçmenlerin bir kısmının sahip olduğu ideolojik saplantıları küçümseyebilir misiniz? Bir ideolojiye körü körüne bağlı olan seçmenlerin ne kadar doğru tercihte bulunabileceğini söyleyebiliriz ki?

Siz istediğiniz kadar sosyalizm öldü, komünizm öldü deyin!...

Bu doktrine, düşünceye ve felsefeye bağlılık o insanın içinde yaşıyorsa eğer,  o kişi inandığına oy verecektir...

Doğru bir tercih midir?

Hayır değildir?

 

“Düşünebilen pek az sayıda insan vardır yine de herkes bir düşüncesi olmasını ister. Ancak diğerleri tarafından hazırlanmış olanları aldığında kişinin onları kendisine uyarlamasından başka elinde kalan şey nedir?”
Arthur Schopenhauer

 


 

“Darkafalıları, gerçeklik olmayan bir gerçeklikle son derece de ciddi bir biçimde uğraşan kişiler olarak tanımlardım.”
Arthur Schopenhauer

 

 

***

 

etnik temele bağlılık...

 

 Bir kısım seçmenler oy kullanırken etnik kökeni önemserler ve ona göre oy verirler...  Dünyanın bir çok yerinde bu böyledir... Sonuçta sandığa gidenler bazen de ırkçılık yaparak oy kullanırlar....

Sonuç yine optimal bir tercihi işaret etmez...

 

 

***

alışkanlık...

 

Ve yine O seçmen!...  Küçük bir danayı kucağına alıp sevdikten sonra öküz olsa da onu yine kucağından bırakmak istemeyen o seçmen!...

Ya bırak artık! Bak başka güzel danalar var!.. Onları sevsen, kucağına alsan  olmaz mı!

 

“Bir köylü kadın, bir danayı doğar doğmaz kucağına alıp sevmiş, sonra da bunu adet edinmiş, her gün danayı kucağına alır taşırmış; sonunda buna o kadar alışmış ki dana büyüyüp koskoca öküz olduğu zaman, onu yine kucağında taşıyabilmiş. Bu hikayeyi kim uydurduysa, alışkanlığın ne büyük bir güç olduğunu çok iyi anlamış olacak.”

Michel de Montaigne

 

 Seçmen tercihleri üzerine çalışan bir siyaset bilimcisinin seçmenin göz alışkanlığını , kafa alışkanlığını hiç de küçümsememesi ve ciddiyetle tahlillerine ilave etmesi gerekir!

 

“Gözlerin alışkanlığıyla kafalar da her şeye alışır;

Her an görmekte olduğumuz şeylere şaşmayız,

nedenlerini aramayız onların.”

Cicero

 

Seçmene ne büyük gösterilirse o da onu büyük görür!

Kafası da zamanla buna alışınca işte o zaman cüce adam devleştirilmiş olur!

Böylece bir Dev, Devletin başı olmuş olur!...

Masallardaki gibi ama bir farkla!.

Masal bir bakmışsınız gerçek olmuş olur ve insanların sırtında taşıdıkları DEV artık ağır gelmeye başlamış olur! İnsanlar ezilir!

İş işten geçmiştir!

 

"Böylece bir ırmak büyük olmasın isterse

Daha büyüğünü bilmeyene büyük gelir;

Bir ağaç, bir insan da öyle. Her şeyde,

En büyük gördüğümüzü devleştiririz.”

Lucretius

 

“Tabiatta şöyle bir karışma da görülür: Ressamlardan öğreniyoruz ki ağlarken ve gülerken yüzümüzde beliren çizgiler ve hareketler aynıymış. Gerçekten, resim henüz bitmeden bakacak olursanız çehre ağlayacak mı, gülecek mi bilemezsiniz. Daha garibi var: Gülme son haddine varınca gözyaşlarıyla karışır.”

Michel de Montaigne

 

***

 

kuklaların dansı...

 

Görmüyor musunuz  şu ahalinin halini! 

Kukla gibi, ipleri çekiliyor ve oynatılıyor!

Onlar bunun farkında değiller!

Bu kadar uyutulmuş bir topluluğun karar ve tercihi ne kadar doğru olabilir ki!

 

Ducimur ut nervis alienis mobile lignum.

“Kukla gibi, iplerimiz çekilip; oynatılıyoruz.”

Horatius

 

 

 

 ***

 

dön babam dön!...

yan babam yan!...

 

 

Şu insanların bir kısmını biraz karanlıkta izleyeceksiniz!

Nasıl yanar-döner olduklarını daha iyi anlarsınız...

Döneklik, kaypaklık insana has bir karakterdir...

Bazı hayvan cinsleri gibi.. Bukelamun gibi mesela!...

Ramazanda orucunu tutar görürsün; ramazan biter her akşam tek'ini atar!

Menfaati neredeyse oradadır ve o karaktere bürünür!

