ESKİ KURUMSAL İKTİSAT

Coşkun Can Aktan & Tarık Vural

 

 

Eski kurumsal iktisat (old institutional economics), entelektüel temelleri Thorstein B. Veblen, John R. Commons ve Wesley Clair Mitchell tarafından atılan ve zaman içerisinde çok geniş bir düşünce yelpazesini içerisine almış bulunan bir öğretinin adıdır. Kurumsal iktisat adı verilen iktisadi doktrinin ana inceleme konusu kurumlar (institutions)dır. 

Veblen

Mitchell

Kurumsal İktisadın gelişimi birinci dünya savaşından sonra hız kazanmıştır. Bu konuda özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde bir dizi konferans düzenlenmiş ve kurumsal iktisat alanında önemli adımlar atılmıştır. 1918 yılında Amerikan İktisat Derneği’nin yıllık toplantısında kurumsal iktisat kavramının ilk kez kullanıldığını görüyoruz. Her ne kadar kurumsal iktisat düşüncesinin entelektüel temelleri Veblen tarafından atılmış olsa da kurumsal iktisat kavramı ilk kez 1918 yılında Walton Hamilton tarafından “İktisat Teorisine Kurumsal Yaklaşım” (The Institutional Approach to Economic Theory) adlı eserinde kullanılmıştır (Rutherford,2000:279).  Yine 1931 yılında Amerikan İktisat Derneği bir toplantısını “Kurumsal İktisadın Bir Değerlendirmesi” konusuna ayırmıştır.

 Kurumsal iktisat genel olarak neoklasik iktisada bir tepki olarak doğmuştur. Bununla birlikte kurumsal iktisadın doğuşunda etkili olan en önemli iktisadi akım Alman tarihçi okuludur. Hemen hemen tüm kurumsal iktisat düşünürleri değişik oranlarda Alman tarihçi okula mensup iktisatçılardan etkilenmişlerdir. Kurumsal iktisadın felsefi dayanağı ise pragmatizmdir. Pragmatizm, John Stuart Mill’in faydacılık felsefesine dayanarak William James tarafından öne sürülmüştür.

Alman Tarihçi Okul, klasik düşünceye bir tepki olarak XIX. yüzyılın ortalarında Wilhelm Roscher, Bruno Hildebrand ve Karl Knies’in yayınları ile kurulmuştur (Zarakoğlu, 1981:57). Özellikle Roscher’in “Tarihçi Metoda Göre İktisat Dersleri” isimli eserini yayınlaması, Alman Tarihçi Okulu’nun  kuruluşunda etkili olmuştur. Özünde bir liberal olan Roscher, klasik iktisadi düşünceyi yöntem bakımından eleştirerek, teorinin soyut kalmaması gerektiğini, somut tarih örnekleriyle desteklenmesi gerektiğini savunmuştur (Kazgan, 2002:185). 

Alman Tarihçi Okul’un diğer temsilcilerinden Hildebrand, Klasik Okul’a daha ayrıntılı ve tutarlı eleştiriler getirmiştir. Ona göre her çağ ve her ülke için geçerli tabii iktisat kanunları yoktur. Hildebrand’a göre, tarihin ve toplumbilimlerinin diğer dallarıyla bir arada iktisadi faaliyetler ve olaylar sürecindeki tarihsel değişmeyi incelemesi gerekmektedir. Alman Tarihçi Okul’un kurucuları olarak nitelendirilen isimlerden sonuncusu Knies’dir. Knies de Hildebrand’ın yolundan giderek iktisatta fizik biliminde olduğu gibi her zaman ve mekanda geçerli kanunlar konulamayacağını söylemiştir (Kazgan, 2002:185).

Her üç düşünürün görüşlerinin etkilerini kurumsal iktisatın temel görüşleri içerisinde bulabilmek mümkündür. Örneğin, her zaman ve her mekanda geçerli iktisadi kanunların oluşturulamayacağı, ekonomik yaşamda statik değil dinamik bir yapının bulunduğu görüşlerini Alman Tarihçi Okul’unun yukarıda belirtilen temsilcileri yanısıra kurumsal iktisat mensuplarınca da  ifade edilmiştir.

Alman Tarihçi Okul’a dahil olan iktisatçılar genellikle ekonomiye devletin müdahale etmesinden yanadırlar. Aynı görüş kurumsal iktisatçılar tarafından da ileri sürülmüştür. Kurumsal iktisatçıların neden devlet müdahalesine taraftar olduklarını ise dönemin sosyo-ekonomik şartlarında aramak gerekmektedir.

