Eucken ve Böhm: Piyasa Düzeni ve Kuralların Önemi
Alman ORDO liberalizminin öncülerinden Walter Eucken ve
Franz Böhm’ün piyasa ekonomisinin düzen içerisinde işleyebilmesine
yönelik görüşleri son derece önemlidir.
Eucken ve Böhm, 1930’lı yıllarda politik ve ekonomik
düzenin temel kural ve kurumlarını içerecek bir ekonomik anayasanın
oluşturulmasının önemi üzerinde durmuşlardır. (Aktan,2000:153; Rieter
and Schmolz,1993:96).
Eucken ve Böhm, toplumsal düzenin zorunlu bir şart
olduğunu, ekonomik düzenin
ise toplumsal düzenin bir yönünü oluşturduğunu savunmaktadırlar. Onlara
göre ekonomik düzen kendiliğinden (spontane) oluşan bir düzen değildir.
Ekonomik düzenin kural ve kurumları bizzat bireyler tarafından
oluşturulabilir ve oluşturulmalıdır.
|
Walter Eucken |
Franz Böhm |
Ekonomik düzen kendiliğinden oluşmuş bir düzen
olmadığına göre, böyle bir düzendeki mevcut rekabet sistemi de yetersiz
olacaktır. Bu durumu başka bir açıdan değerlendirecek olursak mevcut
piyasa ekonomisi sisteminde eksik rekabetin olduğunu söyleyebiliriz.
Freiburg okulu savunucularına göre piyasadaki mevcut eksik rekabeti
önleyici kurallar devlet tarafından konulmalıdır. Nitekim Freiburg
okulunun kurucuları arasında yer alan Walter Eucken 1942 yılında kaleme
aldığı “Ekonomik Anayasanın Temel İlkesi” adlı makalesinde,
ekonomik düzenin en önemli ilkesi olarak rekabet kurumunu görmektedir.
Walter Eucken planlama ve yönlendirme biçimi ile
mülkiyet yapısını esas alarak iki farklı ekonomik düzen sınıflaması
yapmaktadır. Bunlar sırası ile piyasa ekonomisi ve kumanda ya da komuta
ekonomisi’dir. Piyasa ekonomisinde merkezi olmayan planlama ve
yönlendirme söz konusu iken kumanda ekonomisinde tüm üretim faktörleri
devlet elindedir, yani merkezi bir planlama ve yönlendirme söz
konusudur.
Eucken, yukarıda bahsettiğimiz ekonomik sistemlerden
piyasa ekonomisinin oluşması ve kurumsallaşması için yedi ilkeden söz
etmektedir. Bunlar sırası ile; tam rekabet, parasal istikrar, piyasaya
giriş çıkış serbestisi, özel mülkiyet, ekonomik birimlerin
faaliyetlerinden kendilerinin sorumlu olması, sözleşme özgürlüğü ve
ekonomi politikalarında istikrar ve öngörülebilirlik ilkeleridir.
Piyasa ekonomisi kendiliğinden oluşan bir düzen olmadığı için piyasa
ekonomisinin kurumlaşması ve oluşturulması için -bir başka deyişle
etkin bir piyasa ekonomisinin tesisi için- bu ilkelerin, bir ekonomik
anayasa içerisinde belirlenmesi önem taşımaktadır.
Eucken, piyasa ekonomisinin kurumlaşması için gerekli
olan ilkelerden başka bir de piyasa ekonomisini düzenleyici ilkelerden
bahsetmektedir. Eucken söz konusu ilkeleri;
monopol denetimi, gelir dağılımının düzeltilmesi, asgari fiyat
uygulaması, dışsal maliyetlerin ortadan kaldırılması ve ekonomik düzenin
hukuki çerçevesi yani ekonomik anayasa hukukunun oluşturulması olarak
sıralamaktadır.
Bu makalenin konusu açısından önemli olduğunu
düşündüğümüz “Ekonomik Düzenin Hukuki Çerçevesi: Ekonomik Anayasa
Hukuku” ilkesini açıklamak istiyoruz. Bu ilkeye göre, ekonomik
düzenin hukuki çerçevesini oluşturan kural, norm ve kurumlar bütünü
Ekonomik Anayasa olarak adlandırılmaktadır. Bir başka ifadeyle ekonomik
birimlerin karar ve faaliyet alanlarını düzenleyen her türlü hukuki
norm, kural ve kurumlar bütünü Ekonomik Anayasa anlamına gelmektedir.
Bir başka ifade ile ekonomik anayasa, mevcut veya amaçlanan ekonomik
düzeni oluşturup şekillendiren her türlü hukuki düzenlemeler bütününden
oluşmaktadır. Ekonomik anayasa, toplumsal sürecin ekonomik alanını
düzenlemekte ve ekonomi için önemli ve gerekli hukuki kuralları
içermektedir (Erkan,1984:58).
