YÜKSEKÖĞRETİM KURULU BAŞKANI SAYIN

KEMAL GÜRÜZ’E   İKİNCİ AÇIK MEKTUP...

 (Meritokratik Üniversite İdealiniz Üzerine!..”

 

 “İzmir Bornova’da Maarif Koleji’ndeyken Amerika imtihanı vardı. Bir yıl gidip kalıyordunuz sınavı verince. Mülakattan haksız yere çaktım. 27 Mayıs sonrasıydı ve bana  hangi gazeteleri okuduğumu sordular.”[i] Kemal Gürüz, YÖK Başkanı

Bu kitabı kaleme alırken bir günlük gazetede sizinle  tam sayfa yapılan bir söyleşiyi okuyunca yukarıdaki sözleriniz dikkatimi çekti...

Gazeteci YÖK’den memnun olmayan, protesto eden ve olay çıkaran kişiler ile ilgili sizin düşüncelerinizi öğrenmek için soruyor:

“Siz hiç haksızlığa uğramadınız mı?”

Siz bu soruyu yukarıdaki şekilde cevaplıyorsunuz...

Gazeteciye cevabınızı okuyunca üniversitelerde yüksek lisans, doktora, araştırma görevlisi mülakat sınavları, ayrıca doçentlik mülakat sınavlarında yapılan haksızlıklar ve adaletsizlikler aklıma geldi...

Bir akademisyen olarak 20 yıl boyunca mülakat sınavlarının yanlış olduğunu, hiçbir şekilde nesnel (objektif) bir sınav olmadığını savundum. Genç, pırıl pırıl insanların lisans-üstü ve araştırma görevlisi sınavlarında tamamen subjektif sorulara muhatap olduklarını, yapılan keyfi ve kayırmacı değerlendirmelerle haksızlıklara maruz kaldıklarını gördüm.

Bırakınız mülakat sınavını bilim sınavlarının dahi oluşturulan üç kişilik düzmece jürilerin takdirlerine terk edildiğini gördüm. Bu çarpık ve haksız süreç halen devam ediyor, sayın Başkan...

Doçentlik sınavında eser incelemesinden geçen kişi de maalesef mülakat sınavları ile karşı karşıya bulunuyor. Bu jürilerde yeralmış bir akademisyen olarak yapılan mülakat sınavlarının hiçbir anlam taşımadığı kanaatindeyim.

Jüri üyelerinin yüksek adalet duyguları ile davranacaklarını kim garanti edebilir ki? İnsanlar melek değil ki adaletten anlasınlar? İnsanlar melek değil ki, haksızlık yapmaktan uzak olsunlar? İnsanlar melek değil ki, kişisel kaprislerden ve egolardan uzak olarak davransınlar?

Anayasal iktisat adı verilen bir araştırma alanında çalışmalar yapan bir akademisyen olarak her zaman oyunculardan ziyade oyunun kurallarının iyi olması gerektiğini savundum... Sizleri bu konuda düşünmeye sevk edecek bazı özlü sözleri yazmak istiyorum:[ii]

 “Devlet insan tabiatının bütün özellikleri ile yansımasından başka bir şey değil midir? Eğer, insanlar melek olsalardı, o zaman devlete gerek olmazdı. Eğer melekler insanları yönetselerdi, o zaman da devleti kontrol etmeye ve sınırlamalar getirmeye gerek olmazdı.”

James Madison

 “Bazen insanın kendisini yönetmesine güvenilmemesi gerektiği söylenir. O zaman insanın başkalarını yönetmesine güvenilebilir mi? Veya insanı yönetmesi için krallar kılığına bürünmüş melekler bulabilir miyiz? Bırakalım bunun cevabını tarih versin.”

Thomas Jefferson

 “İnsan ne yaman bir yapı! Akıl gücüyle ne soylu bir varlık! Düşünme yetenekleri ne sonsuz! Duruşu, kımıldanışı ne anlamlı, ne güzel! Ne melekçe davranışları, ne tanrıca kavrayışları var! Evrenin gözbebeği insan, canlıların baştacı!”[iii]

William Shakespeare

Devlet yönetiminde çok sık rastladığımız güç ve yetkilerin kötüye kullanılması, makam ve mevkilerin suiistimali nasıl önlenebilir? “İyi insanları” seçip onları işbaşına getirmek mi, yoksa doğru insanları (bilgi, liyakat ve erdem sahibi insanları) seçmeye imkan sağlayacak kuralları oluşturmak mı daha iyi çözümdür?

Ne ünvana sahip olurlarsa olsunlar akademisyenler, insan tabiatının tüm özelliklerinden bağımsız düşünülemez. Onların da kişisel çıkarlarına, ahlaki ve psikolojik zafiyetlerine yenik düşebilecekleri pek tabiidir. Bu bakımdan üniversitelerde de önceden herkes için geçerli olacak basit, açık-anlaşılır, genel, öngörülebilir objektif kurallar oluşturmalıyız

Söyler misiniz, bilginin sınırlarının olmadığı bir dünyada bir jüri üyesi hangi bilgi sınırları içerisinde sorular sorabilir ki? Bir jüri üyesi, karşısındaki adaya olan antipati, kıskançlık, bilinç-altı ideolojik saplantılar vs.  insan tabiatına özgü duyguları nasıl bir tarafa bırakıp da adil olabilir ki? Ya da jüri üyesinin liyakat sahibi olmayan bir adayı kayırması ve kollaması nasıl engellenebilir ki?