Kurumsal iktisadın doğduğu yer olan Amerika Birleşik Devletleri’nde söz konusu dönemde çok hızlı ekonomik gelişmeler yaşanıyordu. Bu gelişme sonucunda ABD dünyanın en güçlü ekonomisi olmuştu. Ancak tüm bu olumlu gelişmelerden toplumun her kesimi aynı şekilde yararlanamamıştı. Sonuç olarak gelir dağılımında aşırı farklılıklar oluşmuş, özellikle ücretli kesimin yaşam koşulları beklentilerin çok altında kalmıştı. Tüm bunlara ek olarak çalışma saatlerinin uzaması, konutların yetersizliği, hastalık, kaza ve yaşlılık gibi durumlarda çalışan kesimin hiçbir güvenceye sahip olamaması, vergi yükünün büyük ölçüde işçiler üzerinde yoğunlaşması vb. nedenler kurumsal iktisat düşünürlerini devlet müdahalesi düşüncesine itmişti (Savaş, 2000:645-646).

Kurumsal İktisat düşünürlerini devlet müdahalesine iten bir diğer neden 1870’lerde başlayan “monopol” eğilimlerinin zamanla artması, sonuçta büyük şirketlerin hem ekonomik hem de politik yönden oldukça güçlü hale gelmeleridir. Söz konusu şirketlerin yüksek gümrük tarifeleriyle yurt dışı rekabetten korunmaları, buna karşın işci ücretlerinin ve çalışma koşullarının düzeltilmesi konusunda duyarsız kalmaları çalışanları isyanlara itmiş, söz konusu isyanlar polis ve asker gücü kullanılarak bastırılmıştır. Söz konusu şirketlerin politikada da etkin olmaları politik yozlaşmayı arttırmış, 1890 yılında çıkartılan Sharman Antitröst Yasası uygulama olanağı bulamamıştır (Savaş, 2000:646).  

Yukarıda saydığımız tüm olumsuz gelişmeler iktisatçıları liberalizmin “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” görüşünden uzaklaştırmış, dikkatleri fakirlik, monopol, durgunluk ve ekonomide yaygın bir hal alan israf konularına yöneltmiştir. İşte tam bu noktada devletin ekonomik hayata müdahale etmesi gerektiği görüşü benimsenmiştir. Ancak anlatılanlardan da anlaşılacağı gibi buradaki devlet müdahalesi devletin ekonomik yaşamda aktif olarak yer alması olarak algılanmamalıdır. Devlet, daha çok söz konusu sorunları ortadan kaldıracak kuralları koymalı ve bu kurallara uyulmasını sağlayıcı tedbirleri almalıdır. 

Alman tarihçi okul hakkında bu açıklamaları yaptıktan sonra şimdi de kurumsal iktisadın felsefi dayanağını oluşturan pragmatizm[1] hakkında kısa bilgiler vereceğiz. Kapitalist üretim düzeninin ilk gelişme alanı olan İngiltere’de John Stuart Mill’in biçimlendirdiği faydacı düşüncenin son gelişme alanı ABD’de Charles Pierce[2]’nin temellerini attığı ve William James[3]’in geliştirdiği pragmatizm’dir. James, Charles Pierce’nin 1878 yılında bir dergide yayınladığı “Fikirlerimizi Aydınlığa Kavuşturmanın Yolu” başlıklı yazısındaki “Bir düşüncenin anlamını açıklamak için onun hangi davranışı doğurduğunu bilmek gerekir. İşte o davranış, o eylem bizim için düşüncenin ta kendisidir” fikrinden oldukça etkilenmiş ve felsefesini de bu söze dayandırmıştır.

Pragmatizmin özünü “faydalı olmayan bir şey doğru değildir” görüşü oluşturur. James’e göre gerçek, pratik faydası olandır ve her şey pratik fayda ölçüsüne göre değerlendirilmelidir. Pragmatizm James’in tanımlamasına göre, bir felsefe olmaktan çok bir metod, düşünceyi, doğurduğu eyleme göre ölçen bir yöntemdir.

Daha genel bir ifade ile pragmatizm, ideal bir dünyada ne yapılması gerektiğinden ziyade mevcut dünyada ne yapılabileceğini vurgulamaya yönelen her türlü yaklaşımı işaret etmek için kullanılan bir terimdir (Yayla,2003:165).