Ekonomik düzenin hukuksal çerçevesini oluşturan ekonomik
anayasa dört temel alanı düzenlemektedir. Bunlar sırası ile üretim,
piyasa, para ve bütçe alanlarıdır. Ekonomik anayasa ile bu alanları
düzenleyici hukuksal araçlar oluşturulmalıdır. Örneğin üretim araçları
üzerindeki mülkiyeti belirleyen yasalar mülkiyet düzenini, piyasalara
giriş-çıkış serbestisi ve rekabet ilişkilerini belirleyen yasalar piyasa
düzenini, bir ülkenin içerde ve uluslar arası düzeyde parasal sistemini
belirleyen yasal kurallar para düzenini ve son olarak da devlet
bütçesinin düzenlenmesine ilişkin yasalar bütçe düzenini oluşturacaktır.
Burada açıklanması gereken bir başka konu ekonomik düzen
ile ekonomik anayasanın farklı kavramlar olduğudur. Zira ekonomik düzen
ekonomik anayasa olmadan da var olabilir. Örneğin, ekonomik yaşamda
kendiliğinden oluşmuş kurallar (örneğin iş ahlakı kuralları) ve kurumlar
ile de ekonomik düzen oluşturulabilir. Ekonomik anayasanın amacı ise
ekonomik düzenin daha iyi işlemesini sağlamaktır (Aktan,2004:138).
Avusturya İktisadı ve Hayek: Kurallar, Kurumlar ve
Düzen
Avusturya İktisat Okulu, Carl Menger’in 1871 yılında
yayımladığı “Politik İktisadın İlkeleri” adlı kitabı ile
doğmuştur. Menger’i daha sonraki yıllarda
Eugen von Böhm-Bawerk, Friedrich von Wieser ve Ludwig von Mises izlemiş
ve bu düşünürler Avusturya Okulu’nun kurucuları arasında yerlerini
almışlardır.
Avusturya okulu genellikle üç döneme
ayrılarak incelenmektedir. Bunlardan ilk dönem temsilcileri aslında
okulun kurucuları olan Carl Menger ve onun öğrencileri olan Eugen von
Böhm Bawerk ve Friedrich von Wieser’dir. Okulun ikinci dönem
temsilcileri arasında Ludwig von Mises ve Joseph Schumpeter sayılabilir.
Okulun son dönem temsilcileri ise Friedrich von A. Hayek, Fritz Machlup
ve Gottfried Haberler sıralanabilir. Avusturya okuluna olan ilginin
eskiye oranla artmasının nedenleri özellikle sosyalizmin çöküşü ve
stagflasyonla birlikte keynezyen iktisat politikalarının önemini
yitirmesidir. Okulun tekrar gün ışığına çıkmasında Mises ve Hayek’in
liberalizm yanlısı görüşleri önemli bir paya sahiptir (Okur,2000:191).
Avusturya okulunun temel ilkeleri üç
başlık altında toplanabilir.
Bunlar sırası ile subjektivizm, metodolojik bireycilik ve kendiliğinden
doğan (spontan) düzen’dir. Bu başlık altında inceleyeceğimiz asıl konu
Hayek’in kural ve kurumlar hakkındaki görüşleri olduğundan kendiliğinden
doğan (spontan) düzen ve bu anlamda piyasa kavramları, Avusturya
okulunun temel ilkeleri arasında bizce önemli bir paya sahiptir.
Avusturya İktisat Okulu’nun XX.
Yüzyılda önemli isimlerinden biri de Friedrich Von A. Hayek’tir.
Hayek’in özellikle toplumsal düzen şekilleri ve kurallar hakkındaki
görüşleri onu bir avusturya iktisat okulu mensubu olarak yeni kurumsal
iktisat içerisinde değerlendirmemize neden olmuştur. Gerçekten de Hayek
eserlerinde kuralların toplumsal hayattaki önemine işaret etmiş,
özellikle kendiliğinden oluşmuş kurallara vurgu yapmıştır. Şimdi
Hayek’in kural-kurum ve sosyal düzen hakkındaki görüşlerini
değerlendireceğiz. |
|
|
Hayek’in iktisat yazınına
kazandırdığı en önemli kavramlardan biri “kendiliğinden doğan düzen”
kavramıdır. Hayek’in sosyal teorisinin de özünü oluşturan bu fikir,
genişlemiş düzen olarak da ifade edilmekte ve insan eyleminin sonucu
fakat insan tasarımının sonucu olmayan bir düzeni ifade etmektedir. Bu
çerçevede Hayek piyasayı da kendiliğinden doğan bir düzen olarak
nitelemiştir. Hayek’i kendiliğinden doğan düzen kavramına götüren temel
onun bilgi hakkındaki varsayımlarıdır. Nitekim Hayek bilginin parça
parça olduğunu ve kimsenin bu gerçek hayatta bulunan parçalanmış
bilgilerin tamamına sahip olamayacağını savunmuştur. Hayek’in bilgi
teorisinde önemli bir diğer kavram da “bilginin büyümesi” dir. Bu
teoriye göre toplumda var olan bilgi zamanla büyüyen bir süreç
izlemektedir. Bilginin büyümesinde tecrübe de önemlidir. Zira toplumda
var olan bilgiden yararlı olanlar toplum tarafından kendiliğinden kabul
görür ve kurumlaşır.
