LORD KEYNES, KEYNEZYENLER VE FONKSİYONALİSTLER

Prof.Dr.Coşkun Can Aktan

 

“...Düşünceler doğruysa, önceden haber veriyoruz ki, onları tanımamış olmakla aldanıldığı gitgide anlaşılacaktır. Bugün dünya, daha iyi ve gerçek bir teşhis için olağanüstü bir sabırsızlık içerisinde bulunmaktadır; akla uygun olmasa bile, her zamankinden çok, böyle bir teşhisi kabullenmeye hazır ve onu denemeye isteklidir..”

“...açıklamalarımız doğruysa, kamu oyunu değil, önce iktisatçı meslekdaşlarımızı inandırmak bizim için gereklidir”

John Maynard Keynes

 

GİRİŞ

John Maynard Keynes 1936 yılında yayınladığı İstihdam, Faiz ve Para Genel Teorisi adlı eseri ile iktisadi düşüncenin gelişimine ayrı bir yol haritası çizmiş ve görüşleri akademik ve politik alanda inanılmaz bir etki yaratmıştır. Keynes’in eserinin yayınlamasının üzerinden tam 65 yıl geçmiştir. Keynes’in ve onun takipçilerinin görüşleri pek çok ülkede uygulama imkanı bularak bütçe açıklarının sürekli olarak artmasına sebep olmuş ve bunu takiben ekonomideki sorunlar artmış ve ağırlaşmıştır. Keynes ve onu izleyen iktisatçıların görüş ve önerilerinin bugün için sadece demode olduğunu söylemek yeterli değildir. Keynes ve takipçilerinin müdahalecilik anlayışı tahmin edildiğinden çok daha fazla tahripkar sonuçlar ortaya çıkarmıştır. 65 yıl aradan sonra bugün Keynes’in yukarıda aktardığımız kendi sözlerini değerlendirmenin önemli olduğunu düşünüyoruz.

Acaba, dünya Keynes’in fikirlerini tanımakla ne kazandı ve ne kaybetti? Keynes, ünlü eserinin son sayfalarını yazarken şu uyarıda bulunuyordu: “Düşünceler doğruysa, önceden haber veriyoruz ki, onları tanımamış olmakla aldanıldığı gitgide anlaşılacaktır.” Acaba, Keynes’in fikirlerini hiç tanımamış ve uygulamaya aktarmamış olsaydık daha mı iyi olurdu? Acaba, Keynes’in tüm dünyada o inanılmaz etkiler yaratan kitabını tanımamış olsaydık, ne kaybetmiş olurduk? Özetle, Keynes’le ne kazandık, ne kaybettik? Geçen 65 yılın bir muhasebesini yapmak sanırım bu açıdan son derece önemlidir ve gereklidir.

Bu yazımızda Keynes’in ve onun fikirlerinden yola çıkarak Keynezyen İktisat ve Fonksiyonel Maliye olarak adlandırılan bir düşünce felsefesini geliştiren “müritleri”inin nerelerde “aldandıkları”nı açıklamaya çalışacağız. Keynes, 1936 yılında yayınladığı eserinde kendi görüşlerini tanımayanların aldanacağını yazmaktaydı. Oysa, aldanan hem Keynes’ti, hem de onun fikirlerini sorgulamaksızın savunanlardı. Aksiyon adamları ise Keynes’in ve Keynezyenlerin etkisinde kalarak adeta onun fikirlerinin esiri oldular ve Keynezyenizmin en tahripkar yönü olan açık finansman politikalarını sorumsuzluk içerisinde uyguladılar.

KEYNES’İN GÖRÜŞLERİ

Keynes, 1936 yılında yayınlanan İstihdam, Faiz ve Para Genel Teorisi adlı eserinde görüşlerinin klasik iktisadi düşünceye karşı bir eleştiri olduğunu ve kitabında klasik teoriye alternatif önerilerinin bulunduğunu belirtmektedir. Önsöz bölümünde şöyle yazmaktadır:

“Yalnız kendi görüş tarzımızı açıklamanın değil, fakat egemenliğini sürdüren teori ile onun nerede ayrıldığını göstermenin de önemli olduğu kanısına varmış bulunuyoruz.... açıklamalarımız doğruysa, kamu oyunu değil, önce iktisatçı meslekdaşlarımızı inandırmak bizim için gereklidir” (Keynes,1969:xı-xıı.)

Keynes öncelikle iktisatçı meslekdaşlarını etkilemenin gerekli olduğunu vurguluyordu. Hiç şüphesiz bu yazının ilerleyen bölümlerinde göreceğimiz gibi bu stratejisinde oldukça da başarılı oldu.

Keynes eserine Genel Teori adını vermesini şu şekilde açıklamaktadır: “Bu kitabı İstihdam, Faiz ve Para Genel Teorisi diye adlandırırken ‘genel’ sözcüğünü önemle belirtmek isteriz. Bu başlığı, kanıtlarımızın ve vardığımız sonuçların yapısı ile klasik teorininkiler arasında mevcut zıtlığı anlatmak için seçmiş bulunuyoruz. O klasik teori ki, bizim formasyonumuzun temeli olmuştur ve son yüzyıl boyunca yaptığı gibi, yeni kuşakta da, doktrin alanında olduğu kadar uygulama alanında da idareci ve üniversite çevrelerinin iktisadi düşüncelerine hükmetmektedir.” (Keynes,1969:1.)

Keynes, bu cümleler ile başladığı kitabına, klasik iktisadın temel ilkelerini eleştirmekle devam etmektedir. Keynes , klasik iktisatçıların şu görüşlerinin eksik ve hatalı olduğunu belirtmektedir. (Keynes,1969:2-19.)

Jean Babtiste Say tarafından ifade edilen “her arz kendi talebini yaratır” görüşü doğru değildir. Mahreçler kanunu olarak ifade edilen bu teori tamamen doğru kabul edilemez. Talepte yetersizlikler olduğu zaman ekonomide dengesizlikler ortaya çıkar. Bu nedenle, arzı etkilemek için öncelikle talepteki yetersizliklerin satın alma gücünü artıracak şekilde uyarılması gerekir.

Ekonomide İradi işsizlik yanısıra klasik teorinin görmezden geldiği “irade dışı işsizlik” de sözkonusudur.

Klasik teoride kabul edilen “ücret, emeğin marjinal hasılasına eşittir.” görüşü de eksikdir. İstihdam düzeyini, emeğin marjinal verimini ve reel ücreti belirleyen efektif taleptir.

Faiz, klasik iktisatçıların düşündüğü gibi tasarruf ve yatırım eşitliğini sağlamaz. Tasarruf faizin değil, gelirin bir fonksiyonudur. Faiz oranı, tasarruf arzı ve tasarruf talebine göre oluşmaz. Faiz oranının belirlenmesinde para arzı ve para talebi önem taşır.

Keynes bu açıklamalarının ardından kitabının ileriki bölümlerinde sık kullandığı bazı kavramları açıklamaktadır. Öncelikle kitabının temelini inşa eden “efektif talep” kavramını açıklamakta, daha sonra da milli geliri belirleyen tüketim, tasarruf ve yatırım fonksiyonlarını detaylı olarak ele alarak, likidite tercihi ve sermayenin marjinal etkinliğini açıklamaktadır.

Keynes, kitabında milli geliri oluşturan bağımsız değişkenler (tüketim eğilimi, sermayenin marjinal etkinliği ve faiz oranı) ile bağımlı değişkenler (istihdam ve milli gelir düzeyi) arasındaki ilişkilerin ayrıntılı bir şekilde sunumunu yaptıktan sonra, genel teori adını verdiği düşünce sisteminin felsefi yönü ile ilgili olarak açıklamalarda bulunmaktadır. Kitap, bu genel felsefi açıklamalar ile son bulmaktadır.

Keynes’in Genel Teorisi’nde ulaştığı bazı sonuçları kendi ifadeleriyle şu şekilde özetlemek mümkündür:

“İçerisinde yaşadığımız iktisat dünyasının göze çarpan iki kusurundan birincisi, tam istihdamın sağlanamamış olması, ve ikincisi de varlık (servet) ve gelir dağılımının keyfe bağlı ve adaletten yoksun olmasıdır.” (s.346.)

“Analizimizin bir de ikinci kısmı vardır ki, ... bu da bizim faiz rayici teorimizdir... En avantajlı politika, sermayenin marjinal etkenlik eğrisine oranla faiz rayicini, tam istihdam gerçekleşinceye kadar, indirmekten başka bir şey değildir.” (s.348.)

