ÖZELLEŞTİRMENİN GEREKÇELERİ

 

 Yazan: E.Savas

Çeviren: Prof.Dr. Aytaç Eker

 

Özelleştirme, itici telaffuzuna rağmen, günlük konuşma dilimize çok büyük bir hızla girmiş yeni bir kelimedir. İlk olarak 1983 yılında bir sözlükte yer alan "özelleştirme" kelimesi, çok dar bir tanımla "özel hale getirmek, sınai veya ticari hayattaki denetim ve mülkiyeti kamu kesiminden özel kesime aktarmak" olarak tarif edilmiştir[1]. Ancak bu kelime sonradan daha geniş bir anlam kazanmış ve toplumsal ihtiyaçların devlet tarafından karşılanması konusunda yeni bir düşünce şeklini ve yeni bir bakış açısını simgeler hale gelmiştir. Bunun anlamı, ihtiyaçların karşılanmasında devlete daha az, toplumun özel kurumlarına daha çok itimat edilmesidir. Bu bağlamda özelleştirme, ekonomik faaliyetlerde veya mülkiyette özel kesimin oynadığı rolün artması ya da kamu kesiminin rolünün azaltılması şeklindeki uygulamalardır.

Özelleştirmeye muhalif olanlar, özelleştirme kavramını çok bayağı bir tanımla " devleti yontmak ve hasta ve fakirlerin bırakıldığı, sadece belli bir kesimin yaşama hakkının bulunduğu acımasız bir devlet haline gelmek" şeklinde tarif etmektedirler. Bugün özelleştirme en azından refah devleti kadar merhametli olabilmekte, dahası gerektiği gibi uygulandığında içimiz-deki daha az şanslılar için daha çok fırsatlar koyabilmektedir.

Özelleştirme değişik şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Su dağıtım tesisatının ya da hapishanelerin inşaası, finansmanı veya yönetimi, caddelerin temizlenmesi, ağaçların budanması ya da gemilerin onarılması için özel firmalarla anlaşılması bir özelleştirme şeklidir. Aynı şekilde düşkünler evine yemek dağıtılması veya yol üzerindeki bir konaklama tesisinin işletilmesi için kar amacı gütmeyen bir firma ile anlaşmak da bu şekillerden biridir. Devlet çiftlikleri, devlet mağazaları ve toplu konut projelerinden tamamen farklı olan, fakirlere barındırma belgesi dağıtılması ve gıda maddelerine damga vergisi uygulaması özelleştirme uygulamalarının örneklerindendir. Kent sakinleri, mahallelerinde gece bekçiliği yaparak ve kentin banliyölerinde yaşayanlar gönüllü itfaiyecilik yaparak özelleştirme faaliyetlerinde rol alırlar. Devletin şehir içi yolcu taşımacılığı ve sigortacılık faaliyetlerinden çekilmesi ve bu hizmetlerin arzını piyasa mekanizmasının işleyişine bırakması, ulusal hava taşımacılığının, fabrikaların ve kömür madenlerinin satılması veya devlet denetiminin azaltılması da özelleştirme olarak kabul edilir.

Kamu ve özel kesim arasındaki farkı ortaya koymak oldukça güç bir iştir. Bir parkın veya bir devlet binasının kamu malı olduğunu, toplumun sahiplendiğini söyleriz. Ancak, IBM' i de tasvir ederken aynı şeyi söyleriz. Çünkü, IBM' in bir çok ortağı vardır ve halktan herhangi bir kimse şirketin herhangi bir hissesini satın alabilir; IBM toplumun sahiplendiği özel bir firmadır. Aynı şekilde, tek bir kişiye ait olmasına rağmen bir restoran toplumdaki herkese açıktır. Aslında kamu kelimesi altında birbirinden tamamen farklı üç kavram birbirine karıştırılmaktadır. Bunlar: devlet mülkiyeti, yaygın mülkiyet ve yaygın imtiyazdır. Bu kavram karmaşası, herşeye rağmen, yaygın fayda elde etmek için kamu mülkiyetinin ve ilaveten kamu faaliyetinin gerekli olmadığı anlamına geldiği için eğitici ve öğretici olmaktadır. Herkesçe kabul edilen bu gerçekten yararlanan özelleştirme, insan ihtiyaçlarının karşılanması yoluyla kamu çıkarına hizmet eden uygu-lamalar nedeniyle ve mülkiyet kavramının ihtişamı sayesinde bazı avantajlara sahiptir.