Pragmatizm’in Pierce ve James’ten sonra en önemli temsilcisi John Dewey[4]’dir. Pierce ve James’in aksine Dewey’in kurumlarla özellikle eğitim kurumuyla ilgili önemli görüşleri vardır. Dewey’in kurumlar hakkındaki görüşlerini anlamak için onun bilim hakkındaki görüşlerini bilmek gerekmektedir. Dewey’de dinamik bir bilgi anlayışı vardır. Yani bilim bir etkinlik ya da faaliyet, yeni, birtakım şey ya da ilişkileri keşfetme sürecidir. Dewey bu süreçte insanların tartışmasını ve karşılıklı görüş alışverişinde bulunmalarını istemiştir. Dewey’in bilgilenme sürecini sosyal bir faaliyet olarak görmesi, onu kurumlara özel bir ilgi göstermeye yöneltmiştir. Onda kurumlara karşı olan bu ilginin başka nedenleri de vardır. Örneğin, Dewey bilimin bu kadar başarılı olmasının temel nedenlerinden birinin, bilimin eleştiriyi kurumsallaştırması olduğunu düşünmüştür. Dewey kurumların ihtiyaçlar sonucu ortaya çıktığı savının her zaman geçerli olamayabileceğini, bazı durumlarda kurumlar tarafından ihtiyaçların açıklanabileceğini hatta değiştirilebileceğini savunmuştur. Dewey kurumlar hakkındaki görüşlerini bir adım daha ileri götürmüş, her hangi bir zamanda geçerli olan bir kurumun zamanla eleştirilebileceğini savunmuştur. Bu bağlamda Amerika’nın kurumlarını sık sık eleştirmiş, toplumsal ihtiyaçları karşılayacak yeni kurumların oluşturulmasını istemiştir.

J. Dewey

 

Buradan Dewey’in bu görüşlerinin kurumsal iktisatçılar tarafından da aynen kabul edildiği sonucunu çıkarabiliriz. Zira kurumsal iktisatçılar da toplumda geçerli kurumların zaman içerisinde değişeceğini ve zamanla toplum için yararlı olmayan kurumların elenip geriye yararlı kurumların kalacağını savunmuşlar, bu görüşlerini de Darwin’in[5] doğal seleksiyon görüşüne dayandırmışlardır.         


 

[1] Pragmatizm kelime olarak Yunanca bir iş ya da eylem anlamına gelen “pragma” sözcüğünden türetilmiştir.

[2]Charles Pierce (1839-1914), 1839 yılında, Harvard Üniversitesi’nde çalışan bir matematik profesörünün oğlu olarak dünyaya geldi. Pierce çocukluğundan itibaren matematikçi olarak eğitim görmüş ve kendisine meslek olarak astronomluğu ve fizikçiliği seçmiştir. Felsefe ile ciddi olarak 48 yaşında emekli olduktan sonra uğraşmaya başlamıştır. Pierce hayatı boyunca hiç kitap yazmamış, eserlerinin çok büyük bir bölümü ölümünden sonra “Toplu Yazıları” adıyla sekiz cilt halinde yayınlanmıştır (Magee,2000:291).

[3] Pierce’nin gerçek bir çağdaşı olan William James (1842-1910), 1842 yılında doğmuştur. James, Harvard Üniversitesi’nde tıp tahsili görmüştür. Mezun olduktan sonra Harvard’da önce anatomi ve fizyoloji dersleri veren James, daha sonra felsefe profesörü, ardından da psikoloji profesörü olmuştur. En önemli eserleri, 1809 yılında yayımlanan “Psikolojinin İlkeleri” (The Principles of Psychology), 1902 yılında yayımlanan “Dini Tecrübe Türleri” (The Varieties of Religious Experience) ve 1907 yılında yayımlanan “Pragmatizm” (Pragmatism) dir (Magee,2000:291).

[4] John Dewey (1859-1952), 1859 yılında bir bakkalın oğlu olarak dünyaya geldi. Vermont Üniversitesi’nden sonra doktora derecesini almak için Johns Hopkins Üniversitesi’ne gitti. Michigan, Minnesota ve Chicago üniversitelerinde felsefe dersleri verdi. Son olarak New York’taki Columbia Üniversitesi’nde çalışan Dewey, bütün kariyerini üniversite hocalığında yaptı. Eğitim felsefesi alanında dünya çapında etkili olan çalışmalara imza attı. En önemli eserleri 1916 yılında yayımlanan Demokrasi ve Eğitim (Democracy and Education), 1922 yılında yayımlanan İnsan Doğası ve Davranışı (Human Nature and Conduct), 1925 yılında yayınlanan Deneyim ve Doğa (Experience and Nature) ve son olarak 1929 yılında yayımlanan Kesinlik Arayışı (The Quest of Certanity)’dır. 

[5] Charles Robert Darwin 1859 yılında yayınladığı “Türlerin Kökeni” (The Origin of Species) adlı eserinde günümüzde evrim teorisi olarak bilinen düşüncelerini açıklamıştır. Buna göre tek bir atadan gelen canlılar zaman içerisinde değişim geçirerek farklılaşmışlardır. Yaşadığı ortama uyum sağlayanlar hayatta kalmış, diğerleri yok olmuşlardır. Darwin, hayal gücünde canlandırdığı bu mekanizmanın adını “doğal seleksiyonla evrim” olarak belirtmiştir.