“Sınırsız Devlet, Tiranlık Yönetiminden Başka Nedir ki?”

 

 

Bir zamanlar insanlar,  mutlak ve sınırsız yetkilere sahip olan kralların, sultanların, imparatorların, diktatörlerin zulüm ve baskılarına karşı özgürlük mücadelesi verdi. Mutlakiyetçi yöneticilerin yetkilerinin sınırlandırılması ve yetkilerin parlamentoya devredilmesi demokrasi için büyük bir kazanımdı. Ancak günümüzde bu kez parlamentoların ve siyasal iktidarların mutlak ve sınırsız yetkileri altında halk her geçen gün daha fazla ezilmekte. Eskiden “ırsen gelen krallar” vardı, şimdi ise “seçimle gelen krallar”!.. Kanaatimce, bugünün politikacıları ile dünün monarkları arasında sanıldığından çok daha fazla benzerlik var.

Günümüz çağdaş demokrasilerinin bir kısmında siyasal iktidarlar adeta  “mutlak despotizmi” temsil ediyorlar. Eğer, “gerçek demokrasi” istiyorsak, o zaman devleti temsil eden tüm kişi ve kurumların yetkilerini hukukla sınırlandırmamız gerekir. Sınırsız yetkilere sahip “parlamentonun üstünlüğü”nü değil “hukukun üstünlüğünü” savunmalıyız ve bunun için mücadele vermeliyiz.

Sınırsızca ve sorumsuzca harcama yapan, ağır vergiler altında halkı ezen, vatandaşın kazandığının neredeyse yarısına vergi yoluyla el koyan, deyim yerindeyse “yasal hırsızlık” yapan, iki yakasını bir araya getiremediği için sürekli borçlanan ve borç batağı içinde yüzen, sıkıştıkça hoyratça para basan, israf ve savurganlık aracı olmaktan başka bir işe yaramayan  bu DEV yaratığa ; yani DEVlet’e  artık dur demeliyiz.

 

DEVlete gem vur! DEVlet'in gücünü sınırlandır!

"Bridling the passions of the sovereign"

 

Büyüyen ve genişleyen DEVlet, sorunların çözümü değil aksine bizatihi kaynağıdır. Sınırsız devlet, siyasi yozlaşmaların  esas nedenidir.  Vatandaşın can ve mal güvenliğini korumak için oluşturulmuş  olan bu büyük Ejderha, bugün bireyin hak ve özgürlükleri üzerinde  ciddi bir tehlikedir. Sadece siyasal özgürlükler için değil, ekonomik hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması için yapılması gereken siyasal gücü, yani devleti anayasa ile etkin bir şekilde sınırlandırmaktır. İşte ekonomik anayasa, anayasal demokrasinin gereği olarak devletin ekonomik alandaki güç ve yetkilerinin  anayasal normlarla sınırlandırılmasını önermektedir.  Eğer  bu doymak bilmeyen ejderha tarafından yutulmak istemi-yorsak, o zaman bu canavarı  dizginlemek, terbiye etmek, evcilleştirmek ve hukukun kıskacı altına almak için  mücadele etmeliyiz. 18.yüzyılın “devlete gem vurmalı...” sloganına tekrar eski saygınlığını kazandırmalıyız. 

Mücadelemiz özgürlüklerimiz için olmalıdır. Devlet özgürlüklerimizin korunması için elbette gereklidir; devletin varlık sebebi yani, “hikmet-i vücudu” özgürlüklerimizin korunmasıdır. Fakat, özgürlüklerimizi ortadan kaldıran sınırsız  devlet meşru değildir ve tiranlık yönetiminden başka nedir ki?

Magna Carta’dan günümüze özgürlük tarihinin, devletin gücünü artırmanın değil, aksine devletin güç ve yetkilerini hukukla sınırlandırmak için yapılan mücadelelerin tarihi olduğu asla unutulmamalıdır. Bir zamanlar siyasal özgürlükler için verilen mücadeleler gibi şimdi de ekonomik özgürlükler için mücadele etme zamanı gelmiştir. Ekonomik özgürlükler olmadan siyasal özgürlüklerin güvence altına alınamayacağını anlamalıyız. Bir başka ifadeyle, ekonomik özgürlüklerin mevcut olduğu bir ekonomik düzen (piyasa ekonomisi) varolmadan siyasal özgürlüklerin mevcut olduğu bir siyasal düzenin (demokrasi) yaşama şansı yoktur.

Ekonomik özgürlükler ancak devletin ekonomik alandaki faaliyetlerinin sınırlandırılması ile sağlanabilir.Daha az devlet, daha fazla özgürlük ve refah demektir. Hukukla sınırlandırılmış devlet, bireyin ve sivil toplumun daha güçlü olması demektir. Sınırlı devlet, en iyi devlettir. Sınırlandırılmamış devlet ise insan hak ve özgürlükleri için ciddi bir tehlikedir.

     Kamu ve piyasa ekonomisinde düzenin sağlanmasının, makro-ekonomi yönetiminde keyfiyete ve popülizme son verilmesinin, bireylerin ekonomik özgürlüklerinin korunması ve güvence altına alınmasının en etkin yolu  devletin  faaliyet alanını, güç ve yetkilerini sınırlamaktır.   Ayrıca, ekonomide istikrarı tesis etmek, mali ve parasal disiplini sağlamak için mutlaka siyasal iktidarların ellerinde bulunan  iktisat politikası araçlarının (vergi, harcama, borçlanma ve para basma)  çerçevesini  ve kullanım ilkelerini belirlememiz ve sınırlamamız gerektiğine inanıyorum.

