İMTİYAZ SÖZLEŞMELERİ YOLUYLA EKONOMİK DÜZENLEME (*)

Yazan: John Kay, Colin Mayer &  David Thompson

Çeviren : Prof. Dr. Nevzat Güran

 

I - Giriş

İngiltere sanayi politikasının şu andaki (1980'li yılların ortalarındaki) temel konularından biri, ekonomik faaliyetlerdeki dolaysız devlet ve kamu karışımının geriye doğru çekilmesidir. Gevşek bir ifadeyle özelleştirme olarak anılan ve ekonomik performansın iyileştirilmesi arzusunca uyarılan bu politika, en çok, devletleştirilmiş sanayi sektöründe kamu mülkiyetinin sistematik olarak terkedilmesi çabalarıyla dikkati çekmektedir.

Ancak, bu politikanın etkileri uygulanma biçimine göre farklılık gösterebilecektir. Bu çerçevede başvurulabilecek bir yol, devlet tekelinden çıkarma (denationalisation), yani, kanuni tekellerin mülkiyetlerinin kamu sektöründen özel sektöre transferidir. Böylesi bir adım, karlılığı uyararak yeni özelleştirilen teşebbüsün üretim etkinliğini iyileştirebilecek; ancak, monopol olma derecesini azaltıcı adımlar atılmadıkça, tahsis etkinliği üzerinde pek etkili olamayacaktır.

Uygulanılabilecek diğer bir yöntem, kamu mülkiyetini korumak, fakat, sanayiye giriş üzerindeki yapay (özellikle kanuni) kısıtlamaları kaldırarak rekabetin daha fazla olmasını özendirmektir. "Serbestleştirme" veya "düzenleme-gevşetmesi" (deregülasyon) olarak anılan bu politikanın güzel bir örneği, 1980 Ulaştırma Kanunu ile ekspres otobüs hizmetlerinin serbestleştirilmesidir (Bkz. bu makalenin yayınlandığı kitabın III. Kısmında yer alan Davis'in makalesi).

Üçüncü bir seçenek, önceden kamu sektöründe sağlanan mal ve hizmetlerin arzı için, özel sektör firmalarıyla imtiyaz sözleşmeleri yapılmasıdır. İmtiyaz tanıma yöntemi (franchising) ABD'de yaygın bir biçimde kullanılmış, ancak, işleyiş güçlüklerinin yanısıra radyo yayıncılığı imtiyazları çerçevesindeki yanlış uygulamanın doğurduğu kuşku nedeniyle gözden düşmüştür. Buna karşılık, bağımsız televizyon imtiyazı konusundaki İngiltere deneyimi, eleştirilebilecek yönleri bulunmakla birlikte, oldukça başarılı olmuştur (Bkz. Domberger-Middleton, 1985). Daha genel bir açıdan bakıldığında, imtiyaz tanıma yönteminin çekici özelliklere sahip olduğu belirtilebilir. Gerçekten de, iyi uygulanmak koşuluyla bu yöntem gerek üretim etkinliği gerekse tahsis etkinliği amaçlarına ulaşmada ciddi bir adım oluşturabilecektir. Bu makale, imtiyaz tanımanın önemli bir politika aracı olması halinde dikkate alınması gerekecek olan sorunları ele almaktadır.

II - Düzenleme Gerekli mi?

Sanayiin düzenlenmesi lehindeki argümanlar biraz aşırı basitleştirme riskiyle, üç başlık altında sınıflandırılabilir. Devlet müdahalesi için ilk ve geleneksel savunu, "doğal monopol"ün neden olduğu piyasa başarısızlığını temel alır. Kısaca doğal monopol, bir malın (veya hizmetin) en düşük maliyetle sunulması için üretimde birden fazla firma bulunmaması gereken bir sanayi olarak tanımlanır. Elektrik dağıtımı doğal monopolün klasik örneğidir. Çünkü bu dalda, bütün tüketim noktalarını arz ya da üretim noktasına bağlayacak yaygın ve maliyeti yüksek bir dağıtım şebekesine ihtiyaç bulunmaktadır. Açıktır ki, sanayiye giren ikinci bir işletmeci nedeniyle böyle bir şebekenin mükerrer hale gelmesi, elektrik arzının birim maliyetini önemli ölçüde artıracaktır. (Tam bir tartışma için, bkz. Sharkey, 1982).

Ancak, üretimde etkinlik monopolü haklı kılarken; fiyatların maliyetler üzerine yükseltilmesini ve bu şekilde korunmasını uyaran etmenler nedeniyle, monopolde kaynak tahsisinde etkinliğe ulaşılamayacağı iyi bilinmektedir. Bu koşullar altında, İngiltere ekonomisi çerçevesinde, düzenleme veya devletleştirme, optimum fiyatlama ve kaynak tahsisini sağlamanın bir aracı olarak önerilmiştir.

