AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ

Coşkun Can Aktan & Dilek Dileyici & Özlem Özkıvrak

 

I. AVRUPA VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİNİN KISA TARİHÇESİ

Coğrafi olarak yaklaşık 10 milyon kilometrekarelik bir alanı kapsayan Avrupa kıtası üzerinde yer alan Avrupa ülkeleri, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 20’sini oluşturmaktadır. Fakat Avrupa ülkelerinin coğrafi olarak hangi ülkelerden oluştuğu kesin olarak belirli değildir.

Güneyde Türkiye ile komşu olan Avrupa ülkeleri ile Türkiye arasında ilişkiler tarihsel süreç içerisinde son derece çalkantılı bir seyir izlemiştir. 12. yüzyıldan itibaren Avrupa devletlerinin başlattıkları haçlı seferleri sonucunda Osmanlı Devleti’nin kazandığı başarılar, Avrupa kapılarını Türklere açmıştır. Üst üste kazanılan savaşlar sonucunda Osmanlı Devleti’nin sınırları Avrupa’nın içlerine kadar genişlemiştir.

Osmanlı Devleti’nin duraklama ve gerileme dönemlerinde girişilen ıslahat hareketlerinde Avrupa ülkeleri ile olan ilişkilerin ayrı bir yeri bulunmaktadır. 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı ile birlikte batılılaşma hareketini başlatan Osmanlı Devleti, bu süreci 1856 yılında ilan edilen Islahat Fermanı ve Meşrutiyet’in ilanı ile devam ettirmiştir.

Tanzimat Fermanı, Sultan Abdülmecid'in sadrazamı Mustafa Reşid Paşa tarafından Gülhane Parkı'nda yabancı devletlerin elçileri ve büyük bir halk topluluğunun huzurunda okunan, kişilerle devlet arasındaki ilişkilere hukuki yönden yenilikler getiren, şeriata dayanan eski yasaları tamamen değiştirmeyi öngören, ıslahat hareketini siyasal ve hukuki yönden teminat altına alan belgedir[1].

Tanzimat Fermanı’nın ortaya çıkışında imparatorlukta yaşayan Ortodoksların korunması ve Mısır sorunu yüzünden, devletin iç ve dış işlerine karışan Rus tehlikesini kırmak amacında olan batılı ülkelerin büyük etkisi olmuştur. Bir yandan devletin varlığını sürdürebilmesi için köklü reformlara duyulan ihtiyaç, diğer yandan batılı ülkelerin Hıristiyan halka eşitlik ve güvence tanınması yolundaki istekleri, Tanzimat döneminin açılmasıyla sonuçlanmıştır[2].

Osmanlı Devleti’nde Avrupalı ülkelerin etkili olduğu bir başka ıslahat hareketi 18 Şubat 1856 tarihinde ilan edilen Islahat Fermanı’dır. Islahat Fermanı’nın ilanında rol oynayan en önemli gelişme Osmanlı-Rus ilişkilerinde yaşanan gerginliktir. Bu gerginlik, Rusya’nın Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırarak sıcak denizlere inmeyi amaçlaması ile doruk noktasına ulaşmıştır. Ancak Rusya'nın sıcak denizlere inmesini, özellikle Akdeniz'e inerek Hindistan yolunda tehlike teşkil etmesini istemeyen İngiltere Rusya’ya karşı çıkmış ve Osmanlı Devleti'ni destekler görünmüştür. Fransa da benzer nedenlerle Rusya’nın siyasetine karşı çıkmış ve bu iki devlet 4 Ekim 1853’de patlak veren Kırım Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ni desteklemişlerdir[3]. Bu savaşta galip gelen Osmanlı Devleti, Rusya ile Paris Antlaşması’nı imzalamıştır. Bu dönemde Avrupa devletlerinden gelen baskılar sonucunda Osmanlı topraklarındaki azınlıklara tanınan hakları genişletici hükümler içeren Islahat Fermanı ilan edilmiştir. Bu hükümler genel olarak kanun önünde eşitlik, dini fark gözetmeksizin herkese memur olabilme ve askerlik yapabilme hakkının tanınması, karma mahkemelerin kurulması, dini yetkililerin sivil otoritelerinin kaldırılması ve rüşvetle mücadele gibi konuları kapsamıştır.

Avrupa devletleri ile Osmanlı Devleti arasındaki ilişkileri düzenleyen bir başka gelişme de, ilk kez Kırım savaşı ile başlayan dış borçların Avrupa devletleri tarafından takibi ve tasfiyesi amacıyla 1881 yılında Düyun-u Umumiye İdaresi’nin kurulmasıdır. Özellikle Sultan II. Abdülhamid dönemine gelindiğinde ağır dış borç yükü altına giren Osmanlı Devleti, 1877-1878 yıllarında Rusya ile yapılan Doksanüç Harbi’nin yenilgiyle sonuçlanması sonucunda iflasın eşiğine gelmiştir. Bunun üzerine 20 Aralık 1881 tarihinde İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya, İtalya, Hollanda ve Belçika’dan oluşan alacaklı devletlerle Muharrem Kararnamesi imzalanmıştır. Bu kararnameye göre Osmanlı devletinin dış borçlarında indirime gidilmiş ve kalan borçların takibi amacıyla içinde söz konusu ülkelerin temsilcilerinin de bulunduğu Düyun-u Umumiye İdaresi oluşturulmuştur. Bu idareye Osmanlı Devleti’nin belirli vergilerini toplama yetkisi verilmiştir.     

1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan’ın oluşturduğu İttifak devletleri içerisinde yer alan Osmanlı Devleti, içinde Fransa, Rusya, İngiltere, ABD, Belçika, Sırbistan, Romanya, Karadağ, Yunanistan, İtalya ve Portekiz’in yer aldığı İtilaf devletleri karşısında ağır bir yenilgiye uğramıştır. İngilizlerle Mondros Anlaşması’nı imzalayan Osmanlı Devleti’nin toprakları savaş sonrasında Rusya, Fransa, İngiltere, İtalya ve Yunanistan tarafından işgal edilmiştir.

Çoğunu Avrupa devletlerinin oluşturduğu İtilaf devletlerine karşı kazanılan Kurtuluş Savaşı sonucunda Lozan Antlaşması (1923) imzalanmıştır. Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası platformda resmen tanındığı anlaşma olması nedeniyle özel bir nitelik taşıyan bu antlaşma, Türkiye ile İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Japonya, Romanya, Portekiz, Bulgaristan, Belçika, Yugoslavya ve Rusya arasında gerçekleşmiştir. 20 Kasım 1922 tarihinde başlayan I. Lozan Konferansı ile 23 Nisan 1923 tarihinde başlayan II. Lozan Konferansı’da Türkiye ile Yunanistan ve diğer Avrupa devletleri (özellikle Fransa, İngiltere ve İtalya) arasında özellikle sınırlar konusunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Sonuçta, Trakya sınırı ve batı Trakya’daki Türkler, adalar, boğazlar, Suriye ve Irak sınırlarına ilişkin sorunlar çözüme kavuşturulmuştur. Kanuni Sultan Süleyman döneminde başlayan ve Avrupa devletlerine (Fransa, İtalya, İngiltere) tanınan kapitülasyonlar bu antlaşma sonucunda kaldırılmıştır.

Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte Avrupa devletleri ve Türkiye arasındaki ilişkiler yeni bir boyut kazanmıştır. Birçok alanda reform hareketlerine girişen genç Türkiye Cumhuriyeti, “Yurt sulh, cihanda sulh” ilkesini benimseyerek birçok ülkeyle çeşitli konularda anlaşmalar imzalamıştır. Türkiye her ne kadar İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanya tarafından 1939 yılında patlak veren İkinci Dünya Savaşı’na çekilmek istendiyse de fiilen savaş içerisinde yer almamış, fakat bu savaştan önemli ölçüde etkilenmiştir. 

Türkiye Cumhuriyeti daha ilk yıllardan Batılı Devletlere benzer bir model oluşturmayı hedeflemiş ve bu amaç çerçevesinde İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa kıtasında hızla gelişmekte olan uluslararası örgütlenme çabaları içerisinde yer almıştır. Türkiye, Batılılaşma hedefine yönelik olarak 1949 yılında Avrupa Konseyi’ne, 1952 yılında ise Kuzey Atlantik İttifakı Örgütü (NATO)’ne katılmıştır[4]. Önemli ölçüde Avrupa devletlerinden oluşan her iki teşkilattan Avrupa Konseyi, üye ülkeler arasında barışı tesis etmek, milletlerin özgürlük içinde yaşayacakları demokratik bir ortam oluşturmak ve üye ülkeler arasındaki işbirliğini geliştirmek amacıyla, NATO ise barış ve milletlerarası güvenliği sağlamak gayesiyle kurulmuştur.

 
II. AVRUPA BİRLİĞİ -TÜRKİYE İLİŞKİLERİ

Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler resmi düzeyde Ankara Anlaşması ile başlamış ve çalkantılı bir süreç sonucunda günümüze kadar gelmiştir (Bkz. Şekil-7). Bu kısımda Türkiye-AB ilişkileri kronolojik sıra takip edilerek incelenmektedir.

A. Avrupa Birliği ile Türkiye İlişkilerinin Tarihsel Temelleri ve Gelişimi

40 yıllık bir süreci kapsayan Türkiye-AB ilişkilerini dört aşamada izlemek mümkündür. Bunlardan ilki Ankara Anlaşması’nın imzalanmasından Türkiye’nin AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunduğu süreye kadar olan dönem, ikincisi bu başvurudan Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin yürürlüğe girdiği tarihe kadar olan dönem, üçüncüsü Gümrük Birliği’nden Türkiye’nin adaylık statüsünü kazandığı Helsinki Zirvesi’ne kadar olan dönem ve son olarak Helsinki Zirvesi’nden günümüze kadar olan dönemdir. Helsinki Zirvesi ile birlikte Türkiye-AB ilişkilerinde yepyeni bir döneme girilmesi ve bu dönemde çok önemli gelişmelerin olması nedeniyle Helsinki Zirvesi sonrası dönem ayrı başlıklar altında ele alınmıştır.