Sürekli şikayet ettiğimiz politikacılardan hiç bir zaman kurtulmamız mümkün değildir. Temsili demokrasilerde  onlara daima yer olacaktır.  Ancak politikacının daha iyisi ve daha ahlaklısını seçmek ve işbaşına getirmek şeklinde bir yaklaşımla siyaseti ıslah edemeyiz. Gerçekçi olalım ve oyunculardan ziyade (ve oyuncularla birlikte)  oyunun kurallarını ıslah etmek için  mücadele verelim. İyi bir oyun için öncelikle oyunun kurallarını oluşturalım. Politikacılardan kurtulmamız mümkün değil, fakat kötü sistemden ve kötü kurallardan kurtulmamız mümkün...  Bunun için  anayasal reform kaçınılmazdırThomas Jefferson (1743-1826)’un dediği gibi  “politikacıları zaptetmenin tek yolu onları anayasaya zincirlemektir.” Ümit ediyorum, bilgiyi  öğrenme  ve uzlaşmaya dayalı bir davranış bizi bu gerçekçi anayasal reforma  ve dolayısıyla Anayasal Demokrasi ’ye her geçen gün daha da yaklaştıracaktır.

Demokrasilerin giderek daha fazla dejenere olması ve “pseudo demokrasi” (sahte demokrasi) kimliğine bürünmesi bizim gerçek demokrasi için daha çok mücadele etmemizi gerektiriyor. Çağımızın büyük filozoflarından Friedrich A.von Hayek  demokrasinin günümüzde “sınırsız demokrasi” anlamına geldiğini, bu nedenle yozlaştığını ifade etmektedir. Hayek, gerçek demokrasinin “sınırlı demokrasi” (limited democracy) demek olduğunu ısrarla vurgulamakta ve gerekirse gerçek anlamını tamamen yitirmiş olan demokrasi kelimesinin sınırlı demokrasiyi ifade etmek üzere “demarşi” kelimesi ile ikame edilebileceğini ifade etmektedir. Hayek şöyle demektedir:

“Eğer demokrasi bugün için çoğunluğun sınırlanmamış gücü anlamına geliyorsa; çoğunluğun gücünün sınırlı olduğu bir hükümet sistemini tanımlaması için yeni bir kelime bulmamız gerekmektedir. Ben böyle bir devlet sistemine Demarşi (Demarchy) dememizi öneriyorum. Bu halkın (demos) kaba güce (kratos) sahip sayılmadığı; fakat John Locke’un sözleriyle ‘günübirlik kararnamelerle değil, ilan edilip halkın bilgisine sunulmuş ve devamlı olmak üzere konmuş yasalarla’ yönetmek (archein) işiyle sınırlı bir hükümet sistemidir.”

Hayek’in düşüncelerini paylaşan bir diğer büyük düşünür James M. Buchanan ise devletin hukukla sınırlandırılması gerektiğini ve demokrasinin özünün burada yattığını şu sözleriyle çok güzel bir şekilde ortaya koymaktadır:

“Bugün için demokrasi kavramı tamamen boş bir anlam ihtiva etmektedir. ‘Anayasal’ kelimesi, ‘demokrasi’ kelimesinin bir öneki olarak kullanılmalıdır. Demokrasinin temel ilkelerinden birisi olan bireysel özgürlük, ancak devletin faaliyet alanı ve çerçevesinin anayasal normlarla sınırlandırılması halinde bir anlam ihtiva edebilir.”

Hayek’in ve Buchanan’ın yukarıdaki sözleri  bizler için çok açık ve anlaşılır  mesajlardır.

 

Buchanan           Hayek

 

Ancak ne var ki insanlar basit gerçekleri bazen anlamakta çok zorlanmaktadırlar, bazen de işlerine gelmediği için anlamamayı yeğlemekte, dahası  bu alandaki fikirleri tanımama konusunda aktif ya da pasif olarak direnmektedirler. Devletin sınırlandırılması gerçekten kolay başarılacak bir değişim değildir. Devletin kendisi büyük bir siyasal güç odağıdır. Bu gücü elinde tutan siyasal iktidarların ve bürokrasinin devletin sınırlandırılmasına muhalefet etmelerini  ve bu değişimi engellemelerini anlamak o kadar zor değildir. Devletten beslenen diğer bazı güç odakları da aynı şekilde devletin sınırlandırılmasına karşı olma eğilimindedirler.  Değişim kaçınılmazdır, ancak o kadar kolay da değildir... Değişimi başarabilmek için en başta halkın bunu desteklemesi büyük önem taşımaktadır. Halkın desteklemediği ve inanmadığı reformları başarmak ve gerçekleştirmek gerçekten zordur.

     Anayasal demokrasiye gönülden inanmış bir insan olarak fikirlerin değişimi başarmak için çok güçlü bir araç olduğu düşüncesine  katılıyorum. “Hiç bir şey zamanı gelmiş fikir kadar güçlü değildir” sözünün doğruluğuna inanıyorum. Eğer gerçek demokrasiye yani “halkın egemenliği”ne ulaşmak istiyorsak o zaman, halkın kendi haklarına sahip çıkma bilincinin önemli olduğuna da inanmalıyız. Hiç kimse halkın kurtarıcısı olamaz. Halk kendi haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkma bilincine sahip olmalıdır.