BUCHANAN: YENİ POLİTİK İKTİSADIN KURUCUSU

 

Günümüzün en üretken ve verimli iktisatçılarından birisi de kuşkusuz James M. Buchanan’dır. 1986 yılında Nobel Ekonomi Ödülü ile ödüllendirilen Buchanan, kamu tercihi ve anayasal iktisat yaklaşımları ile gelişmiş ve gelişmekte olan bir çok ülkenin bilim adamını etkilemiş, onlara yol göstermiş ve saygısını kazanmıştır.  Örneğin 1999 yılında Buchanan’ın 80. doğum gününe değişik ülkelerden 100’e yakın meslektaşının katılması ve katılımcıların Buchanan ile ilgili çalışmalarını bir web sayfasına taşımaları, belki de dünyada bir ilk olmuştur.

Buchanan iktisat bilimine ve maliye teorisine ortodoks bir bakış açısıyla yaklaşmamıştır. Ortodoks bakış açısına hep eleştiriler getirmiştir. İktisat biliminin teknik araçlara tutsak edilmesini, iktisatçıların ise bu teknikleri niçin kullandıklarını bilmemelerini hep anlamsız bulmuştur.

Bir iktisatçı olarak Buchanan, ekonominin kıt kaynaklar içerisinde maksimizasyonu (maximisation) yerine  Avusturya okulu mensuplarının ve özellikle Hayek’in belirttiği “katalaksi” (catalaxy) üzerinde yoğunlaşmış bir iktisatçıdır. Katalaksi (catallaxy) kendi kendini idare eden bireyler arasında bir anlaşmayı ve gönüllü mübadeleyi içermektedir. Bu süreç sosyal hayatta gözlemlenebilir bir süreçtir. Bu yaklaşımda iktisatçıların politik sürece ve aşamalara bakmaları gerekmektedir. Özellikle mübadele paradigması ile ilgili olarak politik sürece bakılması gerekmektedir.

Buchanan’a göre iktisatçılar, piyasa mübadelesi üzerinde yoğunlaşmalı, karar alma sürecinin yerelleşmesini, bireyin üstünlüğünü, demokratik yapıları ve bunun oluşumunun sağlanması arasındaki ilişkileri öğretiyor ve çalışıyor olmalıdır. Fakat iktisatçılar bunun yerine kıtlığın statik ortamı ve matematiksel göstergeler içerisinde boğulmaktadırlar.

Buchanan'a göre problem sadece kaynakların kıt olması değildir,  eğer bütün kaynaklar ekonomik olarak bol olsa bile, bireyler arasındaki mücadele daima var olacaktır. Hatta sosyal mücadele cennette bile ortaya çıkabilir

Problem üstünlük problemidir. Bireyin ideal olarak gördüğü durum, kendi eylemlerinde tam özgür ve diğerlerinin davranışlarını dizginlemiş olduğu durumdur.

Buchanan önceleri merkezi planlama ve sosyalizm gibi konulara bir libertarian sosyalist olarak ilgi duymuştur. Fakat, asla bireyci yaklaşımdan ve Adam Smith’in ve Knight’ın kapitalist öğretisinden sapmamıştır.

Buchanan bireyci ve kapitalisttir, fakat özgürlüklere belirli sınırların konulması gerektiğine de inanmaktadır. Buchanan'a  göre  en minimum seviyede bir koruyucu devlet, bir sözleşme ve mülkiyet hakkını teminat altına alan bir yasal yönetim özgürlüklerin korunması için bir zorunluluktur.

Buchanan, liberaller konusunda Friedman gibi düşünmektedir. Friedman’a göre tutarlı bir liberal asla bir anarşist değildir. Bunlara ek olarak Buchanan, tutarlı bir liberalin anarşik bir ortam kadar Leviathan bir ortamdan da korkması ve sakınması gerektiğini vurgulamaktadır. Bunun için bireyler kadar devlet de yasalar ile sınırlandırılmalıdır. Kısaca Buchanan'a  göre tutarlı bir liberal bireycidir, anayasalcıdır, sözleşmecidir ve demokrattır.