Bu çalışma boyunca açıkça görülecektir ki, hizmet veya kamu hizmeti kavramı sadece dar anlamdaki hafif raylı sistem, itfaiye, posta servisi veya çöplerin toplanmasını değil, en geniş işlevleriyle, okyanusta tehlikeye maruz kalan türlerin korunması, mamul maddelerin üretimi, toplumun giyim ve gıda ihtiyaçlarının karşılanması, dış tehlikelere karşı ülkenin savunulması ve yaşlılıkta sosyal-ekonomik güvenliğin sağlan-masını da kapsamaktadır. Bu çalışmadaki analizler insanların tüketebileceği mal ve hizmetlerin mevcut temin ediliş şekillerine bakılmaksızın tüm kültürlere ve sosyo-ekonomik sistemlere uygulanabilir.

ÖZELLEŞTİRMENİN ARDINDAKİ BASKILAR

Özelleştirmenin ardındaki başlıca baskılar, pragmatik, ideolojik, ticari ve popülist zorlamalardır. Pragmatik yaklaşımda olanların hedefi daha etkin olan, daha mükemmel bir devlettir. Konuya ideolojik açıdan yaklaşanların hedefi ise özel kurumlar karşısında  daha küçük rolü olan daha ufak bir devlettir. Ticari faydacıların hedefi ise devletin kendilerine doğru yönelteceği kamu harcamalarından daha fazla pay alarak daha fazla iş yapmaktır. Son olarak popülistlerin hedefi ise, çok geniş olan kamusal ve özel bürokrasinin gücü azaltılırken insanlara kendi ortak ihtiyaçlarının tatmin edilmesinde daha fazla yetki vererek daha mükemmel bir topluma ulaşmaktır.

Bu dört baskının özellikleri Tablo 1' de özetlenmiş ve her biri bölümler halinde ele alınmıştır.

 

Tablo No: 1

Özelleştirmenin Ardındaki Baskılar

Güç

Hedefi

Gerekçesi

Pragmatik

Daha Mükemmel Devlet

İhtiyatlı bir özelleştirme daha verimli kamu hizmetlerini meydana getirir.

 

 

İdeolojik

 

 

Daha küçük devlet

Devlet çok büyüktür, çok güçlüdür ve insanların yaşamına zorla girmektedir. Bu nedenle demokrasi için çok tehlikelidir. Devletin kararları politik olduğu için serbest piyasada alınan kararlardan, daha az güvenilir olmaktadır.

 

 

Ticari

 

 

Daha fazla iş hacmi

Ekonominin büyük bir bölümünü kamu harcamaları oluşturmaktadır. Bu bölümden daha fazlası özel kesim firmalarına aktarılmalıdır. Kamu yatırımları ve kamu mülkiyeti özel kesim tarafından daha iyi değerlendirilebilir.

 

 

 

Popülist

 

 

 

Daha mükemmel toplum

İnsanlar kamu hizmetlerinden faydalanma konusunda birçok seçeneğe sahiptir. Kendileri ortak ihtiyaçları belirlemeye ve bürokratik yapıdan çok, etnik ve gönüllü kuruluşlara, kiliseye, komşulara, aileye güvenerek bir topluluk tesis etmeye yetkili  kılınmalıdır.

