JAMES M. BUCHANAN’IN METODOLOJİSİ

 

Buchanan’ın çalışmalarına bakıldığında takip ettiği metodolojinin temellerini metodolojik bireycilik, ekonomik insan (homo economicus) ve mübadele (catalaxy) oluşturmaktadır. Bunların yanı sıra Buchanan kurucu rasyonalist ve sübjektivisttir. Çalışmalarında matematiksel analizlere çok fazla yer vermemiştir. Matematik formüller içerisinde boğulmaktansa  gerçek dünyayı gözlemlemek Buchanan’ın en önemli özelliklerinden bir tanesidir (Aktan, 1994; 42).

A. Metodolojik Bireycilik, Ekonomik İnsan ve Mübadele

Buchanan’ın çalışmalarının temelini metodolojik bireycilik ilkesi oluşturmaktadır. Buchanan, bu önemli ilkeyi savunan bir liberal düşünürdür. Metodolojik bireycilik ilkesine göre toplumda bütün ekonomik ve sosyal kararlar birey tercihlerine göre belirlenir. Bireycilik bir analitik metot olduğu gibi aynı zamanda sosyal düzeni oluşturan bir sistemdir (Buchanan ve  Tullock, 1962; 315).

Buchanan’a göre bazı teorisyenler politikayı bir pozitif bilim olarak algılayarak “iyi bir toplum” ve “kamu çıkarı” oluşturmak için çabaladılar. Bu teorisyenler içerisinde daha elitist olanlar, daha az aydınlanmış toplumun yanlış algılamalarını önleyebilmek için “filozof yöneticiler” fikrini ortaya atmışlardır. Daha demokrat olanları ise “sosyal refah fonksiyonu” üzerinde durmuşlardır. Buchanan her iki yaklaşıma da karşı çıkmış ve eleştiriler getirmiştir. Çünkü Buchanan ellerinde kutsal anahtarlar olan kimselerin var olduğunu kabul etmemektedir (Buchanan, 1986b; 51).

Buchanan göre teorisyenler önce birey ile başlamalıdırlar. Çalışmalarını makro-kozmos yerine bireyden başlatıp bütüne yaymalıdırlar. Çünkü Buchanan’a göre sadece birey fayda ve faydasızlığı tecrübe edebilir, refahın alternatif düzenlemelerini sıralayabilir, olması gerekenleri formüle edebilir. Toplumun amaçları ve tercihleri, çıkarları ve tavırları bireyden bağımsız olarak ortaya çıkmaz (Buchanan, 1986b; 245).

Buchanan’ın metodolojisinde ekonomik insan (Homo Economicus) önemli bir yere sahiptir. Homo Economicus bir metodolojik yapıdır. Bu yapı uzun zamandan beri iktisat teorileri içerisinde önemli bir yere sahiptir. Bu modelde ekonomik insan, rasyonel ve belli bir amaca sahiptir. Bu amaç da kişinin kendi çıkarını maksimize etmesinden başka bir şey değildir.

Buchanan'a göre Homo Economicus’un kendi çıkarını araştırması piyasa süreci için geçerli olduğu gibi sözleşmeci paradigmanın da içerisinde yer aldığı politik süreç için de geçerlidir. Bireysel faydanın maksimize edilmesi açısından seçmen motivasyonu, politikacılar ve bürokratlar tekrar değerlendirilmeye tabi tutulmalıdırlar.

Buchanan’ın metodolojisinde bireyler rasyonel ve tutarlı tercihlere sahip kimseler olarak tanımlanırlar. Buchanan’a göre rasyonel bir birey kamu ekonomisi karar alma sürecinde, piyasa sürecindeki davranış motivasyonuna benzer bir şekilde tercihlerde bulunur. Sonuçta birey piyasa ekonomisinde olduğu gibi kamu ekonomisinde de kendi özel faydalarını maksimize etmeye çalışacaktır. 

Politik süreçte aktif rol alan milletvekilleri, bürokratlar ve seçmenler Homo Economicus ilkesi doğrultusunda kendi özel faydalarını maksimize etmeye çalışacaklardır. Örneğin milletvekilleri tekrar seçilebilmek için kendi seçim bölgesindeki seçmenlerin beğenisini satın almaya,  bürokratlar sahip oldukları bütçe imkanlarını artırmaya, seçmenler ise net refahlarını  maksimize etmeye çalışacaklardır.