Son zamanlarda Baumol ve arkadaşları bu argümanı ciddi biçimde sorgulamışlardır. (Baumol, Panzar ve Willig, 1982; Baumol ve Willig, 1981). Onlara göre, "sürdürülebilir" bir doğal monopol, her ne kadar rekabeti dışta bıraksa da, piyasanın " tam-olarak yarışmaya açık" (perfectly contestable) olması koşuluyla, etkin fiyatlama ve dolayısıyla etkin kaynak tahsisi ile uyumludur. Piyasanın yarışmaya açık olmasının özü, monopolcü pozisyonundaki kişinin, piyasaya yeni giriş tehdidi aracılığıyla, fiili olmasa da potansiyel bir rekabetle karşı karşıya kalarak, sosyal açıdan arzulanır davranışta bulunmaya zorlanmasıdır. Fiyatları maliyetlerin üstüne yükselterek yeni katılımcılar için karlılık fırsatları oluşturduğunda monopolcü, " hakim ol ve işlet" sloganıyla piyasaya girişin hedefi haline gelecektir. Böylece, tam olarak yarışmaya açık bir piyasada denge, doğal monopolcünün normal kardan daha fazla kar yapamayacağı, aksi halde, piyasaya girişle yüz yüze kalacağı bir denge görünümünü taşıyacaktır. Baumol'ın analizinin politika açısından ima ettiği önemli sonuç, düzenleme yapmaktansa piyasaya giriş üzerindeki yapay engellerin kaldırılmasının, doğal tekel alanında daha etkin bir araç olduğudur.

Ancak ne yazık ki, tam olarak yarışmaya açık oluşun gerektirdiği varsayımlar, uygulamada ancak nadiren sağlanabilecek ölçüde katıdır. Çok önemli bir varsayım, piyasaya girişin maliyetsiz bir biçimde tersine çevrilebilmesidir. Bunun anlamı, piyasada kalmanın karlılığı ortadan kalktığında, piyasadan çıkışın maliyetsiz olarak gerçekleştirilebilmesidir. Piyasaya girişin bu anlamda "serbest" olması için, üretime son verilmekle ortadan kaldırılamayacak olan "batık maliyetler"in (sunk costs) bulunmaması gerekir. Oysa, işletme için gerekli sabit varlıklar uzmanlaşmış nitelikte olduğunda ve bu yüzden alternatif kullanım alanlarına sahip bulunmadığında (örneğin, demiryolu rayları), ya da bu işlemlere uygun ikinci el piyasalar gelişmediğinde, batık maliyetler ciddi boyutlarda bulunabilir. Batik maliyetlerin varlığı halinde, sosyal yönden arzulanır fiyatlama davranışı konusunda, piyasanın yarışmaya tam açık oluşuna güvenilemez ve böylece düzenlemeyi haklı kılan ortam yeniden doğmuş olur.

Piyasa başarısızlığının ikinci bir örneği, doğal monopolün kendisinden değil, monopolcü pozisyonundakilerin, piyasaya yeni girenleri caydırma veya yeni serbestleştirilmiş bir piyasadan sonuçta onların çekilmesini sağlama konusunda avantajlı konuma sahip bulunmalarından kaynaklanır. Bu durum, "ilk olmanın avantajı" olarak bilinir. Belki de bu olgunun en iyi örneği, ekspres otobüs sektöründe etkin bir biçimde düzenleme-gevşetmesi gerçekleştiren 1980 Ulaştırma Kanunu'nun etkisinde görülür. Kanunun yürürlüğe girmesiyle, piyasaya yeni girişler bir süre güçlü bir biçimde ortaya çıkmışsa da, bu durum sürdürülememiş ve katılanların çoğu sonunda sektörü terketmişlerdir. National Express piyasadaki hakim pozisyonunun korumuş; Victoria Otobüs Terminali'ne sahip oluşu, ona önemli bir rekabet avantajı sağlamıştır. (Ayrıntılar için bkz. kitabın III. kısmında yer alan Davis'in makalesi). Ayrıca, monopolün ne ölçüde kendisini güçlü bir biçimde koruyacak yapıda oluşunun düzenlemelerin gevşetilmesinden önce öngörülmesi, bir hayli zordur ve sanayiin yapısıyla ilgili ayrıntılı bir bilgi gerektirir. Düzenleme gevşetmesi, bu koşullarda dahi arzulanır nitelikte kabul edilebilirse de; ex-post olarak açığa çıkabilecek rekabetçi-olmayan uygulamaların belirlenip bastırılmasını sağlayacak rekabet politikası araçlarına güvenilmek zorundadır. Makul bir süre içerisinde bu tür durumları belirleme ve bunlarla ilgilenme açısından kötü bir donanıma sahip rekabet politikası sözkonusu olduğunda, düzenleme gevşetmesi, orjinal vaadinin az bir kısmını yerine getirebilecektir.

Devlet müdahalesini haklı kılan üçüncü durum, " dışsallıklar"ın mevcut olması veya belli ekonomik faaliyet türlerinin genel etki ya da sonuçlarının geniş bir kesimi ilgilendirmesidir. Bunun iyi bir örneğini oluşturan radyo ve televizyon yayıncılığı, yalnızca hava bantı tahsisiyle ilgili potansiyel problemler nedeniyle değil, aynı zamanda yayın naklinin niteliğinin kontrolü konusundaki güçlü kamuoyu arzusu nedeniyle, bir çok ülkede düzenleme altına alınır. Reklam standartlarının yönlendirilmesi ve uygulatılmasının gerekliliği İngiltere'de geniş bir kabul görmekte ve programların benimsenen edep ve adalet normlarına uygunluğunu sağlamaya yönelik düzenlemeye nadiren karşı çıkılmaktadır. Böylece, ekonomik faaliyetin istenmeyen etkilerine karşı halkın korunmasını sağlamak amacıyla düzenleme getirilebilmektedir.