PRAGMATİK ZORLAMA

Devletler mali bir bunalımla karşı karşıya kaldığı zaman, yani devlet faaliyetlerinin maliyeti artarken ancak yüksek verilere karşı halkın tepkisi de artarken, kamu idarecileri içine düştükleri durumdan kurtulmak için umut arayışı içine girerler. En tipik örnek, gelir ve giderler arasındaki inanılmaz farkı gizleyebilmek için yanıltıcı muhasebe tekniklerine başvurulmasıdır. İkinci bir çare olarak bu açığın kapanması için borçlanma yoluna gidilmesidir. Ancak borç verenler özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki faydasız kamu yatırımlarını desteklemek konusunda isteksizdirler. Sanayileşmiş ülkelerde aşırı kamu harcamalarına karşı halkın antipatisi iktidara karşı bir seçmen tepkisi haline gelir ve devletin genel kabul gören muhasebe ilkelerinin herkesçe benimsenmesi yanıltıcı muhasebe tekniklerinin gizlice uygulan-masını engellemeye yöneliktir. Kamu idarecileri için sadece iki seçenek kalır: Daha dar kapsamlı faaliyetlerde bulunmak veya verimi arttırmak.

Doğal olarak, devlet faaliyetlerinin azaltılması bu faaliyetlerden fayda sağlayanlar açısından popüler değildir, bu nedenle politikacılar açısından verimliliğin arttırılması daha cazip görünmektedir. Fakat bu çıkar çatışmasın-dan etkilenen kamu çalışanları arasında dargınlıklar ortaya çıkabileceğinden, her hangi bir durumda bu uygulamalara başlamak oldukça güçtür. Modern devlet tarihine baktığımızda; merkeziyetçilik, yerel yönetimlere yetki devri, yeniden yapılanma,performans bütçeye geçiş,PPBS(Planlama, Programlama, Bütçeleme, Sistemi), Sıfır Tabanlı Bütçeleme, amaçlara yönelik yönetim, yönetim eğitimi, duyarlık eğitimi, örgütsel gelişim, işgücü teşvikleri, tasarruf paylaşımı, işçi-işveren komiteleri, verimlilik merkezleri, bilgi-işlem ağı, işletme bilimi, uygulama araştırma gibi sayısız tekniklerin uygulanmasına yönelik çabalarla doludur. Bütün bu çabaların etkisi, bu bölümün sonuna dağru daha da belirginleşecek olan amaçlar açısından oldukça mütevazidir. Daha köklü ve stratejik bir yaklaşım gerekmektedir.

Özelleştirme, devlet faaliyetlerinde verimliliği arttırma bakımından stratejikt bir yaklaşımdır. O nedenle  insanlara ödedikleri paranın karşılığını fazlasıyla vermektedir. Altı ve yedinci kısımlarda açıkça görüldüğü gibi, özelleştirme gerektiği gibi uygulandığında kamu hizmetlerinin kalitesini ve düzeyini arttırarak veya en azından muhafaza ederek, verimlilikte önemli büyümelere yol açmaktadır. Bu nedenle, özelleştirmeye taraf olan kişi ve gruplar tarafından yönlendirilen bilinçli kamu idarecileri, daha mükemmel bir devlet idaresinin aracı olarak ve daha etkin bir devletin anahtarı olarak özelleştirmeyi savunur hale gelirler.

İDEOLOJİK ZORLAMA

Devletin rolü, değişik toplumlara göre farklılaşmakta, hatta belli bir toplum içinde zamana bağlı olarak değişmekte, yüzyıllar içinde giderek büyüyerek yorgunluğu artmaktadır. Şekil 1.1. deki gibi kavramsal bir durumu göz önünde canlandırabiliriz. Şekilde yer alan noktalar, toplumun hoşlandığı ve üretim sorumluluğu devlet veya devletin dışındaki (örneğin, özel kesim) kesimler arasında paylaşılmış olan mal ve hizmetleri (ki bu mal ve hizmetler yukarıda en geniş anlamıyla sayılmıştır) ifade etmektedir. Her iki kesimi birbirinden ayıran sınır farklı ülkelerde değişik şekillerde olmaktadır, örneğin, Sovyetler Birliği'nde kamu kesimi bütün alanı kaplamaktadır.

Sınır çizgisi şekli ve biçimi zamana bağlı olarak da değişir. Örneğin, ABD'de özel kesim tarafından gerçekleştirilen posta hizmetleri zaman içinde artarken, bu alanda faaliyet gösteren kamu kuruluşunun rolü gittikçe azalmıştır. Bunun tam tersi olarak, özellikle son yıllarda olmak üzere, sağlık hizmetlerinde devletin rolü muazzam bir artış göstermiştir. Diğer bir deyişle, aynı anda, sınırın farklı bölümleri aksi yönlere doğru hareket ediyor olabilir.