“Tüketim eğilimiyle ilgili olarak Devlet, gelir politikası ile, faiz rayicini belirlemek ve belki de başka yollara da başvurmak suretiyle, onun üzerinde yönetici bir rol yapmakla görevlenmiş olacaktır.” (s.351.)

“Yatırım akımına gelince...oldukça geniş ölçüde bir yatırım sosyalizasyonunun tam istihdamı aşağı yukarı sağlayacak biricik çare olduğu bir gerçek şeklinde ortaya çıkacaktır.” (s.351.) “Sosyalizasyonun kaçınılmaz tedbirleri kaliteli bir tarzda ve toplumun genel örf ve adetlerini altüst etmeden uygulanabilir.” (352.)

“Bugünkü sistemin kusurlu olarak belirlendiği, istihdamın yönetimi değil, hacmidir....Çalışmaya istekli ve yetenekli on milyon kişiden dokuz milyonu istihdam edilmişse, bu dokuz milyon kişinin çalışması kötü yöneltilmiştir anlamına gelmez. İçinde bulunulan sistemi, kendilerine iş sağlanan bu dokuz milyonu istihdam etmiş olmaktan değil, fakat sonuncu milyona iş bulamamış olmasından dolayı kınamak gerekir.” (s.352.)

“Milletler iç dengeleri için biricik yol olarak tam istihdamı sağlamayı (ve de eklemek gerekir ki, halklarının bir denge seviyesine erişebilmesini) öğrenebilselerdi, ... önemli bir ekonomik gücün gerekliliği de kalmayacaktı.” (s. 355.)

Keynes’in eserinden yaptığımız alıntılardan da anlaşılacağı üzere kendisi, işsizliği (ve yoksulluğu ) en önemli sorun olarak görmekte ve bu sorunların ortadan kaldırılmasına yönelik çözüm önerilerinde bulunmaktadır. Gerçekten de, Keynes’i Genel Teori’yi yazmaya iten sebeplerin başında o dönemde sadece İngiltere’de değil genel olarak tüm dünyada 1929 Büyük Depresyonu ve savaşın kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıkan işsizlik ve sefaletin varlığı gelmektedir. Keynes’in eserinde yeralan çözüm ise “tam istihdam” kavramı üzerinde odaklanmıştır.

KEYNES’İN YANILGILARI

Keynes’in Genel Teorisi’ndeki görüşleri hiç şüphesiz o dönemdeki konjonktür ihmal edilmeden incelenmeli ve değerlendirilmelidir. Keynes’in fikirlerinin o dönemdeki konjonktürel pencereden bakıldığında haklı ve gerçekçi yanlarının olduğu düşünülebilir. Hiç şüphesiz, eserinde yeralan tüm görüş ve önerilerinin eksik ya da hatalı olduğunu söylemek asla mümkün değildir ve böyle bir yaklaşım içinde olmak doğru da değildir. Keynes’i Genel Teori’yi yazmaya iten ana sebep, o dönemdeki işsizlik ve toplumsal sefalettir. Böylesine bir amaç için yazılmış bir kitabın teşhis ve tedavilerinin tümüyle yanlış olması elbette beklenemez... Keynes, toplumsal sorunlara karşı duyarlılık göstererek görüşlerini yazmıştır. Fakat bazı yanlışları ya da yanılgıları bulunmaktadır ve maalesef bu yanılgılar entellektüeller üzerinde hiç de tahmin edilemeyecek bir etki ortaya çıkarmıştır.

Öncelikle şu hususu belirtelim ki, 1929 Büyük Depresyonu, ve daha sonra II. Dünya Savaşı’nın ardından tamamen tahrip olmuş dünya ekonomisinin imarında devletin ekonomide aktif ve öncü bir oynamasının olumlu etkilerinin olduğu pekala inkar edilemez. Böylesine bir konjonktürde kamu harcamalarının arttırılmasının kaçınılmaz olduğunu elbette kabul etmek zorundayız. Fakat yanlış olan, belirli bir zaman, mekan ve konjonktür için geçerli olan –geçerli olması gereken- politikaların genelleştirilmiş olmasıdır. İşte Keynes’in en büyük hatalarından ya da yanlışlarından birisi Genel Teorisi içerisinde yeralan fikirlerinin kendisi -ve özellikle müritleri tarafından-, her zamanda, her mekanda ve konjonktüre göre uygulanabilecek “genelleştirilmiş” reçeteler olarak sunulmasıdır.

1986 yılında Nobel Ekonomi Ödülünü kazanan Amerikalı iktisatçı James M. Buchanan’a göre, Keynes’in önemli bir yanlışı eserine “Genel Teori” adını vermesi ve bu şekliyle görüşlerinin her zaman uygulanabilecek bir politika niteliğinde olduğu izlenimini ortaya koymasıydı. Buchanan şöyle yazmaktadır:

“Lord Keynes, görüşlerinin ‘Genel Teori’ olduğunu bu isimle yazılmış eserinde savundu ve bu “Genel Teori” iddiası keynezyen devrimin ortaya çıkmasında önemli rol oynadı. II. Dünya Savaşı sonrasında keynezyen makro iktisat ders kitaplarında ekonominin idaresi için Keynezyen mesaj üzerinde duruldu. Keynezyen iktisadın hem depresyonu ve hem de enflasyonu önleyeceği ve sınırlayacağı iddia edildi.” (Buchanan, 1987; 391)

Önemle belirtelim ki, Keynes, klasik iktisatçıların savundukları piyasa ekonomisi modeline tamamen karşı çıkmamış, sadece piyasa ekonomisinde ortaya çıkabilecek bazı sorunlara (özellikle işsizlik) devletin çözümler bulması gerektiğine inanmıştır. Keynes’in şu görüşleri onun özünde piyasa ekonomisine inanan bir iktisatçı olduğunu ortaya koymaktadır:

“toplumun ekonomik yaşamının büyük kısmını içerisine alan bir Devlet sosyalizmini doğrulayan hiçbir açık neden yoktur. Üretim araçlarının mülkiyetini yüklenmekte Devlet’in bir çıkarı yoktur.” (s.351.)

Keynes, her ne kadar sosyalizmi bir ekonomik düzen olarak benimsemiyorsa da eserinde tam istihdamın sağlanması için sosyalizasyonun önemli ve gerekli olduğunu vurgulamıştır: “Yatırım akımına gelince...oldukça geniş ölçüde bir yatırım sosyalizasyonunun tam istihdamı aşağı yukarı sağlayacak biricik çare olduğu bir gerçek şeklinde ortaya çıkacaktır.” (s.351.) Bu ifadelerinden çok açık bir şekilde anlaşılacağı üzere Keynes, devletin ekonomide kamu girişimciliği yoluyla aktif ve öncü bir rol oynamasına inanmaktadır. Keynes’in bu fikirlerinin de dönemin konjonktürüne göre hiç de yanlış olmadığını söyleyebiliriz.

Peki Keynes’in temel yanılgısı neydi?

Keynes’in görüşlerini kısaca özetledikten sonra onun eserindeki temel yanılgının ve yanlışın “tüketim” ve “tam istihdam” kavramına yüklediği önem ve fonksiyonda gizli olduğunu belirtmek istiyoruz. Gerçekten de Keynes, mevcut ekonomik sistemdeki en büyük eksikliğin tam istihdamın sağlanamamış olması olduğunu belirtmekte ve bu amacı gerçekleştirmek için devletin ekonomiye aktif olarak müdahale etmesini savunmaktadır. Keynes, işsizliğin tüketim eğilimindeki yetersizlikten kaynaklandığını ve devletin temel görev ve fonksiyonlarından birisinin de tam istihdamı gerçekleştirecek politikalar uygulamak olduğunu ileri sürmektedir.

Keynes’in eserinde 13. Bölüm “....Düşük Tüketim Teorileri Üzerine Notlar” başlığını taşımakta ve Keynes bu bölümde tüketim ve istihdam kavramına bize göre çok fazla önem atfetmektedir. Keynes, “üretim” ve “tasarruf” kavramlarını ise çok fazla önemsememekte, hatta çok açık bir şekilde – tüketim olmaksızın- “tasarruf”un ekonomi için pek de yararlı olmadığı konusundaki görüşlerini defalarca yinelemektedir.

