1936 ORDO MANİFESTOSU
Franz Böhm, Walter Eucken ve Hans Grosman Doerth
Çeviren:
İbrahim Dursun ve Hakkı Odabaş
Son zamanlarda, hukuk ve
politik iktisadın gündemin gerisinde kaldığı, geliştirici bir katkı
yapmadığı ve entelektüel bir itici güç oluşturmadığı yolundaki eleştiriler
artış göstermiştir. Bu eleştirileri göz ardı etmek, durumun ciddiyetini
kavrayamamak demektir; şurası bir gerçektir ki bu iki bilim Almanya'da
ekonomik ve politik-legal durumun temel kararları üzerinde artık
hissedilebilir bir etki göstermemektedir. Bununla birlikte, durumun her
zaman böyle olduğunu iddia etmek de yanlıştır. 18. yüzyılın sonundan
itibaren bütün çağdaş ülkelerde olduğu gibi, hukuk ve politik iktisat bir
zamanlar önemli etkileri olan şekillendirici kuvvetlerdi. Fakat bu bilimler
19. yüzyıl boyunca ve 20. yüzyıl başlarında öncülüklerini ve yönlendirici
pozisyonlarını kademeli olarak kaybetmişlerdir.
EKONOMİ BİLİMİNİN
ETKİNLİĞİNİN AZALMASI
Hiç şüphe yok ki bu iki
bilimin etkinliğini kaybetmesinin çok büyük zararları olmuştur. Ekonomik
menfaatlerden bağımsız pozisyonları ve mesleklerinin özelliğinden dolayı
bilim adamları, ekonomik aktivitenin karmaşık ilişkilerinin iç yüzünü anlama
yeteneği olan ve bu nedenle üzerine ekonomik kararların bina edilebileceği
kurallar koyabilecek yegâne bağımsız ve objektif danışmanlardır. Aynı
zamanda bilim adamları, bu iç ilişkileri yakından bilmelerinin verdiği
kuvvetle- ki bu bilgi yeni fikirlerin etkisiyle sürekli olarak genişleyen ve
rafine olan bir bilgidir- kendilerinin kısa dönemli ekonomik menfaatlerinden
bağımsız olarak özel durumlara uygun, ekonomik tedbirler hakkında objektif
karar verebilen yegâne kişilerdir.
Eğer bilim adamları bu
görevden vazgeçerlerse veya bundan mahrum bırakılırlarsa o zaman daha az
yetkin olan, çıkar çevreleri devreye girer. Bu çevreler, şüphesiz kendi
mesleklerinin teknik detaylarında uzmandırlar, ama aynı şekilde bütün
ekonomik karşılıklı etkileşimleri değerlendirmeye ehil değildirler ve
olamazlar da. Bunun dışında, kaçınılmaz olarak, mesleki sahalarının refahını
arttıran ekonomik çıkarlardan kendilerini soyutlayamazlar. Bu arada zihinler
milli ekonominin bütününün refahıyla meşguldür. Eğer Devlet, çıkar
çevrelerinin tavsiyelerini kayıtsızca uygularsa, o zaman ekonomik
aktivitenin organize edici prensiplerinin hassas dengesi üzerine kurulu olan
ve bu genel sisteme yerleşen, önemi de bundan kaynaklanan politik iktisat ve
hukuk kararları ekonominin sistematik analizine ters düşen kararlarla yer
değiştirir ve dengeli işleyen bir sistemi kaosa dönüştürür. Albert Forstmann
1935' te şunları ifade etmiştir: " Bugün bütün dünyada tecrübe ettiğimiz
şey, gerçekte, özel ekonomik tecrübeleri önemsiz görerek politik iktisat
problemlerini çözmeyi iddia edenlerin metodunun iflasıdır."2
Binaenaleyh, bu makalenin
yazarları, politik iktisadın ve hukukun temsilcileri için en acil görevin,
toplum yaşantısında her iki disiplinin de kendi uygun yerlerini
kazanmalarını temin etmeye yönelik bir gayret içinde beraberce çalışmaları
olduğunu düşünmektedirler. Bu sadece bilimin hatırına değil aynı zamanda ve
daha önemli olarak Alman milletinin ekonomik hayatının çıkarları için
gereklidir.