Şekil 1.1.

Toplumsal Hizmetlerin Kamu ve Özel Kesim Tarafından Bölüşümünün Kavramsal İfadesi

Bu ters yönlü değişkenliklere rağmen, ABD'nin tamamında devlet oldukça büyümekte ancak fazla yorulmamaktadır. İkinci kısımda devletin niçin büyüdüğü ve bu büyüklüğün ölçüleri konusunda bazı gerçekler özetlenmektedir. Birçok kişi bu yükselme eğilimini dikkatle izlemekte ve demokrasi açısından tehlikeli olarak görmektedir. Bu kişiler " sırtımızdan ve cebimizden devleti çekin" diye feryat etmektedirler.

Bu görüşün altına imza atanlar gerekçelerini ekonomik ve politik felsefeye dayandırırlar. Kişilerin kazançlarının çoğu devlet tarafından alıkonulduğu ölçüde, bu paraları kullanma yetkisi devletin oldukça duyarsız ve belirsiz karar organlarında olduğu ölçüde ve devletin varlığı kişi faaliyetlerinin ne kadar çoğuna yayılıyorsa, o kadar hürriyet kaybı var demektir. Anayasanın ve Haklar Beyannamesinin hazırlanmasında ABD'nin kurucuları kendi devletlerinde vatandaşlarını korumak için nice zorluklara katlanmışlardır. Uygarlık tarihi onlara göstermiştir ki, devlet, içinde barındırdığı kişilerin hakları için ciddi bir tehdit oluşturabilmektedir. Demokratik bir toplumda bile kamu kurumları zorba devletin elinde bir oyuncak haline gelebilmiştir, çoğunluğun desteğini ele geçirenler devletin zorlayıcı yaptırımlarını azınlığı yoksun bırakacak şekilde kullanabilmişlerdir. Bu yüzden Anayasayı yapanlar bağımsızlığın kutsallığını korumak için gerekli olan ortak zorlayıcılığın en düşük düzeyini empoze eden bir sistem ortaya koymuşlardır. Devletin gücü her aşamada denetim ve denge ile kısıtlanmıştır.

Kişisel özgürlük, aşırı yetkili devlet tarafından tehlikeye atılan değerlerden sadece biridir. Adaletin değeri oldukça yüksektir ve adaletin bileşiminde bulunan en önemli değerlerden biri eşitliktir. Akıllı ve iyiliksever bir insan kaynakların yeniden dağılımının genişliğini veya eşitsizliğin derecesini birbirinden ayırt edebilir, ancak gayet açıktır ki, devlet bazılarından alıp diğerlerine vererek adaletin düzeyini istediği gibi en geniş ölçüde etkiler.

Kaynakların kıt olduğu dünyamızda verimlilik önemli bir sosyal hedeftir. Her bir ton hammaddeyi ve çalışmamızın her bir saatini en iyi şekilde değerlendirmek zorundayız. Yaşam standartını yükseltmesi açısından verimlilik faydalı bir olaydır. Özgürlük ve adalet gibi verimlilik  aşırı yetkili devlet  tarafından tehdit edilmektedir.

Özgürlük, adalet ve verimliliğin tümü gerekli ve zorunludur, aynı zamanda her biri değeri ile iç içe geçmiş bir haldedir. Bazan birbirleriyle çelişen, birbirlerinden farklı hedeflerdir ve aralarında mutlaka bir denge kurulmalıdır. Örneğin, daha fazla adalet için biraz ekonomik verimlilik veya biraz kişisel özgürlük verilebilir. Bu hedeflere ulaşılması ve dengenin sağlan-masında devlet toplumun bir aracıdır ancak aşırılık halinde bu hedeflerin üçünü de tehdit eder.