Bir ünlü Latin sözü bu açıdan düşünülmeye değer bir anlam taşır:

“Yargıçları kim yargılayacak.”

Quis custodiet ispos custodiet.”

***

Sayın YÖK Başkanım, ben sizin yerinizde olsaydım inanın üniversitelerde mülakat sınavlarını derhal kaldırırdım.

Şunları yapardım:

-Lisans eğitiminde olduğu gibi lisans-üstü eğitim için seçme ve yerleştirme sınavlarını tamamen merkezi sistemle gerçekleştirmek için karar alır ve süratle uygulardım.

-Araştırma görevlisi sınavlarını kesinlikle üniversitelerin keyfiyetine terk etmezdim. Dahası tüm öğretim elemanları için Öğretim Elemanları Seçme ve Yerleştirme Sınavı adı altında bir merkezi sınav sistemini oluştururdum. Bu çalışma içerisinde APDS adı altında bir önerim yeralmaktadır. Bu sistem tamamen objektif ve bilimsel esaslara dayalı bir akademik kariyer sınavı önerisidir.

Sayın Gürüz:

Yine gazetedeki röportajınızda yeralan şu beyanatınız üniversitelerimizde akademik kariyer sınavlarının ne kadar yanlış yapıldığını gözler önünde seriyor:

Gazeteci: Mersin Üniversitesi rektörü var, sizin demokratik olmayan uygulamalarınızı eleştiren, hatta canlı yayında bu yüzden ağlayan. Niye rektörleri ağlatıyorsunuz?

Gürüz: ...(Mersin Üniversitesi rektörü) sağcı –ama dinci değil- bir profesör için kadro açmak istemediğinden bahsetti. Ben de “siz bilirsiniz” dedim. Bana “Hak ediyor mu etmiyor mu sizce” dedim. Diye sordu.

Gazeteci: Hak ediyor muydu?

Gürüz: Vallahi, aslında benim standartlarım çok yüksektir, bana kalsa o da hak etmiyor bu da. Karar tabii ki kendisinindir. Rektör dışarıdan birini getirmek istiyordu. Sonra bir baktım televizyonda ağlıyor, “baskı yaptı bana” diye.

Sayın YÖK Başkanım,

Bir profesör için kadro ilanı vermek bir rektörün keyfiyetinde mi olmalıdır?

Bir kişiyi “sağcı” , “solcu”, “dinci” diye değerlendirmek ve ardından kadro ilanı açıp açmamak yetkisi bir kişiye ait olabilir mi? Bu keyfiyet değil midir?

“Karar, tabii ki, kendisinindir..” diyorsunuz... Böyle şey olur mu, sayın Gürüz...

Bu gazetedeki yazdıklarınız ardından 1994 yılında çok değerli bilim adamları ile müştereken kaleme aldığınız Türkiye’de ve Dünyada Yükseköğretim , Bilim ve Teknoloji adlı kitabınızdaki şu öneriyi sizin bilgilerinize arz etmek isterim:

“...kişilerin değerlendirilmesinde ülkemize özgü koşullardan kesinlikle söz edilmemeli, sadece evrensel ölçütler gözönüne alınmalı...” (s.250.)

“Meritokratik bir üniversite oluşturmadaki en önemli unsur, hiç kuşkusuz öğretim üyelerinin akademik terfilerinin uluslararası standartlara bağlanması ve hak etmeyenlerin terfilerinin önlenmesidir.” (s.256.)

Bu önerilerinizi tamamen doğru buluyorum ve yürekten destekliyorum.

Ancak sizin bu önerileriniz hayata geçirilememiştir, sayın Başkan.

***

Evrensel kabul gören “akademik özgürlük” hakkımı kullanarak akılcı ve eleştirisel görüşlerimi yazıyorum.

Lütfen, dalkavuklara kulak vermeyiniz...

Tembellik, atalet ve rehavet içerisinde yüzen, ilgisiz, kayıtsız, sormayan, sorgulamayan o  “kinik maymunlar” değil midir ki, bizi aydınlıklardan uzaklaştıran!...

Ortalığı karıştıran, ispiyonculuk yapan, dedikodu üreten, dalkavukluk yapan insanlardan ne medet umabiliriz ki?

Sorumluluk ahlakına sahip idealist bir bilim insanın bu eleştirilerini hoşgörü ile karşılayınız.

Ancak bu eleştiriler ile ideal bir üniversite reformuna doğru yol alabiliriz.

 

C.Can Aktan

Bornova/ 16 Şubat 2003


 

horizontal rule

[i] Bkz:Sabah Gazetesi, 10 Şubat 2003.

[ii] Bkz: Coşkun Can Aktan, Anayasal İktisat, Ankara: Siyasal Kitabevi, 2002. s. i.

[iii] William Shakespeare ,Hamlet, Çev. Selahattin Eyüboğlu, İstanbul: Remzi Kitabevi,  1995. S. 65.