CAN, AKIL VE YOL...

 

 

Prof.Dr.Coşkun Can Aktan

 

 

 “Yüksek ...bu yıkıntı ve perişanlığın tam orta yerinde, tüm olup bitenleri uzaktan seyreden ve İnsan’ın umarsızlığı ile Tanrı’nın güçlülüğünü içi sızlayarak düşünen Can duruyordu. Can mahzundu. Ve insanoğlu’nun, yeryüzünün katmanları arasında ve buharsı esir zerrecikleri içinde gizlenmiş  olan düşmanını düşünüyordu... Umutları umutsuzluğa, mutlulukları üzüntüye, huzur dolu yaşamları savaş alanına dönmüştü. Üzüntü’nün, Acı’nın ve Umutsuzluk’un demir pençeleri arasında inleyen kalbi kırıklarla acı çekti, Can.

Ve Can, onların yanıbaşında durup düşünürken ve acı çekerken, yeryüzünün tüm güçlerini birarada tutabilen o Yüce Yasa’nın adaletinden şüpheye düştü ve şöyle fısıldadı sesizliğin kulağına:

“Bütün bu yaratılmışlığın ötesinde ortaya ıstırap ve yıkım getirebildiği kadar düşünülemeyen güzelliği de getirebilecek olan sonsuz bir Zeka var.”[i]

 

 

Her zaman kalemi ile beni derinden etkilemiş  olan şair ve yazar Lübnan’lı Halil Cibran’ın yukarıda yazdıklarını okurken doğrusu adımın Can olmasından sanırım, çok daha fazla duygulandım...

Tanrı’nın bize verdiği Can var... Tanrı’nın o Can ile birlikte sadece en güzeli ve ilerisini sadece ve sadece bizlere bahşettiği bir Akıl ve Zeka var...

Kartezyen felsefenin kurucusu olarak kabul edilen Fransız düşünür Rene Descartes “düşünüyorum, o halde varım” ünlü sözü ile insan aklının varlığına işaret eden rasyonalizmin tohumlarını atmıştır. Fakat Descartes, insanın akıllı bir varlık olduğuna olan inancı ifade etmekle beraber, insanın aklına dayalı olarak öne sürdüğü görüş ve düşüncelerinden şüphe etmeyi de ihmal etmemiştir. Şöyle demektedir Descartes:

“Kesin olan bir şey vardır. Bir şeyin doğruluğundan şüphe etmek, Şüphe etmek düşünmektir. Düşünmekse var olmaktır. Öyleyse var olduğum şüphesizdir. Düşünüyorum, o halde varım.”

İnsan aklı hiç de küçümsenmeyecek kadar büyük, fakat hiç de güvenilmeyecek kadar tehlikelidir. Tanrı insanı güzellik ve çirkinlik ve aynı zamanda  iyi ve kötü hamurları  ile birlikte yoğurmuştur.

Lübnan’lı şair şöyle tanımlıyor insanı: “Çünkü insanoğlu’nun yüreği için nefret, kıskançlık ve kötülük neyse, Yeryüzü için de yangın, fırtına ve tufanlar öyledir.”[ii]

***

İnsanoğlu, aklını kullanarak karşı karşıya bulunduğu yangın, fırtına ve tufanlardan kurtulmanın yollarını bulabilir ve bulmuştur da günümüze değin... Fakat, ne gariptir ki, yaşadığımız yangınlar ve fırtınalar çoğu zaman insan aklının, insan eylem ve davranışlarının sonucunda ortaya çıkmamış mıdır?

Bu yazıyı kaleme alırken amacım üniversite reformu konusunda düşüncelerimi yazmak olduğu için şu düşüncemi burada ifade etmek istiyorum. Bugün üniversitelerde içinde bulunduğumuz, bunaldığımız, üzüldüğümüz, nefret ettiğimiz ortamlar akıl sahibi, ancak aklını doğru yönlerde kullanmayan insanların eserleridir. Descartes’in dediği doğrudur: “iyi bir akla sahip olma yeterli değil, önemli olan iyi kullanmaktır.”[iii]

Zamanı geldikçe şu sözü daima söylerim: rezaletler ve faziletler insanların mirasıdır...

Bugün üniversitelerde yaşadıklarımız ve değişmesini arzu ettiğimiz kötü uygulamalar kimlerin eserleridir?

Pekala bizlerin...

Pogo’nun dediği gibi:

“Düşmanı bulduk, biziz...”

Peki, bu kurumsallaştırdığımız bu kötülükleri ortadan kaldırmak kimin görevidir.

O da bizlerin...

Doğru yolu nasıl bulacağız?

Akıl yoluyla....

Kimin aklıyla...

Tanrı’nın verdiği akıl’ı doğru yola yönlendiren herkesin aklıyla...

Cibran diyor ki;

 “öğrenimsiz Akıl sürülmemiş tarlaya benzer.”[iv]

Doğru akıl, doğru bilgi ile kazanılır...

Doğru bilgiyi nereden öğreneceğiz?

Üniversitelerden?

İyi ama üniversitelerde doğru akıllar var mı ki, doğru bilgi olsun?

Doğru akılları nasıl bulacağız?

Kaygılıyım, huzursuzum ama umutsuz değilim...

 


 

horizontal rule

[i] Halil Cibran, Sözler, İstanbul: Anahtar Kitapları, 2. b. 1998. s.57.

[ii] Halil Cibran, Sözler, İstanbul: Anahtar Kitapları, 2. b. 1998. s.57.

[iii] C.Can Aktan, Yeni Global Gerçekler, İstanbul: TÜGİAD yayını, 2000.s.113.

[iv] Halil Cibran, Sözler, İstanbul: Anahtar Kitapları, 2. b. 1998. s.60.