Ama bu hedefe nasıl
varılabilir? Bu iki bilimi eski konumlarına kavuşturup yenilemek için ne
yapmalıdır? Asıl cevap makalenin içinde belirtilmiştir. Bilimsel bir
program, elbette ki, konu üzerinde detaylı bir çalışmanın yerini tutmaz. Bu
giriş niteliğindeki ifadeler, konuya yaklaşılması gereken entellektüel
tavırla ilgili olduğu kadar işin muhtevasıyla öyle çok fazla ilgili
değildir. Bu konuda açık olmak için öncelikle hukuk ve politik iktisadın
Alman milletinin hayatındaki yönlendirici etkilerinin niçin durduğunu
anlamak gerekir.
19. yüzyılda Almanya'da hukuk
ve politik iktisat, bütün bilimsel ve bilimsel olmayan düşüncelere etki
etmiş olan tarihselcilikten
etkilenmişti. Her ne kadar tarihselcilik eleştirilere maruz kaldıysa da
bugüne kadar etkisini devam ettirmiştir. Tarihselcilik bilimsel bir bakış
açısından daha kapsamlıdır -özgün bir bilimsel tavrı ifade eder. Hayalcilik
(Romantisizm) ve tarihselcilik okulu, tabii bir sistem içinde hem hukuk hem
de politik iktisada olan inancı tahrip etmişlerdir. Gerçeği ve hayatın
kendisini kavramak için tamamıyla meşru çabaları içerisinde, bütün insani
kanunların, kavramların ve fikirlerin değişken yapısıyla yüz yüze gelmeye
mecbur kalmışlardır. Gelişme fikri bu bilimlere de etki etmiştir. Tarihsel
gelişmeler üzerine kurulmuş olan hukuk ve politik iktisadın, bilimin
ufuklarını genişlettiği tartışılmaz bir gerçektir. Bu konuda Friedrich von
Savigny, Friedrich List ve diğer bilim adamları takdir edilmelidir. Bununla
birlikte, tarihselcilik akımı bu iki bilimi, başlangıçta çok hafif
hissedilen daha sonra şiddetlenen ve şimdi bu iki bilimin konumlarını sarsan
ciddi tehlikelere maruz bırakmıştır.
Friedrich von Savigny; "hukuk
milletle beraber büyür, onunla beraber gelişir ve nihayet aynen milletin
özgün kimliğini kaybettiği yolla söner gider" demektedir.3 Hukuk
"kanun koyucunun anlama kudretiyle değil iç dinamikler tarafından"
geliştirilmelidir. Savigny böyle söyleyerek ne kendi yaşadığı çağda ne de
başka bir çağda profesyonel kanun koyuculara ihtiyaç olduğunu
vurgulamaktadır.
İç dinamiklere duyulan bu
güven zararsız görünmesine rağmen, gelişen olaylar bu güvenin aşırı derecede
tehlikeli olduğunu göstermiştir. Görecelik (Relativizm) ve Kadercilik
(fatalizm) bu iç dinamikler
tarafından beslenip büyütülmüş ve şimdiye kadar pek çok Alman hukukçusunun
politik-legal tavırlarında belirleyici olmuşlardır.
RELATİVİZM VE FATALİZM
Hukuki tarihselcilik yavaş
yavaş önemini yitirmiştir. O, hukukun varlığında yalnızca tarihsel bir
değişim gözlemleyebilmiş ve sonuç olarak şu görüşe ulaşmıştır; hukuk fikri
hukukun varlığını takip etmiştir. Bu yolla hukuk fikri de relatif (göreceli)
olmuş ve böylece onurunu kaybetmiştir. Savigny'nin görüşüne göre hukuku
biçimlendirme hakkına sahip olan "iç dinamikler" 19. yüz yıl boyunca köklü
değişikliklere maruz kalmıştır. Kitlesel ekonomik güç gurupları en büyük
ölçekte ortaya çıkmış ve hukuku tamamen tek yanlı bir tarzda
biçimlendirmişlerdir. Buna örnek olarak, ekonominin bir çok sektöründe bu
güç guruplarının halen geçerli olan Borçlar Hukuku'nun (Law of Obligations)
önemli bölümlerini geçersiz kılan dağıtım ve ödeme şartlarını oluşturmaları
gösterilebilir. Birkaç istisna dışında hukuk bilimi ve kanuni yargılama
yetkisi kavramı bu zararlı gelişmeye yenik düşmüştür. Tarihsel gelişimi bir
mutlağa dönüştüren ve buna ilave olarak herhangi bir temel standardı kabul
etmeyen böyle bir sistem, nasıl deforme olduğunu nasıl anlayamazdı?
