YENİ KURUMSAL İKTİSADA KATKIDA BULUNAN BAŞLICA İKTİSATÇILAR

Coşkun Can Aktan ve Tarık Vural

 

Eucken ve Böhm: Piyasa Düzeni ve Kuralların Önemi

 

Alman ORDO liberalizminin öncülerinden Walter Eucken ve Franz Böhm’ün piyasa ekonomisinin düzen içerisinde işleyebilmesine yönelik görüşleri son derece önemlidir.[1]

Eucken ve Böhm, 1930’lı yıllarda politik ve ekonomik düzenin temel kural ve kurumlarını içerecek bir ekonomik anayasanın  oluşturulmasının önemi üzerinde durmuşlardır. (Aktan,2000:153; Rieter and Schmolz,1993:96).

Eucken ve Böhm, toplumsal düzenin zorunlu bir şart olduğunu, ekonomik düzenin[2] ise toplumsal düzenin bir yönünü oluşturduğunu savunmaktadırlar. Onlara  göre ekonomik düzen kendiliğinden (spontane) oluşan bir düzen değildir. Ekonomik düzenin kural ve kurumları bizzat bireyler tarafından oluşturulabilir ve oluşturulmalıdır.

 

 

Walter Eucken

Franz Böhm

Ekonomik düzen kendiliğinden oluşmuş bir düzen olmadığına göre, böyle bir düzendeki mevcut rekabet sistemi de yetersiz olacaktır. Bu durumu başka bir açıdan değerlendirecek olursak mevcut piyasa ekonomisi sisteminde eksik rekabetin olduğunu söyleyebiliriz. Freiburg okulu savunucularına göre piyasadaki mevcut eksik rekabeti önleyici kurallar devlet tarafından konulmalıdır. Nitekim Freiburg okulunun kurucuları arasında yer alan Walter Eucken 1942 yılında kaleme aldığı “Ekonomik Anayasanın Temel İlkesi” adlı makalesinde, ekonomik düzenin en önemli ilkesi olarak rekabet kurumunu görmektedir.

Walter Eucken planlama ve yönlendirme biçimi ile mülkiyet yapısını esas alarak iki farklı ekonomik düzen sınıflaması yapmaktadır. Bunlar sırası ile piyasa ekonomisi ve kumanda ya da komuta ekonomisi’dir. Piyasa ekonomisinde merkezi olmayan planlama ve yönlendirme söz konusu iken kumanda ekonomisinde tüm üretim faktörleri devlet elindedir, yani merkezi bir planlama ve yönlendirme söz konusudur.

Eucken, yukarıda bahsettiğimiz ekonomik sistemlerden piyasa ekonomisinin oluşması ve kurumsallaşması için yedi ilkeden söz etmektedir. Bunlar sırası ile; tam rekabet, parasal istikrar, piyasaya giriş çıkış serbestisi, özel mülkiyet, ekonomik birimlerin faaliyetlerinden kendilerinin sorumlu olması, sözleşme özgürlüğü ve ekonomi politikalarında istikrar ve öngörülebilirlik ilkeleridir[3]. Piyasa ekonomisi kendiliğinden oluşan bir düzen olmadığı için piyasa ekonomisinin kurumlaşması ve oluşturulması  için -bir başka deyişle etkin bir piyasa ekonomisinin tesisi için- bu ilkelerin, bir ekonomik anayasa içerisinde belirlenmesi önem taşımaktadır.

Eucken, piyasa ekonomisinin kurumlaşması için gerekli olan ilkelerden başka bir de piyasa ekonomisini düzenleyici ilkelerden bahsetmektedir. Eucken söz konusu ilkeleri[4]; monopol denetimi, gelir dağılımının düzeltilmesi, asgari fiyat uygulaması, dışsal maliyetlerin ortadan kaldırılması ve ekonomik düzenin hukuki çerçevesi yani ekonomik anayasa hukukunun oluşturulması olarak sıralamaktadır.

Bu makalenin konusu açısından önemli olduğunu düşündüğümüz “Ekonomik Düzenin Hukuki Çerçevesi: Ekonomik Anayasa Hukuku” ilkesini açıklamak istiyoruz. Bu ilkeye göre, ekonomik düzenin hukuki çerçevesini oluşturan kural, norm ve kurumlar bütünü Ekonomik Anayasa olarak adlandırılmaktadır. Bir başka ifadeyle ekonomik birimlerin karar ve faaliyet alanlarını düzenleyen her türlü hukuki norm, kural ve kurumlar bütünü Ekonomik Anayasa anlamına gelmektedir. Bir başka ifade ile ekonomik anayasa, mevcut veya amaçlanan ekonomik düzeni oluşturup şekillendiren her türlü hukuki düzenlemeler bütününden oluşmaktadır. Ekonomik anayasa, toplumsal sürecin ekonomik alanını düzenlemekte ve ekonomi için önemli ve gerekli hukuki kuralları içermektedir (Erkan,1984:58).

Ekonomik düzenin hukuksal çerçevesini oluşturan ekonomik anayasa dört temel alanı düzenlemektedir. Bunlar sırası ile üretim, piyasa, para ve bütçe alanlarıdır. Ekonomik anayasa ile bu alanları düzenleyici hukuksal araçlar oluşturulmalıdır. Örneğin üretim araçları üzerindeki mülkiyeti belirleyen yasalar mülkiyet düzenini, piyasalara giriş-çıkış serbestisi ve rekabet ilişkilerini belirleyen yasalar piyasa düzenini, bir ülkenin içerde ve uluslar arası düzeyde parasal sistemini belirleyen yasal kurallar para düzenini ve son olarak da devlet bütçesinin düzenlenmesine ilişkin yasalar bütçe düzenini oluşturacaktır[5].

