SOSYAL DEVLET ÜZERİNE

 

“Devlet transferleri kesinlikle toplamı negatif olan oyunlardır.”

Gordon Tullock

“Devlet vatandaşların pozitif refahı ile ilgilenmekten kaçınmalıdır.”

Wilhelm von Humboldt

“Refah devletlerinin temel sorunu; çalışmayı, tasarrufu ve girişimciliği caydırarak, çalışma ile çalışmanın ödülleri arasındaki ilişkiyi koparma eğilimidir.”

Assar Lindbeck

Sosyal refah devleti, günümüzün Batılı sanayileşmiş ülkelerinde 19. yüzyılın sonlarından itibaren ortaya çıkmaya başlamış ve 1980’li yıllara kadar sürekli bir gelişme göstermiştir. Zaman içinde sosyal refah devleti anlayışı gelişmekte olan ülkelerde de önem kazanmaya başlamıştır.

Sosyal refah devletini en geniş anlamda şu şekilde tanımlamak mümkündür: Sosyal refah devleti, nakdi faydalar sağlamak yanında sağlık, eğitim, konut hizmetleri sunmak ve tam istihdama ulaşmaya yönelik önlemler almak suretiyle vatandaşlarına belirli bir gelir, gelecek güvencesi ve temel sosyal hizmetlerden yararlanma olanağı sağlayan ve bu doğrultuda ekonomik hayatın işleyişine müdahale eden, özel kesimin faaliyetlerini düzenleyerek ya da bizzat kamu iktisadi teşebbüsleri aracılığıyla faaliyette bulunarak ekonomik hayatı kontrol eden ve yönlendiren devlettir. Bu tanım, sosyal refah devletinin belki de en belirgin ve en fazla eleştirilen özelliğini ortaya koymaktadır; “piyasa güçlerinin işleyişini değiştiren devlet.” Gerçekten de sosyal refah devleti, liberal devletin aksine, piyasa ekonomisinin başarısızlıklarını ortadan kaldırmak, belirli ekonomik ve sosyal hedeflere ulaşmak amacıyla devletin ekonomiye aktif ve kapsamlı müdahalelerde bulunmasını öngören  bir devlet modelidir.

Batılı gelişmiş ülkelerde liberal devlet anlayışının yerini sosyal refah devleti anlayışına bırakmasında bu toplumlarda sanayileşme sürecine bağlı olarak ortaya çıkan kitlesel yoksulluk, işçi sınıfı ile sermayedar sınıf arasındaki gelir paylaşımına ilişkin çatışmalar, I. Dünya Savaşı, 1929 Buhranı ve ardından yaşanan II. Dünya Savaşının yol açtığı  ciddi ekonomik tahribat gibi sosyal ve ekonomik gelişmeler etkili olmuştur. Diğer yandan felsefe, din ve ideoloji faktörleri ile piyasa başarısızlığı teorisi  ve Keynesyen iktisat teorilerinin sosyal refah devleti anlayışının gelişiminde oynadığı rol de ihmal edilmemelidir.

Sosyal refah devleti, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında hızlı bir gelişme göstermiştir. Ancak 1970’li yıllardan itibaren ekonomik, sosyal, kültürel ve politik alanda yeni gelişmeler ortaya çıkmaya başlamış; bunun yanında 1945 yılı sonrasında hızla genişleyen sosyal refah devletinin maliyetleri artık ihmal edilemeyecek bir düzeye ulaşmıştır. Sonuçta, 1980’li yıllardan itibaren sosyal refah devleti uygulamalarının sınırlandırılması yönünde tartışmalar giderek önem kazanmış, gelişmiş ülkelerde bu amaçla ya çeşitli reformlar yapılmış ya da yeni düzenlemelere gidilmiştir.

***

Kitap kapağını tıklayınız...

 

SOSYAL DEVLETİN SOSYAL MALİYETİ

 

“Refah Devleti Noel Baba’ya benziyor.

Zira, Noel Baba fakirden çok zenginlere hediye veriyor.”

J.Pen

“Paul’a ödemek için Peter’den çal.”

“Decoiffer St.Pierre pour coiffer.”

St.Paul.

 

 

Liberal devlet taraftarları müdahaleci devlet anlayışını savunanlardan farklı olarak devletin yoksulluk sorununun çözümü değil, çoğu zaman kaynağı olduğu görüşündedirler. Liberallere göre yoksullukla mücadelede sosyal refah devletinin sonuçları; hizmetlerde kalitesizlik, israf, savurganlık, verimsizlik, ağır vergi yükü dolayısıyla düşük yatırım ve işsizlik vesaire sorunlardır.