Tarihselcilik okulunun ve
aynı zamanda hukuk sosyolojisinin karşılaştığı diğer tehlike kadercilikti.
Doğal hakların destekçilerine karşı savaşında Savigny, defalarca, hukukçunun
görüş ve arzusunun, onun halkının ve çağının yaşama şartları ve görüşleri
ile sınırlı olduğunu ileri sürmüştür. Tarih göstermiştir ki, Savigny bu
konuda kısmen de olsa haklıydı. Hukuk biliminin zayıflama dönemlerinde
hukukçular gerçekten herhangi bir üretkenlik sergileyememişlerdir. Bununla
beraber, milattan sonraki ilk iki yüz yılda olduğu gibi hukuk biliminin
kuvvetli olduğu dönemlerde, halkının ve kendi dönemlerinin kurumlarını ve
hukuki görüşlerini biçimlendiren, böylece halklarının yaşama standartları
üzerinde derin etki yapanlar Romalı hukukçular olmuşlardır. Bununla beraber
Savigny'nin yasal kaderciliği M.S. 3. yüz yılın ruhuyla uyum içindeydi.
Özellikle ekonomik şartlar bu yüz yılın hukukçularına, hukukun kendini
adapte etmesi gereken gerçekler olarak görünmüştür. O dönemde hakim olan
görüş şuydu: "Vatandaşlar arasındaki karşılıklı özel etkileşimler sistemi
olarak, herhangi belirli bir zamanda yürürlükte olan özel hukuk, her zaman,
hüküm süren sosyal ve ekonomik durumun ruhunu temsil eder."4 Politik-legal
görev olarak bilim, her durumda sosyal ve ekonomik olaylardaki gerçeği
keşfedebilir ve hukukun kendini bu duruma nasıl adapte edeceği konusunda
tavsiyelerde bulunabilir. Hukukçu, böylesine kaderci bir tavırla
karşılaştığında yalnızca ekonomik şartlara ayarlama yapabilir. Onları
biçimlendirme kuvvetine sahip olduğunu hissetmez. Örneğin, kartellerin
oluşumu imparatorluk mahkemesi tarafından 4 Şubat 1987'nin belirleyici ve
etkili kararından beri değiştirilemez bir gerçek olarak kabul edilmiştir.
Ticari standartta yer alan prensipleri kullanarak kartelizasyonu kontrol
edecek bir kanun formüle etmek için hiç bir girişimde bulunulmamıştır. Bu
yapılmadığı için kişiler, Şirketler Hukukunun yalnızca ekonomik güç
gruplarının, neredeyse en sıkı anayasal hukuku göz ardı etmesine imkan
verdiğini düşünmüşlerdir. Hukuk biliminin ve onun kanun yapıcı
prensiplerinin gerçek ekonomik gelişmeyi bir başlangıç noktası olarak ele
almasıyla Şirketler Hukukunun yıkılması mümkün olmuştur.
"De lege, praeter lagem et
contra legem: Kapitalizm, her zaman başarmanın yolunu bulmuştur."5 Bir
siyaset iktisatçısı olan Werner Sombart bu sözleriyle, sık sık yaptığı gibi,
zamanın yaygın düşünce yapısını dile getirmiştir. Tarihselci düşünce
Almanya'da, politik iktisada etki etmiş ve pek çok düşünür üzerinde
fatalist-relativist bir davranışa neden olmuştur. Daha kesin terimlerle
ifade edersek; tarihselci politik iktisat içinde kadercilik tarafından
kuvvetle etkilenen bir grup ve relativizm ile daha fazla karakterize olan
ikinci bir grup bulunmaktadır. Bununla birlikte bu iki grup pek çok konuda
birbiriyle uyum içindedir.