1. Ankara Anlaşması’ndan Türkiye’nin Tam Üyelik Başvurusuna Kadar Olan Dönem

Türkiye ile Avrupa Birliği (o dönemdeki adıyla AET) arasındaki ilk yakınlaşma, 8 Haziran 1959 tarihinde Yunanistan’ın AET’ye ortaklık başvurusunda bulunmasıyla başlamıştır. Bu başvuru ile birlikte, o dönemin Türk hükümeti, vakit geçirmeden 31 Temmuz 1959 tarihinde AET’ye ortaklık başvurusunda bulunmuştur. AET Bakanlar Konseyi, her iki ülkenin de ortaklık başvurularını kabul etmiştir. Fakat Yunanistan ile ortaklık müzakereleri kısa sürede başlarken, AET Komisyonu, Türkiye’nin Yunanistan gibi Topluluğun getirdiği ağır yükümlülükler altına giremeyeceğini bildirmiştir. Bu dönemde Türkiye iç politikada da önemli gelişmelere tanık olmuştur. 27 Mayıs 1960 tarihinde ordu yönetime el koymuş ve demokrasi kesintiye uğramıştır. Askeri yönetim döneminde Türkiye ile AET arasındaki ilişkiler de dondurulmuştur. Askeri ihtilal sonrası kurulan yeni hükümet, AET ile ortaklık anlaşması imzalamaya hazır olduğunu Topluluğa bildirmiştir. Fakat AET ortaklık müzakerelerine başlamayarak, beklemeyi uygun gördüğünü hükümete iletmiştir. 

Görüşmelerdeki bu kesinti döneminden sonra, 20-21 Mart 1961 tarihlerinde AET Bakanlar Konseyi, Türkiye’ye ortaklık yerine iki farklı alternatif sunmuştur. Buna göre ya AET ile Türkiye arasında 5 yıllık bir ticaret anlaşması yapılacak ve Türk ekonomisi belirli bir gelişme kaydettiğinde Gümrük Birliği anlaşması imzalanacak, ya da Topluluk ile Türkiye arasında bir yardım anlaşması yapılacaktır. Bunun üzerine Türkiye Gümrük Birliği seçeneğini benimsemiş ve AET ile müzakerelere başlama talebini ifade etmiştir. AET bu talebi olumlu karşılamış ve bu çerçevede Türkiye-AET ilişkilerinde ilk kilometre taşı olan Ankara Anlaşması 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanmıştır. 1 Aralık 1964’de Anlaşma yürürlüğe girmiş ve aynı tarihte Türkiye ile Topluluk arasındaki 1. Ortaklık Konseyi toplantısı gerçekleştirilmiştir.

Türkiye’yi AET ile bu derece yakın ortaklık ilişkisine girmeye iten temel nedenler şu şekilde sıralanabilir:

- Öncelikle “muasır medeniyetler” ile aynı seviyeye gelme batılılaşma olarak nitelendirilmiştir.

- Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan iki kutuplu dünya düzeni (Batı ülkeleri ve Doğu Bloku) savunma ve güvenlik açısından batıya entegre olmayı zorunlu hale getirmiştir.

- 8 Haziran 1959 tarihinde Türkiye’nin önemli sorunlar yaşadığı bir ülke olan Yunanistan’ın AET’ye ortaklık başvurusunda bulunması, TC. hükümetini bu alana yöneltmiştir.

Yukarıda belirtilen şartlar altında gerçekleşen Ankara Anlaşması’nın amacı Anlaşma’nın 2. maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir[v]:

“Anlaşma'nın amacı, Türkiye ekonomisinin hızlandırılmış kalkınmasını ve Türk halkının çalıştırılma seviyesinin ve yaşam şartlarının yükseltilmesini sağlama gereğini tümü ile gözönünde bulundurarak, Taraflar arasındaki ticari ve ekonomik ilişkileri aralıksız ve dengeli olarak güçlendirmeyi teşvik etmektir”.

Anlaşma’nın yine aynı maddesinde Ankara Anlaşması’nın nihai hedefi ve bu hedefe ulaşma süreci ortaya konulmuştur:

“Yukarıdaki fıkrada belirtilen amaçların gerçekleştirilmesi için 3, 4 ve 5. maddelerde gösterilen şartlara ve usullere göre bir gümrük birliğinin gittikçe gelişen şekilde kurulması öngörülmüştür. Ortaklığın; a)Bir hazırlık dönemi, b) Bir geçiş dönemi, c) Bir son dönemi vardır”.

Görüldüğü gibi, Türkiye ile AET arasında bir ortaklık kuran Ankara Anlaşması’nın nihai hedefi belirli şartlar dahilinde gümrük birliğinin oluşturulmasıdır ve bu anlamda ortaklık ilişkisi; hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve son dönem olmak üzere üç dönemden oluşmaktadır. Bu dönemlerde Türkiye’nin üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmesi gerekmektedir. Bu yükümlülüklerin yerine getirilmesi için topluluğun Türkiye’ye mali yardımı söz konusu olacaktır.

Her ne kadar nihai amaç gümrük birliği gibi görünse de, Ankara Anlaşması, bugün yürürlükten kalkmış bulunan AET-Yunanistan Ortaklık Anlaşması’ndan ve diğer Ortaklık Anlaşmalarından farklı olarak Topluluğa tam üyeliği öngörmektedir. Ankara Anlaşması’nın giriş bölümünde “Türk halkının yaşama seviyesini iyileştirme çabasına, Avrupa Ekonomik Topluluğunun getireceği desteğin, ileride Türkiye’nin Topluluğa katılmasını kabul ederek...” cümlesi yer almaktadır. Ayrıca, Türkiye’nin AET’ye tam üye olmasının düşünüldüğünün diğer kanıtı da, Ankara Anlaşması’nın 28. maddesinde yer alan şu ifadedir[vi]: “Anlaşmanın işleyişi, Topluluğu kuran Antlaşmadan doğan yükümlülüklerin tümünün Türkiye tarafından üstlenebileceğini gösterdiğinde, Akit Taraflar, Türkiye’nin Topluluğa katılması olanağını incelerler”.

Bu çerçevede, Ankara Anlaşması’nın iki temel özelliği olduğu söylenebilir[vii]:

-                      Türkiye ile bir ortaklık anlaşması olan Ankara Anlaşması, bir katılım öncesi anlaşma şeklindeydi ve ortak ülkenin (Türkiye’nin) Birliğe katılımını amaçlıyordu.

-                      Anlaşma’nın giriş bölümünden de anlaşılacağı gibi, Ankara Anlaşması aynı zamanda “kalkınma amacına yönelik bir ortaklığı” öngörüyordu.

Ankara Anlaşması’nda genel olarak gümrük birliğinin esasları, tarım, malların, kişilerin, sermayenin ve hizmetlerin serbest dolaşımı, ulaştırma, rekabet, mevzuat ile ekonomik ve ticari politikaların uyumlaştırılması, ortaklık organları, Türkiye’nin tam üyelik imkanları, ortaklık ilişkisinde çıkabilecek uyuşmazlıkların çözümü gibi konular hükme bağlanmıştır[viii]

Hazırlık dönemine ilişkin şartlar ve usuller Anlaşma'ya ekli Geçici Protokol ile Mali Protokol'de belirtilmiştir. Bu şartlar ve usuller yanında, Geçici Protokol Türkiye’nin ihraç ettiği temel mallar olan tütün, kuru üzüm, kuru incir, fındık için AET’nin tanıdığı imtiyazları, Mali Protokol de geçiş ve son dönemin şartlarının yerine getirilebilmesi için AET’nin Türkiye’ye yapacağı mali yardımları düzenlemiştir. Nitekim Ankara Anlaşması ile birlikte imzalan bu Protokol kapsamında Türkiye’ye 175 milyon Euro tutarında kredi sağlanmış ve söz konusu kredi 9 Mayıs 1963 tarihinde AET Bakanlar Konseyi’nde alınan kararla kesinleşmiştir. 

Hazırlık döneminin normal süresi beş yıldır. Fakat Türkiye henüz beş yıl dolmadan 16 Mayıs 1967 tarihinde AET’den ikinci dönem olan geçiş dönemine geçme talebinde bulunmuştur. Fakat AET normal süre olan beş yılın dolmadığını bildirerek bu talebi reddetmiştir. 29 Nisan 1968’de de AET Türkiye’nin hazırlık döneminin uzatılması konusunda görüş bildirmiştir. Ankara Anlaşması’na göre Anlaşma'nın yürürlüğe girmesinden dört yıl sonra Ortaklık Konseyi, Türkiye'nin ekonomik durumunu gözönünde bulundurarak, bir sonraki dönem olan geçiş döneminin gerçekleşme şartları ve usulleri ile ilgili hükümleri bir Katma Protokol ile tespit edecektir. Bu kapsamda hazırlık dönemi içinde 23 Kasım 1970 tarihinde Katma Protokol imzalanmış ve 1 Ocak 1973 tarihinde de yürürlüğe girmiştir. Katma Protokol ile birlikte, Türkiye’ye 220 milyon Euro tutarında kredi verilmesini sağlayan İkinci Mali Protokol de imzalanmıştır.

