JAMES. M. BUCHANAN'IN VERGİLEME TEORİSİNE KATKILARI

A. Mali Mübadele ve Vergileme

Buchanan’ın kamu maliyesi teorisi içerisinde üzerinde durduğu en önemli konulardan bir tanesi de vergilemedir. Buchanan’a göre ortodoks kamu maliyesi yaklaşımı vergilemeyi bütçenin harcama yönünü ihmal ederek ele almıştır. Bu yaklaşımlar adalet kriterini temel alarak vergileri sadece özel ekonomiden kamuya aktarılan bir pay olarak gördüler. Ancak vergiler ve bunlardan sağlanan faydalar birlikte ele alınmadılar. Bu yaklaşımlara eleştiriler getiren Buchanan, vergi ödeyenler ile bu vergilerle finanse edilen hizmetlerden faydalananların aynı politik toplumun üyeleri olduğu üzerinde durmuş ve toplumdaki herkesi eşzamanlı olarak vergi ödeyen ve kamu hizmetlerinden faydalanan  bireyler olarak ele almaya çalışmıştır (Buchanan, 1976a;  17).

Buchanan mali mübadele paradigması içerisinde vergileme konusunda adalet ve eşitlik ilkelerine uygun öneriler getirmeye çalışmıştır. Getirilen önerilerin temelinde Wicksell’in ve Lindahl’ın yaklaşımları vardır. Buchanan’a göre bu yaklaşımlar modern kamu maliyesi teorisinin gelişiminde önemli bir yere sahiptir.

Wicksell çalışmasında vergi yükünün dağıtılmasına ilişkin olarak, vergilerle finanse edilen kamu harcamalarının faydalar yönünün de hesaba katılması gerektiğini savunmuştur (Buchanan, 1951; 175).

Buchanan vergilemede adaletin sağlanması ve optimal vergileme konusunda iki model doğrultusunda değerlendirmeler yapmaya çalıştı. Bu modeller planlama modeli ve kamu tercihi modelleridir. Planlama modelinde bütçe büyüklüğü ve toplam vergi gelirleri üzerinde alınacak kararlar, bireylerin tercihlerini her yönde yorumlayabilen bir plancı tarafından verilecektir. Kamu tercihi modelinde ise, kararlar bazı karar alma kuralları içerisinde direkt bireyler tarafından verilecektir (Buchanan, 1976a;  18).

1. Vergilemede Planlama Modeli

Samuelson’a göre, özel mal için etkinlik, her bir bireyin elde ettiği marjinal faydanın marjinal maliyete eşitlenmesi ile sağlanır. Kamusal mallarda ise tüketicilerin elde ettiklerin faydaların farklı olması sebebiyle, etkinliğin sağlanması için marjinal faydalar toplamının marjinal maliyete eşit olması gerekmektedir.

Toplumdaki bireylerin tercihlerinin ne olduğunu bilen bir planlamacı, götürü vergilemeyi kullanarak kamusal mallardan elde edilen eşit faydalar için eşit vergi yükleri oluşturabilir. Götürü vergilerden yapılacak herhangi bir sapma, bir etkinsizliğe sebep olacaktır (Buchanan, 1976a;  19).

Eşit vergi payları rejiminden Lindahl fiyatları rejimine doğru yapılan bir değişiklik ile, bireysel olarak elde edilen faydanın özel malların yanı sıra kamusal mallar için de geçerli olduğu yaklaşımı kabul edilmiş olacaktır.

Buchanan’a göre planlama modelinde, bireysel tercihlerin bir plancı tarafından biliniyor olduğu varsayımı böyle bir modelin demokratik olmayan bir sistem içerisinde de olabileceği sonucunu çıkartmaktadır (Buchanan, 1976a;  19).

2. Vergilemede Kamu Tercihi Modeli

Buchanan’a göre bu model demokratik olmayan bir ortam ile bağdaşmaz. Mali mübadelenin olabilmesinin ilk şartı gönüllülüktür.  Kamu tercihi modelinin temelini oluşturan mali mübadele yaklaşımı, Wicksell tarafından ilk olarak ele alınmaya çalışılmıştır. Wicksell’e göre adalet ve verimlilik kavramları ancak bireysel tercihler içerisinde somutlaştırılabilir.

Bu yaklaşımda vergiler, ortak bir şekilde tüketilen kamusal mal ve hizmetlerin bir fiyatı olarak algılanmaktadır. Eğer vergi ile kamusal mal ve hizmetlerden elde edilen faydalar arasında bir ilişki kurulmuyor ise, vergilerin ne olduğu o kadar önemli değildir.

