“Oyuncuların Davranışlarını Belirleyen Oyunun Kurallarıdır.”


Prof.Dr.C.Can Aktan

 

    Yeni Kurumsal İktisat okulunun öncülerinden biri olarak kabul edilen Nobel Ekonomi ödülü sahibi Douglas North’un “oyuncuların davranışlarını belirleyen oyunun kurallarıdır.”* sözünün çok büyük anlam ve değer taşıdığını düşünüyorum. Önemle belirtmeliyim ki, kurumsal iktisat okulu ile anayasal iktisat okulu arasında kural ve kurumlara verdikleri önem dolayısıyla çok yakın benzerlikler bulunmaktadır.

   Çalıştığınız organizasyona şöyle bir bakınız... Kural ve kurumların mevcut olduğu bir organizasyonda düzenin varolduğunu hemen farkedebilirsiniz. Buna karşın, kural ve kurumların mevcut olmadığı, işlemediği ya da önemsenmediği organizasyonlarda ise kaosun hakim olduğunu göreceksiniz.

   Organizasyonda düzenin sağlanması ve yüksek performansa ulaşılabilmesi için kuraların çok iyi düzenlenmesi gerekir. Kurallar;

  • Açık ve anlaşılır,
  • Basit,
  • Öngörülebilir,
  • İstikrarlı,
  • Genel,
  • Tarafsız,
  • Adil,
  • Etkin

olmalıdır.  Bu temel ilkelere başka ilaveler yapılması da pekala mümkündür.

   Kuralların mevcut olduğu bir organizasyonda zaman içinde “kurum kültürü”  adı verilen bir anlayış oluşur ve yerleşir. Kurum kültürünün mevcut olduğu bir organizasyonda ise organizasyonun varlık nedeni olan hedeflere (kalite, verimlilik, etkinlik, yenilik-yaratıcılık, karlılık vs.) daha kolay ulaşılabilir.

   Bilgisayarımda bu satırları yazarken bir akademisyen olarak üniversitelerde oyuncuların (bilim adamları, öğretim üyeleri) davranışlarını gözlerimin önüne getiriyorum ve North’un yukarıdaki sözünün ne kadar önemli ve anlamlı olduğunu düşünüyorum bir an...

   Yirmi yıllık mesleki yaşantım boyunca hep kendi kendime şu soruları sordum: Gerçekten en üst düzeyde eğitim görmüş, yurtdışında çeşitli üniversitelerde eğitim-öğretim amacıyla ya da misafir araştırmacı olarak bulunmuş öğretim üyeleri neden daha yüksek performansla çalışmıyorlar? Doktora, Doçentlik gibi kariyer sınavlarını geçtikten sonra neden rehavet ve atalet içine düşüyorlar? Neden görev ve sorumluluklarını yeterince yerine getirmiyorlar? Örneğin, neden araştırma görevlisi giriş sınavlarında ya da yüksek lisans ve doktora sınavlarında liyakat ilkesini gözardı ederek kayırma ve kollamaya yönelik eğilimler içerisinde oluyorlar? Neden hakkaniyet ve adalet ilkesini gözardı ediyorlar? Neden jürilerin teşkilinde keyfice davranıyorlar? Eğitim- öğretim ve bilimsel araştırma faaliyetlerini ciddiyetle yapmadan nasıl oluyor da  aynı kurumda yıllar boyunca makamlarını ve ünvanlarını koruyabiliyorlar? Bu soruları uzun bir liste olarak sıralamak mümkün... Fakat, sorunu ortaya koymak için yeterli olduğunu düşünüyorum. Burada sıraladığım soruların “genellik” esası içinde sıralandığını belirtelim ve herkesin bu şekilde davrandığı anlamına gelmediği pek tabiidir.

   Eğer bugün üniversitelerimizde kaliteden ve ahlaktan uzaklaşıldığına tanık oluyorsak bunun için suçlanması – ve de ayıplanması- gereken öncelikle oyuncular (akademisyenler) değildir ve olmamalıdır. Elbette, başında doçent, profesör gibi unvan sahibi olan bilim adamlarının sıradan insanlardan daha fazla ahlak, erdem ve sorumluluk sahibi olması beklenir. Bu sadece olması gereken ya da beklenilen bir davranıştır. Fakat, akademisyenler önceki yazımızda da ifade ettiğimiz türden “Madison’un melekleri” değillerdir!... Zahmetsiz ünvanlar elde etmek, makam ve mevkilerde uzun süre kalmak, güç ve otoritesini kendine özel menfaatler sağlayacak şekilde kullanmak, emekliliğe kadar belki de hiçbir zahmet çekmeden ve yeterince çalışmadan düzenli ve yüksek maaş almak her akademisyenin isteyebileceği ve arzulayacağı imkanlar olabilir... Kanaatimce bugün üniversitelerde herkesin gözlemleyebileceği rehavet, atalet, kalitesizlik, ahlak ve erdemden uzaklaşma vs. sorunlar mevcut ise bunun temel nedeni üniversitelerde kural ve kurumların mevcut olmamasıdır ya da varolan kuralların ve kurumların iyi düzenlenmemiş olmasıdır.