Gümrük Birliği esasına dayanan Katma Protokol bir uygulama anlaşması olup, malların serbest dolaşımını gerçekleştirecek usul, sıra ve süreler de dahil olmak üzere, kişilerin, hizmetlerin, sermayenin serbest dolaşımı; ulaştırma, rekabet, vergileme ve mevzuatın yakınlaştırılması, ekonomi ve ticaret politikalarının uyumlu hale getirilmesi konularını hükme bağlamıştır. Katma Protokol hükümlerine göre Topluluk bazı istisnalar dışında Türkiye’den yapılan ithalatta uyguladığı gümrük vergileri ve miktar kısıtlamalarını 1971 yılından itibaren tamamen kaldırmıştır. Türkiye de bu yükümlülüklerine uygun olarak 1 Ocak 1973 ve 1 Ocak 1976 tarihlerinde, gümrük vergileri 12 yılda kaldırılacak ürünlerde yüzde 10’arlık (toplam yüzde 20), 22 yıllık listedeki ürünlere yüzde 5’erlik (toplam yüzde 10) gümrük indirimlerini uygulamaya koymuş, daha sonra Avrupa Topluluğu ile ilişkilerin askıya alınması nedeniyle 1978 yılında yapılması gereken indirimler yapılamamıştır[ix].

Geçiş döneminin şartları ve usulleri Ankara Anlaşması’nın 4. maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir:

“1. Geçiş döneminde Akit Taraflar, karşılıklı ve dengeli yükümlülükler esası üzerinden;

- Türkiye ile Topluluk arasında bir gümrük birliğinin gittikçe gelişen şekilde yerleşmesini,

Ortaklığın iyi işlemesini sağlamak için Türkiye'nin ekonomik politikalarının Topluluğunkilere yaklaştırılmasını, bunun için de gerekli ortak eylemlerin geliştirilmesini sağlar.

2. Bu dönemin süresi, birlikte öngörülebilecek istisnalar saklı kalmak üzere, on iki yılı geçemez. Bu istisnalar, gümrük birliğinin makûl bir süre içinde kurulup tamamlanmasına engel olamaz”.

Son dönem ise gümrük birliğine dayanak oluşturarak Türkiye ile AET’nin ekonomi politikaları arasındaki koordinasyonun güçlendirilmesini gerektirmektedir. 

Ankara Anlaşması kapsamında oluşturulan ortaklık organları şunlardır:

- Ortaklık Konseyi: Ankara Anlaşması’nın 23. maddesine göre Ortaklık Konseyi; Türk Hükümeti üyeleri, Topluluk üyesi Devletler Hükümetleri, AET Konseyi ve AET Komisyonu üyelerinden oluşur. Ortaklık Konseyi, kararlarını oy birliği ile alır. 22. maddeye göre; Anlaşma ile belirtilen amaçların gerçekleştirilmesi için Ortaklık Konseyi'nin karar yetkisi vardır. Ortaklık Konseyi, Anlaşma'nın hedeflerini gözönünde tutarak, ortaklık rejimi sonuçlarını belli aralıklarla inceler. Geçiş döneminin başlaması ile, ortaklık rejiminin gerçekleşmesi yolunda, Anlaşma amaçlarından birine ulaşmak için, Akit Taraflar'ın bir ortak davranışı gerekli görüldüğü takdirde, Anlaşma bunun için gerekli davranış yetkisini öngörmese bile, Ortaklık Konseyi uygun kararları alır. 25. maddeye göre; her Akit Taraf, Anlaşma'nın uygulama ve yorumu ile ilgili ve Türkiye'yi veya Topluluğu, Topluluk üyesi bir Devleti ilgilendiren her anlaşmazlığı Ortaklık Konseyi’ne getirebilir. Ortaklık Konseyi anlaşmazlığı karar yolu ile çözebilir veya anlaşmazlığı Avrupa Toplulukları Adalet Divanı'na ve mevcut herhangi bir başka yargı merciine götürmeyi kararlaştırabilir.

- Ortaklık Komitesi: Ortaklık Konseyi’nin 3/64 Sayılı Kararı ile kurulmuş bir yardımcı organdır. Görevi Ortaklık Konseyi’nin gündemini hazırlamak ve Konsey’in vereceği talimatlara uygun olarak, Ortaklık ilişkisiyle ilgili teknik sorunlar üzerinde inceleme yapmaktır. Komitenin hazırladığı raporlar oylama yapmaksızın doğrudan Ortaklık Konseyi’ne sunulur[x].

Ortaklık komitesi, akit tarafların temsilcilerinden meydana gelmektedir. Yani topluluğu temsilen, komisyon ve Türk temsilcilerden oluşur[xi]

- Karma Parlamento Komisyonu: Ortaklığın denetim organıdır. Karma Parlamento Komisyonu, TBMM ve Avrupa Parlamentosu’ndan 18’er üye olmak üzere toplam 36 üyeden oluşur. Görevi; Ortaklık Konseyi tarafından hazırlanan yıllık faaliyet raporlarını incelemek ve ortaklığa ilişkin konularda fikir teatisinde ve tavsiyelerde bulunmaktır[xii]. Söz konusu komisyon ile ilk toplantı 16-17 Mayıs 1966 tarihlerinde Brüksel’de yapılmıştır. 

- Gümrük İşbirliği Komitesi: 2/69 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile kurulan Komite’nin görevi, Ortaklık Anlaşması’nın gümrükle ilgili hükümlerinin doğru ve yeknesak bir şekilde uygulanması amacıyla akit taraflar arasında idari işbirliğini sağlamak ve Ortaklık Konseyi’nin gümrük alanında kendisine verebileceği her türlü görevi üstlenmektir. Gümrük İşbirliği Komitesi, üye devletler gümrük uzmanları ve Komisyon servislerinin gümrük sorunları ile ilgili memurları ile Türk gümrük uzmanları ve ilgili bakanlıkların temsilcilerinden oluşmaktadır[xiii]. Söz konusu komite ile ilk toplantı 26 Ekim 1970 tarihinde yapılmış, 1982 yılında toplantılar kesintiye uğramış, daha sonra 1992 yılında toplantılar yeniden başlamıştır.  

- Gümrük Birliği Ortak Komitesi: 1/95 Sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’nın “Kurumsal Hükümler” başlığını taşıyan kısmında yer alan 52. ve 53. maddelerdeki hükümler çerçevesinde oluşturulmuş olan Gümrük Birliği Ortak Komitesi, tarafların temsilcilerinden oluşur. Görevi; bilgi ve görüş alışverişinin gerçekleştirileceği Ortaklık Konseyi’ne tavsiyelerde bulunmak ve Gümrük Birliği’nin iyi işleyişini sağlamak için görüş bildirmektir. Gümrük Birliği Ortak Komitesi, görevlerini yerine getirmesine yardımcı olmak üzere gerekli göreceği şekilde alt-komiteler veya çalışma grupları oluşturabilir[xiv].

Türkiye ile AET arasındaki ilişkiler açısından önemli bir dönüm noktası olan Ankara Anlaşması ve Katma Protokol öngörüldüğü şekilde uygulanamamıştır. Türkiye, 1970'li yıllarda içinde bulunduğu ekonomik krizler ve bazı siyasi tercihlerle Katma Protokol'den kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınmıştır. O tarihlerde yaygın olan kanaat, AET ile ilişkilerin bir çeşit sömürü düzeni kurmakta olduğu, pazarımızı Topluluk ürünlerine açmanın sanayileşmemizi ve kalkınmamızı baltalayacağı, dolayısıyla koruma duvarlarının muhafaza edilmesi gerektiği yolundaydı. Başka bir deyimle, AET ile ortaklık ilişkisinin ve gümrük birliğinin temsil ettiği kalkınma modeli dışarıya açık, bütünleşmeyi öngören bir model iken, 1970'li yılların tamamı boyunca bu modelin tam tersini sembolize eden içe dönük, ithal ikamesine dayalı politikalar uygulanmıştır. Türkiye kendi yükümlülüklerini yerine getirmemeye ve Topluluk’la ilişkilere soğuk bakmaya başlayınca, Topluluk da kendi yükümlülüklerini aksatmaya ve ortaklık ilişkisinin geliştirilmesi istikametinde çaba harcamaktan kaçınmaya başlamıştır[xv].

Öte yandan bu dönemde AET ile Türkiye arasındaki ilişkilerin gerilmesine neden olan bir başka faktör de Kıbrıs sorunu olmuştur. 20 Temmuz 1974’te gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında, AET üyesi ülkelerin Kıbrıs’ı bir bütün olarak değerlendirmeye yönelik beyanatları ve Yunanistan’ın AET’ye tam üyelik başvurusunun kabul edilmesi sonrasında katılım müzakerelerinin başlaması ilişkilere de yansımış ve 25 Aralık 1976 tarihinde Türkiye, Katma Protokol’deki tüm yükümlülüklerini dondurma kararı almıştır. Bu arada 1 Mayıs 1979 tarihinde Türkiye’ye 310 milyon Euro tutarında kredi sağlayan Üçüncü Mali Protokol yürürlüğe girmiştir.  Bunun üzerine 20 Haziran 1979’da AET ile müzakereler yeniden başlamıştır. 1979 yılının sonlarında Türkiye Katma Protokol’den kaynaklanan yükümlülüklerini dondurma kararını geri çekmiştir. Böylece yeniden canlanan ilişkiler sonucunda AET hem tarım ürünleri için Türkiye’ye uygulanan gümrük vergilerinin kademeli olarak indirilmesi ve 1987 yılına kadar sıfırlandırılmasına karar vermiş hem de 600 milyon Euro tutarındaki krediyi kapsayan Dördüncü Mali Protokol kabul edilmiştir. 12 Eylül 1980 tarihinde Türkiye’de ordunun yönetime el koyması sonucunda AET ile ilişkiler bir süre için yeniden dondurulmuştur. Bu arada Yunanistan’ın AET’ye tam üyeliği gerçekleşmiştir.