Keynes, tasarruf konusundaki görüşlerini yer yer başka iktisatçı ve filozoflarının görüşlerinden alıntılar yaparak desteklemeye çalışmıştır. Bu konuda bir başka iktisatçıdan şu alıntıyı yapmakta ve onayladığını zımni olarak ortaya koymaktadır: “Gerçekten, tasarruf, işsizliğin nedeni olarak sayılıyordu; bunun için iki sebep gösteriliyordu: birincisi, gerçek gelirin para miktarını azaltarak mübadeleye girmemiş olması, ikincisi de, tasarrufun parayı tedavülden alıkoyması idi.” (s.332.) Keynes, kendi görüşlerini desteklemesi açısından başka örnekler de vermeye devam etmektedir. 1662 yılında William Petty adındaki bir iktisatçının bayramları, tantanalı gösterileri, zafer anıtlarını vb. doğru bulduğunu ve bu harcamaların, içki imalatçılarının, fırıncıların, terzilerin, çizmecilerin ve başka satıcıların cebine girdiği sonucuna vardığını (332.) eserinde yazmaktadır. Petty’nin bu görüşlerini kendi görüşlerine bir destek olarak takdim etmektedir.

Keynes’in tüketim ve tasarruf konusundaki görüşlerinde oldukça etkili olan bir düşünür de Bernard de Mandeville’dir. Mandeville’nin “Arıların Masalı” adlı eserinden aktardığı bir şiirde yeralan dizeler belki de Keynes’in “ tüketim”i teorisinin temeli yapmasının başlıca nedeni olmuştur. Mandeville’den aktardığı şu dizeler oldukça ilginçtir:  

“Hiçbir senyör övünmüyor

Alacaklıları hesabına yaşamakla.

Uşak giysileri eskicilerde yığılıyor.

Saltanat paraları yok pahasına elden çıkarılıyor,

Muhteşem koşum hayvanları satılıyor,

Ve villalar borçlara kapatılıyor;

bir suç gibi masraftan kaçılıyor;

 

Pekiyi sonuç ne oluyor?

“Şimdi ünlü bir kovanı seyredin.

Ticaretle erdemin nasıl bağdaştığını.

Onun lüksünden hiçbir iz kalmadı;

Büsbütün başka bir görünüş kazandı

.....

Toprak ve ev fiyatları al aşağı,

Neş’e dolu sarayların duvarları,

....

İnşaatta duruş umumi,

Sanatkarlar artık iş bulamıyor;

Ressamlık kimseyi resmedemiyor;

Heykelci ve gravürcü adı hiç anılmıyor.”

 

Mandeville’nin bu şiiri Keynes üzerinde oldukça etkili olmuştur. Şiirde, düşük tüketimin işsizliğin ve sefaletin kaynağı olduğu temaları işlenmektedir.

Keynes, klasik iktisatçılardan Thomas Malthus’un “Principles of Political Economy” adlı eserinin önsözünde yeralan şu satırları da aktararak yine zımni olarak bu görüşleri desteklediğini ortaya koymaktadır:

“Adam Smith pintiliğin sermayeyi geliştirdiğini, tutumlu bir kimsenin kamuya faydası olduğunu ve zenginliğin artmasının tüketimden yüksek üretimin bir fazlalığına bağlı bulunduğunu ileri sürmektedir. Bu sözlerin büyük bir gerçek payı taşıdığında şüphe yoktur... Ne var ki, bütün bunlar sadece belirli sınırlarda doğrudur ve aşırı derecede ileriye vardırılmış tasarruf ilkesinin üretim güdüsünü de yıkacağı da bir gerçektir. Herkes en basit yiyeceğe, en ucuz elbiseye ve en mütevazi konuta razı olsaydı, hiç şüphe yok ki bu türlü yiyecek, giyecek ve konutlardan başka türlüsü mevcut olmayacaktı...”(s.337.)

İşte Keynes başta Petty, Mandeville ve Malthus olmak üzere bazı düşünürlerin görüşlerinden etkilenerek bu sayede “efektif talep” adını verdiği bir kavramı eserinde kullanmıştır. Keynes’e göre işsizliğin, yoksulluğun, dolayısıyla satın alma gücünün yetersiz olduğu durumlarda devletin kamu harcamalarını artırması, kendi deyimiyle “sosyalizasyona gitmesi” önem taşımaktadır.

Keynes’in tüketim ve tasarruf üzerine görüşlerini tümüyle okuyunca onun aslında tasarruf kavramına fazla önem atfetmediği çok açık bir şekilde anlaşılabilmektedir. Ulaştığı sonuç ise çok açıktır: Düşük tüketim, bireylerin satın alma güçlerinin devlet tarafından artırılmasıyla ortadan kaldırılmalıdır.

Özetle, 65 yıl önce yayınlanmış bir esere baktığımızda, o dönemin konjonktürünü de gözden uzak tutmamak kaydıyla Keynes’in bazı hata ve yanılgılarının olduğunu söylememiz mümkündür. Keynes’in şu iki noktada eksik ve hatalı düşünce içerisinde olduğunu söyleyebiliriz:

Keynes “tam istihdam” kavramını teorisinin baş köşesine yerleştirmiştir. Tam istihdama atfettiği önem, hiç kuşkusuz devlet müdahaleciğini kaçınılmaz kılmaktadır. Keynes, devlet müdahaleciliğinin ortaya çıkarabileceği olumsuz sonuçları ise kanaatimizce tahmin edememiştir.

Teorisini “arz” ağırlıklı değil, “talep” ağırlıklı kurmuştur. Bir milletin zenginliğinin üretime dayalı olduğunu reddetmese dahi, üretimin ve tasarrufun ekonomik büyüme ve kalkınma için önemini ihmal etmiş ve tüketim üzerinde odaklanmıştır. Ona göre tüketim var ise üretim olacaktır. Satın alma gücü yetersiz ise tüketim olmayacak ve dolayısıyla üretim üzerinde de uyarılmış bir etki sözkonusu olmayacaktır. Her ne kadar görüşlerinde kısmen haklı ise de, bize göre üretimin ya da arzın önemini fazlasıyla ihmal etmiştir. Üretimdeki yetersizliği canlandırmak için devletin tüketimi artırması ve böylece bireylerin satın alma gücünü desteklemesi ona göre temel çözümdür.

KEYNES’İN MÜRİTLERİ: KEYNEZYENLER VE FONKSİYONALİSTLER

 

“Üstadı müritlerine bakarak yargılama.”

Milton Friedman

“1940’lı yılların ortalarına kadar Keynes’in fikirleri etkili oldu ve neredeyse her yerde tüm iktisatçılar Keynezyen oldular. Çok kısa zamanda dünyalarına Keynezyen pencereden bakmaya başladılar.”

James M. Buchanan

Keynes’in fikirleri çok kısa zamanda başka iktisatçılar üzerinde etkili olmaya başladı. Aslında Keynes, stratejisinde ve öngörüsünde yanılmamıştı. Eserinde “...açıklamalarımız doğruysa, kamu oyunu değil, önce iktisatçı meslekdaşlarımızı inandırmak bizim için gereklidir” diye yazmaktaydı. Nitekim, bunda da hayli başarılı oldu. Özellikle, 1950’li yılların başlarından itibaren Keynes’in "Genel Teorisi" ve diğer eserlerindeki düşünceleri, iktisatçılarca geliştirilmeye ve yorumlanmaya başlandı ve böylece zaman içerisinde “Keynezyen İktisat” adı verilen bir iktisadi düşünce doğmuş oldu.

Bir süre sonra Keynezyenler o kadar çoğaldı ki, kendi içerisinde bölünmelere neden oldu... Bazı iktisatçılar diğerlerinin Keynes’in görüşlerini anlam erozyonuna ve yorum enflasyonuna uğrattıklarını iddia ettiler. Bunlara göre makro-iktisatta adına “keynezyen iktisat” denilen teoriler Keynes’in görüşleri ile tutarlı değildi. Keynezyenizmi belki de en etkili bir şekilde eleştiren Milton Friedman’ın ünlü “üstadı müritlerine bakarak yargılama” sözü bu açıdan gerçekten de çok önem taşımaktaydı. Keynes görüşleri ile belki hata ve yanılgılar içerisindeydi... Burada asıl yanlış, bazı Keynes “müritleri”nin Keynes’in görüşlerini akıl almaz bir biçimde yorumlayarak yozlaştırmalarıydı. Özelikle Neo-Klasik Keynezyen iktisat adı verilen okul mensupları ile Fonksiyonel Maliye adı verilen okul mensupları Keynes’in fikirlerini kendilerince etraflı bir şekilde yorumladılar...