Burada açıklanması gereken bir başka konu ekonomik düzen ile ekonomik anayasanın farklı kavramlar olduğudur. Zira ekonomik düzen ekonomik anayasa olmadan da var olabilir. Örneğin, ekonomik yaşamda kendiliğinden oluşmuş kurallar (örneğin iş ahlakı kuralları) ve kurumlar ile de ekonomik düzen oluşturulabilir. Ekonomik anayasanın amacı ise ekonomik düzenin daha iyi işlemesini sağlamaktır (Aktan,2004:138).

Avusturya İktisadı ve Hayek: Kurallar, Kurumlar ve Düzen

Avusturya İktisat Okulu, Carl Menger’in 1871 yılında yayımladığı “Politik İktisadın İlkeleri” adlı kitabı ile doğmuştur. Menger’i daha sonraki yıllarda Eugen von Böhm-Bawerk, Friedrich von Wieser ve Ludwig von Mises izlemiş ve bu düşünürler Avusturya Okulu’nun kurucuları arasında yerlerini almışlardır.

Avusturya okulu genellikle üç döneme ayrılarak incelenmektedir. Bunlardan ilk dönem temsilcileri aslında okulun kurucuları olan Carl Menger ve onun öğrencileri olan  Eugen von Böhm Bawerk ve Friedrich von Wieser’dir. Okulun ikinci dönem temsilcileri arasında Ludwig von Mises ve Joseph Schumpeter sayılabilir. Okulun son dönem temsilcileri ise Friedrich von A. Hayek, Fritz Machlup ve Gottfried Haberler sıralanabilir. Avusturya okuluna olan ilginin eskiye oranla artmasının nedenleri özellikle sosyalizmin çöküşü ve stagflasyonla birlikte keynezyen iktisat politikalarının önemini yitirmesidir. Okulun tekrar gün ışığına çıkmasında Mises ve Hayek’in liberalizm yanlısı görüşleri önemli bir paya sahiptir (Okur,2000:191).

Avusturya okulunun temel ilkeleri üç başlık altında toplanabilir[6]. Bunlar sırası ile subjektivizm, metodolojik bireycilik ve kendiliğinden doğan (spontan) düzen’dir. Bu başlık altında inceleyeceğimiz asıl konu Hayek’in kural ve kurumlar hakkındaki görüşleri olduğundan kendiliğinden doğan (spontan) düzen ve bu anlamda piyasa kavramları, Avusturya okulunun temel ilkeleri arasında bizce önemli bir paya sahiptir.

 

Avusturya İktisat Okulu’nun XX. Yüzyılda önemli isimlerinden biri de Friedrich Von A. Hayek’tir. Hayek’in özellikle toplumsal düzen şekilleri ve kurallar hakkındaki görüşleri onu bir avusturya iktisat okulu mensubu olarak yeni kurumsal iktisat içerisinde değerlendirmemize neden olmuştur. Gerçekten de Hayek eserlerinde kuralların toplumsal hayattaki önemine işaret etmiş, özellikle kendiliğinden oluşmuş kurallara vurgu yapmıştır. Şimdi Hayek’in kural-kurum ve sosyal düzen hakkındaki görüşlerini değerlendireceğiz.

 

Hayek’in iktisat yazınına kazandırdığı en önemli kavramlardan biri “kendiliğinden doğan düzen” kavramıdır. Hayek’in sosyal teorisinin de özünü oluşturan bu fikir, genişlemiş düzen olarak da ifade edilmekte ve insan eyleminin sonucu fakat insan tasarımının sonucu olmayan bir düzeni ifade etmektedir. Bu çerçevede Hayek piyasayı da kendiliğinden doğan bir düzen olarak nitelemiştir. Hayek’i kendiliğinden doğan düzen kavramına götüren temel onun bilgi hakkındaki varsayımlarıdır. Nitekim Hayek bilginin parça parça olduğunu ve kimsenin bu gerçek hayatta bulunan parçalanmış bilgilerin tamamına sahip olamayacağını savunmuştur. Hayek’in bilgi teorisinde önemli bir diğer kavram da “bilginin büyümesi” dir. Bu teoriye göre toplumda var olan bilgi zamanla büyüyen bir süreç izlemektedir. Bilginin büyümesinde tecrübe de önemlidir. Zira toplumda var olan bilgiden yararlı olanlar toplum tarafından kendiliğinden kabul görür ve kurumlaşır[7]. Buradan hareketle insan tasarımı ile oluşturulmuş olan düzenler insanın eksik bilgisi nedeni ile kusursuz olamayacaktır. 

Hayek’in düzen hakkındaki görüşlerini iki kavram çerçevesinde daha net anlayabiliriz. Bunlar Taxis ve Cosmos kavramlarıdır. Hayek’e göre Taxis insanlar tarafından yapılan oluşturulmuş bir düzendir. Bu anlamda devlet Hayek tarafından taxis bir düzen olarak nitelendirilmektedir. Diğer yandan Cosmos ise insan dizaynı olmayan kendiliğinden oluşmuş düzenleri ifade etmektedir. Cosmos düzenlerin Hayek tarafından en çok ön plana çıkarılanı piyasadır.

Hayek, düzen hakkındaki bu görüşlerini kural ve kurumlar içinde aynı çerçevede geliştirmiştir. Kurallar, formel ya da informel nitelikte olabilirler. Formel kurallar insanlar tarafından yapılan kurallardır. İnformel kurallar ise toplumda zaman içerisinde kendiliğinden oluşan kurallardır. Buna göre örneğin, kanunlar formel kurallara iyi birer örnek teşkil ederler. Gelenekler, örf ve adetler ise toplumda kendiliğinden oluşmuş informel kural örnekleridir.

Hayek’in formel kurallar (kanunlar) üzerine diğer görüşlerini de özetlemekte yarar bulunmaktadır. Hayek’e göre kanunların nedeni bireyi özgür kılmaktır. Hayek, kanun önünde eşitlik ve özgürlüğü savunmaktadır. Ancak bu onun kanunları özgürlükten daha üstün gördüğü anlamına gelmez. Ona göre kanun yalnızca özgürlüğü koruma amacına hizmet eden bir araçtır. Hayek kanunlarda bulunması gereken ilkeleri aşağıdaki gibi sıralamaktadır (Yayla,2000:33-34).