III - Düzenlemeyle İlgili Problemler

Teorik üstünlüklerine karşılık uygulamada düzenleme, özellikle ABD'de pek ümit verici olmamıştır. Kamu yararını korumakla görevli düzenleyici kuruluşların faaliyetleriyle ilgili eleştiriler son yıllarda büyük ölçüde belgelenmiştir. Bunları dört başlık altında toplamak yararlı olacaktır. İlk olarak, Stigler (1971) tarafından ortaya atılan "düzenleyici kuşatması" (regulatory capture) problemi mevcuttur. Buna göre düzenleme, sonuç itibariyle halkın değil, düzenlenen şirketlerin çıkarlarına hizmet eder. İkincisi, getiri oranı düzenlemesinin bir sonucu olarak minumumdan daha yüksek maliyetlere yol açan, etkin-olmayan girdi kullanımı problemi söz konusudur. ABD kamu hizmetleri düzenlemesi çerçevesinde geniş olarak değinilen bu problem, meşhur Averch-Johnson(1962) etkisidir. Üçüncü eleştiri, düzenlemenin güçlü politik ve sosyal çıkar gruplarını tatmin etmek amacıyla arz ve talep edilmesi halinde doğan sapmalar bu bozukluklarla ilgilidir. Son olarak, düzenlemenin yenilikleri köstekleyeceği ve en iyi uygulama tekniklerinin benimsenmesini yavaşlatacağı ve böylece maliyetleri olması gerekenin üstünde tutacağı yolunda bir eleştiri yapılabilmektedir. Bunun bir örneği olarak, ABD hava ulaşımındaki bir düzenleme-gevşetmesi sıkça anılmaktadır. Bu uygulama, maliyet düzeyleri ve rota yapısı itibarıyle sektörde mevcut olan etkinlikten uzaklığın boyutunun ortaya koymuştur. Konuyla ilgili bir tartışma için Graham, Kaplan ve Silbey (1983) ve Bailey (1985)'e bakılabilir.

Ancak, yukarıdaki eleştirilerin düzenlemenin özü ile ilgili olmadığı, büyük ölçüde, onun uygulama biçimine ilişkin olduğu vurgulanmalıdır. Geçmiş deneyimden çıkarılabilecek uygun sonuç, düzenleme ile ilgili mevcut usullerin reformunun veya alternatif usullerin geliştirilmesinin gerekliliğidir.

Özel teşebbüslerle ilgili ekonomik düzenleme, İngiltere'de ekspres otobüs işletmeciliği ve televizyon yayıncılığı gibi nispeten az sayıda sektörle sınırlanmıştır. Doğal tekele ilişkin İngiliz çözümü, devletleştirme olmuştur. Mülkiyet yoluyla düzenleme anlamına gelen bu çözüm kömür, çelik ve demiryolu ulaşımı gibi ekonominin anahtar sektörlerinde uygulanmaktadır. İngiltere'de özelleştirme yönündeki mevcut eğilim, kamu girişimciliğinin, tahsiste etkinlikten uzak oluş problemlerinden çok daha önemli olarak, üretimde kronik biçimde etkinlikten uzak oluşa yol açtığı inancını yansıtmaktadır. Ancak, daha önce belirtildiği gibi, özelleştirme değişik şekillerde yapılabileceğinden, alternatif politika seçeneklerinin değerlendirilme gereği bulunmaktadır. İmtiyaz tanıma böylesi bir seçenek olup, Beesley ve Littlechild (1983, s.15)'e göre, " bu konuda pozitif tavsiyelerde bulunulabilmesi için, daha çok fazla analitik ilgiye ihtiyaç vardır".

IV - İmtiyaz Tanımanın Mahiyeti

İmtiyaz tanıma, belirli mal ya da hizmetlerin üretim ve/veya dağıtımı konusunda geçici monopol hakkı verilmesini kapsar. Bu uygulama temelde, piyasa başarısızlığının büyük bir ihtimal dahilinde olduğuna inanılan veya bir düzenleme tedbirinin uygun olacağına hükmedilen koşullarda rekabeti getirmenin bir yöntemi olarak algılanmıştır. İlke ilk defa piyasa, için rekabetin piyasa içinde rekabetin bir ikamesi olabileceğini öne süren Chadwick (1859) tarafından açıkça telaffuz edilmiştir. Ancak, imtiyaz tanımanın düzenleme ve devletleştirmeye ciddi bir alternatif oluşturduğunu ilk kez öne süren Demsetz (1968) olmuştur. Demsetz, mal veya hizmet arzındaki ex-post monopolün, veri bir zaman dilinde tek arz-edici olma hakkı için yapılan ex-ante rekabetle uyumlu olduğunu vurgulamıştır.

İmtiyaz tanıma yönteminde rekabet, potansiyel arz-edicilerin sözleşme için fiyat tekliflerinde bulunacakları bir yarışma veya açık artırma aracılığıyla, piyasaya fiili giriş öncesinde devreye sokulur. Demsetz'in özgün örneğinde, söz konusu yarışmayı kazanan, üretimi sürekli artan getirilere konu olan ve böylece doğal monopolü akla getiren bir imtiyaz olarak, araç plakası arzetme sözleşmesi ile ödüllendirilir. Yarışmanın galibi, en düşük arz fiyatını teklif eden üreticidir. Mukavele süresi değişken olabilir, ancak Demsetz'in örneğinde bu bir yıl olup, yıllık aralarla teklifler yenilenir.

En düşük tüketici fiyatını veya alternatif olarak, diğerlerinden üstün olduğu kabul edilen fiyat / kalite bileşimini teklif eden kişinin sözleşme ile ödüllendirildiği bu usül, Chadwick/Demsetz açık artırması (auction) olarak bilinmeye başlanmıştır. Bu teklif (pey sürme) süreci, fiyatları beklenen birim üretim maliyetlerine yaklaşan düzeylere indirecek şekilde düzenlenir.