Buchanan bireyci ve kapitalisttir, fakat özgürlüklere belirli sınırların konulması gerektiğine de inanmaktadır. Buchanan'a  göre en minimum seviyede bir “koruyucu devlet”, sözleşme ve mülkiyet hakkını teminat altına alan bir devlet sistemine sahip olmalıdır (Buchanan, 1986b; 266).

Bir iktisatçı olarak Buchanan, ekonominin kıt kaynakları yerine  Avusturya okulu mensuplarının ve özellikle Hayek’in belirttiği “katalaksi” (catalaxy) üzerinde yoğunlaşmış bir iktisatçıdır. Katalaksi (catalaxy) kendi kendini idare eden bireyler arasında bir anlaşmayı ve gönüllü mübadeleyi içermektedir. Bu süreç sosyal hayatta gözlemlenebilir bir süreçtir (Buchanan, 1986b; 14).

Buchanan’a göre iktisatçılar, piyasa mübadelesi üzerinde yoğunlaşmalı, karar alma mekanizmasının ademi merkezileşmesini, bireyin üstünlüğünü, demokratik yapıları ve bunun oluşumunun sağlanması arasındaki ilişkileri öğretiyor ve çalışıyor olmalıdır. Fakat iktisatçılar bunun yerine kıtlığın statik ortamı ve matematiksel göstergeler içerisinde boğulmaktadırlar (Buchanan, 1986b; 15)

Buchanan kendini anlattığı önemli eserinde (1986a) asla dar anlamda tanımlanmış bir iktisatçı olmadığını vurgulamakta ve asıl anlamaya çalıştığı şeyin   mübadele süreci olduğunu belirtmektedir. Buchanan’a göre bu süreç, Hobbes’in ortaya koyduğu Leviathan düzen ve diktatör bir devlet olmaksızın, bireyin diğer bireyler ile yaşamasını öğrendiği bir süreçtir.

Kamu Tercihi Teorisi piyasalarda var olan politik alternatiflerin iktisadi analizlerini içermektedir. Buchanan'a  göre kamu tercihinin var olabilmesi, homo economicus üzerine temellenmiş politik modele bağlıdır. Politik süreçte tercihlerin ortaya konulması ancak  politik mübadele ile gerçekleşir (Rowley, 1999; 416).

Mübadele ile bireyler kendi durumlarını geliştirebilirler. Mübadele sadece özel eylemler için geçerli değildir, ortak eylemlerde de kullanılabilir. Buchanan’a göre iyi, kötü ve daha iyinin tanımı sonucun ne olduğundan daha çok sonuca nasıl ulaşıldığı ile ilgilidir. Hiçbir sonuç kötü değildir. Kötü olan sonuca sebep olan süreçtir. Bireyin tercih özgürlüğünün sınırlandırılması kötüdür. Bu birey üzerinde hiç sınırlama olmayacak anlamında değildir. Buchanan’a göre kurallar olmaksızın bir toplum var olamaz. Buchanan özellikle bu konuda mülkiyet hakkı üzerinde durmakta ve bir bireyin diğer bireylerin mülkiyet haklarını kabul etmesinin gerekliliğini vurgulamaktadır (Locksley, 1981; 36).

Buchanan, bir mübadelenin olabilmesini sözleşmeye bağlamıştır. Eğer karşılıklı bir anlaşma sağlanamazsa mübadele de gerçekleşmez ve toplum anarşi içerisinde daha kötü bir duruma gidebilir. Özel mübadele tam bir oybirliği içerisinde gerçekleşir ve tam oybirliğinin sağlanması ile üçüncü şahıslar buna müdahale edemezler. Buchanan bu sürecin kollektif karar almada da geçerli olmasını savunmakta ve çalışmalarını bu noktaya odaklamaktadır. Buchanan’a göre kollektif karar almada açık bir oybirliği, daha iyi sonuçların çıkmasına sebep olur ve pareto optimumu gerçekleştirir.