2. Türkiye’nin AB’ye Tam Üyelik Başvurusundan Gümrük Birliğine Kadar Olan Dönem

1983 yılında yapılan genel seçimler sonrasında iktidara gelen ANAP hükümeti, Türkiye-AT ilişkilerine büyük önem vermiş ve 14 Nisan 1987 tarihinde Türkiye, AT’(AKÇT’na, AET’na, EURATOM’a)ye tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. Bunun üzerine AET Konseyi, tam üyelik başvurusunu incelenmek üzere Komisyon’a göndermiştir. Komisyon yaklaşık 2,5 yıl sonra başvuruya ilişkin görüşünü 18 Aralık 1989 tarihinde açıklamıştır.

Bu görüşe göre; Topluluk, ekonomik ve parasal birlik ile Avrupa Birliği'ne doğru giden yolda, Tek Senedin hedeflerine uygun olarak ilerlemekte, kurumlarının işleyişini daha iyi hale getirmekte ve dolayısıyla genişleme ve birleşmeyi uzlaştırmaktadır. Topluluk ancak sonuçların bu anlamda nesnel bir değerlendirmesini yaptığında, daha ileri düzeyde herhangi bir genişleme değerlendirmesine dayanak oluşturacak gerekli verinin tamamlayıcı bir parçasına sahip olacaktır. Komisyon görüşünde, Topluluk için sonuçları çok ciddi olacak olgunlaşmamış herhangi bir adım atılması konusunda çekinceler olması gerektiğine yer verilmiştir. Sadece her bir aday ülkeyi ilgilendiren veriler bile, Komisyon’un, istisnai durumlar hariç, Topluluğun yeni katılma müzakerelerine en erken 1993 yılından önce başlamasını düşünmenin akılcı olmadığını savunması için yeterli bir neden teşkil etmektedir. Mevcut kurumsal mekanizmalar ile bu tür bir genişleme Topluluğun Tek Senedin başarısı için gerekli iç ve dış politikaları izleme kapasitesini zayıflatma riski getirecektir. Herşeye rağmen Topluluğun kendisini bu tür bir tutumla sınırlayamayacağını belirten Komisyon, bu aşamada müzakerelerin açılamayacağı gerçeğinin, ortakların katılma hedeflerinden vazgeçmesi anlamına gelmeyeceğini ve ortaklara Topluluk ile daha yakın bir ortaklık yolunda yeni bir döneme girme ihtimali sağlayacak bir dizi teklif sunulması gerektiğini vurgulamıştır[xvi].

Komisyon’un bu olumsuz görüşünün Konsey tarafından da benimsenmesi üzerine, Türkiye’nin tam üyelik başvurusunun değerlendirilmesi belirsiz bir tarihe kalmıştır. Komisyon görüşünün ekinde, Türkiye’de nüfusun hızla arttığı, kalkınma seviyesinin düşük, ekonominin tarım ağırlıklı olduğu, sanayide yüksek koruma oranlarının bulunduğu, sosyal güvenlik alanında olumsuzlukların yer aldığı, enflasyon ve işsizlik oranlarının yüksek olduğu, gelir dağılımının bozukluğu ifadelerine de yer vermiştir. Sonuç olarak, Komisyon, Türkiye’nin AT’na girmeye ehil olmakla birlikte, ekonomisini Topluluk ekonomilerine yaklaştırması ve bu amaçla işbirliğinin artırılması gerektiğine karar vermiştir. Komisyon, görüşünde Türkiye’ye iki tarafın karşılıklı bağımlılık ve entegrasyonunun güçlendirilmesi imkanını sağlayacak bir seri önlemler tavsiye etmiştir. Bu önlemler; Gümrük Birliği’nin tamamlanması, mali işbirliğine işlerlik kazandırılması, sınai ve teknolojik işbirliğinin geliştirilmesi, siyasi ve kültürel bağların derinleştirilmesi şeklinde özetlenebilir[xvii].

Yukarıda sayılan ekonomik ve sosyal problemlerin yanısıra, Türkiye’de siyasi alanda, 1980 Eylül ayından itibaren, Anayasa’nın kabulü, serbest seçimler ve referandum yoluyla Topluluk normlarına benzer bir parlamenter rejim oluşturulmasına rağmen, insan hakları, azınlıkların kimliği, tüm siyasi oluşumların ve sendikaların kamu yaşamına dahil edilmesine ilişkin kuralların henüz bütünüyle tesis edilmemiş olması gibi etkenlere de yer verilen raporda, Topluluk üyesi Yunanistan ile Türkiye’nin arasındaki soruna da değinilerek, Kıbrıs konusu gündeme getirilmiş ve Kıbrıs’ın işbirliği, bağımsızlığı, egemenliği ve toprak bütünlüğü üzerinde durulmuştur[xviii].

Tam üyelik başvurusunun kabul edilmemesi üzerine Türkiye-AET ilişkilerinin Komisyon görüşünde belirtilen öneriler doğrultusunda geliştirilmesi amacıyla, 6 Haziran 1990 tarihinde Komisyon, “Matutes Paketi” olarak adlandırılan Türkiye ile “İşbirliği Programı”nı, Konsey’e sunmuştur. Bu program aşağıdaki bölümlerden oluşmaktadır[xix]:

- 1995 sonuna kadar Gümrük Birliği’nin gerçekleştirilmesi,

- Gümrük Birliği’ne doğrudan ve dolaylı şekilde bağlı alanların bütününde işbirliğinin yoğunlaştırılması,

- Mali işbirliğinin yeniden başlatılması,

- Siyasi işbirliğinin geliştirilmesi.

Bu gelişmelerden sonra, 1991 yılında peşpeşe toplanan Ortaklık Konseyi ve Ortaklık Komitesi toplantılarıyla canlandırılmış olan Türkiye-Topluluk ilişkilerinin siyasi karar gerektirmeyen konularda atılacak somut adımlarla geliştirilmesi amacıyla 1992 yılı Çalışma Programı oluşturulmuş ve 21 Ocak 1992 tarihinde imzalanmıştır. Bununla birlikte, gerek İşbirliği Programı, gerekse 1992 yılı Çalışma Programı ilişkilerin geliştirilmesine dönük somut neticeler vermemiştir. Bunun üzerine Türkiye, 9 Kasım 1992 tarihli Ortaklık Konseyi toplantısında, tam üyelik hedefi için gerekli bir araç olan gümrük birliğinin, geçiş döneminin sona ereceği 1996 yılı başı itibariyle tamamlanmasını teminen gerekli yükümlülükleri yerine getireceğini açıklamıştır[xx]. Bu çerçevede Türkiye ilk olarak 1992 yılının sonlarında toplam koruma oranını yüzde 26 oranında azaltarak gümrük birliğine geçiş için önemli bir adım atmıştır.

21-22 Haziran 1993 tarihinde toplanan Kopenhag Avrupa Konseyi, AB’nin genişleme süreci açısından son derece önemli kararlar almış ve AB’ye üye olma yolunda katılım müzakerelerine başlama koşullarını ifade eden Kopenhag Kriterleri’ni belirlemiştir. Ayrıca aday ülkelere ilişkin olarak da Avusturya, Finlandiya, İsveç ve Norveç’in AB’ye tam üyeliğinin 1995 yılına kadar gerçekleşmesi ve Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerinin Kopenhag kriterlerini sağlamaları halinde tam üye olabileceği yönünde kararlar alınmıştır. Türkiye açısından somut bir kararın alınmadığı bu toplantı, bugün için AB’ye katılım müzakerelerinin başlaması için diğer aday ülkeler gibi Türkiye’nin de uyması gereken kriterleri belirlemesi nedeniyle önem taşımaktadır.

1 Kasım 1993 tarihinde AB’ni kuran Maastricht Antlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle birlikte, insan hakları ve demokrasinin birliğin temel ilkeleri arasında yer alması etkisini Türkiye-AB ilişkilerinde de göstermiştir. Bu gelişmelerin sonucu olarak 28 Eylül 1994 tarihinde Avrupa Parlamentosu Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu’nun çalışmasını dondurmuştur. Yine aynı yıl Avrupa Parlamentosu gümrük birliğine yönelik olarak Ortaklık Konseyi toplantılarının ertelenmesini ve bu çerçevede Gümrük Birliği’ne geçişin gerçekleşmemesini talep etmiştir. Buna gerekçe olarak da Türkiye’deki insan hakları ihlalleri gösterilmiştir. Bu erteleme sonrasında 6 Mart 1995 tarihinde gerçekleştirilen Ortaklık Konseyi toplantısında alınan “1/95 Sayılı Ortaklık Konseyi Kararı” ile Gümrük Birliği’nin 1995 yılı sonundan itibaren uygulamaya konulması kararlaştırılmıştır.

Yine aynı tarihte Türkiye ile “Mali İşbirliğine İlişkin Topluluk Bildirgesi” yayınlanmıştır. Bu bildirgeye göre[xxi]; Gümrük Birliği'nin getireceği yeni rekabet ortamına sanayi sektörünün uyumunun sağlaması, Avrupa Birliği ile altyapı bağlantısını iyileştirmesi (kara ulaştırması, limanlar, havaalanları, demiryolları, telekomünikasyon, elektrik) ve kendi ekonomisi ile Topluluk ekonomisi arasındaki farkı azaltabilmesini teminen Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu mali kaynağın ve uzun dönemli krediler ile teknik yardımın sağlanması amacıyla Topluluk, Türkiye ile mali işbirliğine Gümrük Birliği'nin yürürlüğe girişinden önce yeniden başlayacak ve 1995 yılının ilk yarısında mali işbirliğine ilişkin ayrıntılı düzenlemelere karar verecektir.

3. Gümrük Birliği’nden Helsinki Zirvesi’ne Kadar Olan Dönem

Türkiye-AB ilişkilerinde Gümrük Birliği’nin yürürlüğe girmesinden sonra Türkiye’nin adaylık statüsünü elde ettiği konuma nasıl gelindiği son derece önemlidir. Bu nedenle Gümrük Birliği ile birlikte başlayan bu süreçte ortaya çıkan gelişmeleri ayrı ayrı ele almakta yarar görülmektedir.