   Buchanan'ın anayasal politik iktisat düşüncesini geliştirmesinde Jefferson, Hamilton, Madison, Jay ve George Mason’un öğretilerinin etkisi büyüktür. Özellikle Buchanan'ı Virginia Üniversitesi kütüphanesinde bulduğu Knut Wicksell’in henüz tercüme edilmemiş tezi önemli ölçüde yönlendirdi. Buchanan'a göre modern Kamu Tercihi Teorisinin ilk habercisi Wicksell’den başkası değildir. Wicksell aynı zamanda kollektif karar almada oybirliği (unanimity) kuralını tanımlayan ilk bilim adamıdır.

Buchanan özellikle anayasanın oluşturulmasında sözleşme üzerinde durmakta ve sözleşmenin toplumdaki bütün vatandaşları kapsaması gerektiğini vurgulamaktadır.

Bazı teorisyenler politikayı bir pozitif bilim olarak algıladılar. Bu teorisyenler  “iyi bir toplum” ve “kamu çıkarı” gerçekliğini ortaya çıkarmak için kendilerini adadılar. Bu teorisyenler içerisindeki daha elitist olanları daha az aydınlanmış toplumun yanlış algılamalarını önleyebilmek için “filozof yöneticiler” fikirlerini  ortaya atmışlardır. Bu teorisyenlerden daha demokrat olanları ise sosyal fayda fonksiyonu üzerinde durmuşlardır. Bu teorisyenlerin ne daha elitist olanlarının ne de daha demokrat olanlarının Buchanan ile çok fazla ortak yönleri yoktur.  Buchanan teorik olarak  ellerinde kutsal anahtarlar olan kimselerin var olduğunu kabul etmemektedir.

Buchanan’a göre teorisyenler önce birey ile işe başlamalıdırlar. Çünkü sadece birey fayda ve faydasızlığı tecrübe edebilir, refahın alternatif düzenlemelerini sıralayabilir, olması gerekenleri formüle edebilir

En temel seviyede, kurallar, insanın barış ve uyum içerisinde birlikte yaşama isteği doğrultusunda kendi mantığını bulur, bu da koruyucu devlet ile ortaya konulacaktır.

Buchanan'a göre politikanın temel görevi, bireylerin aralarında bir mücadele olmaksızın işlerini yürütebildikleri yasal bir zeminin sağlanmasıdır. Liberal rejimlerde hakların ve sözleşmelerin uygulanması devletin yerine getirmesi gereken en önemli görevdir.

Buchanan anarşik düzenin ancak ideal insanlar  için olduğunu vurgulamıştır.  Fakat aşırı tutkuları olan insanın da hesaba katılması gerekmektedir. Fakat Buchanan anarşik düzenin doğasında da bir düzenleyici kuralın (regulatory rule) var olduğunu kabul etmektedir.

Buchanan'ın çalışmalarında düzenleyici kuralların iki örneğini bulmak mümkündür.

Birinci örnekte bireyin kendi kendini yönetmesi gösterilmeye çalışılmaktadır. Buchanan bir kamusal kurumun var olmadığı zamanlar, bu örnekte kuralların faydasını göstermeye çalışmaktadır. Böylece anarşik bir düzende bile çevresinden izole olmuş birey kendi kendine bir plan yapmak arzusunda olabilir. Yani kendi kendisi ile bir sözleşme yapar.

İkinci örnek etik ve normatif sınırlamaları içermektedir.  Buchanan'a göre yasal haklar içerisinde bir çok konuda evrensel anlaşmalara varılabilir. Örneğin insan ördürmeye, tecavüze, saldırı, şiddete ve hırsızlığa karşı tam bir oybirliği sağlanabilir.

Buchanan’a göre birlikte yaşamak için kurallara ihtiyaç vardır. Eğer kurallar olmazsa kuşku yok ki,  insanlar bir kaos ortamında kendilerini bulacaklardır. Bunun için yasal kurallara ihtiyaç vardır. Eğer insan kurallara tamamıyla boyun eğerse kuralların yasal bir nitelik kazanmasına gerek olmayabilir. Eğer tam bir boyun eğme söz konusu değilse  o zaman kuralların yasallaşması ve uygulanması gerekmektedir. Bütün bunlar sonuçta  devleti ortaya çıkaran nedenlerdir.