  Kuralların ve kurumların mevcut olmadığı –veyahutta etkin işlerliğe sahip olmadığı- organizasyonlarda düzensizlik, kalitesizlik ve ahlaksızlık kaçınılmazdır. Kötü kural  ve kurumların insanları kalitesizliğe ve hatta ahlaksızlığa sevkedebileceği asla ve asla unutulmamalıdır.

  Basit bir örnek verelim: Bilim adamı olma yolunda ilk aşama olan araştırma görevlisi sınavları çoğu zaman Fakülte yönetim kurulları tarafından takdiri ve keyfi kararlar ile oluşturulan jüriler tarafından yapılmaktadır.  Jürilerin takdirleri bir kişinin mesleğe alınmasında son derece kilit bir rol oynamaktadır. Burada jürilerin adalet ve hakkaniyetten uzaklaşarak kayırma yapabilmeleri her zaman bir olasılık dahilindedir. Jürilerin böyle bir temayülü olmadığı varsayılsa dahi bu defa dışarıdan (daha üst makam sahiplerinden, siyasilerden, akraba ve arkadaşlaran vs.) kayırma yönünde teklifler ve hatta baskılar sözkonusu olabilir. Sonuçta belki jüri üyeleri istemese  dahi içinde bulunduğu koşullar dolayısıyla liyakat ilkesinden uzaklaşabilirler. Bu her zaman bir tehlike olarak görülmelidir. Dikkat edilirse buraya kadar özetlenen senaryoda  takdir (discretion) hakimdir. Oysa “takdir” yerine “kurallara” (rules) dayalı bir oyun düzenlenmiş olsa liyakata dayalı bir seçim yapma şansı daha yüksek olur.

   Öğretim üyeleri ve bilim adamları da nihayetinde insan olduklarından kendi takdir haklarının ellerinden alınmasını pekala istemezler. Sahip oldukları güç ve otorite sayesinde maddi ya da gayri-maddi bazı çıkarlar elde edebilirler. Bundan da vazgeçmek arzusunda olmayabilirler. Sonuçta, oyunun kurallarının mevcut olmaması dolayısıyla kalitesizlik ve ahlaksızlık kaçınılmaz olur. Daha mesleğin ilk aşamalarında başlayan bu karar ve tercihler ileriki aşamalarda da devam eder.

               Özetle, ne kadar iyi eğitim almış olursa olsunlar, hangi ünvana sahip olursa olsunlar kurallar (rules) yerine “takdiri karar ve müdahalelerin” (discretion) daha önem verildiği organizasyonlarda kaliteden ve ahlaktan uzaklaşılır.

  İyi kuralların mevcut olduğu durumlarda oyuncular da kendi pozisyonlarını, karar ve tercihlerini mevcut kurallara göre yaparlar. Yani, oyuncuların davranışlarını belirleyen oyunun kurallarıdır.

   Akademisyenlerin mesleğe giriş ve yükselmelerinde açık, basit, öngörülebilir, istikrarlı, tarafsız, objektif kurallar tespit edilirse herkes davranışlarını bu kurallara göre düzenler.   Performans değerlendirme ve ölçüm kriterlerinin mevcut olmadığı bir üniversitede rehavet ve atalet kaçınılmaz olur. Aksine ölçülebilir performans kriterlerinin bulunduğu, takdir ve ödüllendirmenin mevcut olduğu bir organizasyonda kişiler davranışlarını, karar ve tercihlerini kuralara göre belirleme gereğini hissederler. “Sittinsene profesörlüğün” hakim olduğu bir sistemde bilime, eğitim ve öğretime ciddi katkılarda bulunmaksızın rehavet, atalet ve demotivasyon içinde yıllarını heba eden, öğrencilerine yararlı olamayan, genç bilim adamlarının yetişmesine katkılar sağlayamayan profesörler iş başında ise bunun suçu ve günahı kime ait olmalı? Böylesine profesörleri kınamak ve ayıplamak çözüm olabilir mi? Acaba doğru çözüm yolu oyunculardan ziyade oyunun kuralarını deiştirmek ve iyileştirmekten geçmiyor mu?

   Anayasal iktisat felsefesinin kurucusu James M. Buchanan Anayasal Politik İktisat – Kuralların Nedeni -**  adlı kitabını şu cümlelerle bitiriyor:  “İyi bir oyun,  iyi oyunculardan ziyade iyi kurallara bağlıdır.”

  Anayasal iktisat felsefesinin özü bu sözde gizlidir.


 

* Bkz. Ömer Demir, Kurumcu İktisat, İstanbul: Vadi Yayınları, 1996. s. 175.

** J.M. Buchanan and G. Brennan, The Reason of Rules –Constitutional Political Economy-, Cambridge: Cambridge University Press, 1980.