Alternatif bir teklif/açık-artırma süreci, imtiyaz tanıma mukavelesinin bu mukavele için en yüksek ödemeyi teklif eden yarışmacıya sunulmasını kapsar. Bu sistemde teklifin değeri, muhtemelen, işletmeciye (operatör) mukavele dönemi boyunca akacak olan monopol rantlarının iskonto edilmiş birikimiyle ilgili, yarışmacıların bekleyişlerini yansıtacaktır. Bu planın üstün yanı, gelecekteki rantların hepsinin değilse de bir kısmının imtiyaz tanıyan (devlet) tarafından ele geçirilmesi gerçeğinde yatmakta; ancak plan, monopole eşlik eden fiyatlama etkinsizliklerini hafifletici bir özelliğe sahip bulunmamaktadır.

İki tür teklif sürecine paralel olarak, imtiyaz sözleşmelerinin de başlıca iki tipi vardır: Sahip olma veya işletme. Birinci durumda, mukaveleyi yapan, ilgili mal veya hizmetin üretim ve dağıtımı için gerekli olan sabit varlıkların mülkiyetini kazanır. İşletmecilik imtiyazı durumunda ise, bu varlıklar kamu mülkiyetinde kalır ve düzenleyici otoritenin sorumluluğu söz konusu olur.

Sahipliği kapsayan imtiyazlar, işletmecilerin, imtiyaz sona erdiğinde değerinin ne olacağından emin olmayabilecekleri büyük sermaye yatırımları yapmalarını gerektirir. Bu durum hemen, imtiyazın sona ermesinin getireceği ve potansiyel yarışmacıları teklif vermekten vazgeçirebilecek olan, ciddi batık maliyetler bulunmasa ihtimalini ortaya çıkarır. İşletmecilik imtiyazları ise, bu problemlerin üstesinden gelmekle birlikte, varlık kullanımında etkinsizliklere yol açabilecektir. Çünkü varlıklar, maliyetleri minimize etme güdüsüyle hareket eden kişiler tarafından kontrol edilmeyeceklerdir. Bu tür imtiyazlar ayrıca, bakım ve yenileme sorumluluğunu düzenleyici otoriteye yüklediğinden dolayı, imtiyaz düzenlemesinin yükünü de artırır. Şu halde, sahiplik veya işletmecilik imtiyazları arasında seçim yapma konusunda bir trade-off vardır. Birincisindeki rekabet ya da yarışmaya-açıklığın azaltılma ihtimaline karşılık, ikincisinde de sabit varlıkların kullanımı açısından uygun uyarıcılar bulunmamaktadır.

V - İmtiyaz Tanımanın Bir Değerlendirmesine Doğru

İmtiyaz tanıma temelde, piyasanın yarışmaya açıklığını artırmanın bir mekanizması olarak görülebilir. Yöntem bunu, firmalara, teşebbüs için kaynak taahhüdüne girmeden önce, arz hakkı için teklifte bulunma imkanını vererek, yani piyasaya girişin getireceği batık maliyetlerin düzeyini azaltarak sağlar. Aynı derecede önemli olan bir gerçek de, imtiyaz tanımanın, potansiyel arz edicilerin rekabet gücü hakkında düzenleyiciye bilgi sağlamanın bir mekanizması olmasıdır. Bu tür bilgi üretimi, geleneksel düzenleme ve devletleştirmede tümüyle yok olup, imtiyaz tanıma yönteminin temel bir avantajıdır. İmtiyaz tanımanın geleneksel düzenleme biçimlerine göre diğer bir avantajı da, zayıf performansa bir yaptırım olarak imtiyazın sona ermesi tehlikesini getirmesidir. Bazı koşullarda bu, düzenlemeye konu olan bir teşebbüsün karşı karşıya bulunduğu devredilme tehlikesinden daha güvenilir bir yaptırım olabilir. Ancak imtiyaz sözleşmesi uygulamaları da güçlüklerden arınmış olmayıp, bunlar dört başlık altında incelenebilir.

(i) Teklif Verme Süreci

İmtiyaz tanıma sürecinin etkin olabilmesi için teklif verme rekabetçi olmalıdır. Bu da, teklif verenlerinin sayısının yeterince büyük olmasını veya onların gizli anlaşma (collusion) yapmalarını güçleştirecek derecede dağılmış olmalarını gerektirir. Ancak bu demek değildir ki, teklif verenlerin sayısı atomistik piyasalardaki arz eden sayısı kadar büyük olmalıdır. Çünkü Stiglitz (1984, s.34)'in öne sürdüğü gibi, eksik bilgi söz konusu olduğunda, "sınırlı sayıda firmaya sahip piyasalar, çok sayıda firmanın bulunduğu piyasalardan çok daha etkin bir rekabete sahip olabilirler". Ancak ne yazık ki, gizli anlaşmalı teklif vermenin ortaya çıkabileceğini ve gerçekten de ortaya çıktığını uygulama göstermekte ve Schmalansee(1979) beelediye hizmetleri imtiyazlarına ilişkin teklif vermelerde bu türden çok sayıda örneği kaydetmektedir.

Teklif verenlerin sayısını azaltabilecek olan diğer bir etmen, batık maliyetlerin varlığıdır. Batık maliyetler, imtiyazın sona ermesi durumunda piyasadan çıkışın cezasını artırdığı ve piyasada hakim durumda olanla yeni giriş yapacak olan arasında bir asimetri doğurduğu için, teklif verme üzerinde caydırıcı rol oynar. Batık maliyet unsurunu azaltmanın bir yolu sözleşmeyi yapana yüksek maliyetli varlıklar edinme zorunluluğunu yüklemeyen, işletmecilik imtiyazı yönteminin tercih edilmesidir. Ancak, daha önce tartışıl-dığı üzere, işletmecilik imtiyazlarıyla ilgili, uyarıcı uyumsuzluğu problemleri bulunmaktadır.