Liberal iktisatçılar yoksulluğu azaltmaya yönelik yeniden-dağıtıcı maliye politikalarının önemli sosyal maliyetlerinin olduğuna dikkat çekmektedirler. Liberal iktisatçılardan Robert Higgs “Gelirin Yeniden Dağıtımının İhmal Edilen On Dokuz Sonucu” başlığını taşıyan bir  makalesinde yoksullara yapılan transferlerin toplumu daha da yoksullaştırdığını belirtmektedir. Higgs’in görüşlerini kısaca özetlemekte yarar görüyoruz:*

1.     Gelirin yeniden dağıtımı amacıyla konan vergiler, vergi mükelleflerinin yeni yatırım faaliyetlerine girişmelerini engelleyebilir. Ekonomide yatırımların azalması ise işsizliği ve yoksulluğu artırır.

2.     Transfer ödemeleri,  insanların çalışma yerine aylaklığı (tembelliği) tercih etmelerine neden olabilir. Bireyler, çalışmadan bir gelir elde ettiklerini gördüklerinde üretim faaliyetinde bulunarak bir gelir elde etmeye daha az çaba sarfederler. Bu sebeple de, toplum olabileceğinden daha yoksul hale gelir.

3.     Transfer ödemelerinden yararlanan bireyler kendilerine daha az güvenmeye ve devlet yardımlarına daha çok bağımlı olmaya eğilimlidirler. Transfer ödemeleri yaygınlaştıkça, insanlar kendi başlarına bir işin altından nasıl kalkacaklarını unuturlar ve sonunda bazıları acizliklerini baştan kabul ederler.

4.     Transfer ödemelerinden yararlanan bireyler,  çocukları, akrabaları ve dostları için kötü bir örnek oluşturur.  Bir insanın mal ve hizmet üretimine katılmaksızın gelir elde ettiğini gören diğer bireyler aynı yolu tercih edebilirler. Daha rahat bir yaşam için bu tür transferlere bel bağlandığı an, devlet yardımlarına bağımlı bir kültür hakim konuma gelmiş olur.

5.     Bazı transfer ödemelerinin  diğerlerinden daha cömert olması sebebiyle daha az transfer elde eden kesimler verilen paranın yeniden dağıtımının “adaletsiz” olduğundan şikayet etme noktasına geleceklerdir. Transferlerden tatmin olmamış grupların temsilcileri transfer edilecek para miktarlarının  belirlenmesini politika konusu yaparlar ve gerekirse diğerlerinin pahasına belli transferlerin artırılması için sürekli bir lobicilik ve “transfer kollama” gayreti içerisine girerler.  Transfer ödemelerinin toplumdaki kesimler arasında farklı olması çatışmalar yaratır ya da varolan çatışmaları daha da tehlikeli bir hale getirir.

6.     Aynen transfer ödemelerinden yararlananlar gibi bu transfer yardımlarını sağlayan vergi mükellefleri de gruplar arası çatışmaların içinde yer alırlar. Kendilerini adil olmayan bir yükün altında kalmış hisseden vergi mükellefleri vergi ve transfer sistemiyle sömürülmeleri karşısında artan bir rahatsızlık hissetmeye başlarlar. Böylece vergilerden kaçmak veya kurtulmak için daha çok uğraş içerisine girerler.

7.     Önceki iki sonucun neticesinde, tüm toplum daha da bölünür ve kavgacı bir hale gelir. Toplumsal kesimler, birbirlerine “ezenler” ya da “ezilenler” olarak yaklaşabilir ya da bu şekilde algılayabilirler. Bazı toplum kesimleri gerçekten de “beleşçi” olarak algıladığı kesimlere karşı nefret besleyebilirler. Bir mağazada bazıları kasada yiyecek kuponlarını kullanırken, aldıkları malları peşin ödemek için kuyrukta bekleyenler arasındaki gözle görülür düşmanlık sezilebilir.

8.     Toplumda daha güçsüz ya da bakıma muhtaç kimselere yardım eli uzatan kiliseler, camiler, sendikalar, klüpler ve diğer gönüllü kuruluşlar, bireyler hükümetten doğrudan yardım almaya başlayınca bu görevlerinden kısmen kaçınabilirler. Birbiriyle rekabet eden kar amacı gütmeyen özel kuruluşlar devlet yardımlarının kurumsallaşması ile birlikte etkinliklerini kaybetme, en sonunda da yok olma eğilimi içine girerler.  Bu kurumlar ortadan kalktıklarında, yardıma ihtiyacı olan insanların devletten başka sığınacak kimseleri kalmaz, bu da bir çok  sorun doğurur.