Anayasa bir sözleşmedir. Eğer sözleşmeyi kabul eden herkes bu sözleşmeden bir kazancı olacağına inanmazsa bu sözleşmeyi gönüllü olarak imzalamayacaktır. Anayasalar açık bir şekilde sosyal grup ve çıkarlar arasından ayrım yapan hükümler içermezler. Anayasa aşamasında küçük grupların ve belirli bireylerin faydasına olan özel hüküm ve kurallar dışarıda bırakılmalıdır.

Her şeyi bilen bir birey kendi çıkarlarını tatmin edecek bir anayasa talep edecektir. Fakat gerçek dünyaya baktığımızda sahip olunan anayasalar insanların o kadar da her şeyi bilen olmadıklarını göstermektedir.

Anayasa yapanlar hükümleri açık ve anlaşılır olmasını isterler. Düzen, bir sosyal gerekliliktir ve adalette bir lüks değildir. Buchanan’a göre adalet fikri, bütün anayasa ve sözleşmeci yaklaşımın merkezini oluşturmaktadır. Kuralın adil olması oyuncuların peşin olarak hemfikir oldukları bir şeydir. Burada önemli olan oyuncuların hemfikir olmasıdır. Eğer oyuncular hemfikir ise kural adildir. Bu, oyuncular hemfikirdir, çünkü kural adildir anlamına gelmez.

Oybirliği olmaksızın hiçbir kural açık ve adil değildir. Adalet istemek ancak ilgili hükümleri talep etmekle olacaktır. Adil ve doğru kurallar doğru yasaları ortaya çıkarır, doğru bir davranış ise bu yasalar doğrultusunda gerçekleşen davranıştır.

Buchanan'a göre aslında tarihe bakıldığında anayasal sözleşmenin açık bir şekli var olmuş değildir. Haklar ve özgürlükler sözleşme bilincinin var olmadığı   bir ortamda evrim sonucu ortaya çıkmıştır.

Buchanan'a göre   demokrasi askeri cunta, tek parti diktatörlüğü gibi sistemlerle kıyaslandığında bireylerin tercihlerini yansıtan daha iyi bir sistemdir. Demokratik sistem içerisinde politika mümkün olan en geniş sosyal aktörlerin farklı çıkarlarını uzlaştırmaya çabalar.

Buchanan'a göre kamu çıkarı bireyin ne dediğinden daha öte bir şey değildir. Her bir birey, kamu çıkarının ne anlama geldiğini bilir. Birey toplumun doğal bir katılımcısıdır. Toplumdan uzak doğal bir mülteci konumunda değildir.

Buchanan sosyal evrim sürecinin etkinliğine inanmaz. Buchana’a göre kurumlar insanı geliştiren şeylere ihtiyaç olmaksızın da başarılı olabilir. Evrim sosyal bir ikilem ortaya çıkartabilir. Hayek’e göre ise temel kurumsal değişim spontan olarak yapısal etkinlik doğrultusunda evrim geçirecektir.

Buchanan’a göre bu yaklaşım büyük bir zarara sebep olmuştur. Hayek’in sosyal evrimin etkin bir kurumsal biçim oluşturacağı konusundaki yaklaşımı Buchanan tarafından eleştirilen bir yaklaşımdır.  Hayek, kurumların tekrar biçimlenmesinde insana tam olarak güvenmemekte ve kuşku ile bakmaktadır.  

Hayek’e göre beşeri gelişmeler rasyonel bir plana göre değil, fakat kendiliğinden spontan olarak oluşmaktadır. Hayek’in düşünce sisteminde kurucu ya da yapıcı akılcılık yerini libertarian evrimcilik ve spontan düzen anlayışına bırakmıştır.

Buchanan’ın politik iktisat yaklaşımının hareket noktası kollektif süreç içerisinde bireylerin öneminin algılanmasıdır. Buchanan’a göre eğer insanlar kabul ettikleri paradigma içerisinde politik düzeni anlayamazlarsa, uygun bir toplumun ortaya çıkması mümkün değildir.