Potansiyel teklif vermeleri caydırabilecek olan üçüncü bir etmen, halen imtiyazı elinde bulunduran tarafından sözleşme süresi boyunca kazanılmış olan bilgi avantajıdır. Dışarıdakilerin eşit koşullarda teklif veremeyecekleri anlamına gelen bu durum, mevcut imtiyaz sahibinin yeniden sözleşmeyle ödüllendirilme ihtimalini artıracaktır. Bu durum özellikle, hangi teklifin kazanacağı üzerinde etkili olabilen düzenleyici tercihleriyle ilgili bilgiden kaynaklanabilir. Rekabetin derecesini azaltan bu potansiyel bilgi asimetrisinden kaçınmak amacıyla, sözleşmenin özellikleri, dışarıdaki teklifçilerin halen imtiyazı elinde bulunduran kadar bilgiye sahip olmalarını sağlayacak şekilde, açıklıkla belirlenmelidir (ITV imtiyaz sözleşmeleri çerçevesinde bu sorunun bir tartışması için, bkz. Domberger ve Middleton, 1985).

(ii) Sözleşme Özelliklerinin Belirlenmesi

Etkin bir rekabet oluşumu, imtiyaz tanımanın geleneksel düzenleme türlerine karşı üstün yanını oluşturmakla birlikte; diğer düzenleme türlerinde ortaya çıkmayacak olan bir problem olarak, sözleşme özelliklerinin ve seçim kriterlerinin belirlenmesi sorununu da beraberinde getirir. Bu çerçevede dikkate alınması gereken ilk konu, arz edilecek olan mal veya hizmetin yapısıyla ilgilidir. Demsetz'in verdiği araç plakaları örneğinde nispeten basit bir biçimde çözüme kavuşturulabilecek olan bu sorun, fiyat koymanın anlamsız olduğu ve yarışmacıların, önerdikleri program yapılarının üstünlüklerine göre değerlendirilecekleri, televizyon yayıncılığı örneğinde daha zordur. Bu ikinci örneğin ilginç yanı yarışmacılardan teklif ettikleri programları sunmanın beklenen maliyetlerini belirtmelerinin istenmemesidir. Posner (1972) yarışmacıların alternatif fiyat-kalite bileşimleri konusunda teklif vermeye davet edilmelerini önermekle birlikte, fiyat ve kalitenin optimum görünümünün nasıl belirleneceği sorunu tartışmaya açık kalmaktadır. Arz edilecek ürün veya hizmet nispeten kesin bir biçimde tanımlanabildiğinde, imtiyaz tanımanın etkinlikle işleme ihtimalinin yüksek olacağı açıktır.

İkinci bir konu seçme problemiyle ilgilidir. Bu problem, ana ve mahalli telefon hizmetlerinde olduğu gibi, birlikte üretilen ve iyi tanımlanmış birkaç ürünün arzı konusunda imtiyaz verilmesi durumunda ortaya çıkar. Böyle bir alanda izlenebilecek bir yol, seçimi tek bir ürün veya hizmetin fiyatına dayandırarak, diğerlerinin fiyatının belirlenmesini daha sonraki bir aşamada imtiyaz otoritesi ile yapılacak müzakerelere bırakmaktır. Bununla birlikte, Williamson (1976) tarafından incelenen Oakland şehri CATV imtiyazı örneği, bu yöntemin uzun dönemli fiyatlama çarpıklıklarına yol açabileceğini göstermektedir.

Birlikte arz edilen ürünler durumunda başvurulabilecek bir çözüm yolu, teklifleri, ürün ya da hizmetlerin bir sepetinin fiyatı ile ilişkilendirmektir. Başka bir deyişle, teklifler ürün fiyatlarının bir ağırlıklı ortalamasına dayandırılır ve ağırlıklar önceden belirlenerek tüm yarışmacılar bilgilendirilir. Ağırlıklı ortalamanın, halen imtiyazı elinde bulunduran kişinin uyguladığı fiyatlar baz alınmak suretiyle indeks sayısı biçiminde ifade edilmesi daha uygun olabilir. Fiyat indeksinin ağırlıkları, İngiltere'de parekende ve üretici fiyat indekslerinin oluşturulmasına benzer bir biçimde, sepette yer alan ürünlere/hizmetlere yapılan harcamaların paylarına dayandırılabilir. Harcama payı verileri, Aile Harcamaları Araştırması gibi kamuya açık mevcut kaynaklardan veya şirket verilerinden elde edilebilecektir.

Bu tür bir fiyat indeksi hazırlamanın, basitliği dışında diğer bir üstün yanı , imtiyaz programının fiyat indirimleri cinsinden potansiyel kazançları konusunda, kolayca ölçülebilen bir gösterge sağlamasıdır. Ağırlıklandırma yapısının, ceteris paribus, yüksek harcama payına sahip ürünlerde fiyat-maliyet marjlarını azaltma, düşük paya sahip ürünlerde ise bu marjları artırma konusunda yatırımcılara bir uyarıcı sağladığını belirtmekte de yarar bulunmaktadır. Bu fiyat indeksinin, daha düşük teklif fiyatlarının beraberinde getirdiği refah kazançlarının teorik olarak uygun ölçüsüne başarıyla yaklaşan bir araç olduğu gösterilebilir.