9.     Kamu kuruluşları toplumdaki muhtemel her problemi çözmeye hazır durumda olduklarında, kar amacı gütmeyen gönüllü kuruluşlar bu faaliyetleri yerine getirmek için örgütlenmeye daha az eğilimli olurlar. Devlet transferleri özel transferleri dışlayıcı bir etki  ortaya çıkarır.

10.  Toplum, hayır ve yardım kuruluşlarının faaliyetlerinden ne kadar uzaklaşırsa vatandaşlar her çeşit devlet faaliyetini  daha fazla kabul eder hale gelir. Bu yüzden toplumda birisi ne zaman devletin daha önceden tamamı ile özel sektör tarafından yerine getirilen fonksiyonları üstlenmesini önerse, insanlar çok da şaşırmaz; devletin bu ödevi yerine getirmek için gerekli yeteneklere haiz olup olmadığından bile şüphelenmezler.

11.  Böylece, insanlar, yeni hükümet programları teklif edildiğinde politik muhalefeti o kadar çabuk dile getirmezler. Daha az muhalefetle karşılaşınca, yeni programları destekleyenlerin politik anlamda başarıya ulaşması kuvvetle muhtemeldir.

12.    Vergi mükelleflerinin yaptığı transfer ödemelerinin önemli bir kısmı bürokrasi adı verilen organizasyon tarafından daha başında israf ve savurganlıklar dolayısıyla azalır.  Dolayısıyla vergi mükellefleri tarafından yapılan ödemeler ile yeniden dağıtım için yapılacak harcamalar birbirlerine hiçbir zaman eşit olamayacaktır. Transfer sisteminin devasa maliyetlerinin sebebi olan, aracı konumundaki bürokratik kurumlar büyük miktarlardaki emek ve sermaye kaynaklarını tüketirler. Çünkü, eğer devlete bir dolar transfer gerçekleştirecekse, vergi mükelleflerinden sadece bir dolar almak asla yeterli olmayacaktır. Buna ek olarak, bürokrasiyi desteklemek için ek harcamalar yapılması gerekecektir. Nihayetinde bu harcamalar yine vergi mükelleflerinin cebinden çıkacaktır.  Toplumsal açıdan, bürokratik kurumlar tarafından kullanılan emek ve sermayenin etkin kullanılmayacağı unutulmamalıdır. Toplum böylece daha da yoksullaşacaktır.

13.    Bir kez bir büro oluşturulduktan sonra, bu büronun çalışanları, büronun bütçesini savunmak üzere mevzilenmiş ve büronun faaliyetlerini genişletmenin dayanaklarını hazırlamış, birbirine sıkı sıkıya bağlı bir baskı grubu haline gelirler. Ancak yine de, bir büronun bütçesini ve personel sayısını artırmanın acil gerekliliğini onun faaliyetlerini gerçekleştirenlerden daha iyi kim bilebilir? Bürokratlar, kontrolleri altındaki kaynakları artırma yolunu aradıklarında, politik süreçteki güçlü avantajlara sahiplerdir. Kurum uzmanları dışarıdan bakanların “problemin ne kadar ciddi olduğunu bilmediğini” ifade edeceklerdir. 

14.    Transfer ödemelerinin artması neticesinde vergi yükünün ağırlaştığını hisseden vergi mükellefleri, yasal vergi yükümlülüklerini en aza indirmek ya da vergiden kaçmak için çaba harcarlar. Vergi ile ilgili prosedürler arttıkça “işlem maliyetleri” de artar. Vergi mükellefleri, konu ile ilgili kitaplar ve bilgisayar yazılımları satın almak zorunda kalırlar, mali danışmanlar, avukatlar ve muhasebeciler tutarlar. Vergiler daha ağırlaştıkça vergilere karşı eyleme girişme yolunu seçebilirler. Tüm bunlar dolayısıyla harcanan zaman ve diğer maliyetler dikkate alındığında toplumun giderek daha da yoksullaşacağı söylenebilir.

15.    Hiç kimse vergilere direnmeyi denemese veya ağırlaşan vergilere karşı davranışlarını değiştirmese bile, vergi maliyetleri artmış olacaktır. Vergi mükellefleri defter tutmak, formlar doldurmak vs. pek çok işleri yapmak zorunda kalırlar. Bu faaliyetlerin aslında üretime hiçbir katkısı yoktur. Özetle, vergi kanunlarına uymak için kaynakların kullanımı toplumu daha da yoksullaştırır.

