ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ ÜZERİNE...
Özgürlük, insan olarak bizim doğamızda ve ruhumuzun derinliklerinde yeralan en kutsal bir değerdir. Tarih boyunca verilen mücadeleler neticesinde özgürlük, bugün dünyanın ancak belirli bir kısmında teneffüs edilebilmektedir. Dünyanın hala bir çok yerinde özgürlükler ihlal edilebilmekte ve özgürlük uğruna mücadeleler sürmektedir. Özgürlük düşmanları her zaman ve her yerde mevcuttur ve asla yok olmayacaktır. Eğer sahip olduğumuz özgürlüklerin kıymetini takdir etmek istiyorsak insanoğlunun tarih boyunca verdiği mücadeleleri bilmemiz ve bu mücadeleler sonucunda ortaya çıkmış bulunan hak ve özgürlük bildirgelerinden en azından haberdar olmamız gerekir düşüncesindeyiz.
Can Aktan tarafından özgürlük üzerine yazılan kitaplar...
kitabın içeriğine ulaşmak için yukarıdaki kitap kapaklarını tıklayınız:
***
İnsan hak ve özgürlüklerinin korunması ve güvence altına alınması için verilen mücadeleler neticesinde günümüze değin sayısız “özgürlük bildirgesi” yayınlanmıştır.
İnsanlık tarihinin bilinen en eski insan hakları bildirgesi Hammurabi Kanunları’dır. Dünyanın ilk metropolisi olan Babil kralı Hammurabi (MÖ.1795-1750)’nin adıyla anılan bu kanunlar bir yönetici tarafından halka ilan edilen en eski kanun olarak bilinmektedir. Bütün ağır suçların ölümle cezalandırıldığı bu kanunlarda yer alan önemli bazı düzenlemeler arasında “kana kan göze göz” misilleme ilkesi, baktığı davalarda hata yapan hakimlerin görevden uzaklaştırılıp ağır para cezasına çarptırılmaları, yalan şahitlik yapanın ölümle cezalandırılması, suçlanan kişilerin suçsuzluklarını ispat etmeleri amacıyla Fırat’a atılmaları ve kişilerin toplumdaki statülerine göre farklı cezalara çarptırılmaları gibi oldukça ağır bazı hukuki müeyyideler göze çarpmaktadır. Her ne kadar bu yaptırımlar günümüzde geçerli evrensel hukuk ilkelerine uygun olmasa da, Hammurabi kanunlarında yer alan pek çok ilke insan haklarına önem vermesi açısından önem taşımaktadır.
Yine insanlık tarihinde insan hakları ve özgürlüklerinin önemine işaret eden iki eski metinden de sözetmek gerekir. İslam dünyasında kutsal metinler olarak kabul edilen Veda Hutbesi ve Medine Sözleşmesi insan haklarına dair bir çok ifadeyi içermektedir.
Batı dünyasında özgürlük mücadeleleri neticesinde yayınlanan ilk bildirge 19 Haziran 1215 tarihli Magna Charta Libertatum’dur. Bu bildirge, İngiltere Kralı John’un yetkilerinin sınırlandırılması ve yetkilerin bir kısmının baronlara verilmesi amacı ile yayınlanmıştır. Bu belge ile baronlar (dünyevi ve ruhani derebeyleri) İngiliz Kralı Yurtsuz John’un yetkilerini sınırlandırmayı ve bazı özgürlüklere sahip olmayı başarabilmişlerdir. Bunu sözkonusu bildirge içerisinde yeralan şu ifadelerden de anlamak mümkündür:
“Özgürlüklerin bizim ve varislerimiz için ebediyen, kesin ve değişmez bir mülk olduğunu, krallığımızın bütün özgür kişilerine kabul ettirdik.”