Buchanan vergileme konusunda kamu tercihi analizini bir örnek ile anlatmaya çalışmıştır. Bu örnekte A ve B den oluşan iki kişilik bir toplum varsayılmaktadır. A ve B bütün ekonomik koşullar bakımından eşit ancak kamusal bir mal veya hizmet talebi konusunda farklı yaklaşımlara sahiptirler. Bu analizde vergi, sunulan bir kamusal mal ve hizmetin fiyatı şeklindedir. Pareto optimumunun sağlandığı koşulların oluşması ile, mübadelenin denge noktasında bireysel marjinal vergi fiyatları bireysel marjinal faydaya eşit olacaktır. Mali fazlalıkların dağıtılması ile ortaya çıkan gelir etkisi bütçe büyüklüğünü, kamusal mal ve hizmetlerin miktarını değiştirebilir. Bu pareto optimumunun sağlanmasından başka bir şey değildir (Buchanan, 1976a;  21).

3. Vergileme ve Mali Gerçeklik

Eğer vergi ödeyenler ödedikleri vergiler ile elde ettikleri faydalar arasında herhangi bir bağlantı kurmuyorlarsa, bağımsız normların uygulanması için bir temelin olması gerektiği sonucuna varılabilir. Wicksell’e göre, demokratik sürecin var olması, bireylerin ödedikleri vergiler ile elde ettikleri faydalar arasında bir köprü kurmalarını gerekli kılacaktır (Buchanan,1976a; 22).

Wicksellci yaklaşımda kararlar bütün bireylerin oybirliği ile alınmaktadır. Ancak günümüzde demokratik süreç içerisinde alınan kararlar nadiren genel bir kabul ile gerçekleşmektedir. Bugün çoğunluk kuralı Wicksell tarafından idealize edilmiş oybirliğinin yerini almıştır. 

Buchanan’a göre mübadele paradigması içerisindeki bir sapma, vergi ile fayda arasındaki köprüyü kurmaktaki başarısızlıktan daha ciddi sonuçlar ortaya çıkartabilir. Oybirliğinin olmaması, toplumdaki bazı grupların kararlarına ihtiyaç olunmadığı anlamına gelmektedir. Örneğin sistem içerisinde yönetime aday A ve B partilerinin var olduğunu varsayım. Meclis içerisinde A partisi çoğunlukta ve B partisi azınlıktadır. A partisi sahip olduğu çoğunluk ile kamu hizmetlerinden elde edilebilecek faydaları kendi üyeleri için garanti ettiklerini ve bunların finansmanını diğer partinin üyeleri üzerine koymakta başarılı olduklarını varsayarsak, burada kesinlikle bir mali mübadeleden bahsedemeyiz. Çünkü bir grup vergi ödemeksizin faydayı garanti altına almakta, diğer grup ise herhangi bir fayda beklentisi içerinde olmaksızın vergi ödemek zorunda kalmaktadır (Buchanan,1976a; 23).

Politik gerçeğin bu yönü görüldüğü zaman, mali süreç içerisinde vergi yükünün adil dağıtılabilmesi ve azınlıkların sömürülmesinin önüne geçilebilmesi için anayasal bir standardın getirilmesi gerekmektedir. Bu anayasal standart ile vergilerin adalet normu altında, ayrımcılık olmaksızın toplumun bütün kişileri üzerine konulması sağlanabilir. Yine bu anayasal standartlar ile, çoğunluğu temsil eden aktörler bütçe büyüklüğünü çoğunluğun kamu harcamalarından doyuma ulaştıkları yere kadar değil, elde edilen marjinal faydanın marjinal vergi fiyatına eşitlendiği noktaya kadar büyütebilirler.

4. Vergileme ve Mali Transfer

Mali süreç içerisinde vergilerin gelir ve servetin kişiler arasında transferinde önemli araçlardan bir tanesi olarak görülmesi ve vergilere özel bir dağıtım rolü verilmesi mübadele paradigmasından bir sapmadır. Eğer gelir bir gruptan diğerine transfer edilecekse burada mübadele yok demektir.

Buchanan’a göre kararların oybirliği ile alınmaması, bireylerin stratejik davranışta bulunma motivasyonlarında bir düşmeye sebep olacaktır. Bir kişinin gelecekteki pozisyonunun belirlenmesinin yalnızca belirsizlik örtüsü içerisinde tahmin edilebileceğinin kabulü bizi sözleşmeci bir paradigmaya götürmektedir (Buchanan, 1976a;  26).

Mali kurumlar ancak anayasal bir yapı içerisinde analiz edilebilirler. Sözleşmeci yaklaşımın avantajı, bu yaklaşımın dışarıdan empoze edilen ahlak kurallarından bağımsız olarak, mali kurumları bireysel tercihlerden türetmemize izin vermesinde yatmaktadır.

Sözleşmeci mübadele paradigması demokrasi veya demokratik değerlerin oluşturduğu sosyal düzen ile tamamen uyum içerinde olan bir modeldir. Mali düzene ilişkin alternatif yaklaşımlar bireyler adına karar verenlerin varlığına bağlıdırlar ve hazırlanan taslakta önemli olan şey sonuçtur. Normatif olarak sonuç üzerinde değerlendirmeler yapılır. Sözleşmeci-mübadele yaklaşımda ise sonuçtan daha çok süreç üzerinde normatif değerlendirmeler yapılacaktır. Örneğin bir verginin azalan veya artan oranlı olması ve bunların sonuçları üzerindeki normatif tartışmalar çok önemli değildir. Önemli olan bir vergi sisteminin bütçenin harcama yönünün de ele alınarak bireylerin tercihleri sonucu oluşup oluşmadığıdır.