Dönek, dömbelek insanlar!

Bu insanların oyunun kaç kuruşluk değeri olur ki Allah aşkına!

 

Tales sunt hominum mentes, quali peter ipse

Juppiter auctifero lustravit lumine terras.

“İnsanların düşüncesi Zeus'un onlara verdiği

değişik gün ışıklarına benzer.”

Cicero

 

"Yunanlı bir balıkçı, bir kasırga sırasında Neptunus'a şöyle söylemiş:

‘Ey tanrı, beni ister kurtar, ister batır, ben dümenimi kırmadan

dosdoğru gideceğim.'  Zamanımda nice dönek, ikiyüzlü, karışık

insanlar gördüm ki, dünya işlerinde benden daha tedbirli oldukları

halde, benim kurtulduğum felaketlerden kendilerini kurtaramadılar."

Michel de Montaigne

 

***

 

duygusal sarhoşluk...

 

Duygusal sarhoşluk da ne demek!

Tanımlama eksik ya da yanlış olabilir!.. Ama şu seçmenlere bir baksanıza!

Bir güzel edebi şiiri ezbere ve etkili bir şekilde okuma becerisi olan bir politikacıya nasıl da çabuk kanıyor!.. Nasıl da candan ve taşkınca çığlıklar atıyor ve alkışlıyor!...

Sesin tonu!

Müziğin ritmi!

Üfürüğün iniş ve çıkışları!

İşte mübarek seçmen kendiden geçti ve sarhoş oldu!

İşte seçme dediğiniz budur!..

Siz nasıl olur da  bu iradeyi alır  'üstün irade' diye tanımlarsınız?

 

“Kürsüde konuşanlar bilir: Konuşurken duydukları heyecan onları inanmadıkları şeye inandırır. Soğukkanlı, sakin zamanımızda hiç de bağlı olmadığımız bir düşünceyi öfkeli anlarımızda nasıl benimser, ne candan, ne taşkınca savunuruz.”

Michel de Montaigne

 

“Gracchus'un bir flütçüsü varmış. Efendisi Roma meydanlarında nutuk verirken bu flütçü arkadan flütüyle onun sesini yükseltir, alçaltır düzenlermiş. Burada flütün gördüğü iş dinleyicilerin heyecanını arttıran, düşüncelerini değiştiren bazı ses tonlarını ve hareketlerini bulmaktan başka ne işe yarayabilirdi? Doğrusu, bir üfürüğün titreyiş ve iniş çıkışlarıyla halden hale giren, çekilen tarafa giden şu bizim mübarek insanoğlunun sağlamlığına, büyüklüğüne hiç diyecek yok.”

Michel de Montaigne

 

***

 

kişisel menfaat...

Basit önermeler:

Seçmenin babası ya da amcası belediye başkanı adayı...

Seçmen kime oy verecek?

 

Seçmenin seçilecek adaya akraba yakınlığı var ve menfaat beklentisi yüksek...

Seçmen kime oy verecek?

 

Seçmen, seçilmesi halinde seçilen yöneticiye daha kolay erişebileceğini ve kişisel menfaatlerine yönelik isteklerini sonuçlandırabileceğini düşünüyor?

Kime oy verecek?

 

Diğer aday(lar) bilgi, liyakat, erdem yönünden daha iyi durumda olsalar dahi...

Seçmen kime oy verecek?

***

 

seçim rüşvetleri: al gülüm ,ver gülüm...

 

Seçim yaklaşır ve seçmenlere vaat yarışı başlar... Oy potansiyeli taşıyan tüm gruplara ( işçi, memur, çiftçi, emekli vs. ) yönelik seçim rüşvetleri ( asgari ücretin arttırılması, maaş artışı, emekli maaşının arttırılması, emekli ikramiyesinin arttırılması vs. vs.) seçmenlerin oyunun rengini değiştirir... Seçim sandığına giden kağıt turnusol kağıdıdır artık... Böyle seçmenlerin oylarıyla yapılan bir seçim siz nasıl "doğru irade" olarak tanımlarsınız?

 

***

 

toplu  menfaat grupları: çıkar grupları...

 

Kişisel menfaatlerin dışında bir de  toplu (kollektif) menfaat grupları vardır... Adına katılımcı demokrasilerin bekçileri benzetmesi ile "sivil toplum" denir...  Aslında  amaç ve çıkarları üyelerinin menfaatleri için lobi yapmak ve kendi menfaatlerine yönelik rantlar yaratmak ve rantlar sağlamaktır... Bu çıkar ve baskı grupları denen toplu menfaat grupları o kadar güçlüdürler ki, sadece rant kollama gayretleri dışında  bireysel seçmenlerin karar ve tercihlerini algı operasyonları ile değiştirmek için de ayrıca çaba sarf ederler...