Anayasal reform içerisinde bilinçli bir eylemin gerekli olduğu gerçeği, eylem veya reformun pratikte öngörülebileceği anlamına gelmez. Örneğin kamusal mal konusunda herkes bu kamusal maldan elde edilecek faydayı bedava olarak elde edeceğini düşünürken, hiç kimse bu malın maliyetini ödemek için güdülenmeyebilir.

Pozitif Kamu Tercihi Teorisinin temel analizleri politik düzenin  temel kurallarındaki değişimleri açıklamaya çalışmazlar. Zaten bu değişiklikler meydana gelecektir. Örneğin 1978 yılında 13. madde ile bütçe sınırlandırılmasında olduğu gibi.

13. madde örneğinde bireyler, bu maddenin özel çıkarlara karşı olmasına rağmen, sosyo-politik düzendeki değişiklikleri desteklemişlerdir. Buchanan’a göre sosyo-politik oyunu tanımlayan temel kurallar içerisindeki reform için ümitvar olmak gerekmekte ve kişisel çıkarlara zarar veren elementlerin ortaya çıkartılması gerekmektedir.

Anayasaların ve kurumların zaman içerisinde değişmeleri bir zorunluluktur. Buchanan’a göre önemli olan ise, düşünülmeden konservatif olarak alınan bir tavırdan kaçınılmasıdır.

Buchanan’a göre oyunun kuralları en iyi bir şekilde belirlenmek zorundadır. Her bir turda kuralları değişen bir oyunun kuralları, olmayan bir oyundan farkı yoktur.

Kurallar sosyal stabilite ve öngörülebilirliliğin birer temel dayanağıdır. Buchanan’ın ortaya koymaya çalıştığı sistem içerisinde kuralların oluştuğu süreç çok önemlidir. Buchanan burada Rawls’ın “cehalet örtüsü” üzerinde durmaktadır. Buchanan’a göre bireyler gelecekteki pozisyonlarını göremezler.

Buchanan kurallarda yapılacak değişikliğin düşünüldükten sonra yapılması gerektiği üzerinde durmaktadır. Eğer bir değişiklik olacaksa bu değişikliğin demokratik olarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Ancak partiler ve hükümet arasında var olan rekabet kendi çıkarını kollayan politikacılara ve diğer çıkar gruplarına karşı ortanca seçmeni tam olarak korumak için yeterli değildir. Kuralların değişmesi için Wicksell’in önerdiği oy birliğine ihtiyaç vardır. Oybirliği kuralı yerine oyçokluğu kuralının tercih edilmesi devlerin gücünün sınırlandırılması açısından daha az etkili bir durumun ifadesidir.

Buchanan’ göre üç önemli düşünce daima akılda tutulmak zorundadır:

Birincisi; anayasal kurallar vatandaşları olduğu kadar liderleri de sınırlandırmalıdır. Örneğin kamu harcamalarına anayasal bir tavan getirilmeli, bütçe ise kendi haline bırakılmamalıdır. Politikacılar kendi seçmenlerine karşı duyarlı olmalıdırlar.

Yasalar toplumun bütün üyeleri tarafından anlaşılabilmesi için basit ve açık olmalıdır. Bunların içerisinde en önemlisi ise, mali yasaların toplumun sahip olduğu değerlerin bir yansıması ve ifadesi olmasıdır. Ayrıca bu yasaların ortaya koyduğu emirler birer kutsal emir gibi görülmelidir. Yasalarda bir değişikliğe gidileceği zaman, dikkat edilmesi geren en önemli husus, bu değişiklikten yararlanacakların güçlerinin sınırlandırılmasıdır.

İkincisi; anayasal kurallar önceden düşünüldüğü şekilde değiştirilmelidir. Optimal yasalara mevcut yasaların üzerinde yapılan tartışmalar sonucu ulaşılabilir. Bu süreçte oybirliği önemli bir yere sahiptir. Ortaya çıkan yasa herkese hitap edebilmelidir.

Eğer toplumun bütün üyeleri yapılanlardan memnun ise, anayasal kuralların değiştirilmesine gidilebilir.

