TÜRCÜLÜK ÜZERİNE ::  SPECIESISM 

 

 

Türcülük insanların merdivenin en üstünde yer aldığı bir düzende hayvanların hiyerarşik olarak “daha aşağıda” veya “daha yukarıda” tarzında sınıflandırılması sonucuna yol açar. Bu türcü bakış hem türler içi hem türler arası davranış varyasyonları göz ardı eder, böylece hiyerarşik türcülük tükenmek bilmeyen zararlara yol açmış olur, aynı zamanda kötü bir bilim örneğidir.

 Marc Bekoff

 

  

İnsanın insana karşı yaptığı ırkçılığın adı nedir?

İnsanın insana karşı yaptığı ırkçılığın adı etnik milliyetçiliktir...

Türcülük ise   insanın hayvan(lar)a karşı yaptığı bir ırkçılıktır.

Irkçılık düşüncesi beynine işlenmiş ve empoze edilmiş insanoğlu der ki, biz yaratılmışların en üstünüyüz...

Neden?  Çünkü,  biz yaratılmışların ne akıllısıyız!...

Neden?  Çünkü canımız hayvan canından daha üstündür!...

Bu son sözü Mevlana'nın söylediğine kim inanabilir ki!

Adeta putlaştırdığımız bir Mevlana'ya bu sözü kim yakıştırabilir ki!...

İnsanlar, melekler ve hayvanlar arasında bir karşılaştırma yapan Mevlana, bir hayvan değil, bir melek hiç değil!  O  hepimiz gibi bir insan!...

Hayat ve Hakikat sayfalarımızda sözleriyle bizi sık sık onurlandıran ve aydınlatan Mevlana da nihayetinde bir insan!... ve nihayetinde Mevlana da olsa insan yeri geldiğinde bir kusur!...

Ve o kusur da  bu sözleriyle türcülüğü savunan bir ırkçı cümle kuruyor ve şöyle diyor:

“Canımız hayvan canından daha üstündür, neden? Çünkü daha fazla biliyoruz. Meleklerin canı da bizim canımızdan üstün. Çünkü onlarda hissi müşterek yoktur. Ehil olanların canlarıysa meleklerin canlarından üstündür, şaşkınlığı bırak! Melekler, Adem'e secde ettiler; çünkü onun canı, meleklerinkinden üstündür.”

Mevlana

Mesnevi, Cilt 2, 3325-3330

 

Olmadı Mevlana efendi olmadı! İşte burada çuvalladın!

 

Canımız hayvan canından daha üstün değildir...

 

Aristo da, Francis Bacon da, Immanual Kant da ve cahil din adamları da asırlar boyunca hep aynı yanlışı tekrarladılar...   "Doğa ve doğadaki tüm hayvanlar insanlar için yaratılmıştır..." dediler...

 

“Bacon insanın "doğa üzerinde sahip olduğu hakları" kullanmasından söz ediyordu. Aristoteles "doğanın tüm hayvanları insan için yarattığını" söylüyordu. Immanuel Kant’a göre "insan olmasaydı, yaratılmış her şey yaban kalır, bir hiç olur”du. Çok uzak olmayan bir geçmişte doğayı "fethetmek"ten ve uzaya "hâkim olmak"tan söz ediliyordu; sanki doğa ve kozmos, haklarından gelinmesi gereken düşmanlarmış gibi. Din adamları topluluğu da bu konuda önemli bir rol oynadı. Batı dünyasının dînlerine göre, insanlar nasıl Tanrıya boyun eğmek zorundaysa, doğadaki başka her varlık da insana boyun eğmek zorundaydı. (...) Descartes ve Bacon dinden çok etkilenmişlerdi. "Doğaya karşı biz" düşüncesi dinsel geleneklerimizden bize miras kalmıştır. Tekvin’de Tanrı insanlara “her canlı varlık üzerinde egemenlik” tanımış ve “her canavar”ın bizden “korkması” ve karşımızda “huşu duyması” buyurulmuştur. İnsanoğlu doğaya “boyun eğdirmeye” teşvik edilir ve “boyun eğdirme” ifadesi askeri anlamlar ima eden İbranice bir sözcükten çevrilmiştir.”

Carl Sagan

 

Aristo bir insandır...

Francis Bacon bir insandır...

Rene Descartes bir insandır...

Tüm dün adamları insandır...

Her insan yeri geldiğinde bir kusurdur!.. Kusur!...

 

Albert Einstein de bir insandır....