Buradan hareketle insan tasarımı ile oluşturulmuş olan düzenler insanın
eksik bilgisi nedeni ile kusursuz olamayacaktır.
Hayek’in düzen hakkındaki
görüşlerini iki kavram çerçevesinde daha net anlayabiliriz. Bunlar
Taxis ve Cosmos kavramlarıdır. Hayek’e göre Taxis
insanlar tarafından yapılan oluşturulmuş bir düzendir. Bu anlamda devlet
Hayek tarafından taxis bir düzen olarak nitelendirilmektedir. Diğer
yandan Cosmos ise insan dizaynı olmayan kendiliğinden oluşmuş düzenleri
ifade etmektedir. Cosmos düzenlerin Hayek tarafından en çok ön plana
çıkarılanı piyasadır.
Hayek, düzen hakkındaki bu
görüşlerini kural ve kurumlar içinde aynı çerçevede geliştirmiştir.
Kurallar, formel ya da informel nitelikte olabilirler. Formel kurallar
insanlar tarafından yapılan kurallardır. İnformel kurallar ise toplumda
zaman içerisinde kendiliğinden oluşan kurallardır. Buna göre örneğin,
kanunlar formel kurallara iyi birer örnek teşkil ederler. Gelenekler,
örf ve adetler ise toplumda kendiliğinden oluşmuş informel kural
örnekleridir.
Hayek’in formel kurallar (kanunlar)
üzerine diğer görüşlerini de özetlemekte yarar bulunmaktadır. Hayek’e
göre kanunların nedeni bireyi özgür kılmaktır. Hayek, kanun önünde
eşitlik ve özgürlüğü savunmaktadır. Ancak bu onun kanunları özgürlükten
daha üstün gördüğü anlamına gelmez. Ona göre kanun yalnızca özgürlüğü
koruma amacına hizmet eden bir araçtır. Hayek kanunlarda bulunması
gereken ilkeleri aşağıdaki gibi sıralamaktadır (Yayla,2000:33-34).
İlk olarak kanunlar genel, soyut
kurallardan (abstract rules) oluşmalıdır. Burada Hayek kendi
düşüncesindeki kanunların hiç kimseye ya da zümreye ayrıcalık tanımaması
gerektiğini ifade etmektedir.
Kanunlarda bulunması gereken ikinci
özellik, özgür bir toplumda kanun hakimiyetinin (the rule of law)
bulunmasıdır. Kanun hakimiyeti, bir kanunun hangi özellikleri taşıması
gerektiğini ifade etmektedir. Bir kanunun kanun hakimiyetine uygun
olması için onun öngörülebilir ve tarafsız olması gerekmektedir.
Kanunların öngörülebilir olması sayesinde birey tabi bulunduğu yasal
çerçeveyi bilir ve yöneticilerin keyfi olarak kanunları uygulamaları
endişesinden uzak olarak yaşamını sürdürür. Kanunların tarafsız olması
ise kanunların hem içeriği hem de uygulanacağı alan açısından anlam
taşır. Buna göre hiçbir kanun bireyin kendi konumunu başkaları
karşısında üstün ya da aşağı düşürecek nitelikte olmamalıdır.
Üçüncü özellik kanunlar idarenin
gücünü ve yetkisini genel, öngörülebilir ve tarafsız olarak kullanmasına
olanak sağlamalıdır. Bir takım yetkileri kullanmakla yükümlü olan idare
bu yetkilerini kullanırken tarafsız davranmalı ve önceden belirlenmiş
yasalar çerçevesinde yetkisini kullanmalıdır. İşte kanunların en önemli
özelliklerinden biri, idarenin yetkisini tarafsız ve öngörülebilir bir
şekilde kullanmasını sağlamaktır.
Kanunlarda bulunması gereken
özellikleri yukarıdaki gibi sıraladıktan sonra şimdi de kanun hakimiyeti
kavramı üzerinde biraz daha ayrıntılı olarak durmak istiyoruz. Hayek bir
ülkenin hür olduğunu gösteren ve onu keyfi idare edilen diğer ülkelerden
ayıran en güvenli özelliğin kanun hakimiyeti olduğunu savunmaktadır. Ona
göre kanun hakimiyeti, hükümetin bütün faaliyet ve hareketlerinde
değişmez ve önceden belirlenmiş bir takım kurallara bağlı kalmasıdır. Bu
kurallar sayesinde yürütme yetkisini elinde bulunduran hükümetin önceden
belli durumlar karşısında nasıl davranacağı bilinecek ve vatandaşlar
davranışlarını buna göre ayarlayacaklardır (Hayek,1994:76).