Buchanan bu noktada politik iktisatçıların geldiği noktayı eleştirmekte ve onların politik süreci dikkate almaksızın sonuca varmaya çalıştıklarını belirtmektedir. Politik iktisatçılar üslendikleri yeni pozisyonda, iyiliksever despota önerilerde bulunmaktadır.  Buchanan bütün bu gelişmeleri eleştirmekte ve kendi önerilerini ileri sürmektedir (Lockley, 1981; 36-37)

Buchanan toplum için var olan tek bir karar vericiyi reddetmekte, toplum için bir fayda fonksiyonunun olduğunu da kabul etmemektedir. Buchanan’a göre politik iktisatçının merkezinde olması gereken, karar alma pozisyonundakiler değil toplumu oluşturan bireylerdir.

B. İktisat Bilimi

Buchanan’a göre akademik bir iktisatçı, çalışma alanını genel denge, kıtlık ve etkin bölüşüm yerine daha çok mübadele üzerine kurmalıdır. Buchanan genel denge, kıtlık ve etkin bölüşüm üzerine odaklanan iktisatçıları kendi orijinlerinden ayrılmış iktisatçılar olarak tanımlamaktadır.

İlk etapta Buchanan’ın da belirttiği gibi, bu yeni yaklaşım kendisine yakın çok az sayıdaki meslektaşı tarafından benimsenmiştir. Bu yaklaşımların karşısında Keynesyen müdahaleciler, pragmatistler, yetki sahibi bürokratlar, Buchanan’ın yaklaşımlarını anlamayan fakir ve işsiz kesimin temsilcileri vardı (Buchanan, 1977; 241).  

Buchanan politik iktisat ile kazanılmış entelektüel ve sosyal sermayenin erozyona uğradığını vurgulamakta ve bir çok meslektaşının temel iktisadi yaklaşımlarla hiç ilgilenmediğini belirtmektedir. Üniversitelerin genç beyinleri hukuka, felsefeye yönlendirdiğini gözlemlemekte ve bu beyinler içerisinde iktisatçı olmak isteyenlerin ise modern matematik biliminin bulmacalarını çözmek için zorlandıklarını söylemektedir ((Buchanan, 1979a; 280).

Buchanan günümüz iktisatçılarına bu eleştirileri yaptıktan sonra iktisat bilimi ile ilgili aşağıdaki sekiz ilkeyi sıralamaktadır. Bu ilkeler aynı zamanda Buchanan’ın temel yaklaşımlarının bir özeti olarak kabul edilebilir (Buchanan, 1979a; 280-82).

1. İktisat bir bilimdir, fakat fen bilimleri gibi değildir. İktisat felsefi bir bilim dalıdır ve bilim olmadığına dair  Frank Knight ve Hayek tarafından yapılan eleştiriler ele alınıp geliştirilmelidir.

2. İktisat, tercih ve süreçlerin birbirleri ile uyumu hakkındadır. Tercihler ise var olan şeyler arasında yapılır.

3. İktisat bilimi mübadele ile ilgilidir, çok geniş tutulması gerekmez.  Mübadele ekonomik analizlerin merkezinde tutulmalıdır.

4. İktisat kişisel aktörler ile ilgilidir, kollektif kurumlar yoktur. Çünkü sadece bireyler tercihte bulunur.

5. İktisat kuralları olan bir oyundur.

6. İktisat politiktir. Tercihler kurallar içerisinde yapılır. “sosyal sözleşme” kazancın karşılıklı olduğunu gösterir, gerçekten de “sosyal mucize” insan bilincinin merkezinde kalmalıdır.

7. Bir disiplin olarak iktisat biliminin en önemli işlevi doğal düzenin prensiplerinin açıklanmasında öğretici bir rolünün olmasıdır.

8. İktisat basittir. Sonuç olarak modern araştırmacıların sahip oldukları karmaşıklıları örtmelerine rağmen, iktisat prensipleri basit ve kolaydır. İktisadın temel fikirlerini anlamak ve kavramak için çok fazla matematiğe ihtiyaç yoktur.

C. Kurucu Rasyonalizm

Buchanan kurucu rasyonalizmi savunan ve metodolojini bunun üzerine kurmuş bir politik iktisatçıdır.

Kurucu rasyonalizm geleneği Platon ile başlayıp Descartes, Hegel ve Comte yoluyla günümüze kadar gelmiştir. Hobbes ve J.J Rousseau da bu geleneğin içerisinde yer almıştır. Böylece, düşünce tarihinde, rasyonel bireyin aklı üzerine kurulmuş, insan aklını mükemmel bir düzen kurabilecek bir araç olarak kabul eden son derece güçlü ve etkili bir hareket ortaya çıkmıştır (Yayla, 1993; 67).