 

“İnsanoğlunun en büyük zaafı, dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanması. Hatta bütün yiyecekleri, hayvanları ve doğayı kendine sunulmuş bir nimet sanıyor. Evren dediğimiz bütün içerisinde, kendisini diğer canlılardan ayrı tutuyor. Çevreyi istediği gibi kullanıyor. Yıkıyor, yok ediyor. Halbuki insanoğlu bu evrende zincirin sadece küçük bir parçası. Bunu reddederek aslında kendisine bir hapishane yaratıyor. İnsanın bu yanılgıdan kurtulması en büyük özgürlük. Tabii bu da tam olarak mümkün olmayabilir ama bu çabanın kendisi de bir özgürlük.”

Albert Einstein

 

“Birçok insanda, Dünya’nın evrenin merkezinde ve kendilerinin de tüm türlerin merkezinde olduklarına inanmalarını sağlayan büyük bir ego vardır.”

Ann Druyan

 

Albert Einstein dediği gibi bu insanoğlu, kendisini bu evrenin gözbebeği sanıyor... Dünyanın kendi merkezinde döndüğünü sanıyor... Halbuki, evreni, doğayı, çevreyi, hayvanları, ormanları yakıp yıkan, yok eden insanoğlunun ta kendisidir...

 

Evrenin tarihine bakın...

İnsanlık tarihine bakın...

Tanık olacağımız gerçek şudur:

Tahribat ve yıkıcılık, hayvanlara ait değil insanlara aittir...

 

SONSÖZ:

TÜRCÜLÜK, İNSANOĞLUNUN HAYVANLARA YÖNELİK IRKÇILIĞIDIR..

 

“Türcülük’ kavramını ilk kez 1970 senesinde, diğer türlere karşı önyargılı tutumumuzu tanımlamak ve ırkçılık, cinsiyet ayrımcılığı gibi önyargılarımız ile benzerliğini ortaya koymak için kullandım. Amacım, aslında hepimizin akraba olduğunu göstermekti. Tüm türler, biyolojik ve evrimsel gelişim bakımından akrabadırlar. Ve bizler de, diğer türlere birer nesneymişçesine değil, evrimsel kuzenlerimiz olduklarını bilerek davranmalıyız.... Aslında birer hayvan olduğumuzu ve tüm diğer türlerle evrimsel bir akrabalığımız olduğunu Charles Darwin'in ilk kez dile getirişinden sonra geçen zaman içinde, gereken ahlaki sonucu çıkardığımızı açıkçası söylemek zor... Diğer hayvan türleriyle ilgili asıl önemli şey, onların acı çekebilen varlıklar olmalarıdır. Üstelik hayvanların acı çekebildiğine dair her gün daha da çok bilimsel kanıt sunuluyor. Bir kere sinir sistemlerimiz çok benziyor; keza acının deneyimlenişiyle ilişkili beyinde bulunan biyokimyasallar da. Dolayısıyla onların da acıyı ve stresi aynı şekilde yaşadıklarından emin olmamamız için hiçbir sebep yok –burada yüzlerce hayvan türünden bahsediyorum. Ben de ahlaki bir açıdan şunu söylüyorum: bir köpek veya bir fil ya da bir kedinin X değerinde çektiği acı, yine X değerinde acı çeken bir insanınkinden daha önemsiz değildir. Dolayısıyla acı söz konusu olduğunda, hangi ırktan veya cinsiyetten olduğunuz nasıl bir fark yaratmıyorsa, hangi türden olduğunuzun da bir önemi olamaz. Çekilen acı aynı acı. O halde ahlaki açıdan hepimiz aynı saygıyı görmeyi hak ediyoruz. Kimileri insanın sözde daha zeki, daha dindar, daha bağımsız veya daha özerk olduğunu ileri sürerek, bu özelliklerin bizi üstün kıldığı iddiasında bulunuyorlar. Ben de bu abartılı ve sözde farkların, ahlaki açıdan bir anlam ifade etmediklerini ve asıl meseleyle hiçbir alakaları olmadığını savunuyorum. Tek bir gerçek var, o da hepimizin acı çekebilen varlıklar oluşumuz... Ahlaki bağlamda en önemli ölçüt zekâ değil, acı çekebiliyor olmaktır. Profesörlere daha zeki oldukları veya rahiplere daha dindar oldukları için imtiyaz tanımayız. Toplumumuz buna müsaade etmez. Peki o zaman türlerle ilişkimiz söz konusu olduğunda, neden sırf biraz daha zeki olduğumuz için kendimize ahlaki bir ayrıcalık tanıyor ve daha fazla hak bahşediyoruz? Bunun hiçbir mantıklı açıklaması yok.”

Richard D. Ryder