İlk olarak kanunlar genel, soyut kurallardan (abstract rules) oluşmalıdır. Burada Hayek kendi düşüncesindeki kanunların hiç kimseye ya da zümreye ayrıcalık tanımaması gerektiğini ifade etmektedir.

Kanunlarda bulunması gereken ikinci özellik, özgür bir toplumda kanun hakimiyetinin (the rule of law)  bulunmasıdır. Kanun hakimiyeti, bir kanunun hangi özellikleri taşıması gerektiğini ifade etmektedir. Bir kanunun kanun hakimiyetine uygun olması için onun öngörülebilir ve tarafsız olması gerekmektedir. Kanunların öngörülebilir olması sayesinde birey tabi bulunduğu yasal çerçeveyi bilir ve yöneticilerin keyfi olarak kanunları uygulamaları endişesinden uzak olarak yaşamını sürdürür. Kanunların tarafsız olması ise kanunların hem içeriği hem de uygulanacağı alan açısından anlam taşır. Buna göre hiçbir kanun bireyin kendi konumunu başkaları karşısında üstün ya da aşağı düşürecek nitelikte olmamalıdır.

Üçüncü özellik kanunlar idarenin gücünü ve yetkisini genel, öngörülebilir ve tarafsız olarak kullanmasına olanak sağlamalıdır. Bir takım yetkileri kullanmakla yükümlü olan idare bu yetkilerini kullanırken tarafsız davranmalı ve önceden belirlenmiş yasalar çerçevesinde yetkisini kullanmalıdır. İşte kanunların en önemli özelliklerinden biri, idarenin yetkisini tarafsız ve öngörülebilir bir şekilde kullanmasını sağlamaktır.

Kanunlarda bulunması gereken özellikleri yukarıdaki gibi sıraladıktan sonra şimdi de kanun hakimiyeti kavramı üzerinde biraz daha ayrıntılı olarak durmak istiyoruz. Hayek bir ülkenin hür olduğunu gösteren ve onu keyfi idare edilen diğer ülkelerden ayıran en güvenli özelliğin kanun hakimiyeti olduğunu savunmaktadır. Ona göre kanun hakimiyeti, hükümetin bütün faaliyet ve hareketlerinde değişmez ve önceden belirlenmiş bir takım kurallara bağlı kalmasıdır. Bu kurallar sayesinde yürütme yetkisini elinde bulunduran hükümetin önceden belli durumlar karşısında nasıl davranacağı bilinecek ve vatandaşlar davranışlarını buna göre ayarlayacaklardır (Hayek,1994:76).

Hayek birey özgürlüğünü sağlamak için kanun hakimiyetini savunmuştur. Ona göre bir gücü sınırlayamazsak, o gücün kötüye kullanımını da önleyemeyiz (Hayek,1994:226). Bu manada birey üzerinde baskın bir güce sahip olan kamu otoritesinin kanunlarla sınırlandırılması gerekmektedir. Bu hem bireyin daha özgür kılınabilmesi, hem de ekonomik yaşamda belirsizliklerin ortadan kalkması için gereklidir.

Hayek, devleti güçsüz bireyi güçlü olana karşı koruyan bir kurum olarak görmektedir. Yani devletin bir görevi de güçlüye karşı güçsüz olan bireyleri korumaktır. Devlet bunu güçlü olan bireylere karşı güç kullanarak yapacaktır. İşte asıl sorun buradadır. Devletin güçsüz bireyleri korumak için kullanacağı güç sınırsız mı olacaktır? Yani devlet güçsüz bireyleri koruma gerekçesi ile her türlü yetkiyi sınırsızca kullanma hakkına sahip midir? Hayek’in buna cevabı olumsuzdur. Devletin güçsüz bireyleri korumak için kullandığı güç sınırsız değildir. Bir diğer ifade ile devletin kullanacağı güç, kurallarla sınırlandırılmalı ve olabildiğince zararsız hale getirmelidir.

Hayek çalışmalarında hukuk kurallarının önemine de değinmektedir. Yazar Robert Frost’un Mending Wall adlı şiirindeki “İyi çitler iyi komşular yapar” dizisine atıfta bulunarak hukuk kurallarının önemine işaret etmektedir. Ona göre hukuk kurallarının hedefi, sınırlar çizerek günlük yaşam içerisinde bireylerin eylemleri sonucu birbirlerine müdahalesini mümkün olduğu kadar asgari seviyede tutmaktır (Hayek,1994:161,163).

Hayek, sosyal kural ve kurumların evrimci bir gelişim gösterdiğini belirtmiştir. Buna göre sosyal açıdan faydalı sonuçlar doğuran kural ve kurumlar varlıklarını sürdürecekler, faydalı olmayanlar ise yok olacaklardır (Oğuz,2004:93-94). Kurumların kuruluş aşamasındaki amaçlarının onların devamlarını sağlamaları üzerinde bir etkisi yoktur. Yani başlangıçta her kurum bir amacı gerçekleştirmek üzere kurulmuştur. Ancak bu amaç tek başına kurumun devamı için yeterli değildir. Sosyal kurumların en önemli işlevi ise geleceğe dair belirsizlikleri azaltmaktır. 

Hayek devletin önceden belirli kural ve kurumlar çerçevesinde, piyasanın serbest bir şekilde işleyişini sağlayacak fonksiyonları yüklenmesini önermektedir. Bu bağlamda özel sektör tarafından üretilemeyecek nitelikteki mal ve hizmetler devlet tarafından üretilmelidir. 

Buchanan : Anayasal Kuralların Önemi ve Gerekliliği

Kamu Tercihi (Public Choice) ve Anayasal İktisat (Constitutional Economics) disiplinlerinin doğuşuna önderlik eden Nobel ekonomi ödülü sahibi James M. Buchanan iyi bir sosyal düzen ve iyi bir devlet yönetimi için kurallar ve kurumların önemi üzerinde duran düşünürlerin başında gelmektedir. Buchanan, çalışmalarında özellikle politik süreçte anayasal kuralların önemi ve gerekliliği üzerinde durmaktadır.