Buchanan’ın metodolojisinde bireyin, birey rasyonelliğinin ve tercihlerinin yeri önemlidir. Sosyal sözleşmeyi ön plana çıkartan  kurucu rasyonalistlerin de  izlerini takip eden Buchanan  bu geleneğin içerisinde yer almıştır.

Buchanan’a göre sosyal düzeni belirleyen kurum ve kurallar birey tercihleri doğrultusunda olabilir. Bu açıdan Buchanan, evrimci rasyonalizme ve bir çok ortak noktaları olmasına rağmen Hayek’e eleştiriler getirmiştir.

Hayek’e göre beşeri gelişmeler rasyonel bir plana göre değil, fakat kendiliğinden spontan olarak oluşmaktadır. Hayek’in düşünce sisteminde kurucu ya da yapıcı rasyonalizm yerini libertarian evrimcilik ve spontan düzen anlayışına bırakmıştır (Aktan, 1994b; 11).

Hayek’in sosyal evrimin etkin bir kurumsal biçim oluşturacağı konusundaki yaklaşımı Buchanan tarafından eleştirilen bir yaklaşımdır. Hayek, kurumların tekrar biçimlenmesinde insana tam olarak güvenmemektedir. Hayek insana bu anlamda kuşku ile bakmaktadır. Ancak Buchanan’a göre, Hayek’in sosyal ve kurumsal reformlar hakkında kuşkucu davranması, evrim sürecine ideal bir rol verilmeksizin  paylaşılabilir (Buchanan, 1975a; 194).

D. Subjektivizm

Politik iktisat alanında Buchanan'ın subjektivist düşünceye olan büyük katkısı “Maliyet ve Tercih, 1969” (Cost and Choice) isimli kitabında gösterilmiştir. Buchanan subjektif bakış açısının bireyleri, birçok konu üzerinde farklı bakış açısına götüreceğini savunmaktadır.

Buchanan'a göre tercih yapma ve maliyetler arasında sıkı bir bağ söz konusudur. Bundan dolayı Buchanan Keynesyen fonksiyonel maliye teorisi kadar geleneksel kamu borçları teorisini de eleştirmiştir. Örneğin savaş esnasında kamusal malların borçlanma ile finansmanının fırsat maliyeti başka zaman bu kaynakların yerine konulacağı alternatif bir kullanım idi. Çeliğin otomobil üretme yerine silah üretimi için kullanılması gibi (Buchanan, 1969; 64).

Sübjektivizm Buchanan'ın temel düşüncelerinin kaynağını teşkil etmektedir. Onun iktisat biliminin doğasından ve politik iktisat disiplininin amacından ne anladığı  sübjektivizm algılanmaksızın kavranamaz.

Buchanan’a göre tercih, birbirleri ile çelişen karşılıklı alternatifler arasından yapılır, eğer tercih olmazsa, ya alternatiflerin hepsi tercih edilir yada hiçbiri tercih edilmez. Burada bir iktisatçının odaklanması gereken şey, bu tercihler arasındaki fırsat maliyetleridir. Kaynakların kıt oluşu sebebiyle, maliyet, tercihin önünde bir engeldir. Tercih yapılmadan önce maliyetlerin dikkate alınması bir zorunluluktur. Bu açıdan maliyet reddedilmesi gereken bir fırsattır. Maliyet karar alanların tercihinde önemli bir etkendir. Örneğin bir keke sahip olanın faydası ile onun yenmemesinin sebep olduğu maliyet düşünüldüğünde, her maliyetin bir fırsat maliyeti olduğunu söylemek mümkündür (Reisman, 1990; 157).

Bütün maliyetler sübjektiftir. Örneğin A ve B arasında gerçekleşen bir mübadele, gerçekte sadece bir mübadele değildir. Bu olay aslında A ve B arasında gerçekleşen bir karşılıklı menfaat teminidir. Burada A ve  B için karşılıklı bir tatminden bahsetmek mümkündür.