KARL MARX VE KADERCİLİK
Kaderci grup, her ne kadar
kurucusu olmasa da, en büyük ilhamını Karl Marx'dan almıştır. Marx, modern
toplumda bir kanunun varlığına inanmıştır ve O'nun anlayışında tarihselcilik
ile doğalcılık (naturalizm) iç içe geçmiştir. Das Kapital'in ön sözünde
belirttiği gibi: "Bir toplum kendi hareketini düzenleyen tabiat kanununu
keşfettiği zaman bile gelişmesinin tabii safhalarını ne bir tarafa itebilir
ne de üzerinden aşabilir. Bununla birlikte, şiddetli rahatsızlıkları
hafifletebilir ve süresini kısaltabilir."6
Amaç, kapitalizm içerisinde
işleyen gelişme eğilimlerini oluşturmak, onların başarısını kolaylaştırmak
ve böylece kapitalizmin çöküşünü hızlandırmaktı -ne bilim ne de politika
bundan daha fazlasına ulaşamaz. Böylesine kaderci bir inancın gelişmede veya
düşüşte yaygın bir zafer kazanmasına yardımcı olan sadece Karl Marx değildi.
Bugün bile pek çokları böylesi bir inancı, 1933'ten önce genç nesiller
üzerinde kuvvetli bir etki yapmış olan "Tat-Kreis"7 e
kadar kendi düşünce sistemlerinin temeli olarak kabul ediyorlardı. Yeni bir
keşfi zorlayan akımların belirtilerini önceden algılamak, sonra geleceği
beklemek ve bu geleceğe zemin hazırlamak, her ne kadar nahoş görülse de,
üstlenilecek tek görevdir." Kaderin kendisi için hangi yolu seçtiğini görmek
ve ona göre davranmak" Oswald Spengler tarafından batı kültürünün en büyük
görevi olarak kabul edilmiştir. Kadercilik ve şüphecilik
(septisizm) bir birine çok yakındır. Böylesine radikal bir tavır, bir
kimsenin olayların acımasız akışına karşı koymasını veya bir fikrin
mücadelesini yapmasını aptalca ya da anlamsız hale getirmektedir.
Bizler, bazı entellektüeller
üzerinde bir zayıflık işareti olan tarihselci kaderciliğin gerçekte ne
olduğunu anlayacak kadar tarihçiyiz. Tarihselciler, kendi zekalarına
güvenmedikleri için olayları biçimlendirme göreviyle boğuşacak kuvveti
kendilerinde bulamazlar ve bunun sonucu olarak gözlemcilikle yetinirler.
Tutumlarını haklı çıkarmak çabası içinde tamamıyla gerçeklikten uzak
doktrinler ve tarihi yapılanmalarla uğraşırlar. Her şeyin üstünde, tarihi
biçimlendiren kuvvetlerin çeşitliliğini kabul etmezler. Bu yüzdendir ki
kadercilerin, bütün görüşlerini ve arzularını üzerinde odakladıkları
teşhislerin hemen hemen daima hatalı olduklarının ispat edilmesi bir tesadüf
değildir.
Tarih dokusunu basitleştirme
suçu, kendisinin gelişmenin kaderci doktrinine, teknik-ekonomik gelişmeyi
bütün tarihi gelişimin yegâne belirleyicisi olarak görmekle ulaşabilen Karl
Marx tarafından işlenmiştir. Ancak bundan sonra, bütün sosyal, politik ve
entellektüel hayat "üst yapı" olarak görünür. Bunun sonucu olarak Marx,
kendi en yakın havarilerinin oluşturduğu çemberin çok daha ötesine uzanan
bir etki doğurmuştur. Werner Sombart şunu ifade etmiştir: Şimdi biz
bilmeliyiz ki; politik olaylar genelde ekonomik gelişme sürecini
belirlemezler ama özelde kapitalizmin gelişmesi geçen asırların politik
devrimlerinden hemen hemen bağımsızdır."
8
Bu tez tarihsel olarak
kesinlikle yanlıştır, siyasi arzuların etkisini görmezden gelir. Örneğin, I.