Yukarıdaki tartışmalardan açıktır ki, imtiyaz sözleşmeleri için rekabetin oluşturulması ve sözleşme yapanlara bilgi sunulması; ürünlerin ve seçme kriterlerinin kesin olarak belirlenmesi biçiminde bir maliyete yol açmaktadır. Ayrıca, sözleşmede belirlenen ürün veya hizmetin hiç değiştirilememesi, hızlı teknolojik gelişmelerin piyasada arz ve/veya talebin özelliklerini etkileyebildiği durumlarda uygun olmayabilir. Bu durum, uygun sözleşme süresi konusunda, şimdi incelemeye başlayacağımız, önemli bir sorunun ortaya çıkmasına da yol açar.

(iii) Sözleşme Süresi

İmtiyaz için teklif verme, rekabetçi piyasaların önemli bir özelliğini oluşturan " etkin firmalar seçimi"ni böylesi değişik bir ortamda sağlamaya yönelik bir süreç olarak görülebilir. En önemli fark, imtiyaz kesikli(sürekli olmayan) yapısında yatar: Sözleşmeler genellikle bir kaç yıllık dönem için yapılmaktadır. Bununla birlikte, sözleşme döneminin uzunluğunu azaltarak, imtiyaz tanımanın daha sürekli bir süreç haline getirilmesi mümkündür. Demsetz (1968), araç plakası imtiyazı için bir yıllık bir sözleşme döneminden söz etmektedir. ITV imtiyazları örneğinde 1 yıllık sözleşme süresi teklif sayısını büyük ölçüde azaltacaktır. Bu farklılığın nedeni, imtiyazın beraberinde getirdiği maliyetler ve hasılatların zaman içindeki birikimi ile ilgilidir. Aşağıda sunulan oldukça basitleştirilmiş örnek bu durumun açıklık kazanmasını sağlayabilir.

Süresi m yıl olan bir imtiyaz sözleşmesi düşünelim. Teklif verme maliyetlerinin, imtiyazın (işletmeye-yönelik sözleşmenin) getirdiği batık maliyetlerden ibaret olduğunu ve bütün yarışmacılar için Bo şeklinde veri olduğunu varsayalım. Aynı zamanda, temsili pey sürücünün mukaveleyi kazanma ihtimali konusundaki subjektif değerlendirmesi 0 < a < 1 olarak verilmiş olsun. a endojen olup, başka şeylerin yanı sıra yarışmacıların sayısına bağlı olduğundan, yukarıda yapılan açık bir basitleştirme olmakla birlikte, analitik amaçlar açısından uygundur. Genel olarak, kar maksimizasyonu amacındaki bir yarışmacı, yalnızca, beklenen karlar pozitifse ve aşağıdaki eşitsizlik sağlanırsa mukavele için teklifte bulunacaktır.

Burada R(Q) ve C(Q), teklif başarılı olduğunda, yarışmacının sözleşme süresi boyunca herbir yıldaki beklenen karları ve maliyetleri, r ise faiz oranıdır. Ro ve Co, teklifin başarısız olması durumundaki beklenen hasılat maliyetler (teklif verme maliyetleri dışındakiler) olup, bunların sıfır olduğu varsayılabilir. Teklif vermenin karlı olabilmesi için, sözleşme dönemi boyunca iskonto edilmiş beklenen hasılatlar beklenen maliyetleri aşmalıdır. Ancak, teklif maliyetlerinin batık maliyet türünde ve mukavele kazanılsa da kazanılmasa da üstlenilmiş durumda olması nedeniyle Bo' ın 1 ihtimal değeriyle (tam olarak) girdiğine dikkati çekmek gerekir. İlgili terimlerin bir araya getirilmesiyle aşağıdaki eşitsizliğe ulaşılabilecektir:

Bu ifade teklif verme konusunda sözleşme süresinin (m) önemini açıkça göstermektedir. İlk dönemlerde üretim maliyetlerinin hasılatları aşması beklenebileceğinden (2) nolu eşitsizliğin kısa mukavele dönemleri , yani düşük bir değeri için sağlanması pek mümkün değildir. Ayrıca Bo' ın, başarı ihtimali a' nın tersi ile çarpıldığını vurgulamakta yarar bulunmaktadır. Bu durum, büyük teklif maliyetlerinin ve/veya sözleşmeyi kazanma ihtimalinin düşüklüğünün, ancak yüksek karlılık ve böylece uzun söyleşme süresi halinde teklif yapmayı mümkün kılabileceğine işaret etmektedir.

Yarışmacıların maliyet ve hasılat bekleyişleri farklı olduğundan, uygulamada 2 nolu eşitsizlik her bir yarışmacı için farklı olacaktır. Böylece, bir potansiyel teklif verenler kitlesinde, altında hiçbir teklifin ortaya çıkmayacağı bir sözleşme süresi dağılımı mevcut olacaktır. Bu şekilde, sözleşme uzunluğu azaltıldıkça teklifte bulunmayı arzulayan yarışmacıların sayısı daralacak ve limitte bu sayı sıfıra kadar inecektir.