Bu açıklamalardan sonra şimdi kısaca Keynezyen iktisat içindeki bölünmeler hakkında bilgi vermekte yarar görüyoruz:

Neo-Klasik Keynesyen İktisat (Neo-Walrasian Denge Analizi)

1936 yılında J.M.Keynes’in Genel Teorisi’ni yayınlamasından sonra, bu teorinin akademik çevrelerde tanınmasında ve benimsenmesinde John Hicks’ in önemli katkıları olmuştur. Hicks, 1937 yılında yayınladığı ünlü makalesinde (“Mr.Keynes and the Classics”) (Hicks,1937), Keynes' in Genel Teorisindeki görüşlerini klasik iktisadın temel ilkeleri ile bağdaştırarak adeta iki teorinin sentezini yapmıştır. Hicks; çalışmalarında önemli ölçüde Walras Genel Denge Modelinden etkilenmiş, böylece Keynes' in Genel Teorisi’ndeki açıklamalarını bu çerçevede yorumlamıştır. Hicks, kısa dönem denge gelir ve istihdam düzeyi ve faiz oranının geometrik olarak; paranın arzı para talebine eşitlendiği bir seviyede belirleneceğini kabul etmiştir. Hicks’in bu görüşleri daha sonra Alvin.H.Hansen tarafından geliştirilmiş ve iktisat literatürüne “Hicks-Hansen Modeli” olarak geçmiştir. Gelir-Harcama Modeli (Income-Expenditure Model) veya IS-LM Analizi olarak da adlandırılan bu neo-klasik sentez, daha sonraları başlıca Don Patinkin, Paul Samuelson ve James Tobin’in çalışmaları ile önemli ölçüde geliştirilmiştir. (Bkz: Savaş, 1984).

Anti-Walrasian Keynesyen İktisat

R.Clower ve A.Leijonhufved’in öncülük ettiği bir grup iktisatçı, Keynesyen Teori’nin, klasik bir teori ile birleştirilemeyeceğini öne sürerek, mal ve emek piyasalarında denge halini inceleyen neo-klasik sentezin (Walras Genel Denge Modeli) Keynesyen Teori içerisinde yer almasını şiddetle eleştirmişlerdir. Clower ve Leijonhufved yaptıkları çalışmalarla “Keynes’in İktisadı” ile mevcut ders kitaplarında yer alan “Keynesyen İktisat”ın birbirinden farklı olduğunu savunmuşlardır.

Clower, 1965 yılında yayınlamış olduğu makalesinde Neo-Klasik iktisadı eleştirerek, görüşlerini “Keynesyen Karşı Devrim” (The Keynesian Counter-Revolution) başlığı altında sunmuştur. Leijonhufved ise “Keynezyen İktisat ve Keynes’in İktisadı Üzerine” (On Keynesian Economics and the Economics of Keynes) adını taşıyan kitabında neo-klasik sentezin, Keynes’in Genel Teorisi' ni yanlış yorumladığı, gerçekte Keynes modelinin bir dengesizlik modeli olduğunu ve bu yüzden Walrasian Analiz ile birleştirilemeyeceği iddiasında bulunmaktadır (Bkz:Clower, 1965; Leijonhufved 1968; Gilbert,1983).

Asıl Keynesyen İktisat

G.L.S. Shackle’in öncülük ettiği diğer bir grup iktisatçı ise Neo-Klasik iktisadı eleştirerek gerçek “Keynesyen İktisat”ın, Keynes’in Genel Teorisi' nde yer alan görüşleri olduğunu savunmuşlardır. Shackle,1938 yılında yayınladığı kitabında (Beklentiler, Yatırım ve Gelir) (Shackle,1938) belirsizliğin Keynes’in iktisadının temeli olduğunu ve bunun yatırım kararlarında önemli bir rol oynadığı konusu üzerinde durmuştur. Shackle ve onu takiben Paul Davidson, çalışmalarını özellikle Keynes’in orijinal eserleri üzerinde sürdürmüşlerdir (Gilbert,1983;192-202).

KEYNES’İN ELÇİLERİ VE FONKSİYONEL MALİYENİN DOĞUŞU

Hansen

Keynes’in görüşlerini Neo-Klasik Keynezyen iktisatçılardan bir adım daha ileriye götürerek yozlaştıran ve kendilerine göre yorumlayan Abba Lerner ve Alvin Hansen’in görüşlerini de burada kısaca özetlemekte yarar görüyoruz. Bu iki iktisatçı devlet müdahaleciliğini ve açık finansman politikalarını fütursuzca savunarak “Fonksiyonel Maliye (Functional Finance) adını verdikleri bir görüşü iktisat kitaplarına yerleştirmekte oldukça başarılı oldular.

Lerner

Lerner ve Hansen, klasik iktisatçıların “tarafsız maliye” adını verdikleri anlayışın yanlış olduğunu ve mali araçların (harcama, vergileme, borçlanma, bütçe vs.) fonksiyonel bir şekilde kullanılarak ekonomik sorunların (düşük tüketim, işsizlik, yoksulluk, enflasyon, deflasyon vs.) çözümlenebileceği iddiasında bulundular. Bu iki iktisatçı, ekonomide ortaya çıkabilecek her türlü sorunun çözümlenmesinde mali araçların son derece etkili olduğu görüşünü savundular. Onlara göre, devletin harcamaları artırmasının ve artan harcamaların finansmanının vergiler ve vergi dışı kaynaklar (borçlanma ve emisyon) ile karşılamasının hiçbir sakıncası yoktu!...

Fonksiyonel maliye felsefesinin kurucularından Lerner bir çalışmasında şunları yazmaktadır (Lerner,1957.) :

“Alvin Hansen’in ortaya attığı ve diğerlerinin geliştirip revaç bulmasını sağladığı ve tam şekliyle J. M. Keynes tarafından ilk defa İngiltere’de ileri sürülen, bu ‘yeni teori’, bizim önceden şartlanmış kulaklarımıza artık daha az yeni ve daha az aykırı gelmektedir...”

“Esas olan düşünce, hükümetin mali politikası, vergileme ve harcaması, borçlanması ve borçların geri ödenmesi, yeni para basması ve parayı çekmesi gibi icraatlarını yerleşik geleneksel doktrinin belirlediği iyi-kötü kavramlarına göre değil, bizzat bu icraatlarını ekonomide ortaya çıkardığı sonuçlar itibariyle ele almalıdır. Mali tedbirlerin işleyiş tarzlarına, ya da ekonomideki fonksiyonlarına göre değerlendirilmesi prensibine ‘Fonksiyonel Maliye’ denilebilir.”

“Fonksiyonel Maliye, geleneksel ‘sağlam maliye’ doktrinini ve bütçe dengesi (denk bütçe) prensibini kabul etmez. Bunların yerine şu önerileri getirir: Birinci olarak, toplam harcamaların çok az ve vergilemenin çok yüksek olduğu dönemlerde devlet harcamalarını kullanarak, hem enflasyonu hem de işsizliği bertaraf etmek maksadıyla hükümet de dahil olmak üzere ekonomideki bireylerin toplam harcamalarını ayarlamak. İkincisi, arzu edilen yatırımlar seviyesine ulaştıracak faiz oranını tutturabilmek için hükümet borçlarının ve borçları geri ödeme vasıtasıyla halkın elinde tuttuğu paralarla devlet tahvillerinin ayarlanması. Üçüncü olarak ise, para basımı, hazinede toplanması ya da programın iki bölümünün gerçekleştirilmesi için gerekli paranın harcanması.”

Fonksiyonel maliyecilerin “devri bütçe” (cyclical budget) adını verdikleri bütçe teorisini biraz daha açıklamakta yarar bulunmaktadır. Fonksiyonel maliyecilerin savundukları bu teoriye göre bütçe yıllık olarak açık verebilir. Önemli olan konjonktüre paralel bir bütçe politikası izlemektir. Konjonktürün depresyon dönemlerinde açık bütçe uygulaması sakıncalı değil, aksine ekonomik denge için yararlıdır. Buna karşın depresyondan ekonomik dengeye doğru ulaşıldığında bütçe denkliği sağlanmalı ve eğer bütçe fazlası oluşursa bu fazlalıklar bazı fonlar oluşturularak kriz ya da savaş- doğal afet gibi dönemlerde kullanılmalıdır. Fonksiyonalistler, devri bütçe görüşü ile bütçe denkliğinin yıllık olarak değil belirli bir konjonktür dönemi içerisinde ele alınması gerektiği görüşünü savunuyorlardı.