Büyük devlet konusundaki ideolojik yaklaşımların diğer bir boyutu da devlete güvensizlikle beraber ortaya çıkan felaketlerdir. Çağdaş uygarlık, kişilerin kendi geçimleri ile ilgili yaşamsal olaylar üzerindeki mevcut sıkı denetimi kişisel olmayan, kurumlara devretmelerini gerektirmektedir. Kişisel bağımsızlık kısıtlanmıştır ve kişinin daha iyi bir yaşam düzeyinde bulun-durulması sorumluluğu ilke olarak devlet gibi kollektif kurumlar tarafından üstlenilmiştir. Ancak devlet yeteri kadar sorumlu değildir ve eğer kendini güçlü hissederse, insanlar bunun sonsuza dek süremeyeceğini anlarlar. Bütün bunları sadece devletin yapabileceği varsayılmaktadır. İnsanlar devlete olan güvenlerini yitirirler. Bu durum ABD'de 1980'de yapılan bir çalışmada açıkça ortaya çıkmıştır. İnsanların sadece % 21'inin devletin herkesin çıkarına hizmet ettiğine inandığı  görülmüştür. 1982'de bu oran % 29'a yükselmiştir[2]. Bazı ülkelerde insanlar devleti, katlanılması gereken bir şeytana ve kendi kendine büyüyen bir memurlar sürüsüne benzetirler.

1958-1980 yılları arasında ABD'de anti-devlet düşüncesi, anti-ticaret düşüncesinden daha hızlı gelişmiştir[3]. Bu düşünüş 1980'den sonra etkisini azaltmıştır, aynı zamanda yeni bir idarecilik anlayışı federal devletin rolünü değiştirmeye başlamıştır, belki bu hususta iki ayrı fenomen birbiriyle iliş-kilidir.

Konu bazı işlerin yapılabilirliğine geldiği zaman, halk özel kesimi politik kurumların üstünde tutmaktadır[4]. Hizmetlerin kalitesi açısından yapılan oransal sıralamalarda, yerel yönetimler ve kamusal ulaştırma kurumları gayrimenkul komisyoncuları ile aynı düzeyde ve oto tamircilerinin de altında yer alırlar[5].

Washington dışından aday olan Jimmy Carter'in seçildiği seçim ile hem Washington karşıtı hem de büyük devlet karşıtı olan Ronald Reagan'ın kazandığı her iki seçim, devletin üstlendiği görevlerin büyümesine karşı toplumsal bir karşı çıkışı yansıtmaktadır. İçinde bulunduğumuz yüzyılın başlarında benimsenen en gerekli sosyal ve ticari yenilikler, reform gereksiniminin, bazı hataların, aşırılıkların, atıl kapasitedeki genişlemenin ve kurumlarda kaçınılmaz olarak ortaya olumsuzlukların bir sonucudur.

Buraya kadar, politik felsefe açısından büyük devletlere karşı olan ideologların fikirlerini inceledik. Bu ideologların ilham aldığı bir diğer alan ekonomi felsefesidir. Eğer ekonomik kararlar büyük ölçüde serbest piyasaya bırakılırsa, uzun dönemde toplumun refahı maksimize edilebilecektir. (Ancak devlet yaşam gereği olan temel ihtiyaçlardan herkesin yararlanabilmesini garanti etmek zorundadır). Ancak devlet tanımı itibariyle ekonomi üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir ve bu kaçınılmaz etkilemenin nedeni ekonomiyi etkileyen kararların ekonomik alandan çok politik alanda alınmasıdır. Bu nedenle, küçük devletin zıddı olarak büyük devlet, diğerinden daha çok toplumu fakirleştirir.

Bu hususları politik ve ekonomik felsefedeki şekliyle savunanlar, Şekil 1.1'deki sınır çizgisini en sola kadar kaydırmak isterler ve devletin faaliyetlerini azaltarak, özel kesimin hareket alanını genişletmeye çalışırlar. Özelleştirme budur ve bu noktadan hareketle özelleştirme uygulaması en güçlü desteği bu yönden alır. Devletin fazla etkin olmasını istemeyen ideologlar, birçok gerekçeler öne sürerek fazla etkin olmasını istemeyen ideologları, bir çok gerekçeler öne sürerek özelleştirmeyi savunan pragmatistlerle bir noktada müttefik olmaktadırlar. Özelleştirmenin ideolojik temeli daha az devlet ister; pragmatist temelde ise daha verimli olan daha küçük bir devlet vardır.