Sözleşme süresinin uzunluğunun belirlenmesiyle ilgili trade-off'un niteliği, böylece açıklık kazanmış olmaktadır. Kısa süreli sözleşmeler, teklifçilerin sayısının yarışmanın geçerliliğini tehlikeye sokan düzeylere düşmesi ihtimalini artıracak, daha uzun dönemi kapsayan mukaveleler ise, halen imtiyazı elinde bulunduranların bilgi konusunda ve diğer açılardan, henüz teklif aşamasındayken rekabeti zayıflatacak önemli avantajlardan yararlanmalarına yol açabilecektir. Uzun süreli mukavelelerin ayrıca, imtiyazın sona ermesi konusunda algılanan tehlikeyi azaltma ve böylece zayıf performansın optimum sözleşme süresi konusu nihai yaptırımını zayıflatma şeklinde bir etkisi de bulunmaktadır. Optimum sözleşme süresi konusu imtiyaz otoritesi açısından da bir bilgi problemi olup, bu bilgi olmaksızın, karşı karşıya bulunulan trade-off'un niteliğini belirlemek güçtür. Kablolu televizyonun gelişmesi konusundaki son Beyaz Rapor'da (Home Office, 1983,s.34) bu trade-off'un önemi kabul edilmektedir. Geleneksel düzenleme türleri çerçevesinde ortaya çıkmayan bu sorun uygulamada çözümü pek güç olmayan sorunlardan biridir.

(iv) Düzenleme ve Sözleşmelerin Uygulamaya Geçirilmesi

İmtiyaz sözleşmeleri düzenlemesi, prensip olarak, geleneksel düzenleme türlerine göre çok daha kolaydır. Çıktı tarafında, belirlenen performans standartları karşısında realize edilenin dönemsel (örneğin yıllık) kontrollerinden fazla bir şey yapmak gerekmemektedir. Fiyatlar yönünden ise, teklif verme süreci tarafından türetilen rekabetçi-benzeri fiyat yapısının, imtiyaz dönemi boyunca korunması gerekir. İmtiyaz vermenin tarihinde, sözleşme bir kez sağlandıktan sonra daha elverişli koşulların müzakere edilebileceği ve baz dönem fiyat yapısının monopolcü düzeylere doğru düzeltilebileceği düşüncesiyle, "kapıya bir adım atmak" için düzenlenen gerçekçi-olmayan teklif verme örnekleri az değildir. İmtiyazı alanın buna yönelik olarak yapması gereken tek şey, koşulların büyük ölçüde değiştiği, yani maliyetlerin yükseldiği konusunda otoriteyi ikna etmektir. Bunu önlemek için, başlangıçtaki fiyat yapısını reel açıdan sabitleştirecek sözleşmeler yapılabilir. Bu durum önceden bilindiğinde, yarışmacılar fiyatlarla ilgili daha sonra yeniden müzakareler yapılamayacağının farkında olacaklarından, gerçekçi-olmayan düşük teklifler caydırılmış olacaktır. Böyle bir rejimde, teklif fiyatları büyük ölçüde maliyetleri yansıtabilecektir.

Daha uzun dönemde maliyetler artma eğilimi gösterebilir ve imtiyaz otoritesi gerekli fiyat artışlarını oluşturmak için bir mekanizma belirlemek zorunda kalabilir. Son zamanlarda İngiliz Hükümeti, Littlechild (1983) tarafından ortaya atılan ve "RPI-X" formülü olarak bilinen bir fiyat düzenleme programını benimsemiştir. Yeni özelleştirilen British Telecom'un mahalli telefon tarifeleri için geliştirilen bu program, tarife indeksinin yıllık olarak, İngiltere perakende fiyat indeksinden yüzde x kadar daha düşük olacak bir oranda artmasına izin vermektedir. Burada x etkinlik veya üretkenlik indirimi olup, işletmenin etkinlik kazançlarının daha düşük nispi fiyatlar biçiminde tüketiciye geçmesini sağlamaya yöneliktir.

Bu programın etkin biçimde gerçekleştirmeye çalıştığı şey, getiri düzenlemesinin konusunu oluşturan fiyat-maliyet farkı düzenlenmesinden daha çok, maliyetlerin düzenlenmesidir. İmtiyaz sözleşmeleri açısından özellikle uygun olan programın uygulanması da nispeten kolaydır. Monopoller ve Birleşmeler Komisyonu (1982) tarafından önerilen çizgide, belki de daha iyi alternatif bir gösterge, ilgili sanayiin girdi yapısı konusundaki bilgilerin kullanımıyla, bir girdi fiyatları indeksinin oluşturulmasıdır. Bu yöntemin uygulanabilirliği, üretim teknolojisinin bilinmesi ve girdi fiyatlarının imtiyazı elde edenin kontrolü dışında eksojen olarak belirlenmesi halinde mümkün olacaktır.

Sözü edilen programın önemli bir özelliği, getiri düzenlemesinden farklı olarak, uygun uyarıcılar kapsamasıdır. Program, girdi kullanımında yüksek maliyetlere neden olan kötü uygulamalara yol açmayacaktır. Ayrıca, imtiyazı alan, etkinliği x'le belirtilenin ötesinde artırma güdüsüyle hareket ederek, nispi fiyat değişmeleri durumunda girdilerin optimum ikamesini sağlamaya çalışacaktır. Girdi fiyatları indeksi girdi ikamesi etkisini kapsamadığından, imtiyaz sahibi etkinlikle ilgili böylesi bir kazançtan yararlanacaktır. Böylece işletmeci, karlılığını artırabileceği en dolaysız yöntem olması nedeniyle, maliyetleri düşük tutma yönünde güçlü uyarıcılara sahiptir.

V - Sonuçlar: Düzenlemeye Karşı, İmtiyaz Tanıma

Bu makalenin II. Kısmında belirtildiği üzere, bir özelleştirme programının tamamlayıcısı olarak muhtemelen bir düzenleme biçimine ihtiyaç bulunmaktadır. British Telecom'un özelleştirilmesi ve onunla ilgili daha sonraki gelişmeler, parça-bölük bir yaklaşım benimsenmektense özelleştirme ve düzenleme konusunda başlangıçta kombine bir politika oluşturmanın daha uygun olduğunu açıkça göstermiştir.