Napolyon, Reichsfreiherr vom Stein9,
Kont von Bismark zamanında I. Dünya Savaşı'na ve savaşı sonuçlandıran barış
anlaşmalarına kadar hükümetteki yapısal değişiklikler, yurt içi ve dışındaki
politik olaylar, ekonomik gelişme sürecini tartışılmaz bir şekilde
etkilemiştir. Bununla beraber doktrinel olmayan ve gerçekten evrensel bir
tarih görüşü, ekonomik politik olayların etkileşimlerini doğru gözlemek ve
bu olayların farklı zamanlarda ve ülkelerde hem ekonomi hem de hükümet
alanlarında aktif olan kuvvetlerin gücüne bağlı olarak farklı biçimler
aldığını fark etmek için gereklidir. Keyfi basitleştirmeye yatkın olan bir
tarihselcilik böylesi şeyleri algılama yeteneğinden mahrumdur. Gerçekte onun
kaderciliği tarihsel tecrübe temelinde haklı çıkarılamaz. Maalesef o,
bilimin gücünün bir yaşam kuvveti olmaması için çalışır. Zekâ, olayları
kaçınılmaz olarak kabul ederek nasıl biçimlendirebilir?
GUSTAV VON SCHMOLLER'İN
ETKİSİ
Politik iktisat açısından
Alman tarihselciliği, daha önceden kısaca relativistik olarak belirtilen
daha kuvvetli bir yapıyı da geliştirdi. Bunun destekçilerinin başında da
G.V. Schmoller vardı. Hem kendisi hem de öğrencileri aracılığıyla O,
günümüze kadar Alman ulusunun geniş ve önemli bir kısmının ekonomik
düşüncesi üzerine sürekli bir etki bırakmıştır. G.V. Schmoller'in ilgi alanı
politik iktisat ve sosyal politikalardı. O, politik iktisadı ahlak biliminin
konusu yapmak istedi. Aynı zamanda, işçi problemleri, endüstri yasası
reformu, konut problemi ve koruyucu tarifeler hakkında görüşler beyan etti.
Tarihi akışın kaçınılmaz olduğuna ve hiç kimsenin başarılı bir şekilde
müdahalede bulunamayacağına inanmadı. Devlet müdahalesinin gerekliliğini
savundu. Bununla birlikte O, kendi zamanının ihtiyaçlarını gideremedi. G.V.
Schmoller Almanya'da politik iktisadın yapıcı etkisini kaybetmesinden de
büyük ölçüde sorumludur. Şimdi bu noktaya nasıl gelindiğini sorgulayalım.
İlk olarak 1872'de
Eisenach'ta G.V. Schmoller ve arkadaşları, gittikçe büyüyen işçi sınıfı
problemlerine bir çözüm olarak kendi sosyal politika programlarını
geliştirdiler. Çünkü işçi sınıfı problemi hala, bu sınıfa güç ve etki veren
genel durumla çelişen önemli bir konu idi. Genel sosyal sistem tartışmanın
konusuna biçim verdi. Bununla beraber temel sorunların sorulması cesareti
kayboldu. Örneğin serbest rekabetin ele alındığı 1877 Endüstri Yasası
reformu ile ilgili G.V. Schmoller'in konuşmasını okumak gerekmektedir. Onun
en önemli özelliği herhangi bir kuralın konulmasından kaçınmaktı. Her mesele
kendi şartları içerisinde karara bağlanmalı idi. O günkü temel düşünce onun
öğretisini ciddi zararlara yol açacak olan bir hata olarak gördü. Tarihi
gelişmeler ve tarihsel gerçekler arasındaki muazzam farklılık onu bir
realist olarak genel sonuçlardan kaçınmak zorunda olduğu düşüncesine
ulaştırdı. O, bu düşüncesinde dün de bugün de yalnız olmamıştır. Hemen hemen
her yerde düşüncenin genel hatları zaman içerisinde yerini sorulara ve daha
belirgin düşüncelere bıraktı. Bundan dolayı G.V. Schmoller ve öğrencileri
realist tavırlara sahip olduklarına ve realist politikalara öncülük
ettiklerine inanmışlardır.