Hayek birey özgürlüğünü sağlamak
için kanun hakimiyetini savunmuştur. Ona göre bir gücü sınırlayamazsak,
o gücün kötüye kullanımını da önleyemeyiz (Hayek,1994:226). Bu manada
birey üzerinde baskın bir güce sahip olan kamu otoritesinin kanunlarla
sınırlandırılması gerekmektedir. Bu hem bireyin daha özgür
kılınabilmesi, hem de ekonomik yaşamda belirsizliklerin ortadan kalkması
için gereklidir.
Hayek, devleti güçsüz bireyi güçlü
olana karşı koruyan bir kurum olarak görmektedir. Yani devletin bir
görevi de güçlüye karşı güçsüz olan bireyleri korumaktır. Devlet bunu
güçlü olan bireylere karşı güç kullanarak yapacaktır. İşte asıl sorun
buradadır. Devletin güçsüz bireyleri korumak için kullanacağı güç
sınırsız mı olacaktır? Yani devlet güçsüz bireyleri koruma gerekçesi ile
her türlü yetkiyi sınırsızca kullanma hakkına sahip midir? Hayek’in buna
cevabı olumsuzdur. Devletin güçsüz bireyleri korumak için kullandığı güç
sınırsız değildir. Bir diğer ifade ile devletin kullanacağı güç,
kurallarla sınırlandırılmalı ve olabildiğince zararsız hale
getirmelidir.
Hayek çalışmalarında hukuk
kurallarının önemine de değinmektedir. Yazar Robert Frost’un Mending
Wall adlı şiirindeki “İyi çitler iyi komşular yapar” dizisine
atıfta bulunarak hukuk kurallarının önemine işaret etmektedir. Ona göre
hukuk kurallarının hedefi, sınırlar çizerek günlük yaşam içerisinde
bireylerin eylemleri sonucu birbirlerine müdahalesini mümkün olduğu
kadar asgari seviyede tutmaktır (Hayek,1994:161,163).
Hayek, sosyal kural ve kurumların
evrimci bir gelişim gösterdiğini belirtmiştir. Buna göre sosyal açıdan
faydalı sonuçlar doğuran kural ve kurumlar varlıklarını sürdürecekler,
faydalı olmayanlar ise yok olacaklardır (Oğuz,2004:93-94). Kurumların
kuruluş aşamasındaki amaçlarının onların devamlarını sağlamaları
üzerinde bir etkisi yoktur. Yani başlangıçta her kurum bir amacı
gerçekleştirmek üzere kurulmuştur. Ancak bu amaç tek başına kurumun
devamı için yeterli değildir. Sosyal kurumların en önemli işlevi ise
geleceğe dair belirsizlikleri azaltmaktır.
Hayek devletin önceden belirli kural
ve kurumlar çerçevesinde, piyasanın serbest bir şekilde işleyişini
sağlayacak fonksiyonları yüklenmesini önermektedir. Bu bağlamda özel
sektör tarafından üretilemeyecek nitelikteki mal ve hizmetler devlet
tarafından üretilmelidir.
Buchanan : Anayasal Kuralların Önemi ve Gerekliliği
Kamu Tercihi (Public Choice) ve Anayasal İktisat
(Constitutional Economics) disiplinlerinin doğuşuna önderlik eden Nobel
ekonomi ödülü sahibi James M. Buchanan iyi bir sosyal düzen ve iyi bir
devlet yönetimi için kurallar ve kurumların önemi üzerinde duran
düşünürlerin başında gelmektedir. Buchanan, çalışmalarında özellikle
politik süreçte anayasal kuralların önemi ve gerekliliği üzerinde
durmaktadır.
Buchanan, devletin sahip olduğu güç ve yetkilerin
anayasal düzeyde sınırlandırılmasını savunmaktadır. Ona göre örneğin
devletin para basma yetkisi anayasal düzeyde sınırlandırılmalıdır. Kamu
gücünü elinde bulunduran kişiler bu gücü sınırsızca kullanmak hakkına
sahip olmamalıdır.
|
Buchanan |
|
Mülkiyet Hakları ve İşlem Maliyetleri
Bu başlık altında yeni kurumsal iktisat içerisinde
önemli bir yer işgal eden işlem maliyetleri ve mülkiyet hakları üzerinde
duracağız. Mülkiyet hakları Ronald H. Coase’un 1960 yılında “Sosyal
Maliyet Sorunu” (The Problems of Social Cost) adlı makalesinin
yayınlaması ile popüler olmuştur. Mülkiyet hakları ile ilgili bir diğer
önemli isim olan Harold Demsetz ise 1967 yılında “Mülkiyet Hakları
Teorisine Doğru” (Towards of Theory of Property Rights) adlı
makalesini yayınlamış ve mülkiyet hakları literatürüne önemli katkılar
yapmıştır. İşlem maliyetleri ise Ronald H. Coase’un 1937 yılında
yayınladığı “Firmanın Doğası” (The Nature of the Firm)
adlı makalesinde yer almıştır.