Tercih teorisinde maliyet, tercih edilmeyen bir alternatifte beklenen bir fayda kaybını temsil eder. Çünkü fayda fonksiyonu kişiseldir ve maliyet direkt olarak tercih edeni bağlar ve tercih edenden bağımsız olarak var olmaz.  Maliyet tercihte bulunandan başka  bir kişi tarafından ölçülemez, çünkü sübjektiftir (Buchanan, 1969; 43).

Sadece tercihte bulunup karar veren kimse elde ettiği tatmini tahmin edebilir veya bu mübadeleyi kendisine en uygun bir mübadele olarak değerlendirebilir. Buchanan’a göre; fırsat maliyetleri, sübjektif olarak kişisel tercihler için uygundur ve bu maliyetler tercihte bulunandan bağımsız olarak ölçülemezler (Buchanan, 1966a; 60).

Frank Knight’a göre gerçek belirsizlik yoksa karar da yoktur. Buchanan çalışmalarında bu etkinin altında kalmıştır. Buchanan da aynı görüşü paylaşmaktadır (Reisman, 1990; 159).

E. Prosedür ve Anayasal Reform

Buchanan, Wicksell’in de etkisi ile prosedüre inanan bir politik iktisatçıdır. Klasik liberalizm geleneğinde olduğu gibi, bireyin özerk olmasına inanır. Bir prosedüralist olarak, politik gücün yerelleşmesini, vergilemede tahsis ilkesinin geçerli olmasını, belirli vergilerin belirli faydaları karşılıyor olmasını ve kollektif malların tüketiminde bu malların bedellerinin ödenmesi gerektiğini savunur. Buna karşın meslek edinmenin önündeki sınırlamalara, ırk, etnik ve din gibi bütün ayrımcılıklara karşıdır (Buchanan, 1977; 17).

Buchanan’ın politik iktisat yaklaşımının hareket noktası kollektif süreç içerisinde bireylerin öneminin algılanmasıdır. Buchanan’a göre eğer insanlar kabul ettikleri paradigma içerisinde politik düzeni anlayamazlarsa, uygun bir toplumun ortaya çıkması mümkün değildir (Buchanan, 1975a; 96).

Demokrat ve ahlakçı bir kimliğe sahip olan Buchanan piyasa ekonomisinin güçlü bir savunucusudur ve bunu çalışmalarında gizlemez, piyasa ekonomisi konusunda klasik politik iktisatçılar gibi düşünür (Buchanan, 1986b; 4).

Buchanan’ın anlayışına göre iyi bir toplum için devletin yapması gereken, düzeni sağlamak, yasaları güçlendirmek ve gerekli olan mal ve hizmetleri üretmektir. Bütün bunlar anayasa çerçevesinde olmak durumundadır. Buchanan bu anlamda bir anayasacıdır. Ancak bu anayasada devletin büyümesi ve/veya genişlemesi yerine devleti sınırlandıran yasalar vardır (Buchanan, 1967b; 336).

Açığa vurulmuş tercihler ve alınmış politik kararlar üzerinde Buchanan’ın değişik fikirleri vardır. Açığa vurulmuş tercihleri ele alalım; bir sübjektivist olarak Buchanan, bireyin bütün maliyetleri algıladığına inanmaktadır.

Anayasal politik iktisatçı olarak Buchanan, aldatıcı davranışların fırsatını azaltmak amacıyla yasal teklifler ileri sürmektedir. Yine bir libertarian olan Buchanan’a göre lütufkar olmayan liderlik sorununun çözümü devlet yerine piyasada aranmalıdır.

Buchanan’a göre, anayasal reform içerisinde bilinçli bir eylemin gerekli olduğu gerçeği, eylem veya reformun pratikte öngörülebileceği anlamına gelmez. Örneğin kamusal mal ve hizmetlerde herkes faydayı bedava olarak elde edeceğini düşünürken, hiç kimse bu malın maliyetini ödemek için güdülenmeyebilir (Buchanan, 1967c; 194).

Buchanan, anayasal olarak oyunun kurallarının en iyi bir şekilde belirlenmek zorunda olduğunu savunur. Her bir turda kuralları değişen bir oyunun kuralları olmayan bir oyundan farkı yoktur. Buchanan kurallarda yapılacak değişikliğin düşünüldükten sonra yapılması gerektiği üzerinde durmaktadır. Eğer bir değişiklik olacaksa bu değişikliğin demokratik olarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Ancak partiler ve hükümet arasında var olan rekabet kendi çıkarını kollayan politikacılara ve diğer çıkar gruplarına karşı azınlığı tam olarak korumak için yeterli değildir. Kuralların değişmesi için Wicksell’in önerdiği oy birliğine ihtiyaç vardır. Oybirliği yerine çoğunluk kuralının kabul edilmesi hükümetin gücünün daha az sınırlanacağının işaretidir.