Türkiye-AB Gümrük Birliği ve Bu Sürece Yönelik Uygulamalar 

30 Ekim 1995 tarihinde yapılan Türkiye-AB Ortaklık Konseyi toplantısında, Türkiye’nin Gümrük Birliği’nin işlemesine yönelik teknik koşulları yerine getirdiği belirtilerek Gümrük Birliği yolu açılmıştır. Yine aynı toplantı ile Ortaklık Konseyi, “Siyasi Diyalog ve Kurumsal İşbirliğine İlişkin Kararı”nı açıklamıştır. Bu kararda[xxii]; Ortaklık Konseyi, Gümrük Birliği’nin yürürlüğe girişinden itibaren geçerli olmak üzere siyasi diyalog ve kurumsal işbirliğinin sağlanması amacına yönelik yöntemleri belirlemiştir. Yunanistan’ın da Gümrük Birliği oylaması için veto kullanmayacağını açıklamasından sonra, 13 Aralık 1995 tarihinde Avrupa Parlamentosu’nda yapılan oylama ile Türkiye-AB Gümrük Birliği onaylanmış ve 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren de uygulanmaya başlanmıştır. Böylece Ankara Anlaşması ile belirlenen son dönem başlamıştır.

Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir dönemin başlamasına neden olan Türkiye-AB Gümrük Birliği, “1/95 Sayılı Ortaklık Konseyi Kararı[xxiii]” kapsamında uygulamaya konulmuştur. Bu karar; Malların Serbest Dolaşımı ve Ticaret Politikası, Gümrük Vergilerinin ve Eş Etkili Vergi ve Resimlerin Kaldırılması, Miktar Kısıtlamalarının ve Eş Etkili Önlemlerin Kaldırılması, Ticaret Politikası, Ortak Gümrük Tarifesi ve Tercihli Tarife Politikaları, Avrupa Topluluğu'nu Kuran Antlaşmanın II Sayılı Ekinde Yer Almayan İşlenmiş Tarım Ürünleri, Tarım Ürünleri, Gümrük Hükümleri, Yasaların Yakınlaştırılması, Fikri, Sınai ve Ticari Mülkiyetin Korunması, Rekabet, Ticari Korunma Araçları, Kamu Alımları, Dolaysız Vergiler, Dolaylı Vergiler, Kurumsal Hükümler, AT-Türkiye Gümrük Birliği Ortak Komitesi, Danışma ve Karar Usulleri, İhtilafların Halli ve Korunma Önlemleri, Genel ve Son Hükümler, Açıklamalar ve Ekler başlıklarından oluşmaktadır.

Gümrük Birliği, sanayi ürünleri ve işlenmiş tarım ürünlerinin serbest dolaşımını, üçüncü ülkelere yönelik olarak ortak ticaret politikası uygulanmasını, fikri mülkiyet hakları, kamu alımları, rekabet hukuku ve vergileme gibi alanlarda mevzuatın yakınlaştırılmasını kapsamaktadır. Mevzuatın yakınlaştırılmasını da içermesi nedeniyle, Avrupa Birliği ve Türkiye arasında kurulan bu ittifak, bir gümrük birliğinden daha ileride bir adımdır[xxiv]. Bu çerçevede, temelinde taraflar arasında malların serbest dolaşımını ve üçüncü ülkelere karşı ortak gümrük tarifelerinin uygulanmasını öngören bir entegrasyon olan Türkiye-AB Gümrük Birliği, AB’de ticaret ve rekabet politikalarında kaydedilen gelişmeler doğrultusunda, Türkiye’nin bu politikalara da uyumunu öngören bir nitelik kazanmıştır[xxv].

Aynı zamanda Gümrük Birliği çeşitli alanlarda Türkiye ile AB arasında işbirliğini de öngörmektedir. Bu alanlar; Avrupa-ötesi şebekelere katılım, sınai, enerji, ulaştırma, telekomünikasyon, çevre ve bilimsel alanlarda işbirliği, istatistik veriler, adalet ve içişleri, kültür, tüketicinin korunması, enformasyon konularındadır.

Yine 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile Gümrük Birliği Ortak Komitesi’nin oluşturulması öngörülmüştür. Bu Komite, Türkiye’nin gümrük birliğinin işleyişi ile ilgili konularda AB mevzuatına uyumu konusundaki sorunlarda danışmanlık hizmeti yapmak üzere oluşturulmuş bir ortaklık organıdır.

Gümrük Birliği kapsamında gerçekleştirilen uygulamalardan bazıları şunlardır[xxvi]:

 - AB ve EFTA çıkışlı sanayi ürünleri ithalatında uygulanan gümrük vergileri, eş etkili vergiler ve Toplu Konut Fonu kaldırılmış, üçüncü ülkelerden ithalatta Ortak Gümrük Tarifesi hadleri uygulanmaya başlanmıştır.

Diğer taraftan, Ortak Gümrük Tarifesi hadleri üzerinde gümrük vergisi tahsil edilmesine sadece 2/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile belirlenen hassas ürünler için devam edilmiş ve bu ürünlerde Ortak Gümrük Tarifesi hadlerine ulaşılması için belirlenen 5 yıllık takvim çerçevesinde yüzde 10, yüzde 0, yüzde 5 ve yüzde 5 oranlarındaki ilk dört dilimdeki indirim, 1997, 1998, 1999 ve 2000 yılı İthalat Rejimi Kararları kapsamında yapılmıştır.

- İşlenmiş tarım ürünleri ithalatında AB’de mevcut uygulamaya paralel bir sistem oluşturulmuştur. Bu ürünlerdeki sanayi paylarının kaldırılarak hedef tarım payına ulaşılmasına yönelik indirimler belirlenen üç ayrı liste ve takvim çerçevesinde gerçekleştirilmiş olup, son indirim 1999 yılı İthalat Rejimi ile tamamlanmıştır.

- Avrupa Birliği’nin belirli maddeler ve süreler itibariyle üçüncü ülkelere karşı uyguladığı süspansiyon rejimine (gümrük vergilerinin askıya alınması) uyum sağlanmış, AB’nin dahilde ve hariçte işleme rejimleri esas alınarak hazırlanan düzenlemeler yürürlüğe konulmuş; ithalat ve ihracatta ortak kurallar uygulanmaya başlanmıştır.

- Türkiye, Gümrük Birliği’nin bir gereği olan AB ile ortak bir ticaret politikası uygulama yükümlülüğü uyarınca, üçüncü ülkelerle bir müzakere süreci içerisine girmiştir. Bu çerçevede, bugüne kadar, İsrail, Macaristan, Romanya, Litvanya, Letonya, Estonya, Çek/Slovak Cumhuriyetleri, Slovenya, Bulgaristan, Polonya ve Makedonya ile serbest ticaret anlaşmaları imzalanmıştır.

- "Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Kömür Çelik Topluluğu (AKÇT) Arasında AKÇT'nu Kuran Antlaşmanın Yetki Alanına Giren Ürünlerin Ticareti ile İlgili Anlaşma", 1 Ağustos 1996 tarihinde yürürlüğe girmiş bulunmaktadır.

- Topluluk mevzuatına uyum konusunda gerçekleştirilen çalışmalar çerçevesinde, “Dış Ticarette Standardizasyon Rejimi Kararı” Nisan 1996 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir. Buna ilaveten, uygunluk değerlendirme işlemlerinin AB normlarına uygun olarak gerçekleştirilerek Türk ihraç ürünlerinin teknik engellerle karşılaşmasının önlenmesini teminen, ilgili tüm tarafların katılımı ve işbirliğiyle hazırlanan Türk Akreditasyon Konseyi Kurulu Kanunu TBMM tarafından onaylanmış ve 4 Kasım 1999 tarihli T.C. Resmi Gazetesi’nde yayımlanmıştır.

- Tekstil ve konfeksiyon dışında kalan sektörlerdeki devlet yardımları, mevzuatın AB mevzuatıyla uyumlaştırılması çerçevesinde, ihracatın taahhütlere uygun olarak desteklenmesi amacıyla hazırlanan “İhracata Yönelik Devlet Yardımları Kararı” 1995 yılında yürürlüğe konulmuştur.

- 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı çerçevesinde AB’nin rekabet politikasına uyumu amacıyla hazırlanan, 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun Aralık 1994’te yürürlüğe girmiştir.

- Türkiye, Gümrük Birliği çalışmaları sırasında ortaya çıkan ihtiyaç doğrultusunda, “Türk Patent Enstitüsü” kurulmuştur.

Gündem 2000 ve Türkiye

Gümrük Birliği’nin yürürlüğe girmesinden sonra Türkiye’nin AB’ye tam üyelik konusundaki beklentileri daha da artmıştır. 16 Temmuz 1997 tarihinde AB Komisyonu, AB’nin genişleme süreci açısından son derece önemli olan “Gündem 2000” (Agenda 2000)[xxvii] başlıklı raporu yayınlamıştır. AB’nin gelecekteki genişlemeye ilişkin stratejisini belirlediği Rapor’da, AB’ye aday ülkelerin üyeliği açısından bir sınıflandırma yapılarak iki dalga halinde üyelikleri öngörülmüştür. İlk dalgada Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovenya ve Estonya’nın, ikinci dalgada da Slovak Cumhuriyeti, Litvanya, Letonya, Bulgaristan ve Romanya’nın genişlemeye dahil olacağı, aynı zamanda Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin de genişleme sürecine dahil olduğu belirtilmiştir.