Bakış açısındaki bu farklılık, farklı yaklaşımları da beraberinde getirmektedir. Geleneksel olarak vergilemede adalet ilkesini savunanlar, kendilerinin idealize ettikleri gelir vergisine karşı gelişen politik gerçekleri gördüklerinde, vergi tabanındaki erozyondan endişelenmektedirler.

Buchanan’a göre, mübadele yaklaşımı politik sürece yönelik yapıcı bir davranışa ön ayak olma eğilimindedir (Buchanan, 1976a;  28).

B. Vergilemede Tahsis İlkesi

Tahsis ilkesi belirli devlet gelirlerinin belirli devlet giderlerine ayrılmasını  ifade etmektedir. Tahsis ilkesi terim olarak tek bir vergi kaynağının tek bir kamu hizmetine tahsis edilmesi anlamında kullanılmaktadır.

Geleneksel maliye teorisi, genellik ilkesi doğrultusunda vergilemede ademi-tahsis ilkesini benimsemiştir. Bu ilke doğrultusunda devletin hiçbir geliri, hiçbir giderine direkt olarak tahsis edilmeyecektir. Buchanan bu ilkenin katı olarak uygulanmasını eleştirmekte, vergilemede tahsis ilkesinin gerekliliği üzerinde durmaktadır.

Buchanan vergilemede tahsis ilkesi üzerine yaptığı önemli çalışmasında, bu ilke üzerinde iktisatçıların farklı yaklaşımları olduğunu belirmiştir. Morgolis ve Walter Haller bu ilke doğrultusunda vergi mükelleflerinin kamu harcamalarını hoş karşılamayacakları üzerinde durmuşlardır. Earl Roph, George Break ve Jesse Burkhead ise, tahsis ilkesinin vergi mükelleflerinin kamu hizmetlerine olan taleplerini artıracağını iddia etmişlerdir (Buchanan, 1963;  457).

Buchanan Wicksell’in de etkisi ile vergilemede tahsis ilkesinin geçeli olmasını, belirli vergilerin belirli faydaları karşılıyor olmasını ve kollektif malların tüketiminde bu malların bedellerinin ödenmesi gerektiği savunur (Buchanan, 1977;  17).

Buchanan, mali sistem içerisinde tahsis ilkesine uygun bazı gelir ve harcama kalemlerinin olduğu belirtmiştir. Buchanan’ın verdiği örneklere göre ABD’de eğitim hizmetinin finansmanı için yerel yönetimlerin topladıkları kaynakların yarısı tahsis ilkesi doğrultusunda gerçekleşmektedir. Yine ülke çapında karayolu gibi bazı hizmetlerin üretilmesi için özel hesapların devrede olması, tahsis ilkesinin önemli göstergeleridir (Buchanan, 1963;  457).

Tahsis ilkesi mali uygulamaları değişik programlara ayırma imkanı da verir. Bireyler bir seçmen olarak belirli gelirlerin okullar, sağlık merkezleri gibi birimlere aktarılmasında aktif roller alabilirler. Bu tercihleri kendi menfaatleri doğrultusunda gerçekleştirebilirler.

Buchanan’a göre tahsis ilkesi bir bakıma piyasadan belirli bir gelir karşılığında belirli bir mal ve hizmet alınmasını ifade etmektedir (Buchanan, 1963;   458).

Ademi tahsis prensibinin olumsuzlukları karşısında tahsis prensibinin yararları üzerinde Buchanan özellikle durmaktadır. Tahsis ilkesi her ferdin bir seçmen olarak veya vergi mükellefi olarak  doğrudan doruya yada kanuni temsilcileri aracılığı ile harcama kararlarına katılmalarını sağlar. Önce harcamanın bireylere kabul ettirilmesi sonradan da bu harcamalar için vergi toplanması halinde bireylerde vergi bilinci daha kolay oluşacaktır.

Buchanan’a göre vergi ve  harcamaların ayrı ayrı yapılmasına izin veren bir bütçe süreci, bütçe açıkları doğurarak kamu ekonomisinin genişlemesine neden olur. Bütçe dengesi içinde herhangi bir harcama önerisi, vergi önerisi ile birleştirilirse, rasyonel harcama ve vergi kararları oluşur  (Buchanan, 1963;  461).

C. Vergilendirme Yetkisinin Kaynağı

Buchanan vergilendirme yetkisinin kaynağını açıklayan iki ayrı devlet teorisi üzerinde durmuştur. Bu iki devlet teorisi politik açıdan birbirine zıt anlamlar içermektedir. Bunlardan birincisi organik devlet teorisi, ikinci ise bireyci devlet teorisidir (Buchanan, 1949;  496).