Buchanan’a göre anayasal reformlar ile ilgili üç önemli düşünce daima akılda tutulmak zorundadır;

Birincisi; anayasal kurallar vatandaşları olduğu kadar liderleri de sınırlandırmalıdır. Örneğin kamu harcamalarına anayasal bir tavan getirilmeli, bütçe ise kendi haline bırakılmamalıdır. Yasalar basit ve açık olmalıdır. Bunların içerisinde en önemlisi ise, mali yasaların toplumun sahip olduğu değerlerin bir yansıması ve ifadesi olmasıdır. Ayrıca bu yasaların ortaya koyduğu emirler birer kutsal emir gibi görülmelidir. Yasalarda bir değişikliğe gidileceği zaman, dikkat edilmesi geren en önemli husus, bu değişiklikten yararlanacakların güçlerinin sınırlandırılmasıdır (Buchanan ve Wagner, 1977; 175).

İkincisi; anayasal kurallar önceden düşünüldüğü şekilde değiştirilmelidir. Optimal yasalara mevcut yasaların üzerinde yapılan tartışmalar sonucu ulaşılabilir. Bu süreçte oybirliği önemli bir yere sahiptir. Ortaya çıkan yasa herkese hitap edebilmelidir (Buchanan, 1999; 419).

Üçüncüsü; anayasal kurallar, geniş kapsamlı bir bakış açısı ile pareto etkinliği sağlanarak toplamı pozitif olan bir oyun içerisinde değiştirilmelidir. Ayrıca, Buchanan’a göre gerçek bir anayasal iktisatçı kuralların bir mantığının olduğuna olan inancını yitirmemelidir.

Anayasalcılığı savunanlar sistemin genel kurallarını değiştirerek sosyal yapı üzerinde reform yapmaya çalışırlar. Bu süreç içerisinde şimdi öngörülemeyen fakat gelecekte arzu edilebilir değişiklikleri eski değer yargılarını koruyarak gerçekleştirirler. Anayasalcılığı savunan açısından önemli olan sosyal önceliklerin ötesinde içinde bulunulan süreçtir (Buchanan ve Tullock, 1962; 115).

Buchanan’a göre yasaların ortaya çıkması kendiliğinden değil (görünmez el yaklaşımında olduğu gibi) bir sözleşme ile meşrulaşmış temkinli bir eylemin sonucundadır. Razı olma ve sözleşme burada iki önemli faktördür.

F. Ahlak ve Düzen

Buchanan bir politik iktisatçı olarak politika bilimi, politik sosyoloji ve politik felsefe ile de ilgilenmiştir. Hatta bu sınırları da aşarak son zamanlarda sosyo-ekonomik politik düzeni ve bu düzenin içerisindeki ahlak boyutunu inceleme alanı olarak seçmiştir. Buchanan’a göre artık 18. yüzyılda olduğu gibi birer ahlak filozofu olmanın zamanı gelmiştir ve gelinen bu noktada, kurumsal reform tartışmaları ahlak üzerine odaklanmalıdır (Buchanan ve Musgrave, 1999; 206).

Bir insanın moral kapasitesi kollektif bir ilişkide gönüllü bir ilişkiye göre zorlanabilir. Eğer sosyal bir ilişkide birey çok fazla politize olursa, bireyin moral kapasitesi tamamen tükenebilir.

Birey, bir yeniden dağıtım politikası gerçekleştirildiği zaman, kendi sınıflarını, gruplarını, coğrafi bölgelerini göz önünde tutarak kendi dar çıkarlarını dikkate almaya çalışacaktır. Sonuç olarak yeniden dağıtım politikası ile birlikte bireylerin devletten elde ettikleri fayda ödeyecekleri vergiden fazla olabilecektir.

Buchanan insan topluluklarını ahlak açısında üç kısma ayırmıştır. Bunlar; moral anarşi, moral toplum ve moral düzendir (Buchanan, 1985b; 2).