Anayasal kuralların değiştirilmesinde ideal olan, yüzde yüzlük bir desteğin sağlanmasıdır. Ancak yüzde 51’lik bir çoğunluk, yani oy çokluğu da yetersizdir. Wicksell sekizde beşlik bir çoğunluğun uygun olacağını belirtir. ABD’de 13 nolu yasa ile  bu çoğunluk üçte iki olarak öngörülmüştür.

Üçüncüsü; anayasal kurallar geniş kapsamlı bir bakış doğrultusunda Pareto optimalliği sağlanarak toplamı sıfır olmayan bir oyun içerisinde değiştirilmelidir.

Buchanan’a göre gerçek bir anayasal iktisatçı kuralların bir mantığının olduğuna olan inancını yitirmemelidir.

Anayasalcılığı savunanlar sistemin genel kurallarını değiştirerek sosyal yapı üzerinde reform yapmaya çalışırlar. Bu süreç içerisinde şimdi öngörülemeyen fakat gelecekte arzu edilebilir değişiklikleri eski değer yargılarını koruyarak gerçekleştirirler. Anayasalcılığı savunan açısından önemli olan sosyal önceliklerin ötesinde içinde bulunulan süreçtir.

Buchanan’a göre yasaların ortaya çıkması kendiliğinden değil (görünmez el yaklaşımında olduğu gibi) bir anlaşma ile meşrulaşmış temkinli bir eylemin sonucundadır. Razı olma ve sözleşme burada iki önemli faktördür.

Sosyal gerçek, temel olarak fiziksel gerçeklerden bağımsız değildir. Ancak sosyal gerçeklerde nihai gözlemlenen şey insan davranışıdır. Ekonomi bilimi içerisinde araştırma yapanlar sosyal realiteyi araştırmada ve yorumlamada farklı olabilirler. Bu politik iktisat için de söz konusudur. Her gözlemci bir iktisatçı olmak için gerekli  şartları taşıyabilir. Ancak her bir iktisatçı yapmış olduğu araştırmada farklı kişisel yorum ve anlayışa sahiptir. 

Musgrave de Buchanan gibi Wicksell’den etkilenmiş fakat onu farklı yorumlamıştır. Musgrave devletin kaynak tahsisi, gelir dağılımı ve stabilizasyon gibi mali görevleri olduğu üzerinde durmuş ve artan ihtiyaçların karşılanması için devletin bu tür görevleri olması gerektiğini savunmuştur. Devlet vatandaşlarının isteklerini yerine getirmek zorundadır.

Buchanan bu yaklaşımına tamamen karşı çıkmıştır. Ekonomide devletin payının artması bir ortak varlık etkisi yüzündendir. Verginin tabanı da bu ortak varlık ile açıklanabilir. Devletin vergiler ile finansmanını sağladığı belirli kamu harcamaları yine belirli bireyler tarafından tüketilir. Böylece kamu kesiminin genişlemesi için daima bir eğilim vardır. Musgrave bu görüşe karşı çıkmıştır. Devlet, gelirlerini maksimize etme eğiliminde olan  bir kurum değildir. Bu açıdan devlete belirli sınırlamalar getirmek anlamsızdır.

Buchanan devletin genişlerken sunduğu kamusal mal ve hizmetlerin payının çok az olduğunu iddia etmiştir. Örneğin kamusal mallar GSMH’nın ancak yüzde 10’nu kadardır ve bu miktar ile devletin niçin büyüdüğü açıklanamaz.

Musgrave devletin, babanın çocuklarına yaptığı babalık görevi gibi bir göreve sahip olması gerektiğini savunmuştur. Buchanan bu yaklaşımlara karşıdır. İnsanların babalık ile ilgili hisleri doğru olabilir ancak devletlerin babalık yapması için herhangi bir felsefi temel bulunmamaktadır.

Buchanan’a göre devlet belirli kurallar altında davranmak zorundadır. Görünmez elin düzgün bir şekilde çalışması devletin belirli kurallar altında olmasına bağlıdır. Buchanan bunun yerel seviyede olmasının yanı sıra federal hükümet seviyesinde de olmasını savunmaktadır. Anayasal kurallar devletin düzgün bir şekilde çalışması için zorlayıcı bir etkiye sahip olacaktır.