26 Temmuz 1581’de yayınlanan Hollanda Bağımsızlık Bildirisi de özgürlük mücadelesi için önemli bir belge olarak kabul edilir. Bu belgenin hemen başında şunlar yazılıdır:
“Halk prens için değil, tersine prens halk için yaratılmıştır; çünkü halk olmasa prens de olmazdı. Prens uyruklarını hak ve adalete uyarak yönetmeli, onları bir baba evlatlarını nasıl severse öyle sevmeli, bir çoban sürüsünü nasıl güderse, aynen öyle bağlılıkla gütmelidir. Eğer böyle davranmaz, köle muamelesi yaparsa, bir tirandır artık o.”
1215’de yayınlanan Magna Charta bildirisinin zamanla krallar tarafından ihlal edilmesi üzerine 7 Haziran 1628’de İngiliz Haklar Bildirisi yayınlanmıştır. Bu bildirge de anıtsal bir değere sahiptir. Bildirgedeki şu sözler Parlamentonun Üstünlüğü ve Hukuk Devleti anlayışının ortaya çıkması açısından büyük önem taşır:
“Parlamentonun genel onayı olmadıkça, hiç kimsenin ödünç para, bağış, vergi, herhangi bir armağan vermeye ya da buna benzer bir ödemede bulunmaya zorlanmamasını ve bunun için, böyle bir ödemede bulunmayı reddetti diye, kimsenin sorguya çekilmemesini, yemin etmeye cebredilmemesini, hücreye kapatılmamasını, tutuklanmamasını ya da başka bir biçimde eziyet çektirilmemesini ve rahatsız edilmemesini, Yüce majestelerinden rica ediyoruz.”
Bu güzel sözlerin mesajı açıktır: İngiliz halkı önce majestelerinden “rica”da bulunmuşlar; ancak halkı ezmeye devam eden despotlar ve krallar daha sonra kanlı savaşlar sonucunda tahtlarından indirilmişlerdir...
1679 yılında yine demokrasinin ve insan haklarının beşiği bir ülke olarak kabul edilen İngiltere’de, ünlü Habeas Corpus bildirileri yayınlanmıştır. Bu bildiri keyfi gözaltılar ve tutuklamaların kaldırılması, yargısız infazlara son verilmesi ve suçlu olduğu iddia edilen kimseye ve yakınlarına önce suçunun tebliğ edilmesini şart koşmaktaydı.
1689 İngiltere İnsan Hakları Bildirisi (Bill of Rights) yine çok önemli bir bildirgedir. Bu bildirge okunduğunda demokrasi ve hukuk devleti anlayışının gereği olan haklar ve özgürlüklerden sözedildiği anlaşılabilir. Bu bildirgeden sonra 12 Haziran 1776 tarihinde ABD’de Virginia İnsan Hakları Bildirisi’nin , 4 Temmuz 1776 tarihinde ise ABD Bağımsızlık Bildirisi’nin yayınlandığını görüyoruz. 1791 tarihi ise Fransa’da İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin yayınlandığı tarihtir.
Bu belgelerin hepsi hukuk devletinin ve demokrasinin temellerini oluştururlar. 20. Yüzyıl öncesinde Batı’da demokrasi yolundaki adımlar tüm bu özgürlük bildirgeleri ile atılmıştır.
İnsan hakları alanında ülkelerarasında uluslararası işbirliği ise ancak 20. Yüzyılda başlayabilmiştir. 20. Yüzyılın başlarında Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nün kurulmasından sonra sosyal hak ve özgürlükler alanında uluslararası işbirliğinin başladığı görülmektedir. Bu konuda ilk imzalanan uluslararası bildirge Cebri veya Mecburi Çalıştırma Hakkında 29 Sayılı ILO Sözleşmesi’’dir. 6 Haziran 1930 tarihinde kabul edilen bu sözleşmeden sonra ILO’nun öncülüğünde sosyal hak ve özgürlükler alanında pek çok uluslararası bildirge imzalanmış ve yürürlüğe konulmuştur.
Hiç şüphesiz 20. yüzyılda insan hakları alanında yayınlanan en önemli bildirge Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisi‘dir. Günümüzde insan hakları denildiğinde dünyanın her tarafında akla ilk gelen bildirge bu metindir. Sözkonusu bildirge 10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca kabul ve ilan edilmiştir.