Moral anarşi (moral anarchy) içerisinde her birey kendi dar menfaatlerini kollamaya ve kurtarmaya çalışır. Bu düzen içerisinde insanlar diğer insanlara saygı duymazlar. Kısaca insan insanın kurdu anlayışı hakimdir. Güçlü her zaman kendi çıkarını kollayacağı için güçsüzü ezecektir.

Moral toplumda (moral community) ise bireyler kendilerini toplumun bir parçası olarak görürler ve toplumsal menfaatler aynı zamanda bireysel menfaatlerin de bir göstergesidir. Toplumun ideali, bireyin de aynı zamanda bir idealidir. Bu model içerisinde bireyler arası bir çatışma yoktur. Çatışma sadece toplumlar arasında ortaya çıkabilir.

Buchanan tarafından kabul gören ve savunulan ahlak yapısını moral düzen (moral order) oluşturmaktadır. Buchanan bu modeli Hayek’ten almıştır. Hayek bu düzeni büyük toplum düzeni (great society) olarak isimlendirmiştir. Bu düzen içerisinde bireyler diğer bireylerin çıkarlarını kendi çıkarları gibi görmezler. Diğer bireyler insan ırkının birimleri olarak kabul edilir ve bir mübadele içerisinde her zaman karşılıklı faydaların olacağı inancı hakimdir. Toplum içerisinde hep karşılıklı bir saygı vardır. Bireyler ayrımcılığa ve sömürüye karşıdırlar. Ancak bu düzen etkin bir şekilde işleyen piyasa düzeni içerisinde var olacaktır. Fakat benzer özellikler kollektif düzen  içerisine de    aktarılabilir. Moral düzen içerisindeki kamu ekonomisi, bütün politik süreçte rol alan üyelerin bir mübadele içerisinde oldukları varsayımına dayanır (Buchanan ve Musgrave, 1999; 210).

Buchanan bu soyut ahlak modellerine somut örnekler de vermeye çalışmıştır. 1960 ve 70’lerin Japonya’sını Buchanan bir moral toplum olarak gördüğünü belirtmiştir. Buchanan doğudaki ve batıdaki modern toplumların moral anarşi tehdidinin devam ettiğini ileri sürmektedir. moral anarşi tehlikesini her yerde görmek mümkündür. Çünkü özellikle II. Dünya Savaşından sonra kamu sektörü bütün dünyada göreceli olarak büyümüş ve bu büyüme moral standartları erozyona uğratmıştır (Buchanan ve Musgrave, 1999; 211).

Buchanan’ın verdiği diğer bir örnekte Rusya ile ilgilidir. Buchanan’a göre komünist sistem içerisinde bireyler, kendi kişiliklerini ulus devlet veya ulusal kollektivizm ile birleştirmişlerdir. Sonuç olarak bu durum moral toplumun zayıflamasına sebep olmuş ve komünist sistemler birer birer çökmeye başlamışlardır. 

Klasik iktisatçıların en büyük keşfi piyasaların karşılıklı çıkarlar için mükemmel bir şekilde çalışmasıdır. Bu süreçte  mülkiyet ve bireysel hak ve özgürlükler en iyi şekilde tanımlanmak zorundadır.

Bütün bunlara rağmen piyasa ekonomilerinde bile, fırsatçı davranışların üzerine sınırlamalar gerekmektedir. ideale ulaşmak için bu sınırlamalar bir zorunluluktur.

Buchanan, kişisel bağımsız davranışı, kurallara uymayı, kendi kendine yeterliliği, çok ve sıkı çalışmayı, kendine güveni, karşılıklı saygı ve hoşgörüyü sosyal sermaye olarak görmekte ve 20. yüzyılın başarısızlığının temelinde bu tür sosyal sermayenin yok olmasına izin verilmesinin yattığını söylemektedir (Buchanan ve Musgrave, 1999; 220).

 

Kaynak: Hakkı Odabaş, James M. Buchanan’ın Kamu Tercihi Ve Anayasal İktisat Alanındaki Katkılarının Değerlendirilmesi, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İzmir: DEÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001.

Not: Bu bilgiler sayın Odabas'ın izni ile yayınlanmaktadır. Kendilerine teşekkürlerimizi sunuyoruz.

REFERANSLAR İÇİN TIKLAYINIZ.