Çalışmanın Birinci Bölüm’ünde de belirtildiği gibi, Gündem 2000 raporunda AB’nin genişleme sürecinde Türkiye’ye yer verilmemiştir. Raporun Türkiye ile ilgili bölümünde, siyasi açıdan Türkiye’nin idari yapısının Topluluk müktesebatını uygulamaya muktedir olduğu kaydedilmiştir. İnsan hakları konusunda ise Türkiye’nin özellikle kişi hakları ve ifade özgürlüğü alanlarında AB standartlarının çok altında bir düzeyde bulunduğu, Güneydoğu’daki terör hareketiyle mücadelede daha ılımlı davranması ve kanun hakimiyeti ve insan haklarına saygı göstermek için daha fazla çaba sarfetmesi ve soruna askeri değil sivil bir çözüm bulunması ve siyasi makamların güvenlik kuvvetlerinin hareketlerini izleyip kontrol etmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bu raporda ayrıca, silahlı kuvvetlerin Türk toplumundaki özel yerine dikkat çekilmiş ve Milli Güvenlik Kurulu'nun Bakanlar Kurulu’nda öncelikle görüşülmek üzere ulusal güvenlik politikası alanında yetkilerine değinilmiştir[xxviii].

Aynı zamanda Rapor’da Gümrük Birliği’nin tatminkar bir biçimde işlediği ve AB ile Türkiye arasında ilişkilerin geliştirilmesi için sağlam bir dayanak teşkil ettiği, ancak siyasi durumun, mali işbirliği ile siyasi diyaloğun 6 Mart 1995 tarihinde kararlaştırıldığı şekilde sürdürülmesine imkan vermediği, Gümrük Birliği’nin uygulamasının Türkiye’nin bir çok alanda AB müktesebatını başarıyla üstlenebileceğini gösterdiğini, buna karşılık ekonominin makro ekonomik istikrarsızlık kıskacını kıramadığı ifade edilmiştir[xxix].

Lüksemburg Zirvesi ve "Türkiye İçin Avrupa Stratejisi”

Gündem 2000 raporunun yayınlanmasından sonra, Türkiye’nin AB’den beklediği olumlu havayı yakalayamamasının ardından, bir önemli gelişme de 12-13 Aralık 1997 tarihlerinde gerçekleştirilen Lüksemburg Zirvesi’nde ortaya çıkmıştır. Bu zirvede Avrupa Birliği Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Macaristan, Polonya, Slovenya, Romanya, Bulgaristan, Litvanya, Letonya, Estonya ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tam üyelik için aday olarak belirlemiş, fakat Türkiye’ye aday ülkeler içerisinde yer verilmemiştir. Bu karar sonucunda gerilen AB-Türkiye ilişkileri, bu dönemden itibaren yeni bir boyut kazanmıştır. Avrupa Konseyi, bu karara gerekçe olarak katılım müzakerelerinin başlamasına imkan sağlayacak siyasi ve ekonomik şartların Türkiye tarafından yerine getirilmemesini göstermiştir. Buna karşılık Lüksemburg Zirvesi’ni takiben, 14 Aralık 1997 tarihinde Türk hükümeti, AB ile siyasi diyaloğu dondurma kararını almıştır. Bu karar, Türk kamuoyunda önemli tartışmalara neden olmuş, AB ile iplerin tamamen koptuğu yorumları bile yapılmıştır. 

AB-Türkiye ilişkilerinin yeniden canlanmasına neden olan gelişme, 4 Mart 1998 tarihinde "Türkiye İçin Avrupa Stratejisi” (European Strategy for Turkey) adlı belgenin açıklanmasıdır. AB Komisyonu tarafından ilişkilerin geliştirilmesi ve Gümrük Birliği’nin derinleştirilmesi amacıyla hazırlanan bu belgede, tarımdan telekomünikasyona, hizmetlerin serbest dolaşımından sınai işbirliğine kadar geniş bir yelpazede ilişkilerin geliştirilmesi, Türkiye’nin aşamalı olarak Topluluk programlarına katılımının sağlanması ve 1980 yılında kabul edilen, ancak Yunanistan’ın vetosu nedeniyle yürürlüğe konulamayan Dördüncü Mali Protokol’den bu yana, proje bazında verilen bazı cüzi yardımların dışında çalıştırılamayan mali işbirliği mekanizmasının Türkiye’nin ihtiyaçları doğrultusunda düzenlenerek hayata geçirilmesi hususlarına yer verilerek, söz konusu stratejinin rasyonel bir biçimde işletilmesi için de mali yardıma ihtiyaç duyulacağı vurgulanmıştır. Ancak, söz konusu belgeye nihai şeklinin verilmesini teminen AB Komisyonu yetkilileri ile gerçekleştirilen müzakerelerde

istenen düzeyde gelişme sağlanamamıştır[xxx].

Ayrıca, söz konusu belgeye göre Türkiye'nin Avrupa Konferansı'na katılması, Avrupa Birliği üye devletleri ve Türkiye arasında, ortak çıkar alanlarında diyalog ve işbirliğinin hızlandırılmasını sağlayacaktır. Avrupa Konseyi, Türkiye'nin AB ile bağlarını güçlendirmesinin, bu ülkenin yüklendiği siyasi ve ekonomik reformları -insan hakları standart ve uygulamalarının Avrupa Birliği’nde yürürlükte olanlara yakınlaştırılması, azınlıkların korunması ve saygı gösterilmesi; Yunanistan ve Türkiye arasında istikrarlı ve tatmin edici ilişkilerin sağlanması; çatışmaların çözümlenmesi özellikle yasal süreç ile, Uluslararası Adalet Divanı da dahil, geçerli BM Güvenlik Konseyi Kararları esasında Birleşmiş Milletler gözetiminde Kıbrıs için bir siyasi çözüm bulunması müzakerelerinin desteklenmesi de dahil olmak üzere- izlemesine bağlı olduğunu hatırlatmıştır[xxxi].

Türkiye, 12 Mart 1998’de yapılacak konferansa Avrupa Birliği üyeliğine aday MDAÜ ve GKRY ile birlikte davet edilmiştir. Konferansa katılım, yine kararda belirtilen barış, güvenlik, iyi komşuluk ilişkileri ve benzeri gibi ilke ve kriterlerin kabul edilmesi koşuluna bağlanmıştır. Ayrıca, Türkiye için söz konusu konferansa katılım koşulları arasında insan hakları, azınlık hakları, Yunanistan ile tatminkar ilişkiler kurma gibi hususlar da sayılmıştır. Ancak Türkiye Lüksemburg Zirvesi’nde alınan kararlar çerçevesinde bu konferansa katılmayı reddetmiştir[xxxii].

Cardiff Zirvesi ile Birinci ve İkinci İlerleme Raporları

15-16 Haziran 1998 tarihlerinde gerçekleştirilen Cardiff Zirvesi’nde ekonomik büyüme ve istihdamın artırılmasına yönelik olarak hazırlanacak olan AB stratejisinin genel çerçevesi ortaya konulmuştur. Bu zirvenin Türkiye açısından önemi, Avrupa Konseyi’nin Komisyon’dan, aday Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerinin yanısıra

Türkiye için de, gerekçesi Ankara Antlaşması’nın 28. maddesi[xxxiii] ve Lüksemburg Avrupa Konseyi Sonuç Bildirgesi’ne dayanan

bir rapor hazırlamasını istemesi ve böylece Türkiye’nin de bir anlamda izleme prosedürüne dahil edilmiş olmasıdır[xxxiv]. Cardiff Zirvesi’nde alınan kararların da Türkiye’nin statüsü açısından bir değişikliğe yol açmaması nedeniyle AB-Türkiye ilişkilerinde kalıcı bir iyileşme görülmemiştir.

Türkiye ise, 23 Temmuz 1998'de Dışişleri Bakanlığı yoluyla AB'ye Türkiye için Avrupa Stratejisi’ne cevap niteliğinde bir belge yollamıştır. Belgede, "Türkiye'nin Stratejide yer alan konularda teknik müzakerelere başlamaya hazır olduğu ve tarafların kısa sürede Türkiye-AB ilişkilerinde somut ilerlemeler kaydetmesinin beklendiği" dile getirilmiştir. Mali konuların önemine de ayrıca dikkat çekilmiştir[xxxv].

Cardiff Zirvesi’nde alınan karar gereğince, Komisyon,

4 Kasım 1998 tarihinde Türkiye için ilk İlerleme Raporu[xxxvi]’nu (Düzenli Rapor) yayınlamıştır. Rapor’da Avrupa Birliği ve Türkiye arasındaki ilişkilere, AB’ye tam üyelik kriterlerinden olan siyasi kriterler kapsamında;     demokrasi ve hukukun üstünlüğü, insan hakları, azınlıkların korunması ve           Kıbrıs sorununa, ekonomik kriterler kapsamında;           işleyen bir piyasa ekonomisinin varlığı, rekabet baskısı ve piyasa güçleri ile başa çıkma kapasitesine, üyelik yükümlülüğünü üstlenme yeteneği kapsamında     Topluluk müktesebatının gümrük birliği ve Avrupa stratejisi kapsamına giren unsurlarına, Topluluk müktesebatının diğer unsurlarına ve        ortak dış  politika ve güvenlik politikasına yer verilmiştir.

Birinci İlerleme Raporu’nun sonuç bölümünde Türkiye’ye yönelik rapordaki değerlendirmelerin Kopenhag AB Konseyi tarafından belirlenen kriterlere dayandırıldığı ve Avrupa stratejisinin de dikkate alındığı belirtilmiştir. 