TİCARİ ZORLAMA

Özelleştirmeye en önemli destek ticari çıkar peşinde koşanlardan gelmektedir. Bu gayet dürüst bir düşünüştür. Devlet, büyük bir kısmı kendi çalışanlarının ücreti olmak üzere pek çok harcamalarda bulunmaktadır. Kamu çalışanlarının çalıştığı işlerin çoğu devamlılık arz eden ticari faaliyetlerdir. Bu faaliyetler daha çok büyük alt yapı yatırımları, motorlu kara taşıtı, gemi ve uçak üretimi, bilgi akışı, hisse senedi ve tahvil ihracı, cadde ve sokakların onarımı, çöplerin toplanması, genel sigorta idaresinin yöntemi gibi devletten başkasının faaliyette bulunamadığı alanlarda yapılmaktadır. İş çevreleri bu alanlardaki faaliyetlerde özelleştirme kapsamının genişletilmesinden yanadırlar ve kamu kesiminde bu alanlarda çalışan işçi ve memurların vergi mükellefi olan özel kesim işletmelerinin yanında çalışmasını yasaklayan yasal çerçeveyi de desteklerler.

Özel kesimin devlet pastasından aldığı diğer bir dilim de, geniş ve büyük sermayeli kamu projelerinin sağladığı iş imkanlarının değerlendirilmesidir. Örneğin, hapishanelerin işletilmesi, inşaası, atık su arıtma tesisleri, enerji üretme tesisleri gibi. Özel kesim fırsatları her yönüyle değerlendirmektedir; hem inşa edip, hem finansmanını sağlayıp hem de idaresini de üstlenebilmektedir. Bu alandaki en yeni uygulamalar bu yatırımların özel kesim tarafından finanse edilmesidir; ancak birçok kere bu durum baskıcı devletten yardım istenmesiyle sonuçlanmaktadır. Çünkü sermaye fonları hapishanelerdeki tüm kalabalığı alacak kadar büyük binalar inşaa etmeye ve çevrenin tamamını temizleyecek kadar çöp arıtma tesisi kurmaya yetmeyecektir.

Mülkiyetin veya sanayinin devlet tekelinde bulunduğu ülkelerde ( ve hiç bir ülke bunun tamamen dışında değildir, her ülkede biraz da idarecilerin dirayetsizliğini, mülkiyet hakkının kullanılmadığını ve faaliyetelerin miskinliğini gören idarecilerden gelmektedir. Onlar özelleştirmenin başka bir biçimi olan denasyonalizasyonu desteklerler. Çünkü, sanayi veya mülkiyetin özel kesime devredilmesi halinde buralardan beklenenlerin daha iyi gerçekleştirilebileceğini görmüşlerdir ve eğer yatırımlar kaygısızca kamu kesimine terk edilirse durgunluğun devam edeceğini ve verimsiz faaliyetlerin artacağını önceden öğrenmişlerdir. Bu düşünüş, üretime yönelik her türlü yatırımı, madenleri, petrol yataklarını, ulaştırma hatlarını, haberleşme sistemlerini, bankaları, kerestelik ormanları ve açık alanları kapsayan kamu girişimlerine de uygulanabilir.

Bütün bu çeşitli gerekçelerle beraber, politik ve ekonomik felsefenin esasları üzerinde özelleştirmeyi savunanlar ile pragmatistlerin çıkarlarından tamamen farklı çıkarları olan ticari güçler özelleştirmenin aktif destekçisidirler.

POPÜLİST ZORLAMA

Özelleştirmeyi destekleyen en son grup "popülistler" olarak adlandırılabilir. Popülistler hem büyük devlet ile büyük iş çevrelerine, hem de sayıca fazla yerel kurumlar ile insanların yetkilendirilmesine karışıdırlar. Bu noktada şu terimler birbirleriyle sıkı bir ilişki içindedir.