Buchanan, devletin sahip olduğu güç ve yetkilerin anayasal düzeyde sınırlandırılmasını savunmaktadır. Ona göre örneğin devletin para basma yetkisi anayasal düzeyde sınırlandırılmalıdır. Kamu gücünü elinde bulunduran kişiler bu gücü sınırsızca kullanmak hakkına sahip olmamalıdır[8].

 

Buchanan

 

Buchanan, kurallar üzerine görüşlerini en kapsamlı olarak 1985 yılında Geoffrey Brennan ile birlikte kaleme aldığı The Reason of Rules, Constitutional Political Econom (Kuralların Nedeni: Anayasal Politik İktisat) adlı eserinde özetlemektedir. Adı geçen eserde Buchanan toplum halinde yaşamak için kurallara gerek olduğunu belirtmektedir. Yazar Hobbes’in Leviathan adlı eserinde “kurallar olmadan hayatın tenha, yoksul, çirkin ve kaba” olacağı sözüne atıfta bulunarak kuralların önemine işaret etmektedir.

Yine adı geçen eserde Buchanan kuralların en önemli özelliği olarak belirsizliği azaltmalarını göstermektedir. Kurallar, ekonomik yaşamda belirsizliği azalttıkları için bireylerin karar alırken karşılaştıkları önemli bir riski de ortadan kaldırmaktadır. Zira ekonomik açıdan karar alırken en önemli risklerden biri belirsizliktir. Belirsizlik ya da önünü görmeme birey açısından karar alma aşamasında son derece önemli bir engeldir.

Buchanan geliştirdiği kamu tercihi teorisini metodolojik olarak kurucu rasyonalizm üzerine inşa etmiştir. Buna göre sosyal düzeni belirleyen kurallar ve kurumlar birey tercihleri doğrultusunda ve bireyler tarafından oluşturulmalıdır. Zira Buchanan’ın teorisinde birey ön plandadır. Bireyin rasyonel tercihler yapabileceğini savunan Buchanan iyi bir sosyal düzenin dizaynını da yine bireylerin yapabileceğini savunmuştur. Buchanan’ın kurucu rasyonalizm düşüncesi literatüre “sözleşmecilik” (contractarianism) olarak geçmiştir. Kurucu rasyonalizme göre iyi bir toplumsal dozen için gerekli kural ve kurumlar bireyler tarafından oluşturulabilir. Buchanan’a gore  bu kural ve kurumlar  bireylerce karşılıklı anlaşma, uzlaşma ve sözleşme gibi yöntemlerle tespit edlebilir. Bu açıdan anayasa en önemli toplumsal sözleşmedir.

Buchanan oyunun kurallarının öncelikle anayasal düzeyde belirlenmesi gerektiğini savunmaktadır. Ona göre her bir turda kuralları değişen bir oyunun kuralsız bir oyundan farkı yoktur. Buradan kuralların çok sık değişmemesi gerektiği sonucunu çıkarabiliriz. Gerçekten de ekonomik hayatta istikrar her açıdan çok önemli bir paya sahiptir. Bu açıdan değerlendirdiğimizde örneğin anayasal çerçevede belirlenmiş bir takım ekonomik kuralların da çok sık değiştirilememesi gerekmektedir. Zira Buchanan kuralların değiştirilmesinde Wicksell’in oybirliği ilkesini gerekli görmektedir.  Buchanan akademik yaşantısında Wicksell’den önemli ölçüde etkilenmiştir. Bu manada Wicksell’in kurallara olan inancı Buchanan’ı da önemli derecede etkilemiştir. Örneğin vergilemeye ilişkin kurallar prosedürel olabileceği gibi niceliksel de olabilir. Buchanan vergilemede tahsis ilkesini savunarak belli vergilerin belli harcamaları karşılaması gerektiğini savunmuştur. Bunun dışında vergi yüküne ilişkin olarak anayasaya, vergi yükünün GSMH’nın belli bir oranını geçemeyeceğine dair niceliksel bir sınırlama da konulabilir. 

İktisat bilimini kuralları olan bir oyun olarak tanımlayan Buchanan, kurallar olmaksızın bir toplumun da varolamayacağını belirtmektedir. Fikirlerini daha çok birey temeli olarak geliştirmiş, metodolojisinde kurucu rasyonalizmin etkisinde kalmıştır. Kurallar belirsizliği azalttıkları için gereklidir. Yine kurallar mevcut iktidarı sınırlandırdıkları için bireyi devlete karşı korumaktadır. Buchanan’a göre devlet iyi bir toplum için gerekli düzeni sağlayıcı yasaları koymalı ve toplum için gerekli olan mal ve hizmetleri üretmelidir. Ancak devlet bütün bu yetkilerini anayasal çerçevede kullanmalıdır. Yani devletin sınırsız yetkisi olmamalıdır. [9] 

 

Mülkiyet Hakları ve İşlem Maliyetleri

 

Bu başlık altında yeni kurumsal iktisat içerisinde önemli bir yer işgal eden işlem maliyetleri ve mülkiyet hakları üzerinde duracağız. Mülkiyet hakları Ronald H. Coase’un 1960 yılında “Sosyal Maliyet Sorunu” (The Problems of Social Cost) adlı makalesinin yayınlaması ile popüler olmuştur. Mülkiyet hakları ile ilgili bir diğer önemli isim olan Harold Demsetz ise 1967 yılında “Mülkiyet Hakları Teorisine Doğru” (Towards of Theory of Property Rights) adlı makalesini yayınlamış ve mülkiyet hakları literatürüne önemli katkılar yapmıştır. İşlem maliyetleri ise Ronald H. Coase’un 1937 yılında yayınladığı “Firmanın Doğası” (The Nature of the Firm)[10] adlı makalesinde yer almıştır. [11] Sözkonusu literatüre katkılarda bulunan bir başka iktisatçı ise  Oliver Williamson’dur. [12]