Rapor’un siyasi konularla ilgili bölümünde Türkiye’de politik açıdan kamu otoritelerinin işleyişinde bazı aksaklıklar olduğu, insan hakları ihlallerinin sürdüğü ve azınlıklara uygulanan tavırda önemli eksiklikler bulunduğu belirtilmiştir. Rapor’a göre ordu üzerinde sivil denetim bulunmamaktadır ve Milli Güvenlik Kurulu kanalıyla ordunun politik yaşamda oynadığı büyük rol, bunu yansıtmaktadır. Türkiye’nin güneydoğusundaki duruma askeri olmayan, sivil bir çözüm bulunmalıdır, zira ülkede gözlenen medeni ve siyasi hak ihlallerinin pek çoğu şu veya bu şekilde bu konuyla bağlantılıdır. Komisyon, Türk hükümetinin ülkedeki insan hakları ihlallerine karşı mücadele etmede kararlılığını kabul etmekte, fakat bunun şimdiye kadar pratikte önemli herhangi bir sonucu olmadığını ifade etmektedir. Ayrıca Komisyon’a göre; Türkiye, muhtelif komşu ülkelerle tüm anlaşmazlıkların uluslararası hukuka uygun olarak barışçı yollardan çözüme bağlanmasına yapıcı bir katkıda bulunmalıdır.

Rapor’un ekonomik konularla ilgili kısmında da Türkiye’nin, bir piyasa ekonomisinin temel özelliklerinin çoğuna, gelişkin  bir kurumsal ve yasal çerçeveye, dinamik bir özel sektöre ve liberal ticaret kurallarına sahip olduğu, önemli bir büyüme potansiyelini taşıdığı ve gümrük birliği bağlamında büyük bir adaptasyon yeteneği sergilediği belirtilmiştir. Ancak Rapor’a göre; Türkiye’nin kendi ekonomisini verimli bir şekilde yönetebilmesi ve onun üstünlüklerinden  azami ölçüde yararlanabilmesi için inandırıcı ve kalıcı bir makroekonomik istikrar çerçevesi kurması gerekmektedir. Rapor’da ayrıca geniş bölgesel kalkınma farklarının kapatılmasının hükümet tarafından öncelikli olarak ele alınması gerektiğine değinilmiştir.

Rapor’da Topluluk müktesebatına uyum bakımından Türkiye’nin Gümrük Birliği kararında öngörülen mevzuatın büyük kısmına uyum sağladığı, henüz uyumun gerçekleşmediği kamu ihaleleri, iç pazar, tarım ve çevre vb. konularda ise müktesebatın kabul edilmesi anlamında yapılacak daha pek çok şeyin olduğu vurgulanmıştır.

11-12 Aralık 1998 tarihlerinde Viyana’da gerçekleştirilen Avrupa Konseyi Zirvesi’nde de genişleme konusu görüşülen başlıca konular arasında yer almıştır. Zirvenin sonuç bildirgesinde, Kasım 1998’de Türkiye için hazırlanan ilk ilerleme raporunda önerilenler doğrultusunda AB’nin Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesine büyük önem verdiğine değinilerek ilişkilerin Avrupa Stratejisi çerçevesinde devam ettirilmesine özen gösterileceği belirtilmiştir[xxxvii].

Bu dönemde AB ve Türkiye arasındaki ilişkilerde Türkiye’nin mevcut statüsünü değiştirecek önemli bir değişiklik olmamıştır. Hatta Türkiye 19 Temmuz 1999 tarihinde 15 AB üyesi ülke, 10 aday Merkezi ve Doğu Avrupa ülkesi, Güney Kıbrıs, Malta ve İsviçre dışişleri bakanları arasında gerçekleştirilen toplantıya katılmayı da reddetmiştir.

13 Ekim 1999 tarihinde AB Komisyonu tarafından diğer aday ülkelerle birlikte Türkiye’ye yönelik İkinci İlerleme Raporu[xxxviii] yayınlanmıştır. Rapor’da Avrupa Birliği ve Türkiye arasındaki ilişkilere, AB’ye tam üyelik kriterlerinden olan politik kriterler kapsamında;      demokrasi ve hukukun üstünlüğü, insan hakları, azınlıkların korunması ve           Kıbrıs sorununa, ekonomik kriterler kapsamında;         işleyen bir piyasa ekonomisinin varlığı,   rekabet baskısı ve piyasa güçleri ile başa çıkma kapasitesine, üyelik yükümlülüğünü üstlenme yeteneği kapsamında    Topluluk müktesebatının gümrük birliği ve Avrupa stratejisi kapsamına giren unsurlarına, Topluluk müktesebatının diğer unsurlarına ve Türkiye’nin               müktesebatı uygulamaya yönelik idari kapasitesine yer verilmiştir.

İkinci İlerleme Raporu’nun sonuç bölümünde siyasi alanda Türkiye’nin Kopenhag politik kriterlerini hala karşılamadığı, özellikle insan hakları ve azınlıkların korunması konularında ciddi eksikliklerin olduğu, işkencenin hala yaygın olduğu, ifade özgürlüğünün kısıtlandığı belirtilmiştir. Milli Güvenlik Kurulu’nun politik yaşamda büyük bir rol oynamaya devam ettiğine değinilmiştir. Öte yandan son aylarda demokratikleşme yönünde bazı yeni cesaret verici işaretlerin olduğu,  politik yaşamı, adalet sistemini ve insan haklarının korunmasını düzenleyen bazı önemli yasaların kabul edildiği de vurgulanmıştır.

Ekonomik alanda ise Türkiye’nin sürdürülebilir makroekonomik istikrarı sağlaması ve hukuki ve yapısal reform programlarını uygulama yönünde daha fazla ilerlemesi şartıyla, Birlik içindeki rekabet baskılarıyla ve piyasa güçleriyle başa çıkabileceği görüşüne yer verilmiştir. Türkiye’de kamu açığı ve enflasyonun azaltıldığı, emeklilik reformunun gerçekleştirildiği, gelir tahsilat usullerinin verimliliğinin artırıldığı, TC. Anayasası’nda yapılan değişiklikle uluslararası tahkime izin verildiği şeklindeki gelişmelere değinilmiştir. Reel faiz oranlarını ve kamu sektörünün yüksek finansman ihtiyaçlarını azaltmak için enflasyonist baskıların ve bütçe açıklarının indirilmesine öncelik verilmesi gerektiğine, deprem sonrasında artan finansman ihtiyaçları nedeniyle genel mali disipline ve ilave yapısal reformların hızla uygulanmasına dikkat edilmesinin önemli olduğuna, özelleştirmeye devam edilmesi ve KOBİ’lerin güçlendirilmesi gereğine yer verilmiştir. Ayrıca gelir dağılımındaki eşitsizliklere ve bölgesel dengesizlik sorununa dikkat çekilmiştir.

Türkiye’nin Topluluk müktesebatına uyumda Gümrük Birliği ve Avrupa stratejisi kapsamındaki alanlarda gelişme göstermeye devam ettiği, fakat gümrük alanında yüksek derecedeki uyuma rağmen, hala yeni bir gümrük kanununa ihtiyaç olduğu, telif hakları alanında hızlı ilerlemenin gerekli olduğu belirtilmiştir. Aynı zamanda Gümrük Birliği alanında Topluluk müktesebatını uygulamaya yönelik idari kapasitenin tatminkar olmaya devam ettiği de vurgulanmıştır. Rekabet konusunda, TEKEL’in işleyişinin Komisyon açısından kaygı verici olmaya devam etmekle beraber, anti-tröst alanında ilerleme olduğu, tarım alanında hala yüksek düzeylerde destek ve koruma bulunduğu ve bu konuda henüz bir ilerleme kaydedilmemiş olduğu ifade edilmiştir. 

4. Helsinki Zirvesi ve Türkiye’nin “Aday Ülke” Statüsünü Kazanması

10-11 Aralık 1999 tarihlerinde gerçekleştirilen Helsinki Avrupa Konseyi ile (Helsinki Zirvesi) AB-Türkiye ilişkilerinde yeni bir dönem daha başlamıştır. Lüksemburg Zirvesi ile ilişkilerde başlayan kriz, Helsinki Zirvesi ile birlikte yerini Katılım Ortaklığı Belgeleri, Ulusal Program, ilerleme raporları ve uyum paketlerinin yer aldığı yepyeni bir sürece bırakmıştır. 

Helsinki Zirvesi’nde Türkiye,  Avrupa Birliği’ne  “aday ülke” olarak kabul edilmiştir. Zirve’nin sonuç bildirisinin 4., 9. ve 12. maddeleri Türkiye’nin adaylığı ile ayrıntılı bilgiler içermektedir[xxxix]:

“Madde 4: Avrupa Konseyi 13 aday ülkenin üyelik sürecine eşit bir temelde katıldığını teyid eder. Aday ülkeler AB’nin anlaşmalarla belirlenen değer ve amaçlarına uymakla yükümlüdür. Bu bağlamda Avrupa Konseyi, Birleşmiş Milletler (BM) Sözleşmesi’nin anlaşmazlıkların barışçı yollarla çözülmesi ilkesini vurgular ve her aday ülkenin sınır sorunlarının ve ilgili diğer anlaşmazlıklarını çözmek için her türlü çabayı göstermeye davet eder. Anlaşmazlıkların belirli bir süre içinde çözülememesi durumunda aday ülkeler sorunlarını Lahey Uluslararası Adalet Divanı’na götürmelidir. Konsey, ilgili sorunların çözümünü desteklemek için en geç 2004 yılının sonundan sonra var olan durumu gözden geçirecektir. Avrupa Konseyi, Kopenhag Kriterleri’ne uyumun üyelik görüşmelerine başlatılması için önkoşul olduğunu ve bu kriterlere uymanın birliğe girmenin temelini oluşturduğunu anımsatır.