1. Organik Devlet Teorisi

Bu yaklaşımda bireyler devlet ile birlikte tek bir organik varlık olarak düşünülür. Organik anlayışta devlet ve toplumun menfaatleri bireylerin menfaatleri olarak algılanır (Buchanan, 1949;  496).

Organik teoride devlet toplumun bütünü için bir karar alma organıdır. Devlet sosyal refahı ve sosyal faydayı maksimize etmek için çabalar. Fakat bunun belirleyicisinin ne olduğunu, devletin bu maksimize işini neye göre yaptığını Buchanan sorgulamaya çalışmıştır.

Buchanan'a göre organik teorinin çatısını “sosyal fayda” ve “sosyal refah” oluşturmaktadır. Bu iki kavram genel kavramlardır. Politik problemlerin ortaya konulmasında bu kavramlar çok az kullanılır.

Organik devlet teorisinde devlet herhangi bir yükümlülük altına girmeksizin, bireylerden her türlü fedakarlığı cebren ve karşılıksız isteyebilir. Vergilemede ödeme gücü teorisinin temelinde organik devlet teorisi vardır  (Buchanan, 1949;   496).

2. Bireyci Devlet Teorisi

İkinci yaklaşım, bireyci devlet teorisidir. Bu yaklaşımda devlet birey için vardır ve bireyin menfaatleri devlet tarafında korunmak zorundadır (Buchanan, 1949;  497).

Buchanan’a göre bireyci teoride hareket noktası tamamen değişmektedir. Bu yaklaşımda birey devletin yerini almaktadır. Kollektif ihtiyaçlar bireylerin tercihleri doğrultusunda belirlenir ve devletin bekası bireye ve birey tercihlerine bağlıdır.

Devlet gelirlerini sunmuş olduğu hizmetlerin bir bedeli olarak bireylerin iktisadi kaynaklarından sağlamaktadır. Devlet bu mal ve hizmetlerin sunumunda bir monopol durumundadır ve devletin sunmuş olduğu bu hizmet ve mallar ile bunlardan elde edilecek özel faydalar arasında bir ilişki mevcuttur.

Kamusal mal ve hizmetlerin büyüklüğü ve devletin bunları sunmadaki öncelik sırası bireylerin kollektif istekleri doğrultusunda gerçekleşecektir. Kamusal mal ve hizmetlerin arz edilmesine, marjinal toplam maliyet marjinal toplam faydaya ulaşana kadar devam edecektir. Mali süreç birey ile devlet arasında bir karşılık ilişkisinin olduğunu göstermektedir. Vergilemede fayda prensibinin uygulanması bu açılardan anlamlı olacaktır (Buchanan, 1949;  498).

Buchanan’a göre birey ile devlet arasında piyasa benzeri bir ilişki vardır. Birey iktisadi kaynaklarının bir kısmını vergi olarak devlete verir, bu durum bireyin reel gelirinde bir azalmaya sebep olur. Ancak kamusal hizmetlerden elde edilecek fayda bu azalmayı dengeleyecektir. Teorik yapıda, bireyler arasındaki toplam vergi yükünün dağılımı, halka arz edilen hizmetlerden elde edilen faydanın dağılımı ile birleştirilmelidir. Mevcut ortodoks yaklaşım bireylerin sağladığı bu fayda konusunu çok farklı bir şekilde açıklanmış ve ihmal etmiştir.

Bu konuda Buchanan'ın üzerinde durduğu soru kamu hizmetlerinin büyüklüğü ve öncelik sırasının kim tarafından belirleneceğidir. Bireyi temel alan devlet teorisinde cevap basittir. Kamu hizmetlerinin büyüklüğü ve öncelik sırası bireylerin kollektif istekleri tarafından belirlenir. Böylece kamu hizmetlerinin sunumunda devlet ve bütün bireyler arasında bir “karşılık” ilişkisi ortaya çıkar. Bu ilişki ile fayda prensibi uygulama alanı bulabilir (Buchanan, 1949;  498).

Karşılık açıklığa kavuşturulması gereken önemli kavramdır. Bir karşılık ilişkisi, bireyin devlete ödemiş olduğu vergi miktarının yine bireyin elde etmiş olduğu kamu hizmeti miktarına eşit olduğu zaman ortaya çıkar. Diğer bir ifade ile birey ve devlet arasında piyasa tipi bir mübadele mevcuttur.

Her birey bazı mali baskılara maruz kalabilir. Bireye ait olan iktisadi kaynaklar, devlete ödediği vergiler kadar azalır. Reel geliri ise, kamu hizmetlerinden sağlamış olduğu fayda sebebiyle artar. Bundan dolayı, bireyler arasındaki toplam vergi yükü dağılımı, topluma arz edilen hizmetlerden elde edilen faydanın dağılımı ile birlikte ele alınmalıdır. Ortodoks maliye literatürüne bakıldığında özellikle bireyin elde ettiği fayda ihmal edilmiş, vergi yükü dağılımı üzerinde yoğunlaşılmıştır.