Coase

 

Mülkiyet hakları[13] bireylerin sosyal hayatta yapabileceklerini, sorumluluklarını ve özgürlüklerinin sınırlarını tanımlar. Bir anlamda oyunun kuralları olarak da tanımlanabilirler. Mülkiyet haklarının iyi tanımlandığı ekonomilerde bireyler arasındaki anlaşmazlıklar azalacaktır. Mülkiyet haklarını genel olarak ekonomik mülkiyet hakları ve yasal mülkiyet hakları olarak ikiye ayrılabilir. Ekonomik mülkiyet hakları, bireylerin ulaşmaya çabaladığı nihai haklar kümesini işaret etmektedir. Yasal mülkiyet hakları ise bireylerin ulaşmaya çabaladığı nihai haklar kümesine erişmek için kullanılan bir araç hükmündedir (Oğuz,2003:17).

İktisadi açıdan mülkiyet hakkı dediğimiz zaman bunun ne anlama geldiğinin anlaşılabilmesi için mülkiyet hakkının kavram olarak neleri kapsadığına, yani sınırlarına bakmamız gerekmektedir. İlk olarak mülkiyet hakkı bir iktisadi değeri, kullanıcısının onu fiziksel olarak başka bir biçime dönüştürme ve hatta yok etme dahil bütün meşru kullanma biçimlerini tanımlayan “kullanım hakkını” içermektedir. Mülkiyet hakları, bir toplumda yaşayan bireylere, belirli bir iktisadi değeri yasak olmayan kullanma biçimlerinden birini seçerek kullanma yetkisi vermektedir. İkinci olarak mülkiyet hakkı iktisadi değer üzerinden sahibine “gelir elde etme” hakkını da içerir. Son olarak mülkiyet hakkı bir iktisadi değer üzerindeki sahiplenme hakkını sürekli bir başkasına “aktarma hakkını” da içerir. (Demir,1996:227-228). 

Ronald Coase, “Sosyal Maliyet Sorunu” (The Problems of Social Cost) adlı makalesinde mülkiyet haklarının tam olarak tanımlandığı bir ekonomide dışsallıkların karşılıklı olarak anlaşma sonucunda içselleştirilebileceğini savunmuştur. Mülkiyet haklarının tam olarak tanımlanması ise bir varlığa ilişkin yukarıda saydığımız söz konusu kullanımların tam olarak bilinmesini ifade etmektedir. 

Mülkiyet hakları teorisine göre, mülkiyet hakları ile servet arasında doğrusal bir ilişki bulunmaktadır. Mülkiyet haklarının olmadığı bir düzende ticaret olmayacaktır. Mülkiyet hakları bireyler arasındaki çatışmayı azaltarak rekabetin gelişmesine de yardımcı olmaktadır. Rekabet ekonomik gelişmenin altyapısını oluşturmaktadır. Mülkiyet hakları ile ekonomik gelişme arasındaki ilişkinin ampirik incelemelerini ortaya koyması açısından Heritage Vakfı ve Fraser Enstitüsü tarafından hazırlanan özgürlük endeksleri önemli bir yere sahiptir. Her iki kurum tarafından ayrı ayrı hazırlanan özgürlük endeksleri, birbirleriyle tutarlı bir şekilde mülkiyet haklarının tanımlanması ve korunması ile ekonomik gelişme arasında olumlu bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır (Oğuz,2003:25).

Ekonomik gelişme ile mülkiyet hakkı arasındaki ilişki aslında mülkiyet hakkı kavramının sınırları içerisinde ele aldığımız “kullanma hakkı” içerisinde gizlidir. Kullanma hakkına göre mülkiyet hakkı bir kişiye herhangi bir iktisadi değeri meşru yollardan kullanma hakkını vermektedir. İktisat biliminin en temel sorunlarından olan üretim faktörlerinin, yani kaynakların, nasıl ve kimin için kullanılacağına karar verilmesi gündeme geldiğinde, en temel belirleyici unsur mülkiyet olmaktadır. Mülkiyet hakkı sisteminin sağladığı kullanım hakkı, kıt kaynakların alternatif kullanım imkanları arasında nasıl kullanılacağına karar verilmesinde en temel faktörlerden birisidir (Demir,1996:227-228).  

Harold Demsetz, “Mülkiyet Hakları Teorisine Doğru” (Towards a Theory of Property Rights) adlı eserinde mülkiyet haklarını dışsallıklar ekseninde ele almaktadır. Demsetz söz konusu makalesinde mülkiyet haklarının birisine veya başkalarına zarar veya fayda verme hakkını ifade ettiğini vurgulamaktadır. Örneğin bir üreticinin daha iyi bir mal üreterek rakibini zarara uğratmasına izin verilirken, rakibini öldürmesine izin verilmemektedir. Bu açıdan değerlendirdiğimizde mülkiyet haklarının, kişilerin bu hakları kullanarak nasıl menfaat elde edeceklerine ve başkalarını nasıl ve ne çerçevede zarara uğratabileceklerine ilişkin sınırları çizdiğini söyleyebiliriz (Demsetz,2000:176).

Mülkiyet hakları kavram olarak iktisadi düşünce içerisinde yeni bir konu değildir. Zira yerleşik iktisat, ekonomik yapı içerisinde mülkiyet hakkı kavramını veri olarak almış, dolayısı ile iktisadi analizlerde devre dışı bırakmıştır. Bununla birlikte mülkiyet hakkının iktisadi yeri ve önemi hakkındaki görüşleri çok gerilere kadar götürmek mümkündür. Burada kurumsal iktisadın mülkiyet hakları konusuna yaptığı katkı, mülkiyetin iktisadi etkinliklerin yapı ve niteliğini değiştirici özelliği olarak söylenebilir (Demir,1996:227).

