SİTTİNSENE PROFESÖRLÜK ÜZERİNE...
Bugün üniversitelerimizde bilinen, fakat çıkarlarımıza uygun olmadığı için değişmesini istemediğimiz bir yanlış “profesörlük” sistemi devam etmektedir.
Halihazırda yürürlükte olan Yükseköğretim Kanunu’na göre profesörlüğe
yükseltilme ve atanma kabaca şu şekilde işlemektedir. Profesör olmak için
doçentlik ünvanını kazandıktan sonra 5 yıl geçmesi koşulu vardır. 5 yılını
dolduran doçentler için rektörlük tarafından kadro ilanı verilmektedir.
Üniversite yönetim kurulunca üçü, başka üniversitelerde görevli olmak
kaydıyla beş kişilik bir jüri tespit edilmektedir. Bu jüri üyelerinin
raporlarına göre rektör tarafından atama yapılmaktadır.
Bir kere mevcut sistemdeki yanlışları özetleyelim:
Profesörlük kadrosuna atama işlemleri pratikte tamamen “prosedürel”dir. Daha
açık bir ifadeyle, profesörlük kadro ilanı genellikle aynı üniversitede
doçentlik kadrosunda bulunan kişi için verilmektedir. Kadro aslında “tahsisli”dir!..
Dışarıdan birinin kadroya atanması bütünüyle istisnadır.
Profesörlük kadrosu için oluşturulan jüri tamamen “prosedürel” bir işlemi
tamamlamak üzere seçilir. Bunu pekala jüri üyeleri de bilir.
Mevcut sistem hiçbir şekilde rekabete açık değildir. “Giriş-çıkış”
serbestisi yoktur. Başka üniversitelerde çalışan ve akademik yeterlilik
yönünden çok iyi konumda olan bir adaya “giriş” hakkı verilmez.
Performans kriterlerinin açık, somut ve nesnel kurallara bağlanmamış olması
dolayısıyla profesörlükte unvan kazanımı ve kadroya atama işlemleri maalesef
ciddiyetten uzak olarak ve takdiri olarak yapılmaktadır.
Kadro ilanı elbette gizli değildir, fakat şeffaf olduğunu söyleme imkanı
yoktur. Üniversite dışındaki bir adayın, açılan profesörlük kadro ilanını
görebilmesi için neredeyse tüm yüksek tirajlı gazeteleri her gün izlemesi
gerekir!...
Atanan kişi aynı üniversitede sürekli çalışma hakkına sahip bulunmaktadır.
Bir araştırma görevlisinin, ilk çalışmaya başladığı üniversitede prosedürel
ve formaliteden ibaret olan kimi basamakları geçerek profesörlükten emekli
oluncaya kadar geçirdiği süre ortalama yarım asıra denk düşmektedir!...
Neredeyse ortalama yaşam beklentisine eş düzeyde yıllar aynı üniversitede geçirilmektedir. Bir araştırma görevlisiyle ilk çalışmaya başladığı üniversite arasında adeta bir “katolik nikahı” kıyılır!... Üniversitelerimizde prosedürel terfi sistemi yürürlüktedir!... “Tekkeyi bekleyen çorbayı içer” deyimi üniversitelerimize yakışmasa da, bir hakikattir...
Profesör kadrosuna atanan kişi ömrünün önemli bir kısmını sistem gereği
verimlilikten uzak olarak sürdürür. Adeta “salla başı al maaşı” denilen bir
sistem mevcuttur. Üniversitelerimizde performansa dayalı bir gelir sistemi
mevcut olmadığından çok çalışanla az çalışan arasında hiçbir farklılık
yoktur.
Ne yapmalı?
1.Profesörlükte unvan kazanılması ve kadrolara atama işlemleri mutlaka
Akademik Performans Değerlendirme Sistemi çerçevesinde yapılmalı. Bu
sistemin özü şudur: Üniversitelerde asgari nesnel akademik performans
kriterleri oluşturulmalı ve bu kriterler dikkate alınarak akademik
yeterlilik yönünden daha iyi konumda olan kadroya atanmalıdır. Sistem
merkezden Üniversitelerarası Kurul tarafından norm kadrolar tespit edilerek
yönetilebileceği gibi belirli kurallara bağlanmak kaydıyla üniversitelerin
kendilerine de bırakılabilir.