D. Vergilemede Fayda Yaklaşımı

Fayda prensibi verginin bir şey karşılığında alındığı esasına dayanan bir yaklaşımdır. Kamu harcamalarının faydası ve vergi arasında bir ilişki kurmaya çalışan Wicksell (1896) ve Lindahl (1919) bu prensip üzerinde durmuşlardır.

Buchanan’a göre vergi sisteminde politik maliyetleri minimize etmek için vergilemede fayda prensibinin kullanılması gerekmektedir. Fayda prensibinin uygulanması vergi yükünü de azalacaktır. Ayrıca fayda prensibi, vergilemede eşitlik prensibinden daha da önemlidir (Buchanan, 1976a;  21).

Kamusal mal ve hizmetlerden elde edilen faydanın ihmal edilmesi, fayda teorisinin (benefit principle) anlaşılamayan temellerine dayandırılmaktadır.  Genel bir kaide olarak vergi yükü içerisinde fayda prensibinin kabul edilmemesi bir çok önemli konuyu dışarıda bırakmaktadır. Fayda prensibi diğer bir ifade ile istifade teorisi bir karşılık ilişkisi üzerine kuruludur. İki sebepten dolayı bu teori yıpratılmaya çalışılmıştır. Birinci yaklaşım, kamu hizmetlerinden kaynaklanan toplam faydadan bir bireye isabet eden miktar tespit edilemez. Kamu hizmetleri belirli bir birey ve grup için değil toplumun geneli için yapılan harcamaları ifade eder. İkincisi ise karşılık yaklaşımıdır. Modern devlet vergilemede ödeme gücü ilkesini veya iktidar prensibini kabul etmiştir.

Buchanan’a göre bu iki eleştirel yaklaşım gerçekte birbirlerinden çok farklı özelliklere sahiptir. Birincisi teknik ve yönetimsel zorluktur. Bu teknik ve yönetimsel zorluk prensibin uygulanabilirliğinin önüne geçmektedir. İkincisi ise, gerekli bireysel mübadelenin yani bir karşılıklılığın olmasının reddedilmesidir. Eğer karşılıklılık düşüncesi kabul edilir ise, fayda prensibi soyut açıdan doğru bir yere oturtulabilir. Bireyin elde ettiği faydanın hesaplanması teorik yerine teknik bir problem olarak karşımıza çıkar. De Viti De Marco bu yolu benimsemiş ve faydanın gelir ile orantılı bir şekilde geri döndüğü hipotezini ortaya atmıştır. Böylece De Marco fayda prensibinin ahlaki standartlarını kabul ederek vergi sisteminin oluşturulmasında bu prensibi savunmuştur.

Vergilemede fayda prensibinin kabul görmemesinde bir karşılıklılığın olması fikrinin reddedilmesi önemlidir. Bu yaklaşımda devlet ile birey arasındaki mali mübadele kabul görmemektedir. Ortodoks maliye teorisi bireye isabet eden faydanın ölçülmesini yararsız bir yaklaşım olarak görmüş ve bu konuyu ihmal etmiştir. Dikkatler bütçenin vergileme yönüne çekilmiş harcama yönü hep ihmal edilmiştir (Buchanan, 1993; 405).

Ortodoks maliye teorisi vergileri, sanki topluma bir iadesi olmayacak şekilde gelirden net bir azalma olarak algılamıştır. Vergilemede “karşılıksızlık” ilkesi kabul edilmiştir. Bireyin payına düşecek faydanın miktarının tespitindeki problemler fayda yaklaşımını ihmal edilmesinde önemli bir role sahiptir. Wicksell’in üzerinde durduğu gibi, kamusal mal ve hizmetlerin fayda yönünün reddedilmesi bireyin devletin sunduğu bu hizmetlerden hiç bir fayda sağlamadığı anlamına gelmektedir. Eğer bireyler devletin sunduğu hizmetlerden bir fayda elde edemiyor iseler, bu hizmetlerin sunumu için gerekli olan gelirler bir bakıma garantilenmemiş anlamına gelmektedir.

Vergilerden elde edilmiş gelirler ile yapılmış harcamalardan ortaya çıkan fayda ele alınmadan tam bir vergi yükü hesabının yapılması da mümkün değildir.

Fayda prensibinin tamamen ihmal edilmesi yerine tartışmaya açık hipotezler ortaya koymak daha makul bir davranıştır. Örneğin birey başına eşit bir faydanın düştüğü yaklaşımı gerçekçi bir hipotez olabilir. 

Tek başına ortaya konacak bir vergi yükü bir anlam ifade etmeyecektir. Vergi yükünün bir anlam ifade edebilmesi için bireyin pozitif veya negatif fayda bakiyesine bakmak daha doğru sonuçlar ortaya çıkarabilir. Bunun için de harcamalardan bireylerin elde ettiği faydanın bulunması gerekmektedir. Elde edilen fayda ödenen vergiden yüksek ise, ortaya negatif, düşük ise pozitif bir vergi yükü çıkacaktır.