Sözkonusu literatüre katkılarda bulunan bir başka
iktisatçı ise Oliver Williamson’dur.
|
Coase |
|
Mülkiyet hakları
bireylerin sosyal hayatta yapabileceklerini, sorumluluklarını ve
özgürlüklerinin sınırlarını tanımlar. Bir anlamda oyunun kuralları
olarak da tanımlanabilirler. Mülkiyet haklarının iyi tanımlandığı
ekonomilerde bireyler arasındaki anlaşmazlıklar azalacaktır. Mülkiyet
haklarını genel olarak ekonomik mülkiyet hakları ve yasal mülkiyet
hakları olarak ikiye ayrılabilir. Ekonomik mülkiyet hakları, bireylerin
ulaşmaya çabaladığı nihai haklar kümesini işaret etmektedir. Yasal
mülkiyet hakları ise bireylerin ulaşmaya çabaladığı nihai haklar
kümesine erişmek için kullanılan bir araç hükmündedir (Oğuz,2003:17).
İktisadi açıdan mülkiyet hakkı dediğimiz zaman bunun ne
anlama geldiğinin anlaşılabilmesi için mülkiyet hakkının kavram olarak
neleri kapsadığına, yani sınırlarına bakmamız gerekmektedir. İlk olarak
mülkiyet hakkı bir iktisadi değeri, kullanıcısının onu fiziksel olarak
başka bir biçime dönüştürme ve hatta yok etme dahil bütün meşru kullanma
biçimlerini tanımlayan “kullanım hakkını” içermektedir. Mülkiyet
hakları, bir toplumda yaşayan bireylere, belirli bir iktisadi değeri
yasak olmayan kullanma biçimlerinden birini seçerek kullanma yetkisi
vermektedir. İkinci olarak mülkiyet hakkı iktisadi değer üzerinden
sahibine “gelir elde etme” hakkını da içerir. Son olarak mülkiyet
hakkı bir iktisadi değer üzerindeki sahiplenme hakkını sürekli bir
başkasına “aktarma hakkını” da içerir. (Demir,1996:227-228).
Ronald Coase, “Sosyal Maliyet Sorunu” (The
Problems of Social Cost) adlı makalesinde mülkiyet haklarının tam olarak
tanımlandığı bir ekonomide dışsallıkların karşılıklı olarak anlaşma
sonucunda içselleştirilebileceğini savunmuştur. Mülkiyet haklarının tam
olarak tanımlanması ise bir varlığa ilişkin yukarıda saydığımız söz
konusu kullanımların tam olarak bilinmesini ifade etmektedir.
Mülkiyet hakları teorisine göre, mülkiyet hakları ile
servet arasında doğrusal bir ilişki bulunmaktadır. Mülkiyet haklarının
olmadığı bir düzende ticaret olmayacaktır. Mülkiyet hakları bireyler
arasındaki çatışmayı azaltarak rekabetin gelişmesine de yardımcı
olmaktadır. Rekabet ekonomik gelişmenin altyapısını oluşturmaktadır.
Mülkiyet hakları ile ekonomik gelişme arasındaki ilişkinin ampirik
incelemelerini ortaya koyması açısından Heritage Vakfı ve Fraser
Enstitüsü tarafından hazırlanan özgürlük endeksleri önemli bir yere
sahiptir. Her iki kurum tarafından ayrı ayrı hazırlanan özgürlük
endeksleri, birbirleriyle tutarlı bir şekilde mülkiyet haklarının
tanımlanması ve korunması ile ekonomik gelişme arasında olumlu bir
ilişki olduğunu ortaya koymaktadır (Oğuz,2003:25).
Ekonomik gelişme ile mülkiyet hakkı arasındaki ilişki
aslında mülkiyet hakkı kavramının sınırları içerisinde ele aldığımız
“kullanma hakkı” içerisinde gizlidir. Kullanma hakkına göre mülkiyet
hakkı bir kişiye herhangi bir iktisadi değeri meşru yollardan kullanma
hakkını vermektedir. İktisat biliminin en temel sorunlarından olan
üretim faktörlerinin, yani kaynakların, nasıl ve kimin için
kullanılacağına karar verilmesi gündeme geldiğinde, en temel belirleyici
unsur mülkiyet olmaktadır. Mülkiyet hakkı sisteminin sağladığı kullanım
hakkı, kıt kaynakların alternatif kullanım imkanları arasında nasıl
kullanılacağına karar verilmesinde en temel faktörlerden birisidir
(Demir,1996:227-228).