Buchanan mali rekabeti savunmaktadır. Eğer bir devlet kaynakları verimsiz kullanıyor ise, hareketli olan üretim faktörleri bu devleti terk edip kendine başka yerler arayacaktır. Dünyada kaynaklarını etkin kullanan devletleri bulmak o kadarda zor değildir. Burada önemli olan sonuçtur. Kaynakların başka devletlere veya eyaletlere gittiğini gören bir devlet veya eyalet kendini yeniden disipline edecek ve kaynak kullanımında etkinliği sağlamak için çalışacaktır.

Buchanan Avrupa Birliği’nin rekabetçi federalizme geçeceğini yani güçlü merkeziyetçiliği terk edeceğini tahmin etmektedir. Bunun gerçekleşmesinin şartı ise, açık bir şekilde oyunun kurallarının yazıldığı bir anayasanın olmasıdır.

Buchanan bir politik iktisatçı olarak politika bilimi, politik sosyoloji ve politik felsefe ile de ilgilenmiştir. Hatta bu sınırları da aşarak son zamanlarda sosyo-ekonomik politik düzeni ve bu düzenin içerisindeki ahlaki boyutu inceleme alanı olarak seçmiştir. Buchanan’a göre artık 18. yüzyılda olduğu gibi birer ahlak filozofu olmanın zamanı gelmiştir. Gelinen bu noktada, kurumsal reform tartışmaları ahlak üzerine odaklanmalıdır.

Bir insanın moral kapasitesi politik, kollektif bir ilişkide gönüllü bir ilişkiye göre zorlanabilir. Eğer sosyal bir ilişkide birey çok fazla politize olursa, bireyin moral kapasitesi tamamen tükenebilir.

Birey, bir yeniden dağıtım politikası gerçekleştirildiği zaman, kendi sınıflarını, gruplarını, coğrafi bölgelerini göz önünde tutarak kendi dar çıkarlarını dikkate almaya çalışacaktır. Sonuç olarak yeniden dağıtım politikası ile birlikte bireylerin devletten elde ettikleri fayda ödeyecekleri vergiden fazla olabilecektir.

Buchanan’ın üzerinde durduğu diğer bir konu da 1989-91 yılları arasında gerçekleşen ve kollektif anlayışın yıkılması ile sonuçlanan Rusya’daki büyük devrimdir. Bu devrimi politik iktisatçılar, politika bilimi ile uğraşanlar ve politik felsefeciler önceden göremediler.

Buchanan bu konu üzerinde Fukuyama’nın (1992) vardığı sonuçları tekrar gündeme getirmeye çalışmıştır. Acaba bireyci yaklaşım ve kollektivizm arasındaki uzun diyalektik çatışma sona erdi diyen Fukuyama haklı mıdır?

Buchanan’ın cevabı çok nettir. Komünist sistem içerisinde bireyler kendi kişiliklerini ulus devlet veya ulusal kollektivizm ile birleştirmişlerdir. Sonuç olarak bu durum moral toplumun zayıflamasına sebep olmuştur ve komünist sistemler birer birer çökmeye başlamışlardır. 

Buchanan soğuk savaş sonrası artık ulus devlet modelinin ve üniter yapıların değişimle karşı karşıya olduklarını söylemektedir. Olması gereken ise, merkezi yönetimlerin bazı yetkilerini yerel yönetimlere devretmesinin bir zorunluluk olmasıdır.

Klasik iktisatçıların en büyük keşfi piyasaların karşılıklı çıkarlar için mükemmel bir şekilde çalışmasıdır. Bu süreçte  mülkiyet ve bireysel hak ve özgürlükler en iyi şekilde tanımlanmak zorundadır.

Bütün bunlara rağmen piyasa ekonomilerinde bile, fırsatçı davranışların üzerine sınırlamalar gerekmektedir. İdeale ulaşmak için bu sınırlamalar bir zorunluluktur.