Özetle, Klasik iktisadi düşüncede benimsenen denk bütçe ilkesi fonksiyonel maliyeciler tarafından eleştirilmiş ve bunun yerine “telafi edici bütçe” (compensatory budget) ve “devri bütçe” (cyclical budget) yaklaşımları benimsenmiştir. Keynezyen iktisatçılardan Hugh Dalton 1954 yılında yayınladığı Kamu Maliyesinin İlkeleri başlığını taşıyan eserinde şöyle demektedir:

“Bütçe politikası konusundaki yeni yaklaşımı herkesten çok Keynes’e borçluyuz. Bu nedenle, bir ‘keynesyen devrim’den sözetmeliyiz. ... Artık, eski ve dar kapsamlı bir anlayış olan bütçeyi denkleştirme görüşünden uzaklaşabiliriz. Bunun yerine daha geniş kapsamlı ve yeni bir yaklaşım olan tüm ekonomiyi dengeleme görüşüne yönelebiliriz.”

Fonksiyonel maliyecilerin “ekonomik denge” görüşleri ile klasik iktisatçılar tarafından savunulan “mali denge” görüşü zaman içerisinde önemini kaybetmiş ve başlıca ders kitaplarında bunun yerine “ekonomik denge” görüşü hakim olmuştur.

Fonksiyonel maliyeciler, devletin artan harcamalarını vergi-dışı finansman kaynakları ile finanse etmesinin de hiçbir şekilde yanlış ya da hatalı olmadığına inanmaktaydılar. Bu konuda Lerner şunları yazmaktadır: (Lerner,1957.)

“Borçlanarak harcamaya karşı ortaya konulan iddiaya getirdiğimiz cevaplar şöyle özetlenebilir:

Devlet borcu sürekli artış göstermek zorunda değildir.

Borç büyüse dahi, doğan faiz yükünün yürürlükteki vergilerden tahsil edilmesi şart değildir.

Faizler mevcut vergilerden tahsil edilse de, bu vergiler devlet harcamalarından elde edilen hasılanın üzerindeki faizin sadece bir parçasını oluşturur ve devletin üzerine yük getirmediği gibi yalnızca vergi mükelleflerinden tahvil sahiplerine aktarılmakla kalır.

Yüksek gelir vergileri yatırımcıları caydırmaz. Zira kayıpları tazmin için yapılacak uygun indirimler yatırımlardan elde edeceği net geliri azaltacağı için, sermayedarın riske etmesi gereken sermayenin miktarını da düşürecektir. “

Lerner, fonksiyonel maliyenin önemini şu şekilde aktarmaktadır (Lerner, 1957.):

“Fonksiyonel Maliye ne demokrasi ve ne de özel teşebbüsle ilişkilendirilemez. Komünist bir yönetimci bir topluma olduğu gibi faşist veya demokratik bir yönetime de uyarlanabilir. Paranın ekonomik çarkın önemli bir unsurunu teşkil ettiği her toplum iç finansa geçebilir. İşin en basit prensibi, neyin uygun, neyin tutarlı, neyin geleneksel ve neyin "halledilmiş" olduğu gibi varsayımlardan vazgeçip; vergileme, harcama, kredi alma, kredi verme gibi ekonomi içinde devletçe icra edilen fonksiyonlara önem atfetmede şekillenir. Bu şu demektir: Yukarıdaki enstrümanları, enstrüman olarak kullanırsınız. Bunlar layık olmayan insanlar tarafından veya geleneğe yeterli önem vermeden kullanıldığı zaman görünmeyen acılara yol açacak büyü vasıtaları olacak değillerdir. Başlıca araçlar gibi Fonksiyonel Maliye de çarkın kollarını kimin çektiğini hiçbir zaman hesaba katmadan işler. Demokrasi ve hür teşebbüsle olan ilişkisi de şu basit gerçekte yatar: Eğer bu kavramlara inanan insanlar, Fonksiyonel Maliyeyi uygulamıyorlarsa, uzun vadede onları uygulayacaklara karşı şanslarını kaybedeceklerdir.”

Önemle ve altını çizerek belirtelim ki, Lerner’in, iktisadın temel mantığını ve ilkelerini tamamen tahrip eden bu görüşleri, maalesef her nasıl olduysa Batı’da temel ders kitaplarının içerisine öneriler olarak girmeyi başarmıştır. Ülkemizde de durum farklı olmamıştır. Lerner’in yanısıra, fonksiyonel maliyecilerden Alvin Hansen’in görüşleri de aynı şekilde pek çok ülkede temel ders kitaplarında yeralmayı başarmıştır.

KEYNEZYENLER VE FONKSİYONALİSTLERİN YANLIŞLARI

Keynezyenlerin ve fonksiyonalistlerin yanlışları ve yanılgaları nelerdi? Bu konudaki görüşlerimizi kısa başlıklar altında özetlemek istiyoruz.:

Keynezyenler ve fonksiyonalistler paranın ekonomideki rolü ve önemini ihmal etmişlerdir.

Keynes ve Keynezyenler, toplam harcamaların para politikası tedbirleri ile artırılamayacağı görüşünü savundular. Onlara göre faiz oranı belli bir taban düzeyine indikten sonra, para miktarı ne kadar artırılırsa artırılsın, faiz oranı daha fazla düşmez. Tüm ilave para, fırsat saiki ile tutulan para talebine dönüşür. Girişimciler, faiz oranı ne kadar düşük olursa olsun, yatırımlarını artırmaktan kaçınırlar. Teknik bir ifadeyle, yatırımların faiz esnekliği sıfırdır. Bu durumda para politikası ile faiz oranını düşürmek harcamaları arttırmaz ve dolayısıyla ekonomi sürekli işsizlik içerisinde kalır. Bu nedenle yapılması gereken para politikası ile faiz oranını düşürmeye çalışmak değil, doğrudan kamu harcamalarını artırmaktır. (Bulutoğlu, 1977:530.)

Özetle, Keynezyen model makro ekonominin işleyişinde para ve parasal kurumlara ikinci derecede önem vermiştir. Keynezyenler, klasik iktisatçılar tarafından geliştirilen paranın miktar teorisini ihmal etmişlerdir. Özellikle keynezyenler ve fonksiyonel maliyeciler, ekonomi mantığıyla hiçbir şekilde tutarlılık teşkil etmeyen görüşleri ile para basmanın ekonomi için zararlı değil, aksine yararlı olduğu inancını iktisat bilimi içerisinde yerleştirmişlerdir. Keynezyenlerin ve fonksiyonalistlerin emisyonla finansmana dayalı maliye politikası önerileri sonuçta enflasyonist eğilimlere yol açmış ve bu tecrübe pek çok ülkeye acı bir ders olmuştur.

2.Keynezyenler ve fonksiyonalistler maliye politikasına çok fazla önem atfetmiş ve mucizevi görevler yüklemişlerdir.

Keynezyenler ve fonksiyonalistler “tarafsız maliye politikası” anlayışını reddetmişler ve bunun yerine “iradi-müdahaleci maliye politikası”nı önermişlerdir. Müdahaleciliğin ekonomi üzerinde doğuracağı tahripkar sonuçların (enflasyon, deflasyon, isşizlik, yoksulluk, rant ekonomisi, rüşvet ve yolsuzluklar, rant kollama vs.) hiç birisini hesaba katmamışlardır.

3. Keynezyenler ve fonksiyonalistler stagflasyon sorununun ortaya çıkmasından sorumludurlar.

Keynezyenizm ile tam istihdamın politika hedefi olarak seçilmesi ve bu amaca yönelik olarak bir taraftan genişletici maliye politikası uygulanırken diğer taraftan paranın ekonomideki rolünün ihmal edilmesi ve artan harcamaların emisyonla finanse edilmesi 1970‘lerde stagflasyon adı verilen bir ekonomik sorunu gündeme getirmiştir. Stagflasyonun ortaya çıkmasının temel nedeni keynezyen ve fonksiyonalist politikalardır.

Keynezyenler ve fonksiyonalistler açık finansman politikasını kurumsallaştırmıştır.