Madde 9: a) Avrupa Konseyi, Kıbrıs sorununun çözümü için 3 Aralık’ta New York’ta dolaylı görüşmeler başlatılmasını memnunlukla karşılar ve BM Genel Sekreteri’nin sürecin başarıyla sonuçlanmasına yönelik çabalarını destekler.

b) Avrupa Konseyi siyasi çözümün Kıbrıs’ın AB üyeliğini kolaylaştıracağının altını çizer. Ancak üyelik görüşmelerinin sona ermesine kadar soruna bir çözüm bulunamaması durumunda Konsey’in kararı bu koşula bağlı olmayacaktır. Bu durumda Konsey, ilgili tüm faktörleri de dikkate alacaktır.

Madde 12: Avrupa Konseyi, Türkiye’deki son olumlu gelişmelerden ve Türkiye’nin Kopenhag kriterlerine uyum çerçevesinde reformları sürdürme niyetinde olmasından memnunluk duyar. Türkiye’ye diğer aday ülkelere uygulanan aynı ölçütler uygulanacaktır. Diğer aday ülkeler gibi Türkiye de tam üyelik öncesi stratejisinden yararlanacaktır. Bu strateji, insan hakları alanında ilerleme sağlanması ve 4. madde ile 9.maddenin a paragrafındaki siyasal kriterlerin yerine getirilmesine yönelik geliştirilmiş siyasal diyaloğu da kapsayacaktır. Türkiye tüm AB programlarına ve ajanslarına katılım fırsatına sahip olacak ve katılım süreci çerçevesinde aday ülkelerle birlik arasındaki toplantılara katılabilecektir”.

Helsinki Zirvesi ile birlikte Türkiye’nin aday ülke statüsü kesinlik kazanmakla birlikte, AB’ye katılım müzakerelerinin başlaması Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerine uyumuna bağlanmıştır. Yine 12. Madde’de de belirtildiği gibi, Türkiye, diğer ülkelerle birlikte katılım öncesi stratejisiden yararlanabilecek, Topluluk ajans ve programlarına katılabilecektir.

Türkiye’nin adaylığa giden süreçte finansal, hukuksal ve kurumsal düzenlemeler yapması gerekmektedir. Bu kapsamda Türkiye, Kopenhag kriterlerine uymak dışında tüm hukuk mevzuatını 31 ana başlıkta toplanan ve 120 bin sayfa tutan AB müktesebatı ile uyumlaştırmak zorundadır[xl].

B. Helsinki Zirvesi Sonrasında AB-Türkiye İlişkileri


 

[1] Coşkun Can Aktan, Dilek Dileyici ve Özgür Saraç, Vergi, Zulüm ve İsyan, Ankara: Phoenix Yayınevi, 2002, s.274.

[2] Muzaffer Sencer, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Tanzimat Sonrası Siyasal ve Yönetsel Gelişmeler”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt:17, Sayı:3, Eylül 1984, s.46.

[3] Gül Bülbül, “Islahat Fermanı’nı Hazırlayan Sebepler ve Islahat Fermanı”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Prof. Dr. Coşkun Üçok’a Armağan, Cilt:2, Sayı:2, Ocak-Haziran 1989, s.166-169.

[4] Erhan Erçin, Avrupa Birliği Genişleme Süreci ve Türkiye, İKV Yayını, No: 170, İstanbul: İKV, 2002, s.100.

[v] Ankara Anlaşması’nın tam metni için bkz.: “Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu Arasında bir Ortaklık Yaratan Anlaşma (Ankara Anlaşması)-12 Eylül 1963”, Dışişleri Bakanlığı İnternet Sitesi, http://www.mfa.gov.tr/turkce/grupa/ab/abab/anlasma.htm

[vi] “Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri Özel İhtisas Komisyonu Raporu”, Devlet Planlama Teşkilatı, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, DPT: 2545-ÖİK: 561, Ankara, 2000, s.4.

[vii] Haluk Kabaalioğlu, “Turkey and the European Union –Converging or Drifting Apart?”, Marmara Journal of European Studies, Vol: 7, No: 1-2, 1999, s.113.

[viii] Avrupa Birliği ve Türkiye, 4.Baskı, T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı, Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü, Ankara, 1999, s.316.

[ix] Dış Ticaret Müsteşarlığı İnternet Sitesi, http://www.foreigntrade.gov.tr/ead/ekonomi/ankara.htm.

[x]  “Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri Özel İhtisas Komisyonu Raporu”, s.6.

[xi] Ahmet Çimen, Gümrük Birliği ve AT -Türkiye İlişkileri, Seçkin Yayınevi, Ankara, 1996, s.186.

[xii] “Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri Özel İhtisas Komisyonu Raporu”, s.6.

[xiii] “Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri Özel İhtisas Komisyonu Raporu”, s.6.

[xiv] Dışişleri Bakanlığı İnternet Sitesi, http://www.mfa.gov.tr/turkce/grupa/ab/abab/gumrukb.turkce.htm.

[xv] Dışişleri Bakanlığı İnternet Sitesi, http://www.mfa.gov.tr/turkce/grupa/ab/abab/iliski.htm.

[xvi] “Avrupa Birliği ve Genişleme Sürecinde Türkiye”, Avrupa Komisyonu Turkiye Temsilciligi Bilgi Notları, http://www.eureptr.org.tr/bilginotlari/bilginotu14.html

[xvii] Dış Ticaret Müsteşarlığı İnternet Sitesi, http://www.foreigntrade.gov.tr/ead/ekonomi/ankara.htm.

[xviii] “Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri Özel İhtisas Komisyonu Raporu”, s.16.

[xix] “Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri Özel İhtisas Komisyonu Raporu”, s.17.

[xx] “Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri Özel İhtisas Komisyonu Raporu”, s.17-18.

[xxi] Ayrıntılı bilgi için bkz.: “Mali İşbirliğine İlişkin Topluluk Bildirgesi - 6 Mart 1995”, Dışişleri Bakanlığı İnternet Sitesi, http://www.mfa.gov.tr/turkce/grupa/ab/abab/mali.htm

[xxii] Ayrıntılı bilgi için bkz.: “Ortaklık Konseyi'nin Siyasi Diyalog ve Kurumsal İşbirliğine İlişkin Kararı (30 Ekim 1995)”, Dışişleri Bakanlığı İnternet Sitesi, http://www.mfa.gov.tr/turkce/grupa/ab/abab/tavsiye.htm

[xxiii] Ayrıntılı bilgi için bkz.: “1/95 Sayılı Ortaklık Konseyi Kararı (Gümrük Birliği Kararı)”, Dışişleri Bakanlığı İnternet Sitesi, http://www.mfa.gov.tr/turkce/grupa/ab/abab/gumrukb.turkce.htm

[xxiv] AB-Türkiye Gümrük Birliği, Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği, Ankara, 2000. s.7.

[xxv] “Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri Özel İhtisas Komisyonu Raporu”, s.19.

[xxvi] “Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri Özel İhtisas Komisyonu Raporu”, s.29-30.

[xxvii] Ayrıntılı bilgi için bkz.: “Gündem 2000”, Bilgi Notları, Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği, http://www.eureptr.org.tr/bilginotlari/bilginotu02.html

[xxviii] “Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri Özel İhtisas Komisyonu Raporu”, s.141.

[xxix] Dışişleri Bakanlığı İnternet Sitesi, http://www.mfa.gov.tr/turkce/grupa/ab/abab/iliski.htm.

[xxx]  Dış Ticaret Müsteşarlığı İnternet Sitesi, http://www.foreigntrade.gov.tr/ab/ABgenisleme/gensleme.htm.

[xxxi]“Avrupa Birliği ve Genişleme Sürecinde Türkiye”, Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği, http://www.eureptr.org.tr/bilginotlari/bilginotu14.html.

[xxxii] Dış Ticaret Müsteşarlığı İnternet Sitesi, http://www.foreigntrade.gov.tr/ead/ekonomi/ankara.htm.

[xxxiii] Ankara Antlaşması’nın 28. Maddesi şu şekildedir: “Anlaşma’nın işleyişi, Topluluğu kuran Antlaşma’dan doğan yükümlerin Türkiye tarafından tam olarak kabul edilmesini öngörmeyi haklı kılacak ölçüde ilerlediğinde, Âkit Taraflar, Türkiye’nin Topluluğa katılma imkanını inceleyeceklerdir”. “Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu Arasında bir Ortaklık Yaratan Anlaşma (Ankara Anlaşması)-12 Eylül 1963”, Dışişleri Bakanlığı İnternet Sitesi, http://www.mfa.gov.tr/turkce/grupa/ab/abab/anlasma.htm

[xxxiv] Dış Ticaret Müsteşarlığı İnternet Sitesi, http://www.foreigntrade.gov.tr/ab/ABgenisleme/gensleme.htm.

[xxxv] Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği, http://www.eureptr.org.tr/bilginotlari/bilginotu14.html

[xxxvi] Rapor’un tam metni için bkz.: “Türkiye’nin Katılım  Yönünde  İlerlemesi Üzerine Komisyon’un Düzenli Raporu”, Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği, http://www.deltur.cec.eu.int/g-duzenlirapor-1.html. Diğer aday ülkelere yönelik hazırlanan 1998 İlerleme Raporları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: “AB’ye Katılım Çerçevesinde 12 Aday Ülke İçin Komisyon Tarafından Hazırlanan İzleme Raporları”, İKV Dergisi, Sayı:142, Eylül-Aralık 1998.

[xxxvii] Erçin, a.g.e., s.107.

[xxxviii] Rapor’un tam metni için bkz.: “Türkiye’nin Katılım Yönünde İlerlemesi’ne İlişkin Komisyon 1999 Düzenli Raporu”, Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği http://www.deltur.cec.eu.int/g-duzenlirapor-1.html

[xxxix] “Helsinki AB Konseyi Başkanlık Sonuçları”, 10-11 Aralık 1999, Güncel Haber, Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği, Sayı:5, Ocak 2000.

[xl] Dış Ticaret Müsteşarlığı İnternet Sitesi, http://www.foreigntrade.gov.tr/ead/ekonomi/ankara.htm.