Harold Demsetz, “Mülkiyet Hakları Teorisine Doğru”
(Towards a Theory of Property Rights) adlı eserinde mülkiyet haklarını
dışsallıklar ekseninde ele almaktadır. Demsetz söz konusu makalesinde
mülkiyet haklarının birisine veya başkalarına zarar veya fayda verme
hakkını ifade ettiğini vurgulamaktadır. Örneğin bir üreticinin daha iyi
bir mal üreterek rakibini zarara uğratmasına izin verilirken, rakibini
öldürmesine izin verilmemektedir. Bu açıdan değerlendirdiğimizde
mülkiyet haklarının, kişilerin bu hakları kullanarak nasıl menfaat elde
edeceklerine ve başkalarını nasıl ve ne çerçevede zarara
uğratabileceklerine ilişkin sınırları çizdiğini söyleyebiliriz
(Demsetz,2000:176).
Mülkiyet hakları kavram olarak iktisadi düşünce
içerisinde yeni bir konu değildir. Zira yerleşik iktisat, ekonomik yapı
içerisinde mülkiyet hakkı kavramını veri olarak almış, dolayısı ile
iktisadi analizlerde devre dışı bırakmıştır. Bununla birlikte mülkiyet
hakkının iktisadi yeri ve önemi hakkındaki görüşleri çok gerilere kadar
götürmek mümkündür. Burada kurumsal iktisadın mülkiyet hakları konusuna
yaptığı katkı, mülkiyetin iktisadi etkinliklerin yapı ve niteliğini
değiştirici özelliği olarak söylenebilir (Demir,1996:227).
Burada vurgulamamız gereken son bir nokta mülkiyet
hakkı-devlet ilişkisidir. Mülkiyet haklarının tanımlanması ve korunması
konusunda temel yükümlülük devlete düşmektedir. Devlet formel olarak
oluşturduğu yasalar yardımı ile mülkiyet haklarının sınırlarını
belirlemelidir.
Bu başlık altında ele alacağımız ikinci konu işlem
maliyetlerdir. Yukarıda açıklamaya çalıştığımız mülkiyet hakları kavramı
işlem maliyetleri ile organik bir ilişki içindedir. İşlem maliyetlerini
(transaction cost) mülkiyetin transferi, korunması ve elde edilmesi ile
ilgili maliyetler olarak tanımlayabiliriz. İşlem maliyetleri ekonomik
faaliyet içerisinde üç şekilde görülmektedir.
Bunlar: arama maliyetleri, pazarlık maliyetleri ve toplumsal düzeni ve
sözleşmelerin gereklerini yerine getirilmesini sağlamanın maliyetidir.
Arama ve pazarlık maliyetleri piyasadaki malların sayısı ile ilgilidir.
Örneğin piyasada mevcut herhangi bir malın benzerinin olmadığı
durumlarda (piyasada standartlaşmış mal ve hizmetler) arama ve pazarlık
maliyetleri düşük olacaktır. Tersi durumda ise arama ve pazarlık
maliyetleri yüksek olacaktır. (Oğuz,2003:27;Demir,1996:216). İşlem
maliyetleri son olarak toplumsal düzeni ve sözleşmelerin gereklerini
yerine getirilmesini sağlamanın maliyetini içermektedir. Burada aslında
işlem maliyetleri ile devlet ilişkisi ifade edilmektedir. Şöyle ki:
İktisadi kalkınma için, toplumsal işlemlerin yürütülmesinde kuralların
konması ve konulan bu kurallara uyulup uyulmadığının denetlenmesi son
derece önemlidir. Tarihsel gelişme içerisinde baktığımızda, devletlerin
mübadele aracı olarak istikrarlı bir parayı piyasaya sürmelerinin, işlem
maliyetlerinin düşmesi ve ekonomik kalkınmanın hızlanması açısından
önemli bir paya sahip olduğunu görüyoruz. Zira parasal istikrarın
bozulduğu enflasyon dönemlerinde işlem maliyetleri artarak ekonomik
gelişmeyi olumsuz yönde etkilemiştir (Demir,1996:218).
Devlet, işlem maliyetlerini düşürecek bir takım
önlemleri alabileceği gibi bizzat kendisi bazı durumlarda işlem
maliyetlerinin artmasına neden olabilir. Örneğin, devletin bazı mal ve
hizmetlerin alınıp satılmasına sınırlamalar getirmesi işlem
maliyetlerini arttıracaktır. Yine ekonomide devletin neden olduğu bir
takım dengesizlikler de işlem maliyetlerini artırıcı etkiye neden
olacaktır. Bunun en tipik örneği enflasyonist dönemlerde firmaların uzun
dönemli yatırım kararları verirken karşılaştıkları bilgi edinmenin
maliyetidir.