İmtiyaz tanımayla ilgili analizimiz, onun, sosyal refahı koruyan bir düzenleyici çerçeve ile rekabetin güçlü ögelerinin bir kombinasyonu olduğuna işaret etmektedir. Bu yöntemin geleneksel düzenleme biçimlerine göre temel üstünlüğü, arz edenlerin rekabet gücü hakkında ürettiği bilgi, üretimde etkinliğe ulaşmada işletmecilerin sahip olduğu uyarıcılar ve sürekli düşük performans durumunda imtiyazın sona erdirilmesi biçiminde etkin bir yaptırımın mevcut olması gerçeklerinde yatmaktadır.

Bununla birlikte, yaptığımız değerlendirmelerden imtiyaz tanıma yönteminin en çok uygulanabileceği dalların, üretim teknolojisinin nispeten basit ve statik olduğu, ürün ya da hizmetin kesin bir biçimde belirlenebileceği ve imtiyaz dönemi içinde önemli talep dalgalanmalarının pek görülmeyeceği alanlar olduğu anlaşılmaktadır. Bu koşulları yerine getiren ve bu yüzden imtiyaz verme yönteminin en uygun adayları durumunda bulunan faaliyetlerin örnekleri arasında, ulaşım hizmetleri (örneğin otobüsler), elektrik dağıtımı, hastane ve okulların temizlenmesi ve çöp toplanması sayılabilir. Bu faaliyetlerin bir kısmının İngiltere kamu sektöründe zaten imtiyaz vermeye konu olduğunu belirtmek ilginç olacaktır. Ancak, bunların performansları konusunda ampirik bulgular henüz yeterli düzeyde bulunmamaktadır.

Bu makalede ortaya atılan konulara ışık tutmaya yarayacak yeni araştırmalar da gereklidir. Birincisi, imtiyaz vermenin, düzenleme amaçlarına yönelik bir bilgi türetme yöntemi olarak incelenmesine ihtiyaç bulunmaktadır. İkincisi, alternatif teklif verme süreçlerinin incelenmesine ve başka şeylerin yanısıra, sözleşmeciler tarafından teklif edilen optimum fiyat-kalite bileşimlerinin bir şekilde belirlenmesine gerek vardır. Son olarak, sahiplik imtiyazları çerçevesinde, imtiyaz alanlar arasında düzenli geçişi kolaylaştıracak ve imtiyaz sona erdiğinde üstlenilecek olan batık maliyetleri azaltacak bir varlık transferi kuralının formüle edilmesine ihtiyaç bulun-maktadır.

KAYNAKÇA

Averch, H. and Johnson, L. (1962), 'Behaviour of the firm under regulatory constraint', American Economic Review, 52, 1052-69.

Bailey, E. E. (1985), 'Price and productivity change following deregulation: the US experience', Royal Economic Society' de verilen konferans metni.

Baumol, W. J., Panzar, J. C., and Willig, R. D. (1982), Contestable Markets and the Theory of Industry Structure, New York: Har-court Brace Jovanovich.

Baumol ve Willig, R. D. (1981), 'Fixed costs, sunk costs, entry barriers and sustainability of monopoly', Quarterly Journal of Economics. 95, 405-31.

Beesley, M. E. ve Littlichild, S. C. (1983) "Privatization: Principles, problems and priorities', Lloyds Bank Review, no. 149, 1-20.

Chadwick, E. (1859), 'Research of different principles of legislation and administration in Europe of competetion for the field as compared with competetion within the field of service', Journal of the Royal Statistical Society, A Serisi, 22, 381-420.

Davis, E. H. (1984), 'Express coaching since 1980: liberalisation in practise', Fiscal Studies, 5, 1, 76-86.

Demsetz, H. (1968), 'Why regulate utilities ?', Journal of Law and Economics, 11, April, 55-66.

Domberger, S. ve Middleton, J. (1985). 'Franchising in practice: the case of indipendent television in the U.K.', Fiscal Studies, 6, 1, 17-32.

Graham, D. R., Kaplan, D. P., ve Silbey, D. S. (1983), 'Efficiency and competetion in the airline industry', Bell Journal of Economics, 14, 118-38.

Home Office (1983), The Development and Cable Systems and Services, Cmnd 8866, London: HMSO.

Littlechild, S. C. (1983), Regulation of British Telecommunications' Profitability, London: Department of Industry.

Monopolies and Mergers Commission (1982), Contraceptive Sheats: A Report on the Supply in the United Kingdom of Contraceptive Sheats, Cmnd 8689, London: HMSO.

Posner, R. A. (1972), 'The appropriate scope of regulation in the cable television industry', Bell Journal of Economics, 3, 98-129.

Schmalansee, R. (1979), The Control of Natural Monopolies, Lexington: D. C. Heath & Co.

Sharkey, W. W. (1982), The Theory of Natural Monopoly, Cambridge: Cambridge University Press.

Stigler, G. J. (1971), 'The theory of economic regulation', Bell Journal of Economics, 2, 1, 3-21, yeni baskısı G. J. Stigler, , The Citizen and the State (1985), University of Chicago Press şeklindedir.

Stiglitz, J. E. (1984), 'Information and economic analysis: a perspective', Economic Journal, Supplement, 21-41.

Williamson, O. E. (1976), 'Franchise bidding for natural monopolies - in general and with respect to CATV', Bell Journal of Economics, 7, 1, 73-104.

 

Kaynak: "Economic Regulation Through Franchise Contracts", John KAY, Colin MAYER and David THOMSON (Editors), Privatization and Regulation (The UK Experience), Claredon Press, Oxford 1986, s.269-283.