Nobel ekonomi ödülü sahibi James Buchanan Keynezyenizmin açık finansmana dayalı makro-ekonomi modelini şu sözlerle eleştirmektedir:

“Keynezyen model yapılandırılmasında (veya savaş sonrası yılların başında İngiltere ve Amerika’da yaygın olarak kullanılan hidrolik makine modelinde ) istihdam – çıktı büyümesini ortaya çıkarmada kullanılan politika aracı devlet harcamasıdır. Bu basitleştirilmiş cebirdeki G’dir. .G’deki dışsal artış toplam talebe eklenir ve doğrudan ya da dolaylı olarak yeni istihdam ve ilave çıktı yaratır. Fakat devlet harcaması dışsal olarak nasıl arttırılabilir? Devletler kişiler veya firmalar gibi harcamalarını finanse etmelidirler. Üç alternatif mevcuttur.1)Vergileme 2) Para basımı 3)Borçlanma.” (Buchanan,1999:170.)

Gerçekten de Keynezyen modelde kamu harcamalarındaki artış (G’ deki artış) para basma ya da borçlanma ile finanse edilecektir. Para basmanın doğrudan etkisi enflasyonisttir. Borçlanmanın doğrudan etkisi ise özel yatırımları dışlama (crowding-out) ve yüksek faiz politikası olarak ortaya çıkar. Keynezyenler bu sonuçları tahmin etmemişler yada görmezlikten gelmişlerdir.

5. Keynezyen iktisat ve fonksiyonel maliye ile birlikte, “bütçe dengesi” kavramı önemini yitirmeye başlamış ve bunun yerine “ekonomik denge” kavramından sözedilmeye başlanmıştır.

Keynezyenler ve fonksiyonel maliyeciler, ekonomik konjonktüre paralel bir bütçe politikasının önem taşıdığını savunmuşlardır. Onlara göre, konjonktürün depresyon dönemlerinde deflasyonist açığın azaltılması ve tam istihdamın temin edilmesi için açık finansman izlenecek en doğru yoldur. Böyle bir dönemde bütçe dengesini sağlamaya çalışmak doğru olmayacaktır. Zira, denk bütçe, ekonomide tam istihdamı sağlamak için etkili olamayacaktır. Yapılması gereken açık bütçe politikası ile kamu harcamalarının artırılması ve çarpan mekanizmasının işler hale getirilmesiyle milli gelir düzeyinin yükseltilmesidir. Keynezyenler, konjonktürün enflasyonist dönemlerinde ise kamu harcamalarının kısılması veya vergilerin artırılması suretiyle bütçe fazlasının meydana getirilmesi görüşünü savunmaktadırlar.

Keynezyenizm ile bütçe teorisinde ve bütçe politikasında yerleşen yanlışlar özetle şunlardır:

Bütçenin ekonomik fonksiyonu adı altında açık finansman politikaları ile ekonominin dengeye getirileceği inancı yaygınlaşmıştır. Keynezyenizm ile birlikte çağdaş bütçe anlayışının “bütçe dengesi” üzerine değil, “ekonomik denge” amacına yönelik olması savunulmuştur. Keynezyenler ve fonksiyonalistler yazdıkları kitaplarında ekonomik dengenin sağlanmasının bütçe dengesinin sağlanmasından çok daha önemli olduğu görüşünü savunmuşlardır.

“Bütçe dengesi” açık ve anlaşılır bir makro-ekonomik hedeftir. Buna karşın, “ekonomik denge” kavramı bütçe dengesi kavramı gibi açık, ölçülebilir bir makro-ekonomik hedef değildir. Ekonomik denge kavramını tam anlamıyla ölçülebilir anlamda tanımlamak mümkün değildir. Keynezyenler, ekonomik denge amacından sözedildiğinde bundan şu dengelerin ya da hedeflerin sağlanmasını kastetmişlerdir:

-tam istihdam,

-fiyat istikrarı,

-ödemeler bilançosunda denge,

-ekonomik büyüme ve kalkınmanın sağlanması vs.

Önemle belirtelim ki, tüm bu amaçları gerçekleştirmeyi hedeflemiş bir makro-ekonomi politikası uygulamalarında kamu maliyesi dengelerinin alt üst edilmesi kaçınılmazdır. Bize göre “ekonomik denge” gibi amaçlar demeti üzerinde odaklanmış bir iradi iktisat politikasının ekonomide dengesizlikleri beraberinde getirmesi sürpriz değildir.

6. Keynezyen iktisatçılar ve fonksiyonel maliyeciler açık bütçenin mahzurlarını öngörememişlerdir.

Açık finansmanın kaçınılmaz sonuçları ağır vergi yükü, ağır borç yükü ve monetizasyondur. Artan harcamaların vergi ve vergi dışı kaynaklardan finansmanı ise ekonomide büyüme ve kalkınmanın yavaşlaması, istihdamın daralması, enflasyon oranının yükselmesi vs. sorunları ortaya çıkarır. Keynezyen iktisatçılar bu basit ilişkileri görmezlikten gelmişlerdir.

7. Keynezyen iktisadın ve fonksiyonel maliyenin en büyük yanlışı ya da yanılgısı “tam istihdam”ı devletin temel görevi olarak ele almış olmasıdır.

Önceki açıklamalarımızda belirttiğimiz gibi Keynes’in tam istihdam hedefi konusundaki yanılgıları Keynezyenler için de geçerlidir. Tam istihdam gibi bir hedefi devletin temel görevi olarak ele alan Keynezyenler, doğal olarak müdahaleciği savunmak zorunda kalmışlardır. Keynes’in Genel Teori’de belirttiği irade dışı işsizliğin ortadan kaldırılması için Keynezyenler müdahaleci maliye ve bunun sonucu olarak müdahaleci para politikasının uygulanmasını önermişlerdir.

8. Keynezyen iktisatçılar ve fonksiyonel maliyeciler “mali aldanma” adı verilen psikolojik etkiyi dikkate almamışlardır.

Mali aldanma (fiscal illusion) kavramı Keynezyen iktisadı çok ciddi olarak eleştiren Buchanan tarafından geliştirilmiş bir kavramdır. Buchanan’a göre açık finansman politikaları uygulandığında seçmenler kamu harcamalarının faydalarını olduğundan fazla algılarlar. Buna karşın vergi yükünü tam ve doğru olarak algılayamazlar. Bu etkiye mali aldanma ya da mali yanılgı (fiscal illusion) adı verilir. (Buchanan,1977;1987.) Bir başka ifadeyle, kamu harcamaları açık finansman yöntemiyle karşılandığında bireyler harcamaların yararlarını aşırı iyimser olarak tahmin ederlerken, cari ve gelecekteki vergi yükünü ise olduğundan daha düşük bir yük olarak algılarlar.

9. Keynezyen iktisatçılar ve fonksiyonel maliyeciler “mali asimetri” adı verilen olguyu dikkate almamışlardır.

Mali asimetri kavramı da Buchanan’ın öncülük ettiği kamu tercihi teorisinin iktisat bilimine kazandırdığı bir kavramdır. Politikacılar ekonomik durgunluk dönemlerinde bütçe açıkları yaratırlarken, bu durgunluk ya da kriz sona erdiğinde bütçe fazlası vermeye istekli değildirler. İşte bu tutarsız keynezyen mantığa “asimetrik istikrar politikası” adı verilmektedir.

Özetle, Keynezyenlerin mali politika önerileri ve açık finansman yaklaşımları doğru değildir. Politikacılar harcamaları artırmaya eğilimli, vergileri ise aynı ölçüde artırmamaya eğilimlidirler. Bu bakımdan açık finansman ve vergilemeden harcama yapmak son derece yanlıştır.

10. Keynezyenler ve fonksiyonalistler kamu borçlanmasının sınırlarının tespit edilmemesi halinde bunun ekonomi için oldukça tahripkar sonuçlar ortaya çıkaracağını kavrayamamışlardır.

Keynezyenler, klasik iktisatçılardan farklı olarak kamu borçlanmasının muhtemel olumsuz etkilerini dikkate almamışlardır. Bu konuda Abba Lerner’in görüşlerini aktarmak konuyu anlamak için son derece yararlı olacaktır: “iç kamu borcu –miktarı ne olursa olsun- bir ticarethanenin borçlarından çok farklıdır. Zira iç borç milletin bir kısım ferdlerinin diğerine borcu mahiyetini taşır. Önemli olan şey milletin bütününün zenginleşmesi veya fakirleşmesi olduğuna göre, bu durumun üzerinde durulmaya değmeyeceği meydandadır. Ayrıca devletin iflasa sürüklenmesi de bahis konusu olamaz. Para basma iktidarına sahip bir makam olarak devlet daima borçlarını ödeme imkanı bulur.”