16.    Vergi mükellefleri nasıl vergiye karşı aktif tepki içerisine girerek vergi yüklerinin azaltılması için lobicilik yaparlarsa, transfer ödemelerinden yararlanan yada yararlanmayı arzu eden potansiyel kesimler de boş oturmazlar!... Bu kesimler politik alanı etkilemeye çalışırlar. Organizasyonlar kurarlar, toplantılara katılırlar, halkla ilişkiler uzmanları ve lobiciler tutarlar ve kendi hedeflerini destekleyen politikacılar için kampanyalar düzenlerler. Transfer arayışındaki faaliyetlerde kullanılan tüm emek ve sermaye,  toplumsal refah kaybından başka bir şey değildir. İnsanlar kaynakları transfer arayışları için ayırmaya devam ettiği müddetçe toplu yoksul kalacaktır.

17.    Transfer ödemelerinden yararlanacak kişiler bu ödemelerle ilgili olarak uygunluklarını kanıtlamak ve bu transferlerin devamlılığını sağlamak için zaman harcamak zorundadırlar. Örneğin, işsizlik sigortası yardımlarını elde eden kimseler istihdam güvenliği kurumlarını ziyaret etmek ve gerçekten de işsiz olduklarını doğrulatmak için uzun kuyruklarda beklemek zorundadır. Bazen “iş aradıklarını” kanıtlamak için, hiç kabul bile edilmeyecekleri işlere başvurmak için oradan oraya gitmek zorundadırlar. Özürlülük sigortası yardımı alanlar gerçekten de özürlü olduklarını kanıtlayacak belgeyi almak için doktorları ve diğer tıp uzmanlarını ziyaret etmek zorundadır. Her bir durumda, daha çok kaynak israf edilir, toplum daha da yoksullaşır.

18.    Siyasal iktidarın kendisi toplumdaki en tehditkar çıkar grubudur. çıkabilir.  İktidarı elinde tutan partiler seçimlere doğru transfer harcamalarını artırarak ekonomiyi manipüle etmeye başlarlar.

19.    Daha büyük ve her şeye gücü yeten bir devlet yaratmak vatandaşların özgürlüklerinin yok edileceği anlamına gelir. Daha önceden faydalanılan haklar bir kenara kaldırılacaktır. Transfer toplumunun büyümesiyle, negatif haklardan, refah hakları olarak da bilinen, aslında diğer insanların kaynakları üzerinde hak iddiaları olan pozitif haklara doğru bir kayma eğilimi olur. Bir şahsın refah hakkı, diğer insanların bu konuyla ilgili yükümlülüklerini gerektirir. Bu  tür yetkiler arttıkça, negatif haklar bağlamında özgürlükler de zorunlu olarak yok olmaktadır.

Higgs, makalesinin sonuç bölümünde ise  şu görüşlerini ifade etmektedir:

 

“İronik bir şekilde, tam anlamıyla hükümetin yüzlerce farklı programla geliri yeniden dağıtmakla meşgul olduğu bir transfer toplumunda, bireyler çok nadir olarak daha iyi bir konuma gelir. Transfer toplumunda bireyler vergi ödemekten de vazgeçerler...Transfer toplumunda, genel toplum sadece daha fakir değil daha az mutlu, daha az özerk, daha kinci ve daha politize bir hale gelir. Bireyler çok daha az gönüllü toplumsal faaliyetlerde ve çok daha sık politik mücadelelerde yer alırlar. Bireyler yeniden dağıtımı öngören politikaların zehirli atmosferinde nefes alamazlar. Daha da önemlisi, hükümetine gelirini çok geniş bir yelpazede yeniden dağıtma izni veren bir toplum kaçınılmaz olarak özgürlüğünden çok şeyi feda etmek zorunda kalır...Sonuç olarak, farkına varılmalıdır ki bazıları konuya merhametin kurumsallaştırılması olarak yaklaşsa da, transfer toplumu gerçek erdemin değerini düşürür. Hükümetin zorlamasıyla gelirin yeniden dağıtımı hırsızlığın bir çeşididir. Transfer harcamalarının yapılmasını savunanlar demokratik prosedürlerin ona yasallığını verdiğini iddia ederek temel karakterini gizlemeye çalışırlar, ancak bu doğrulama aldatıcıdır. İster bir tek hırsız tarafından, isterse de birlikte hareket eden 100 milyon tanesi tarafından gerçekleştirilsin, hırsızlık hırsızlıktır ve hırsızlığın kurumsallaşması üzerine bir toplum inşa etmek imkansızdır.”


 

* Robert Higgs, “Nineteen Neglected Consequences of Income Redistribution”, The Freeman, December-1994.