Buchanan’a göre vergi, ne bir fedakarlığı ne de bir zora dayalı olmayı ifade eder. Vergi devletin sağladığı faydalar için ödenen bir bedeldir.

E. Vergi Oranları ve Vergi Gelirleri

Buchanan ve Brennan, vergi sisteminin gelir artırıcı potansiyelini sınırlandıracak iki kurumsal sınırlamadan birinin oran sınırlandırmaları olduğunu söylemişlerdir. Vergi oranları artan oranlı düz oranlı ya da azalan oranlı olabilir. Vergi sistemleri artan oranlıysa vergi, düşük gelirlilerden daha çok yüksek gelirlilerden alınmalı; düz oranlıysa tüm mükelleflerden, azalan oranlıysa o zaman da yüksek gelirlilerden daha çok düşük gelirlilerden büyük bir oranda alınacaktır. Artan oranlı, düz oranlı ve azalan oranlı vergi sistemlerinin hangilerinin hangi vergi konusuna uygulanması gereği, vergilerin birey davranışlarında meydana getireceği etkilere ve bu etkilerin toplum tarafından ne şekilde değerlendirildiğine göre belirlenir. Buchanan ve Brennan vergilendirilebilir bütün mallara aynı düz oranlı bir verginin uygulanmasını savunmuşlardır. Çünkü ancak bu şekilde siyasi iktidarın  vergilendirme yetkisi sınırlandırılabilir (Buchanan ve Brennan, 1980;  34, 1979;  15).

Toplumdaki bütün bireylerin aynı vergi oranına tabi tutulması; siyasi iktidarın vergilendirme gücünü sınırlandırır.  Bu görüşü destekleyenlerin başında F. A. Hayek gelmektedir. Hayek bütün kurallar ve kanunların genel olması ve bütün bireylerin de bu kural ve kanunların etkisine aynı derecede maruz kalmaları gerektiği görüşündedir. Hayek’e göre gelir vergisi tek oranlı bir vergi olmalıdır (Hayek, 1960;  45).

Buchanan’a göre bir vergi sistemi ancak anayasal bir çerçeve içerisinde anlamlı bir şekilde tartışılabilir. Vergilemenin temel yapısı ve vergi yükünün fertler arasında dağılımı konuları mali ya da vergi anayasası çerçevesinde ele alınmalıdır. Bu nedenle iyi bir vergi sistemi ancak anayasal çerçeve içerisinde gerçekleştirilebilir (Buchanan ve Brennan, 1980;  385).

Ortodoks kamu maliyesi yaklaşımında artan oranlı vergileme, bireyler arasında eşit bir gelir dağılımına götürdüğü için üstün bir vergileme şekli olarak görülmüştür. Buchanan’a göre artan oranlı bir gelir vergisinin gelirin tekrar dağıtılmasında bir rolünün olduğu doğru değildir. Eğer kamu harcamalarında sağlanan genel faydadan bireylerin elde ettiği fayda eşit ise veya buna yakın bir eşitlik söz konusu ise, artan oranlı vergi adil bir gelir dağılımına götürebilir. Bireylerin harcamalardan elde ettikleri faydalar göz önüne alınmadan tek başına artan oranlı bir sistemin adil olduğunu savunmak yetersizdir (Buchanan ve Congleton, 1979;  220).

Örneğin devlet harcamalarının büyük bölümünün yüksek gelirli bireyler lehine yapıldığını varsayalım. Burada ortaya çıkacak adaletsizliğin sadece artan oranlı bir vergi ile çözüleceğini düşünmek yine anlamlı olmayacaktır. Buna karşın devlet harcamalarının büyük bir kısmının düşük gelirli bireyler lehine sosyal hizmetler olarak aktarılan bir ortamda, azalan oranlı bir vergi sistemi daha makul karşılanabilir.

Buchanan 1980 başlarında uygulamaya konulan arz yönlü iktisat politikası içerisinde şekillenen vergi oranı-vergi gelirleri arasındaki ilişkiyi analiz etmiş ve standart fayda maksimizasyonunu kullanarak vergi yükleri ve politik dengeye ilişkin şartları tanımlamaya çalışmıştır (Buchanan ve Lee, 1982a;   344).

Buchanan bu çalışmasında bir vergi sisteminde tek oranlı gelir vergisi ilişkisini incelemiştir. Varsayım olarak iyi tanımlanmış bir matrah ve bu matraha uygulanacak tek bir vergi oranı bulunduğu kabul edilmiştir.

Buchanan ayrıca potansiyel vergi yükümlüsünün davranışlarının ne olabileceği üzerinde de durmuştur. Buchanan’ın yaklaşımı talep yönlü bir yaklaşımdır. Bunun amacı ise, arz yönlü yaklaşımın üzerinde durmadığı konuları analiz etmektir (Buchanan ve Lee, 1982a;  345).