Burada vurgulamamız gereken son bir nokta mülkiyet hakkı-devlet ilişkisidir. Mülkiyet haklarının tanımlanması ve korunması konusunda temel yükümlülük devlete düşmektedir. Devlet formel olarak oluşturduğu yasalar yardımı ile mülkiyet haklarının sınırlarını belirlemelidir.  

Bu başlık altında ele alacağımız ikinci konu işlem maliyetlerdir. Yukarıda açıklamaya çalıştığımız mülkiyet hakları kavramı işlem maliyetleri ile organik bir ilişki içindedir. İşlem maliyetlerini (transaction cost) mülkiyetin transferi, korunması ve elde edilmesi ile ilgili maliyetler olarak tanımlayabiliriz. İşlem maliyetleri ekonomik faaliyet içerisinde üç şekilde görülmektedir[14]. Bunlar: arama maliyetleri, pazarlık maliyetleri ve toplumsal düzeni ve sözleşmelerin gereklerini yerine getirilmesini sağlamanın maliyetidir. Arama ve pazarlık maliyetleri piyasadaki malların sayısı ile ilgilidir. Örneğin piyasada mevcut herhangi bir malın benzerinin olmadığı durumlarda (piyasada standartlaşmış mal ve hizmetler) arama ve pazarlık maliyetleri düşük olacaktır. Tersi durumda ise arama ve pazarlık maliyetleri yüksek olacaktır. (Oğuz,2003:27;Demir,1996:216). İşlem maliyetleri son olarak toplumsal düzeni ve sözleşmelerin gereklerini yerine getirilmesini sağlamanın maliyetini içermektedir. Burada aslında işlem maliyetleri ile devlet ilişkisi ifade edilmektedir. Şöyle ki: İktisadi kalkınma için, toplumsal işlemlerin yürütülmesinde kuralların konması ve konulan bu kurallara uyulup uyulmadığının denetlenmesi son derece önemlidir. Tarihsel gelişme içerisinde baktığımızda, devletlerin mübadele aracı olarak istikrarlı bir parayı piyasaya sürmelerinin, işlem maliyetlerinin düşmesi ve ekonomik kalkınmanın hızlanması açısından önemli bir paya sahip olduğunu görüyoruz. Zira parasal istikrarın bozulduğu enflasyon dönemlerinde işlem maliyetleri artarak ekonomik gelişmeyi olumsuz yönde etkilemiştir (Demir,1996:218).

Devlet, işlem maliyetlerini düşürecek bir takım önlemleri alabileceği gibi bizzat kendisi bazı durumlarda işlem maliyetlerinin artmasına neden olabilir. Örneğin, devletin bazı mal ve hizmetlerin alınıp satılmasına sınırlamalar getirmesi işlem maliyetlerini arttıracaktır. Yine ekonomide devletin neden olduğu bir takım dengesizlikler de işlem maliyetlerini artırıcı etkiye neden olacaktır. Bunun en tipik örneği enflasyonist dönemlerde firmaların uzun dönemli yatırım kararları verirken karşılaştıkları bilgi edinmenin maliyetidir. 

İşlem maliyetleri kavramını ilk defa ele alan iktisatçı yukarıda da değindiğimiz gibi Coase olmuştur. Coase 1937 tarihli “The Nature of the Firm” adlı klasik makalesinde, firmaları işlem maliyetlerini düşüren bir etken olarak göstermektedir. Yani Coase’a göre firmaların varoluş nedeni, piyasaya göre işlem maliyetlerini azaltmalarıdır. Herhangi bir üretim işleminin piyasada sözleşmeler yoluyla ya da firma içerisinde gerçekleştirilmesini belirleyen temel etken işlem maliyetleridir. Coase, piyasada işlem yapmanın belirli bir maliyet içerdiğini, bu nedenle ekonomik faaliyetin bir kısmının firmalar yoluyla yapılmasını önermektedir (Oğuz,2003:26).

Williamson işlem maliyetleri iktisadının ortaya çıkışında, Coase’un önemli bir yere sahip olmasının bir diğer nedenini Coase’nin adı geçen makalesiyle firmayı bir üretim birimi olarak görmenin yanında bir yönetim birimi olarak da tasvir etmesi olarak ifade etmektedir. Bu katkı ile firmayı daha çok üretim fonksiyonu çerçevesinde ele alan yaklaşıma karşın Coase firmanın yönetim işlevini ön plana çıkarmıştır. Buradan hareketle işlem maliyeti iktisadının, firmanın üretim işlevinde yoğunlaşan mevcut vurgunun yönetim işlevine doğru kayması ile doğduğunu söyleyebiliriz (Demir,1996:211).

Yukarıda sayılan işlem maliyetlerinin varlığı aslında piyasaların ortaya çıkışını da açıklayıcı bir etkendir. Piyasa, piyasa dışı mübadele ile karşılaştırıldığında işlem maliyetlerinin azalmasına neden olmaktadır. Piyasada bir malla ilgili tüm fiyatları öğrenmek daha kolay olmaktadır. Piyasanın aktörler için gerekli olan bilgiyi daha az maliyetle karşılayabilmesi piyasanın ortaya çıkışının en önemli etkenlerinden birisidir.  

Douglas North: Kurumsal Altyapı ve Ekonomik Gelişme

Günümüzde yeni kurumsal iktisat alanında önemli isimlerden birisi de Douglas North’dur. North çalışmalarında kural ve kurumlar ile ekonomik performans üzerindeki ilişkiyi incelemiş ve  özellikle kurumsal değişimin ekonomik performans üzerindeki olumlu etkilerini vurgulamıştır. [15]

North’a göre kurumlar bir toplumda oynanan oyunun kurallarıdır. Daha formel bir anlatımla, insanlar arasındaki etkileşimi biçimlendiren, insanların getirdiği kısıtlamalardır (North,2002:10). Burada North kurumları formel kurallar çerçevesinde değerlendirmiştir. Ancak kurumlar formel kurallar ve  informel kurallardan oluşmaktadır.