İşlem maliyetleri kavramını ilk defa ele alan iktisatçı
yukarıda da değindiğimiz gibi Coase olmuştur. Coase 1937 tarihli “The
Nature of the Firm” adlı klasik makalesinde, firmaları işlem
maliyetlerini düşüren bir etken olarak göstermektedir. Yani Coase’a göre
firmaların varoluş nedeni, piyasaya göre işlem maliyetlerini
azaltmalarıdır. Herhangi bir üretim işleminin piyasada sözleşmeler
yoluyla ya da firma içerisinde gerçekleştirilmesini belirleyen temel
etken işlem maliyetleridir. Coase, piyasada işlem yapmanın belirli bir
maliyet içerdiğini, bu nedenle ekonomik faaliyetin bir kısmının firmalar
yoluyla yapılmasını önermektedir (Oğuz,2003:26).
Williamson işlem maliyetleri iktisadının ortaya
çıkışında, Coase’un önemli bir yere sahip olmasının bir diğer nedenini
Coase’nin adı geçen makalesiyle firmayı bir üretim birimi olarak
görmenin yanında bir yönetim birimi olarak da tasvir etmesi olarak ifade
etmektedir. Bu katkı ile firmayı daha çok üretim fonksiyonu çerçevesinde
ele alan yaklaşıma karşın Coase firmanın yönetim işlevini ön plana
çıkarmıştır. Buradan hareketle işlem maliyeti iktisadının, firmanın
üretim işlevinde yoğunlaşan mevcut vurgunun yönetim işlevine doğru
kayması ile doğduğunu söyleyebiliriz (Demir,1996:211).
Yukarıda sayılan işlem maliyetlerinin varlığı aslında
piyasaların ortaya çıkışını da açıklayıcı bir etkendir. Piyasa, piyasa
dışı mübadele ile karşılaştırıldığında işlem maliyetlerinin azalmasına
neden olmaktadır. Piyasada bir malla ilgili tüm fiyatları öğrenmek daha
kolay olmaktadır. Piyasanın aktörler için gerekli olan bilgiyi daha az
maliyetle karşılayabilmesi piyasanın ortaya çıkışının en önemli
etkenlerinden birisidir.
Douglas North: Kurumsal Altyapı ve Ekonomik Gelişme
Günümüzde yeni kurumsal iktisat alanında önemli
isimlerden birisi de Douglas North’dur. North çalışmalarında kural ve
kurumlar ile ekonomik performans üzerindeki ilişkiyi incelemiş ve
özellikle kurumsal değişimin ekonomik performans üzerindeki olumlu
etkilerini vurgulamıştır.
North’a
göre kurumlar bir toplumda oynanan oyunun kurallarıdır. Daha formel bir
anlatımla, insanlar arasındaki etkileşimi biçimlendiren, insanların
getirdiği kısıtlamalardır (North,2002:10). Burada North kurumları formel
kurallar çerçevesinde değerlendirmiştir. Ancak kurumlar formel kurallar
ve informel kurallardan oluşmaktadır.
Formel kurallar üst makamlarca oluşturulan kısıtlardır.
Buna karşın informel kuralların gerisinde North’a göre toplumsal olarak
aktarılan bilgi yani kültür vardır. North kültürü bir kuşaktan diğerine
öğrenme veya taklit yoluyla aktarılan bilgi, tavır ve davranış kümesi
olarak tanımlamıştır (North,2002:52). North’un deyimiyle devletin veya
formel kuralların olmaması durumunda, mevcut toplumsal ağ ciddi bir
istikrara sahip olan informel yapıların ortaya çıkmasını ve gelişmesini
sağlar (North,2002:54).
İnformel kuralların ortaya çıkışında bir diğer açıklayıcı etken
geleneklerdir. Gelenekler, zaman içerisinde kendiliğinden oluşmuş yani
bilinçli bir şekilde tasarlanmamış kurallardır.
North, formel kuralları siyasi (ve yasal) kurallar,
ekonomik kurallar ve sözleşmeler olarak üçe ayırmaktadır. Siyasi
kurallar, genel olarak devlet sistemini, devlet sisteminin hiyerarşik
yapısını, temel karar mekanizmasını ve denetim mekanizmasını tanımlar.
Ekonomik kurallar; mülkiyet haklarını, yani mülkiyeti, bu mülkiyet
üzerinden sağlanan gelir üzerindeki hakları ve mülkiyetin devrine
ilişkin hakları tanımlar. Sözleşmeler ekonomik mübadeleye ilişkin
herhangi bir anlaşmaya özel koşulları içerirler (North,2002:65).
Kurumların temel özelliklerini North’un görüşleri
çerçevesinde şöyle sıralayabiliriz: Kurumların en önemli özelliği
belirsizliği azaltmalarıdır. Zira kural ve kurumların temel amacı,
oyunun nasıl oynanacağını tanımlamak ve belirlemektir. Kural ve kurumlar
ekonomik aktörleri karar verme aşamasında belirsizliği azaltarak daha
rasyonel kararlar almaları yönünde etkilemektedirler. İkinci olarak
kurumsal kısıtlamalar bireylerin yapmalarının yasak olduğu faaliyetleri
tanımlar. Bunun doğal sonucu olarak kurumlar sayesinde bireyler ne tür
davranışları hangi sınırlar çerçevesinde gerçekleştireceklerini
bilmektedirler. Yani kurumlar ekonomik aktörler arasındaki etkileşimin
sınırlarını oluşturmaktadırlar. North, bu çerçevede kurumları rekabete
dayalı bir takım oyununun kurallarına benzetmektedir (North,2002:10-11).