Bu çalışmanın birinci amacı vergi oranları ile vergi gelirleri arasındaki ilişkiyi incelemektir. İkincisi ise, vergi oranları üzerinde karar verenlerin denge durumunu tespit etmektir. Özellikle rasyonel bir vergi oranının tespit edilmesi için vergi oranları ve vergi gelirleri arasındaki ters ilişki tarafından belirlenen bir noktayı ortaya çıkarmaya çalışmaktır.

Eğer vergi yükümlüleri devletin vergilemeye ilişkin eylemlerini önceden doğru olarak tahmin ederlerse, hem yükümlü hem de devlet oran-gelir ilişkisi üzerinde bir bilgi birikimine sahipse, vergi yükümlüleri denge pozisyonunu önceden tahmin edebilirler.

Bu çalışmada Buchanan oran-gelir ilişkisinin “ters-yönlü” olarak, kamusal karar alma sürecinde rasyonelliği ihmal etmeden, bir sonuç vereceğini ispatlamaya çalışmıştır. Buchanan’a göre arz yönlü iktisatçıların üzerinde durdukları Laffer eğrisi etkisi uzun dönemde ortaya çıkar (Buchanan ve Lee, 1982b; 818).

Buchanan gelir vergisi mükellefi olan çalışan kesimin vergi indirimlerinden (artışından) kazandıkları (kaybettikleri) şeyin, bir dereceye kadar kamusal hizmetlerden sağladıkları faydada azalma (artış) ile dengeleneceğini ifade etmektedir.

Devlet mali kararlarını vergi yükümlülerinin vergi oranlarındaki değişikliklere uyum göstermesi için gerekli olan zamandan daha kısa bir sürede aldığı sürece vergi oranları beklenenin üzerinde gerçekleşecektir. Yüksek vergi çıkmazı önemli politik çıkmazlardan biridir. Bunun önüne geçmenin yolunun anayasal kurallardan geçtiğinin altını çizmekte fayda vardır (Buchanan ve Lee, 1982a; 354).

1. Vergilemede Laffer Etkisi

Laffer etkisi kısaca marjinal vergi oranlarında meydana gelecek bir artış veya azalışın toplam vergi gelirlerine etkisini ifade etmektedir. Az yönlü iktisadi yaklaşıma göre marjinal vergi oranlarındaki bir azalış toplam vergi gelirlerini arttıracaktır (Aktan, 1994b; 87)

Maksimum gelir sınırlarının ötesinde vergi oranlarını artırmanın mantıklı bir nedeni bulunmamaktadır. Buchanan çalışmasında böyle bir durumun nasıl ortaya çıkabileceğini ve bir kez ortaya çıktıktan sonra politik süreçte aktif rol alanların bu durumdan kendilerini kurtarmakta güçlük çekeceklerini açıklamaya çalışmıştır (Buchanan ve Lee, 1982b; 816).

Buchanan ve Lee’ye göre vergi oranlarındaki bir indirim vergi gelirlerini kısa dönemde azaltırken, uzun dönemde artırmaktadır. Vergi indirimlerinin vergi gelirlerinde bir artışa sebep olmayacağını savunanlar, olaya kısa dönem, gelir artışına sebep olacağını savunanlar ise uzun dönem olarak yaklaşmaktadırlar.

Vergi yükümlüleri  vergi oranlarına karşı hem kısa hem de uzun dönemde pasif olarak karşılık verebilirler.

Vergi yükümlüleri devleti kısa dönemde gelir maksimize eden bir birim olarak gördükleri sürece, vergi oranlarındaki indirimin devamlılığına inanmayacaklardır.

Politikacılar her ne kadar uzun dönem perspektifini  göz önünde bulunduruyorlarsa da bu kişiler uzun dönem Laffer eğrisi boyunca vergi yükümlülerinin vergi indirimine karşılık verme konusunda ikna edilmesinde bazı güçlüklere sahiptirler.

Buchanan’a göre politik sürecin vergi oranlarını bir dereceye kadar indirme sözü vermeleri bir şey ifade etmemektedir. Bu sınırların anayasa ile tespit edilmesi hem etkinlik hem de verimlik açısından önem arz etmektedir (Buchanan ve Lee, 1982b; 819).

F. Vergilemede Demokratik Değerler

1. Adalet ve Demokrasi

Buchanan’a göre vergi ve vergilendirme işlemleri hakkında daha pozitif analizler yapılması gerekmektedir. İktisatçıların vergilendirme konularında kişisel ve özel ilkeler üzerinde uğraşmaları onları vergilemenin temel mantığından uzaklaştırmaktadır (Buchanan, 1977; 243). 