Formel kurallar üst makamlarca oluşturulan kısıtlardır. Buna karşın informel kuralların gerisinde North’a göre toplumsal olarak aktarılan bilgi yani kültür vardır. North kültürü bir kuşaktan diğerine öğrenme veya taklit yoluyla aktarılan bilgi, tavır ve davranış kümesi olarak tanımlamıştır (North,2002:52). North’un deyimiyle devletin veya formel kuralların olmaması durumunda, mevcut toplumsal ağ ciddi bir istikrara sahip olan informel yapıların ortaya çıkmasını ve gelişmesini sağlar (North,2002:54)[16]. İnformel kuralların ortaya çıkışında bir diğer açıklayıcı etken geleneklerdir. Gelenekler, zaman içerisinde kendiliğinden oluşmuş yani  bilinçli bir şekilde tasarlanmamış kurallardır.

North, formel kuralları siyasi (ve yasal) kurallar, ekonomik kurallar ve sözleşmeler olarak üçe ayırmaktadır. Siyasi kurallar, genel olarak devlet sistemini, devlet sisteminin hiyerarşik yapısını, temel karar mekanizmasını ve denetim mekanizmasını tanımlar. Ekonomik kurallar; mülkiyet haklarını, yani mülkiyeti, bu mülkiyet üzerinden sağlanan gelir üzerindeki hakları ve mülkiyetin devrine ilişkin hakları tanımlar. Sözleşmeler ekonomik mübadeleye ilişkin herhangi bir anlaşmaya özel koşulları içerirler (North,2002:65).       

Kurumların temel özelliklerini North’un görüşleri çerçevesinde şöyle sıralayabiliriz: Kurumların en önemli özelliği belirsizliği azaltmalarıdır. Zira kural ve kurumların temel amacı, oyunun nasıl oynanacağını tanımlamak ve belirlemektir. Kural ve kurumlar ekonomik aktörleri karar verme aşamasında belirsizliği azaltarak daha rasyonel kararlar almaları yönünde etkilemektedirler. İkinci olarak kurumsal kısıtlamalar bireylerin yapmalarının yasak olduğu faaliyetleri tanımlar. Bunun doğal sonucu olarak kurumlar sayesinde bireyler ne tür davranışları hangi sınırlar çerçevesinde gerçekleştireceklerini bilmektedirler. Yani kurumlar ekonomik aktörler arasındaki etkileşimin sınırlarını oluşturmaktadırlar. North, bu çerçevede kurumları rekabete dayalı bir takım oyununun kurallarına benzetmektedir (North,2002:10-11).

Gerek formel gerekse informel olsun kural ve kurumların bir diğer temel fonksiyonu North tarafından istikrarı ve sürekliliği sağlamaları olarak ifade etmiştir (North,1997:2). Kural ve kurumlar ekonomide sürekliliği ve istikrarı sağlarlar. Özellikle kolay değiştirilmesi mümkün olmayan kurallar ekonomide istikrar açısından son derece önemlidir. Kural ve kurumların sağladığı istikrar ve süreklilik ekonomik performansın artmasında da önemli bir paya sahiptir.  

North, çalışmalarında kurum ile “kuruluş” olarak nitelendirdiği, Hayek’in de “organizasyon” olarak adlandırdığı yapılar arasındaki farkı da vurgulamaktadır. North’a göre kurumlar gibi kuruluşlar da, insanlar arasındaki etkileşime bir yapı kazandırmaktadırlar. Kurumlar bir toplumda oyunun kurallarını ifade ederken, kuruluşlar (organizasyonlar) siyasi (siyasi partiler vb.), ekonomik (şirketler vs.), toplumsal (klüpler vs.) ya da eğitim amaçlı oluşumları (okullar, üniversiteler vs.) ifade etmektedirler. Kuruluşlar, belirli bir hedefe ulaşmak gibi ortak bir amacı olan bireylerin oluşturdukları gruplardır (North,2002:11-12).

North çalışmalarında kurumsal değişim üzerinde de önemle durmuştur. Kurumlar zaman içerisinde değişmekte ve evrimleşmektedir. Kurumsal yapıda meydana gelen bu değişim bireylerin alacağı kararlar üzerinde de değişime neden olmaktadır. Kurumsal değişim devamlı ve aşamalı bir şekilde gerçekleşmektedir. Kurumları oluşturan formel kurallar bir gecede değişebilse de gelenekler, görenekler, örf ve adetler gibi informel kurallardan oluşan kurumlar ani değil tedricen değişmektedir.

North kurallardan kurumsal değişime giden yolu şu şekilde açıklamaktadır; Bir toplumda mevcut formel ya da informel kurallar yine o toplumdaki formel ya da informel kurumları oluşturmaktadır. Kurumlar sayesinde ekonomik aktörler hangi sınırlar çerçevesinde faaliyette bulunacaklarını, yani kısıtlarını bilmekte ve o kısıtlar çerçevesinde faaliyet göstermektedirler. Bir bakıma kurumlar ekonomik aktörlere toplumda mevcut fırsatları göstermektedirler. Kuruluş olarak nitelendirilen organizasyonlar ise bu fırsatlardan yararlanmak için oluşturulmuş birimlerdir. Örneğin, eğitim kurumunun sunduğu fırsatlardan yararlanmak için okullar kurulmuştur. Şeklin son ayağını ise kurumsal değişim oluşturmaktadır. Kurumsal değişimin nedenlerinden biri North’a göre kuruluşlarda meydana gelen değişimdir.

Kuruluşlar aslında kurumsal değişimin nedenleri arasında son halkayı oluşturmaktadır. Kurumsal değişimin temel nedeni North’a göre göreli fiyatlardaki değişim ve bu değişimin neden olduğu zevklerdeki değişimdir. Göreli fiyatlardaki değişim, insan davranışlarını ve onları giderme yollarını değiştirmektedir. Bunun sonucunda kişilerin zevk ve tercihlerinde de değişimler meydana gelir. Zevk ve tercihlerdeki değişim ise bunları gidermek için kurulan kuruluşların değişimine neden olmaktadır. Yani kurumsal değişim zincirinde ilk halkayı göreli fiyatlardaki değişim; son halkayı ise kuruluşlarda meydana gelen değişim oluşturmaktadır.