Lerner’in “biz kendimize borçlanıyoruz”. (we owe it to ourselves.”) sözü onun kamu borçlanmasının etkilerini anlamadığı ve kavramadığı çok açık olarak ortaya koymaktadır. Önemle belirtelim ki, Keynezyenlerin ve fonksiyonalistlerin bu hata ve yanılgıları, aslında bir klasik iktisatçı olan David Ricardo’nun kamu borçlanması konusundaki yanılgıları ile paraleldir.. Bilindiği üzere literatürde “ricardo denklik teorisi” olarak adlandırılan yaklaşım devletin harcamalarının finansmanında borçlanmaya başvurmasının etkileri ile vergilemeye başvurmasının etkilerinin birbirinden farklı olmayacağı şeklindeki bir yanılgıya dayanmaktadır.

11. Keynezyenler, iktisat literatüründe “Olivera-Tanzi Etkisi” olarak adlandırılan etkiyi dikkate almamışlardır.

Aşırı bütçe açıklarının sonucu yüksek enflasyon ve hiper-enflasyondur. Hiper enflasyon ortamında ulusal paradan kaçış artmakta ve senyoraj yoluyla elde edilen gelirler azalmaktadır. İşte bu etki literatürde “Olivera-Tanzi etkisi” olarak adlandırılmaktadır.

12.Ekonomide “ince ayar” (fine tuning) yapılarak ekonominin her zaman politikacıların iradi politikaları ile düzlüğe çıkarılacağı inancını yerleştirmişlerdir.

Bu yanılgıdan Keynes değil, keynezyenler ve fonksiyonalistler sorumludurlar. Keynes esasında görüşlerini 1929 Büyük Depresyonu’nun etkilerini dikkate alarak sunmuştu. Ancak Keynezyenler, Keynes’in “Genel Teorisi”ni “genelleştirerek” konjonktüre paralel ince ayar politikaları uygulanabileceğini ifade ettiler.. Keynezyenler, ekonomi politikası uzmanlarının “hassas ayar”lar yapmak suretiyle ekonomiyi tam istihdam seviyesine ulaştıracakları ve ekonomide istikrarın temin edileceği görüşünü benimsiyorlardı.

13. Keynezyenlerin makro-ekonomik denge modeli pek çok tutarsızlıklar ve gerçek yaşama uygun olmayan varsayımlar içermektedir.

Konjonktürde toplam talep ile toplam arz arasındaki dengesizliklerden kaynaklanan deflasyonist ve enflasyonist eğilimlerin açık bütçe politikaları ile tedavi edilebileceği görüşüne inanılması Keynezyenizmin belki de en büyük yanılgısı idi. Keynezyenler “iradi maliye politikaları” ile ekonominin dengeye ulaştırılacağı görüşünü savunuyorlardı. Keynes’in görüşlerinden hareketle geliştirilen makro-ekonomik denge analizi bu görüşlerden hareketle oluşturulmuştur. Gelir ve Harcama modeli gerçek yaşam ile tutarlı olmayan varsayımlara ve analizlere dayalıdır. Örneğin, çarpan analizi bunlardan birisidir.

Keynes’in kendi eserinde ve Keynezyen makro-ekonomik analizde devletin kamu harcamalarını artırması halinde çarpan ve hızlandıran ilkelerinin etkisiyle milli gelirin artacağı savunulmaktadır. Keynezyen analizde açık bütçe politikası uygulanarak artan kamu harcamalarının vergi dışı finansman kaynakları (borçlanma ve emisyon) ile karşılanması halinde milli gelir düzeyinin artacağı ileri sürülmektedir.

Keynes’in geliştirdiği çarpan kavramı çok gerçekçi bir analiz değildir. Bu konuda Nobel Ekonomi ödülü sahibi Milton Friedman bir eserinde şu eleştiriyi yapmaktadır:

“Bu basit çarpan analizi son derece çekicidir. Ama bu çekicilik düzmecedir ve sözkonusu değişmeyle ilgili diğer etkenleri dikkate almamanın bir sonucudur. Oysa, sadece sahibi değiştiğinden reel gelirin hiç artmaması olabilir. Devlet 100 doları nereye harcamıştır? Bir park bakıcısının ücretini ödemişse, devlet ödemese parktan yararlananlar öderdi ki, bu durumda sadece harcayan değişmiştir. Devlet 100 Doları nereden almıştır? Borçlanarak elde etmişse para birinin cebinden alınıp diğerinin cebine konmuştur ki, sağ el ile alınan sol el ile harcandığı için ekonomideki para miktarı değişmemiştir.” (Demir, 1997:73.)

BUCHANAN’IN LORD KEYNES VE KEYNEZYENLERE ELEŞTİRİLERİ

Hiç şüphesiz, Keynezyen iktisat okuluna ve fonksiyonel maliye yaklaşımına en ciddi ve ağır eleştirileri yönelten iktisatçıların başında kamu tercihi ve anayasal iktisat adı verilen teorilerin kurucusu ve öncüsü kabul edilen James M. Buchanan gelmektedir.

Buchanan ve kamu tercihi iktisatçılarına göre 20. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan iktisadi sorunlardan Keynes ve Keynezyen iktisatçılar sorumludur. Buchanan, keynezyenlerin “müdahaleci devlet” anlayışını eleştiren görüşlerini şu şekilde açıklamaktadır:

“Açık finansman eğilimi, post-keynezyen dönemde önem kazanmıştır. Bu dönemde keynezyen iktisat, politikacıların peşinde koşmaları için akademik-entelektüel bir temel yaratmıştır. Keynezyen iktisadın okullarda öğretilmesi bütçe açığı yaratılmasına adeta bir destek ve dayanak oluşturmuştur. Bu politika, kamu borçlarının artması ve bununla birlikte para basma sonucunda enflasyona neden olmuştur. Keynezyen iktisat, politikacılara vergilemeden harcamada bulunacakları ideal bir ortamda oyunlarını sürdürebilmeleri için imkan sağlamış oldu.” (Buchanan, 1987; 396)

Buchanan, 1986 yılında Nobel Ekonomi Ödülüne layık görüldü.
Buchanan, Richard Wagner ile birlikte kaleme aldığı ve “Bay Keynes’in Sonuçları” başlığını taşıyan monografta ise şunları yazmaktadır:

“Entelektüel hata bütünüyle politikacılar tarafından yapılmış değildir. Hatadan aynı zamanda iktisatçılar da sorumludur. Önemli sorumluluk taşıyan “akademik karalama”yı yapan ve düşünceleri Amerika ve İngiltere’de uygulanan Lord Keynes’tir. Ciddi bir değerlendirme, Keynezyenizm’in politik olarak önemli bir hastalık olduğunu göstermekte ve bunun uzun dönemde demokrasinin devamı için bir tehlike olduğunu ortaya koymaktadır.” (Buchanan ve Wagner, 1978)

 

“Keynesyen iktisat anlayışına göre iyiliksever devlet, elinde bulunan bütçe ile ekonominin ince ayarını yapabilecek ve ekonomiyi tam istihdama götürebilecektir. Bu düşünceler doğrultusunda, yürütmeye vergileme ve harcamalar konusunda getirilebilecek bir sınırlama ekonomik etkinliği azaltacaktır. Ekonomistler 1940’lı yıllarla birlikte Keynesyen mantığı tercih ettiler ve ekonomik başarı adına mali sorumsuzluğun birer savunucusu oldular. Politikacılar, ilk zamanlarında geleneksel klasik mali anlayışı bırakmakta gönülsüz davrandılar. Fakat 1960’lı yıllarla birlikte kamu açıklarının dramatik kötü bir yanının olmadığı kanaatine vardılar. Bunun sonucu olarak politik gerçeğin bir parçası olarak süregelen ve teşvik edilen bir bütçe açığı rejimi ortaya çıkmıştır.” (Buchanan, 1997)

Yukarıdaki açıklamalarımıza ek olarak Buchanan’ın ve kamu tercihi iktisatçılarının Keynezyenlere yönelttiği eleştirileri şu şekilde özetleyebiliriz:

Keynezyen yaklaşımı savunanların önemli yanlışlıklarından birisi vergilemeden harcama yapılabileceğini benimsemeleridir. Bundan dolayı kamu harcamalarının vergilerin yanısıra, emisyon ve borçlanma yolu ile finanse edilmesi önerilmiştir. Keynezyen yaklaşımın iktisat politikasına bıraktığı bu kötü miras bugün aktif olarak kullanılmakta ve devletin aşırı büyümesi ekonomik ve politik yozlaşmayı da beraberinde getirmektedir.