Sonuç: Milli irade kimin elindedir? Kimin yönetimindedir? Kimin güdümündedir?

 

***

 

lider sultası/lider diktası  ve seçim...

 

Daha devam edelim mi?

Sözümona halk seçiyor?

Sözümona millet karar veriyor?

Hadi oradan!...

Önce dürüst olun, dürüst!...

 

Halkın seçim falan yaptığı yok!

Seçimi yapan lider sultası! Partinin başındaki sultan!

Seçimi yapan lider diktası! Partinin başındaki tek adam ve ona kayıtsız-şartsız bağlı oligarşik zümresi!

O istediği kişileri listeye alıyor!...

Garanti seçilmesini istediği kişileri de listenin en başına koyuyor!

Halk da seçim yapıyor !....

 

Böyle değil mi!. Böyle işlemiyor mu?

 

O zaman millet iradesinden falan söz edilebilir mi?

 

***

 

yalan...

 

Yalan.. Resmi yalanlar...

Beyin yıkamalar...

Algı operasyonları...

Yalan içinde yaşamaya alışmış bir toplumda o millet denilen topluluğun her biri yalana inanmaya başlar ve daha da trajik olanı yalan için mücadele etmeye başlar...

 

“Bireyin ayaklar altına alınması,

onun nihai kurtuluşu olarak ilan

edilir.

Anlatım özgürlüğünün yokluğu,

en üst dereceden özgürlük olarak nitelenir.

Gülünç seçimler, demokrasinin gerçekleşmiş en güzel örneği  olarak sunulur.

Bağımsız düşüncenin

yasaklanması, dünya görüşlerinin

en bilimseli olarak anlatılır. 

Askeri işgal, kardeşlik

dayanışması olarak lanse edilir.

Çünkü rejim, kendi yalanlarının tutsağıdır.

Her şeyi tahrif eder, değiştirir bu rejim.

Geçmişi de... Bugünü de... Geleceği de... İstatistikleri de...

Bireyler bütün bu yalanlara 

inanmak zorunda değillerdir.

Ancak inanıyormuş gibi yapmak

kendi haklarında daha hayırlı olur.

Bu nedenle, kendi içlerinde yalanı

kabul etmeseler de, yalanda

yaşamak zorundadırlar bu

rejimde...”

Vaclav Havel

 

 

***

 

sürü...

 

Sürü davranışı (herd behaviour)...

Bando arabası etkisi (bandwagon effect)...

Bir sürü bir yere gidiyorsa bir kısım insanlar sormadan, sorgulamadan o sürünün peşine takılır!

Bir bando arabası.. Palyaçolar.. Balonlar... Müzik.. Dans... Bir bakmışsınız, bando arabasının arkasına yüzlere insan takılmış ve Samba yapıyorlar!

 

İnsan davranışları ve tutumları üzerine yapılan araştırmaların sonuçları bize insanın çoğu zaman doğrunun değil eğlencenin peşine takıldığını gösteriyor!...

Bazen de hiç bir anlamlı nedene bağlı olmaksınız insanların sürünün bir parçası olarak hareket ettiklerini görürüz!...

Özetle, sürü üyelerinin ne yoluna ne de seçimine güvenilmez!

 

 

Daha devam edelim mi?

 

***

 

 

Siyasal bilgisizlik, siyasal ilgisizlik, siyasal miyopluk, siyasal unutkanlık, siyasal bağlılık vs. vs....

Bunlar birer hakikat ise... 

 

o zaman milletin yaptığı karar ve tercihleri nasıl kutsayabilir ve yüceltebiliriz?

 

Milletin değersiz bir sürü olduğunu söylemiyoruz...

 

Söylediğimiz şudur, şunlardır:

 

1. Millet hiç bir zaman (HİÇ BİR ZAMAN) tam enformasyona sahip olmadığından/olamayacağından doğru seçim yapamaz... Siyasal toplumda yer zaman bir eksik enformasyon var olacaktır.

 

2.Millet her zaman tutarlı ve mantıklı karar ve tercihlerde bulunamaz.

 

3. Hiç bir iktidar, halkın hür iradesinin doğru bir irade olduğu iddiasında bulunamaz.

 

4. Hiç bir iktidar,  halkın oylarıyla işbaşına geldiğini iddia ederek keyfi yönetimde bulunamaz.

 

5. Hiç bir iktidar,  iktidarının meşruiyetinin halka dayandığını iddia ederek evrensel hukuk kuralları dışında hareket edemez.

 

6. Seçim demokrasinin gerekli bir koşuludur, yeterli bir koşulu değildir. Seçimle işbaşına gelmiş olan bir hükümet evrensel demokrasi kurallarına (kuvvetler ayrılığı,  bağımsız yargı, saydamlık/şeffaflık, hesap verme sorumluluğu, iktidarın sınırlandırılması.... ) tabi olmak zorundadır.