Gerek formel gerekse informel olsun kural ve kurumların
bir diğer temel fonksiyonu North tarafından istikrarı ve sürekliliği
sağlamaları olarak ifade etmiştir (North,1997:2). Kural ve kurumlar
ekonomide sürekliliği ve istikrarı sağlarlar. Özellikle kolay
değiştirilmesi mümkün olmayan kurallar ekonomide istikrar açısından son
derece önemlidir. Kural ve kurumların sağladığı istikrar ve süreklilik
ekonomik performansın artmasında da önemli bir paya sahiptir.
North, çalışmalarında kurum ile “kuruluş” olarak
nitelendirdiği, Hayek’in de “organizasyon” olarak adlandırdığı yapılar
arasındaki farkı da vurgulamaktadır. North’a göre kurumlar gibi
kuruluşlar da, insanlar arasındaki etkileşime bir yapı
kazandırmaktadırlar. Kurumlar bir toplumda oyunun kurallarını ifade
ederken, kuruluşlar (organizasyonlar) siyasi (siyasi partiler vb.),
ekonomik (şirketler vs.), toplumsal (klüpler vs.) ya da eğitim amaçlı
oluşumları (okullar, üniversiteler vs.) ifade etmektedirler. Kuruluşlar,
belirli bir hedefe ulaşmak gibi ortak bir amacı olan bireylerin
oluşturdukları gruplardır (North,2002:11-12).
North çalışmalarında kurumsal değişim üzerinde de önemle
durmuştur. Kurumlar zaman içerisinde değişmekte ve evrimleşmektedir.
Kurumsal yapıda meydana gelen bu değişim bireylerin alacağı kararlar
üzerinde de değişime neden olmaktadır. Kurumsal değişim devamlı ve
aşamalı bir şekilde gerçekleşmektedir. Kurumları oluşturan formel
kurallar bir gecede değişebilse de gelenekler, görenekler, örf ve
adetler gibi informel kurallardan oluşan kurumlar ani değil tedricen
değişmektedir.
North kurallardan kurumsal değişime giden yolu şu
şekilde açıklamaktadır; Bir toplumda mevcut formel ya da informel
kurallar yine o toplumdaki formel ya da informel kurumları
oluşturmaktadır. Kurumlar sayesinde ekonomik aktörler hangi sınırlar
çerçevesinde faaliyette bulunacaklarını, yani kısıtlarını bilmekte ve o
kısıtlar çerçevesinde faaliyet göstermektedirler. Bir bakıma kurumlar
ekonomik aktörlere toplumda mevcut fırsatları göstermektedirler. Kuruluş
olarak nitelendirilen organizasyonlar ise bu fırsatlardan yararlanmak
için oluşturulmuş birimlerdir. Örneğin, eğitim kurumunun sunduğu
fırsatlardan yararlanmak için okullar kurulmuştur. Şeklin son ayağını
ise kurumsal değişim oluşturmaktadır. Kurumsal değişimin nedenlerinden
biri North’a göre kuruluşlarda meydana gelen değişimdir.
Kuruluşlar aslında kurumsal değişimin nedenleri arasında
son halkayı oluşturmaktadır. Kurumsal değişimin temel nedeni North’a
göre göreli fiyatlardaki değişim ve bu değişimin neden olduğu
zevklerdeki değişimdir. Göreli fiyatlardaki değişim, insan
davranışlarını ve onları giderme yollarını değiştirmektedir. Bunun
sonucunda kişilerin zevk ve tercihlerinde de değişimler meydana gelir.
Zevk ve tercihlerdeki değişim ise bunları gidermek için kurulan
kuruluşların değişimine neden olmaktadır. Yani kurumsal değişim
zincirinde ilk halkayı göreli fiyatlardaki değişim; son halkayı ise
kuruluşlarda meydana gelen değişim oluşturmaktadır.
Bu konuda bkz: Bkz: Böhm, 1989(a); Böhm, 1989(b), Eucken, 1951;
Eucken, 1992.
Buchanan ve anayasal iktisat üzerine görüşleri için bkz: Bkz:
Brennan & Buchanan, 1980; Brennan & Buchanan, 1985; Buchanan,
1987; Buchanan, 1978; Buchanan and Tullock, 1967.
Coase’un başlıca eserleri için bkz: Coase, 1937; Coase,1964;
Coase, 1972; Coase, 1974; Coase, 1984; Coase, 1988; Coase, 1992.
Bkz: Williamson, 1975; Williamson, 1985; Williamson, 1991.
North’un başlıca çalışmaları için bkz: North, 1990; North, 1991;
North, 1973; North, 1989; North, 2002.