 

[1] Bu konuda bkz: Bkz: Böhm, 1989(a); Böhm, 1989(b), Eucken, 1951; Eucken, 1992.

[2] Freiburg Okulu’nun önemle üzerinde durduğu “ekonomik düzen” kavramı, “ekonomik birimlerin karar alanları ve faaliyetlerinin uzun dönemde yerleşmiş çevresel koşullarını belirleyen kural, norm ve kurumlar bütünü” olarak tanımlamaktadır (Aktan,2004:132).

[3] Söz konusu ilkelerin ayrıntılı açıklaması için bkz.: Coşkun Can Aktan, Yeni İktisat Okulları, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2004, s.135-136

[4] Söz konusu ilkeler hakkında geniş bilgi için bkz: Coşkun Can Aktan, Politik İktisat, Anadolu Matbaacılık, İzmir, 2000, s.162-163.

[5] Ayrıntılı bilgi için bkz.: Hüsnü Erkan, Ekonomi Politikasının Temelleri, Aydın Yayınevi, 1984, İzmir, s.190-204.

[6] Söz konusu ilkeleri kısaca şöyle açıklayabiliriz. Avusturya okulunun temel kavramı olan subjektivizm kelime anlamı olarak öznellik demektir. Nitekim Avusturya okulunun temsilcileri de bireylerin tatminlerinin karşılaştırılamayacağını çünkü bunun öznel (kişiye özgü) bir anlamı olduğunu savunmuşlardır. Okulun kurucusu sayılan Menger’de malların değerini belirleyen şeyin bu mallara bireyler tarafından verilen değer ve istek olduğunu söylemiştir. Metodolojik bireycilik ise bir toplumda toplumsal kurum ve davranış şekillerini anlamak için bireyden yola çıkmak gerektiğini ifade eder. Kendiliğinden doğan düzen kavramı ise özellikle Hayek’in üzerinde durduğu bir kavramdır. Düşünüre göre kendiliğinden doğan düzen, insan tasarımı ile değil ancak insan davranışarı sonucu oluşan düzeni ifade eder.    

[7] Hayek’in bilginin bu şekilde kurumlaşmasında Darwin’in doğal seleksiyon görüşünden oldukça etkilendiğini görüyoruz. Nitekim bu teoriye göre doğada güçlü olan türler hayatta kalarak nesillerini sürdürebilmişlerdir. 

[8] Burada Lord Acton’un şu sözünü vermekte yarar görüyoruz; “Güç yozlaşma doğurur. Mutlak güç, mutlak yozlaşma demketir” (Power tends corrupt and absolute power corrupts absolutely) (Coşkun Can Aktan, Özgür Sözler, Çizgi Kitabevi, Konya, 2003, s.79).

[9] Buchanan ve anayasal iktisat üzerine görüşleri için bkz: Bkz: Brennan & Buchanan, 1980; Brennan & Buchanan, 1985; Buchanan, 1987; Buchanan, 1978; Buchanan and Tullock, 1967.

[10] Bkz.: Ronald H. Coase, “The Nature of the Firm”, in: Coase, Ronald H. (ed.), The Firm, the Market, and the Law, Chicago, University of Chicago Press, pp.33-55.

[11] Coase’un başlıca eserleri için bkz: Coase, 1937; Coase,1964; Coase, 1972; Coase, 1974; Coase, 1984; Coase, 1988; Coase, 1992.

[12] Bkz: Williamson, 1975; Williamson, 1985; Williamson, 1991.

[13] Mülkiyet hakkı yeni kurumsal iktisat alanında günümüzün önde gelen isimlerinden olan Douglas North tarafından “bireylerin kendi emekleri ile sahip oldukları mal ve hizmetler üzerinde kazandıkları haklar” olarak tanımlanmaktadır (North,2002:47).

[14] Fuat Oğuz Mülkiyet Hakları adlı eserinde işlem maliyetleri arasında uygulama maliyetlerini de saymaktadır. Oğuz’a göre uygulama maliyeti, mülkiyet haklarının devri ile ilgilidir. Zira mülkiyet hakkının devrinin zaman aldığı durumlarda uygulama maliyetleri artarken tersi durumda azalmaktadır. Bu açıdan değerlendirdiğimizde bakkaldan bir ekmek almanın uygulama maliyeti ile bir ev yaptırmanın uygulama maliyeti aynı olmayacaktır (Oğuz,2003:28). 

[15] North’un başlıca çalışmaları için bkz: North, 1990; North, 1991; North, 1973; North, 1989; North, 2002.

[16] North bu görüşünü iki antropoloğun (Antroploji, insanların menşeini, biyolojik niteliklerini, evrim şekillerini sosyal ve kültürel özelliklerini inceleyen bir sosyal ilim dalıdır) yaptığı çalışmayla desteklemektedir. Bunlardan ilki Evans-Pritchard’ın Nuer araştırmasına dayanarak Robert Bates’in geliştirdiği tezi, diğeri ise Elizabeth Colson’un Tonga araştırmasıdır. Nuer çalışmasında Pritchard, Nuerler adlı hırsızlık yapan bir toplumdan bahsetmiştir. Yalnız burada Nuerler hırsızlık yaparken kendi toplumları içinden değil başka toplumlardan hırsızlık yapıyorlardı. Aynı şekilde Colson’ da Tonga toplumunda hediye vermenin informel bir kurum olduğundan bahsederek “Tonga halkı arasında yaşarken, hediye vermediğim kişilere hakaret olduğu için içimden geldiği zaman hediye veremeyeceğimi öğrendim” demektedir. Buradan çıkan sonuç, formel kuralların olmaması durumunda toplumsal ağın bazı davranışları şekillenmesinde etkili olacağıdır.