Bu ülkenin toplum sistemleri, ister kamusal, ister özel aşırı derecede kurumlaşmış, bürokratikleşmiş, profesyonelleşmiş ve kendi kazançlarını korur hale gelmiştir. Başlıca bu sistemler insanlara hizmet etmek için oluşturulmuş olmalıdır... Eşitlik ve rekabeti toplumun yaşam biçimi haline getirecek yeni kurumsal düzenlemelere gitmek mümkündür...... Seçenekler arttırılmalıdır.... Hiçbir kamu veya özel kesim alıcısı arzın tek bir kaynağına güvenmemelidir.

Popülist yaklaşımın mevcut iki elementi, insanların kamu hizmetlerinden yararlanma hususundaki seçeneklerinin şimdikinden daha fazla olması ve bürokrasiden herhangi bir beklentisi olmadan herkesin kendi toplumsal ihtiyaçlarını belirleyebilme yetkisinin bulunmasıdır. İnsanlar, ailelerine, komşularına, kiliseye , etnik ve gönüllü  kuruluşlara büyük ölçüde güvenirler. Kamu ihtiyaçlarının belirlenmesi süreci ve bu ihtiyaçların karşılanması için geleneksel yerel kurumlarda çaba harcanması toplumun en çok ihtiyaç duyulan eğilimlerini takviye edecektir[6].

Bazı kurumlar nasıl olsa tehlike altındadır. Çok geniş ve aşırı güçlü bir devlet bu kurumları batırabilecektir. Aileler, sağlık kurumlarına, eğitime, refaha, konut sahibi olmaya ve insani hizmetlere öncelik vermektedir. Toplumun zihinsel sağlık örgütü bakanlığının yerini almıştır. Kendi değerlerini başkalarına empoze etmek için devlet başkanının gücünü kazanmaya çalışan oryantal kökenli lobiler gönüllü grupların yerine geçerler.

Bu diğer kurumlar, birbiriyle çelişen özgürlük adalet ve verimlilik hedefleri arasındaki eşitliğe ulaşmaya yardımcı olacak toplumda güven duygusunu sağlarlar. Devlet kadar büyük bir kurum, diğer kurumların harca-malarından büyük bir güç elde eder, bu hedeflere yapabilecekleri katkıları sınırlar, üretimlerindeki çeşitliliği ortadan kaldırır ve böylelikle özgürlük, adalet ve verimliliğin tahsisatını empoze ederek toplumun devlete bağlılığını arttırır.

Bu durumdakilerin bir çoğu özelleştirmeyi destekler, çünkü özelleştirme seçenekleri çoğaltır ve toplumu yerel bakımdan güçlendirmek ve geleneksel kurumları kuvvetlendirmek için çeşitli fırsatlar tanır. Daha mükemmel bir topluma ulaşma çabalarında, popülistler özelleştirme konusunda baskı yaparlar ve daha küçük devlete ulaşma hususunda ideologlarla güç birliği içindedirler. Pragmatistler daha mükemmel bir devlet arayışındadırlar ve ticari çıkarcılar devlet faaliyetlerinin daha fazlasını elde etmek isterler.

 

 


[1]    Webster's New Collegiate Dictionary, 9th ed. (Springfield, Mass: Merriam, 1983), 936. Kelimenin ilk kullanılışı Peter F. Drucker' in "The Age of Discountinuity" adlı eserinde              görülmüştür (New York: Harper & Row, 1969); Bu eserde "reprivatization" terimi kullanılmıştır. Robert W. Poole, Jr. bu terimi "privatization" olarak kısaltmış ve "Reason Foundation" adlı çalışmasında 1976' nın başlarında kullanmıştır. (Santa Monica, Calif.)

[2]    Adam Clymer, "Poll Finds Trust in Government Edging Back Up", New York Times, 15 July 1983.

[3]    S.M. Lipset and W. Schneider, The Confidence Gap ( New York : Free Press, 1983), 33.

[4]    Ibid., 75.

[5]    "Groceries' Service Rated High," New York Times, 10 March 1986.

[6]    Ted Kolderie, " An Equitable and Competitive Public Sector" (Minneapolis: Hubert H. Humprey Insttitute of Public Affairs, University of Minnesota, 1984).

 

Kaynak:E. S. SAVAS, "Privatization - The Key to Better Government - New Jersey, Chethem House, P-1, Inc. 1987, pp.3-12.