Keynezyen politikaları uygulayabilmek için, hükümetin borçlanma ve bütçe açıkları üzerindeki ahlaki sorumluluğu kamu vicdanından çıkarılmak zorunda kalınmıştır. ... Kamu borçlarının kuşaklararası etkileri yok sayılmıştır. İddialara göre yapılan borçların finansmanı gelecek dönemdeki vergi mükelleflerini olumsuz olarak etkilemeyecektir.

Mali sorumluluğun sağlanması için mevcut olan ahlaki (moral) sınırlamalar erozyona uğratılmış ve onun yerini alabilecek hiçbir şey bırakılmamıştır. Demokratik yollardan seçilen ve seçildikleri bölgeleri temsil eden politikacılar vergileme yerine harcama yolunu seçmişlerdir. Bu ise kronik bütçe açıklarına yol açmıştır.

Devletin fonksiyonları arttıkça siyasal karar alma sürecinde rol alan kimselerin “çıkarlarını” gözetmesi söz konusudur. Çünkü seçmenler daha fazla kamu hizmeti talep edeceklerdir. Bu talepler kamu kesiminin büyümesinin ilk nedenidir. Tekrar seçilebilme isteği, bütçenin büyümesini gerektirir. Büyüyen bütçenin finansmanı ise, vergilerle değil, vergi dışı gelirlerle finanse edilir. Çünkü verginin daha da artması seçmeni memnun etmeyecektir. Seçmen daha fazla kamu hizmeti beklerken, buna karşılık daha az vergi ödeme gibi paradoksal bir eğilime sahiptir. Emisyon ve borçlanma yoluyla finanse edilen kamu hizmetleri uzun vadede ekonomide ciddi sorunları ortaya çıkaracaktır. Bununla beraber baskı ve çıkar gruplarının transfer istekleri kamu kesimini daha da genişletecektir.

SONUÇ

 

“Güçlük, yeni düşünceleri anlamakta değil, insan ruhunun her köşesine dal budak salmış olan ve içimizden çoğunun aynı formasyonu almış bulunduğu eski düşüncelerden kurtulabilmektir.”

John Maynard Keynes

 

Keynes’in, 1936 yılında bu sözleri yazarken kastettiği eski düşünceler, klasik teoriydi. O dönemde hakim olan klasik iktisadi düşünce Keynes’e göre doğru değildi ve devletin ekonomide daha aktif bir rol oynaması gerektiğine inanıyordu.

Keynes’in eserinin yayınlanmasının üzerinden tam 65 yıl geçti... Yaşanan tecrübeler Keynes’in fikirlerini doğrulamadı. Müdahalecilik ne planlandığı gibi işsizlik ve yoksulluk sorununu ne de diğer ekonomik sorunları çözmekte başarılı oldu. Aksine devlet müdahaleciliği, ekonomide sorunların ana kaynağı oldu... Devlet müdahaleciliği arttıkça hem ekonomik hem de siyasal sorunlar ve yozlaşmalar yaygınlaşmaya başladı.

Şimdi biz entellektüeller Keynes’in yukarıdaki tavsiyesini dikkate alarak bize düşen sorumluluğu yerine getirmek zorundayız. Ruhumuzun her köşesine dal budak salmış olan ve içimizden çoğunun aynı formasyonu almış bulunduğu eski düşüncelerden (Keynezyenizm ve fonksiyonalizmden) kurtulabilmek için yeni düşünceleri tanımaktan korkmamalı, bu konuda önyargılı davranmamalı ve eski ideolojinin esiri olmamalıyız.

Öğrencilerimize hala o eski düşünceleri öğretmekten vazgeçmeli, düşüncelerimizi yenilemeli ve yazdığımız o eski kitaplardaki fikirlerimizi yeniden gözden geçirmek için çaba harcamalıyız.

 

KAYNAKLAR

Aktan, Coşkun Can., Politik İktisat, İzmir: Anadolu Matbaacılık, 2001.

Aktan, Coşkun Can, İstiklal Y. Vural ve Tülay Aktan., “Liberalizme Katkıda Bulunan Düşünürler”, Yeni Türkiye Dergisi, Yıl 1999, Sayı 25, Ocak-Şubat 1999, s. 570-595.

Buchanan, James M. “Budgetary Bias in Post Keynesian Politics: the Erosion and Potential Replacement of Fiscal Norms”, J.M.Buchanan and R. Wagner (Eds.)Deficits, New York: Basil Blackwell, 1986.

Buchanan, James M. and Richard E. Wagner, Democracy in Deficit: the Political Legacy of Lord Keynes, New York: Academic Press,1977.

Buchanan, James M., “Keynesian Follies”, in: The Collected Works of James M. Buchanan, Vol.1 , The Logical Foundations of Constutional Liberty, Indianapolis: Liberty Fund,1999.

Buchanan, James M., Richard E. Wagner and John Burton., The Consequences of Mr. Keynes, Hobart Paper 78. London: Institute of Economic Affairs. 1978.

Buchanan, James M., Economics, Between Predictive Science and Moral Philosophy, College Station: Texas A-M University Press, 1987.

Buchanan, James M., Kamu Tercihi ve Anayasal İktisat, (Yayına Hazırlayanlar: A. Eker ve C. C. Aktan) İzmir: Aklıselim Matb. 1992)

Buchanan,James M., Public Principles of Public Debt, Homewood:Irwin,1958.

Bulutoğlu, Kenan., Kamu Ekonomisine Giriş,2.b. İstanbul: Sermet Matbaası, 1977.

Clower, Robert W., ”The Keynes in Counterrevolution : A Theoretical Appraisal”, in: The Theory of Interest Rates: Proceeding of Conference Held by International Economy Association, F. H. Hahn ve F. P. R. Breakling (Ed.) London: Mcmillan, 1965.

Dalton, Hugh., Principles of Public Finance, 4th ed. London: Routledge, 1954.

Demir, Osman., Ekonomide Devlet, Ankara: SPK Kurulu Yayınevi, 1997.

Gilbert, J.C. Keynes’s Impact on Monetary Economics, Bautter Worths, 1982.

Hansen, Alvin H., Para Teorisi ve Maliye Politikası, (Çev: A. Kılıçbay), İstanbul: 1959.

Hicks, John M., "Mr.Keynes and the Classics", Econometrica, April-1937.

Keynes, John Maynard., The General Theory of Employment , Interest And Money, 7th ed., London: Macmillan, 1967. (Orijinal ed. 1936.)

Leijonhufved, Alex., On Keynesian Economics and the Economics of Keynes, London: Oxford University Press,1968.

Lerner, Abba P. “Functional Finance and The Debt“, In: R.H.Fink and J.F.High (Eds.). A Nation in Debt: Economics Debate The Federal Budget Deficit, New York 1957. (Bu makale Hikmet Oray Yalçın tarafından tercüme edilmiştir. Bkz: H.Oray Yalçın, “Fonksiyonel Maliye ve Borçlanma”, İzmir:1999. Yayınlanmamış Çalışma.)

Lerner, Abba P., The Economics of Control, New York: Macmillan ,1944.

Rowley, Charles and Robert Tollison (eds.), Toward the Political Economy of Deficits (Oxford:Basil Blackwell, forthcoming).

Rowley, Charles K. “Classical Political Economy and Debt Issue”, in: J.M.Buchanan and R.Wagner (Eds.)Deficits, New York: Basil Blackwell, 1986. S. 49-75.

Rowley, Charles K. “John Maynard Keynes and the Attack on Classical Political Economy”, in: J.M.Buchanan and R.Wagner (Eds.), Deficits, New York: Basil Blackwell, 1986. S. 114-143.

Rowley, Charles K. “The Legacy of Keynes:from the General Theory to Generalized Budget Deficits”, J.M.Buchanan and R.Wagner (Eds.), Deficits, New York: Basil Blackwell, 1986. S. 143. 173.

Savaş, Vural., Keynesyen İktisat Yıkılırken, İstanbul: Fatih Yayınevi Matbaası, 1984.

Shackle,G.L.S., Expectation, Investment and Income ,Oxfort: Oxfort University Press,1938.

Türk, İsmail., Maliye Politikası –Amaçlar, Araçlar ve Çağdaş Bütçe Teorileri-, 11. b. Ankara: Turhan Kitabevi, 1997.

 

Not: Bu yazı Yeni Türkiye Dergisi, 2002/1 'de yayınlanmıştır.

 

© C.C.Aktan, 2002.