Buchanan’a göre yapılan reformlar ile kamu sektörünün toplam ekonomideki payı yüzyılın ortasındaki haline dönüştürülebilirse bu bir başarı olacaktır. Soğuk savaşın gölgesinde büyüyen devlet, dışsal ekonomilere dikkat etmeden büyüdü. Çok geç de olsa 1990’lı yıllarda bunlar görüldü ve kamu sektörünün payının azaltılmasına yönelik reformlar gerçekleştirildi.  Buchanan’a göre kamu sektörünün nispi büyüklüğündeki bir büyük düşüş, ihtiyaç duyulan dönüşümün başarısı için iyi bir gösterge olacaktır.

Kamu ekonomisinde toplum bir vergi kaynağı olarak görülür. Bu vergiler ile kamu malları finanse edilecektir. Kamu ekonomisinin büyüklüğündeki bir azalma, daha az vergi anlamına gelmekte ve toplam ekonomik değerde bir artışa sebep olacaktır.

Genel olan ve hem vergileme hem de kamusal mal teminini büyük ölçüde azaltan bir anayasal sistem çoğunluğun rant kollamasını azaltabilir.

Buchanan 20. yüzyılı çok kötü bir yüzyıl olarak görmekte ve bu yüzyılda kollektif kontrollerin insanların üzerinde olumsuz etkilere yol açtığını vurgulamaktadır.

Buchanan kişisel bağımsız davranışı, kurallara uymayı, kendi kendine yeterliliği, çok ve sıkı çalışmayı, kendine güveni, karşılıklı saygı ve hoşgörüyü sosyal sermaye olarak görmekte ve 20. yüzyılın başarısızlığının temelinde bu tür sosyal sermayenin yok olmasına izin verilmesinin yattığını söylemektedir.

Buchanan moral düzenin 20. yüzyılın başındaki klasik liberal ideale karşılık geldiğini vurgulamaktadır. Fakat yüzyılın sonuna gelindiğinde bir çok problem ile karşı karşıya kalındığı üzerinde durmaktadır. 

Piyasa başarısızlığı, piyasalar başarısız olduğu zaman var olur. Piyasaların başarısız olması bireylerin bu başarısızlığı algılamalarına bağlıdır.

Keynes, makro-ekonomik hedeflerin başarılması için devletin bütçeyi kullanmasını tavsiye etmiştir. Ancak bu tavsiyede politik karar alma sürecinin ihmal edildiği bir gerçektir. Devletin topladığı vergiden daha fazla harcama eğilimine sahip olması, ciddi bütçe açıklarına sebep olmaktadır.

İyi bir toplumun oluşturulabilmesi için bireyleri Hobbes’un işaret ettiği Leviathan ortamdan kurtaracak ve ekonomik mübadeleyi sağlayacak kurallar dizisine ihtiyaç olacaktır. Buchanan’ın belirttiği gibi oyunun kuralları olmadan toplumdaki bütün bireylerin birbirleri ile uyum içerisinde yaşamaları mümkün değildir.

Buchanan bir libertarian olarak hem özel mülkiyete ve gönüllü mübadeleye hem de anayasal sınırlar ile bir Leviathan’a dönüşümü engellenmiş devlete inanmaktadır.

Bu tezde incelemeye çalıştığımız ve Buchanan’ın geliştirdiği önemli görüş ve yaklaşımlara geniş bir perspektifle bakıldığında ülkemizin mali ve ekonomik sorunlarının çözümü için de bir çok katkının olduğu görülecektir. Özellikle kronikleşmiş bütçe açıklarından kaynaklanan borçlanma kısır döngüsü ve bu döngünün neden olduğu diğer olumsuz ekonomik problemlerin, yüksek enflasyon gibi, çözümünde Buchanan’ın savunduğu Anayasal İktisat önerisi dikkate alınmalıdır.

Kaynak: Hakkı Odabaş, James M. Buchanan’ın Kamu Tercihi Ve Anayasal İktisat Alanındaki Katkılarının Değerlendirilmesi, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İzmir: DEÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001.

Not: Bu bilgiler sayın Odabas'ın izni ile yayınlanmaktadır. Kendilerine teşekkürlerimizi sunuyoruz.

REFERANSLAR İÇİN TIKLAYINIZ.