Demokratik değerler vergilemede adaletten ve eşitlikten daha üstün tutulmalıdır. Demokratik değerler Kant’ın tasarladığı gibi birey üzerine odaklanmalıdır. Birey en önemli ahlaki birimdir. Bireyler titizlikle araştırılmalı ve asla bir araç olarak görülmemelidir. Eşitlik kavramı demokratik değerlerin tanımlanması ve formüle edilmesinde temel bir rol oynar.

2. Vergilendirme İlkeleri

Vergiler devletin zora dayalı olarak topladığı gelirlerdir. Kişiler vergiler ile alım güçlerinin bir kısmını devlete transfer ederler. Buchanan’a göre, anarşistler dışında, iktisatçıların hemen hepsi, devletin gerektiğini ve bazı mal ve hizmetlerin devlet tarafından sunulması üzerinde hem fikirdir.  Bu mal ve hizmetlerin finanse edilmesinde en etkin araç vergilerdir. Vergilemede yasalar önünde eşitliği sağlayan kriterler nelerdir? Bu sorunun direkt bir cevabı yoktur. Bir görüşe göre herkesten eşit vergi alınması sorunu çözecektir, diğer bir görüşe göre ise, gelir ve refah düzeyiyle orantılı vergiler eşitlik ilkesinin vazgeçilmez unsurlarıdır (Buchanan, 1977; 245). 

Buchanan eşit vergilemeyi sağlayacak ilkelerin ortaya konulabilmesi için kamu harcamaları ile vergi mükelleflerine giden faydaların hesaba katılmasının zorunlu olduğu fikrini savunmaktadır. Kamu harcamalarını ve bunlardan kaynaklanan faydaları göz ardı ettiğimizde vergiler hakkında konuşmak olayı çözmeyecektir. Vergiler gerçekte mali mübadelenin önemli bir kısmını oluştururlar ve bir anlamda özel sektör fiyatlarının kamu sektörü karşılığı olarak karşımıza çıkarlar (Buchanan, 1977; 246).

3. Mali Asimetri ve Transferler

Vergilerin yasal düzenlemelerle çıkartılmasına karşın harcamalarla ilişkilendirilmemiş olması Buchanan’ın üzerinde durduğu konular arasındadır. Siyasiler, kamu harcamaları ile belirli gruplara faydalar sağlamakta, bu faydaların temini için de vergiler kullanılmaktadır. Siyasilerin belirli bölgeler için düşündükleri devlet yardımları (pork barrel) ABD’de ciddi tartışmalara sebep olmuştur. Eğer tüm mali olaylarda eşitlik ilkeleri uygulanacaksa vergi ve harcama arasında bir simetri kurulmak zorundadır. Belli grupların kollandığı kamu harcamalarının ve vergilerin, demokratik değerlerin kabul edildiği bir sistemde yeri yoktur (Buchanan, 1977; 247).

Bütçenin gelir ve gider yönleri arasında bir simetrinin oluşturulması mali adaletin sağlanması için bir gerekliliktir.

Mali sistem içerisinde gerçekleşen transferler bazı kişi ve grupların çıkarına uygun iken, bazılarına uygun olmayabilir. Politik süreç içerisinde bazı gruplara transfer aktarımı kaçınılmazdır. Bireylerin veya grupların mali sistemin kendilerine sunduğu politik ve ekonomik karlardan vazgeçeceklerini beklemek hatadır.

4. Anayasal Kurallar

Mali sistemde adaletin sağlanması ancak anayasal düzeyde gerçekleşebilir. Politik süreç içerisinde yapılan işlemlerin, örneğin yapılan transferlerin sınırları anayasal düzeyde belirlenmelidir. Bu yaklaşım “sosyal sözleşme” (social contract) içerinde yapıcı bir özelliğe sahiptir.

Anayasal düzeyde bireyler oyunun kuralları üzerinde gönül birliğine varmalı ve bu doğrultuda bir tercihte bulunmalıdırlar.  Bu tercihin temelinde elbette adalet vardır.

 

Mali transferler  anayasal bir yapı içerisinde somutlaştırılabilir. Rawl’ın ortaya koymaya çalıştığı “mali eşitlik” teriminin anlam kazanmasının şartı mali sistemin anayasal bir düzeyde yapılanmasına bağlıdır. Anayasal sınırlar vergilerde siyasetçilerin keyfi uygulamalarının önündeki en önemli engel olabilir. Anayasal sınırlamaların olmadığı bir ortamda demokratik değerler mali eşitsizliğin bir yan ürünü görünümündedir. Böyle bir ortamda demokratik değerler mali adaletin sağlanması adına çarpıtılmıştır (Buchanan, 1977; 253).

Kaynak: Hakkı Odabaş, James M. Buchanan’ın Kamu Tercihi Ve Anayasal İktisat Alanındaki Katkılarının Değerlendirilmesi, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İzmir: DEÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001.

Not: Bu bilgiler sayın Odabas'ın izni ile yayınlanmaktadır. Kendilerine teşekkürlerimizi sunuyoruz.

REFERANSLAR İÇİN TIKLAYINIZ.