Profesörlük kadro ilanları, jürilerin teşekkülü ve kadroya atama işlemleri
tamamen nesnel akademik performans kriterleri gözönünde bulundurularak
Üniversitelerarası Kurul tarafından yürütülebilir. İkinci alternatifte ise
her üniversite açık bulunan kadrolarını en geç üç ay içinde ilan eder ve
Üniversitelerarası Kurul tarafından belirlenen performans kriterleri
yönünden daha iyi konumda olan kişi, rektörün ya da üniversite yönetim
kurulunun takdir hakkına bağlı olmaksızın doğrudan atanır.
2.Profesörler görev yaptıkları ya da atamalarının yapıldığı üniversitede en
fazla belirli yıl görevde kalabilmelidir. Bu sürenin hiçbir şekilde 10 yılı
geçmemesi gerekir. Atama süresi sonunda profesörler akademik performans
değerlendirme sistemi esasları dahilinde başka bir üniversitede ilan
edilecek profesörlük kadrosuna başvurmalıdırlar. Akademik yeterlilik
yönünden en başarılı olanlar kadroya atanmalıdır. Bu sürekli iş garantisinin
ortadan kalkması anlamına gelmez. Başka bir üniversiteye geçmekle sürekli iş
garantisi devam eder.
3. Profesörler için her üç yılda bir etkin performans değerlendirme sistemi
uygulanmalıdır. Üç yıllık dönem içerisinde asgari performans kriterlerinin
üzerinde performans gösteren profesörler için pozitif teşvikler (örneğin,
bilimsel yayınlar dikkate alınarak prim ödemesi vs.) sağlanmalıdır. Düşük
performans gösteren profesörler için de bazı negatif teşvikler (örneğin,
maaştan belirli yüzde kesintiye gidilmesi vs.) belirlenmelidir. Bu öneriler
pekala geliştirilebilir.
3.Araştırma profesörlüğü tesis edilmelidir. Üniversitelerarası Kurul
tarafından belirlenen asgari performans kriterlerinin üzerinde oldukça
yüksek performans gösteren profesörlere sadece üç yıl için geçerli olmaz
üzere “araştırma profesörlüğü” ünvanı verilebilir. Takip eden üç yıl içinde
aynı performans düzeyini sürdüren profesörler bu ünvanı taşıma hakkına sahip
olmalıdırlar. Araştırma profesörlerine, mutlaka özel bazı hak ve imtiyazlar
(örneğin, sadece lisans-üstü düzeyde ders verme, yüksek maaş vs.)
sağlanmalıdır.
Akademik liyakat, akademik rekabet ve akademik mobilite... Bunlar ideal bir
üniversitenin “sine quo non” (olmazsa olmaz) ilkelerdir. Hele bir bilim
insanın bu ilkeleri asla reddetmesi beklenemez. Böylesine radikal, ancak
ideal bir öneriyi reddetmek bir bilim insanına yakışmaz. O halde, neden
sittinsene profesörlüğü ortadan kaldırmıyoruz?
Bu ülkede hakimi-savcısı, emniyet mensubu ve daha bir çok kamu görevlisi
için geçerli olan mobilite sistemi neden üniversite öğretim üyeleri için de
geçerli olmasın!... Bu tespiti yaparken bilim insanları için asla rotasyon
gibi bir yanlış sistemi savunmuyorum. Akademik liyakati esas alan bir
akademik rekabet ve mobilite sisteminin doğru olduğunu ve pekala
uygulanabileceğini düşünüyorum.
Doğrusu bu radikal değişimi başarmak kolay değildir, fakat imkansız da
değildir!... Yeter ki, evrensel hakikatlere ve ideallere samimiyetle inanan,
sahip çıkabilen ve yanlışları değiştirme iradesini ve cesaretini gösteren
kanun yapıcıları olsun!..Üniversitelerdeki yozlaşmalara ilgisiz ve kayıtsız
kalmayan, “sittinsene profesörlük” gibi akıl ve mantık dışı bir sistemin
yanlış olduğunu ve düzeltilmesi gerektiğini savunabilecek bilim insanları
nerede acaba?... Gibran diyor ki: “Bu dünyada iki tür insan vardır: Dünün
insanları ve yarının insanları. Ey ihvan, siz hangindensiniz? Aydınlığın
alemine dalanlardan mı yoksa, karanlığın diyarında ilerleyenlerden misiniz?”
resmi tıklayınız ve kitabın tamamını okuyunuz...