Gerçekte onlar politik
ekonomi uzmanlarının pratik ekonomi politikalarının ana meseleleri üzerinde
realistik bir bakış açısıyla yorum yapabilmelerini sağlayan temelleri
yıkıyorlardı. Ele aldıkları sorunların tanımlanmasında da başarılı
olamadılar. Bunun tipik örneği G.V. Schmoller ve okulunun 19. yy.
sonlarından beri, genişleyen Alman ekonomi sistemi içerisinde giderek
büyüyen monopollerin oluşumuna dair yaklaşımlarıdır. Monopollerin
oluşmasıyla ekonomik sistemin tamamen yıkılıp yıkılmayacağına dair temel ve
aynı zamanda pratik soruna değinilmiş fakat ciddi cevaplar verilememiştir.
Eğer bu yapılmış olsaydı şahsi güç odaklarının ekonomideki nüfuzlarının
farkına varmış olacaklardı. İşleyebilir politik iktisat çözümleri teklif
edilebileceklerdi. Bütün tartışma başka bir seviyeye yükselecek, sonradan
ortaya çıkan daha ciddi zararlar önceden görülebilecekti. O zaman bilim,
görevini yerine getirmiş olacaktı. Bununla beraber Tarihselcilik Okulu
samimi olduğu relativist fırsatçılık ile monopollerin oluşumunun var olduğu
gerçeğini kabul ederek asıl sorundan kaçındı ve meseleleri üstünkörü bir
şekilde ele aldı. Son 50 yıl içerisinde Almanya'da büyümüş olan monopol
organizasyonlarının varlığı tesadüfi değildir. Fakat bu eğilim radikal
bilimsel sorgulamadan yoksundur.
Bu durum, açık bir şekilde,
günlük düşünceden bilimi ayıran soruların sorgulanma çabasıdır. Temel
sorunların nasıl çözüleceğini unutan bu tarihçi okul günlük deneyimlerin
üstesinden gelebilecek kadar yeterli de değildir.
İkinci olarak, süregelen
değişimi gözden kaçırmadan tarihi realiteleri anlamak için çabalayan G.V.
Schmoller politik iktisadın kuramsal düşünce araçlarını nasıl kullanacağını
bilemedi. Bu araçlardan yararlanılmadan, ekonomik sistemin işleyişinin doğru
olarak anlaşılmasının mümkün olamadığını da göremedi. O'nun değişik
araştırmaları desteklediğini gösteren ifadeleri vardır. En kötüsü ise; Onun
liderliği altındaki Alman politik iktisatçılarının, ekonomik analizleri
nasıl gerçekleştireceklerini, onları nasıl uygulayacaklarını ve teorilere
nasıl başvuracaklarını unutmuş olmalarıdır. Bu nedenle onlar karmaşık
iktisadi sistemin işleyişini nasıl anlayacaklarını da unuttular. Kısaca
onlar yapmak istemedikleri hatayı, doğrulardan ve gerçeklerden ilgilerini
keserek yapmış oldular. Onlara göre gerçek, ilgili olmayan gerçeklerin
topluluğu değildi. Böylece bugün bile örnekleri yaygın olan bir Alman
iktisadı ortaya çıktı. O, ekonomik gerçekleri bulmak için çabalar fakat
nasıl yapacağını bilmez, teorik araştırmaları destekler fakat onunla ne
yapılması gerektiğini bilmez. Ekonomiyi şekillendirmek için yardımcı olmayı
ister fakat bunu yapmaya gücü yoktur. Çünkü o, ekonomik karşılıklı
ilişkileri anlamaz. Politik iktisadın bu görüşü, Almanya'daki enflasyon veya
transfer problemleri örneklerinde olduğu gibi, ekonomik hayatın büyük
problemleriyle karşı karşıya kalındığında, başarısızlığa mahkûmdur.
G.V. Schmollerin politik
iktisadı, özet olarak, kaygan bir zemine oturtulmuş relativizmin farkına
varamadı. Bilinçli veya bilinçsiz, yaygın inanış bunu desteklemiştir.
Gelişim içindeki genel inanışın kabulü ile G.V. Schmoller'in en büyük eseri
olan "Genel İktisadi Temeller"i sonuçlandırması tesadüfî değildir. Sadece
herhangi bir iktisadi politikayı hesaba katarak insanın egoistik dürtülerini
ve şeytani ihtiraslarını kendi döneminin bir insanı olarak tahmin edemedi ve
şunu vurguladı "İnsan sonsuz fiziki entellektüalizmini ve ahlaki gelişimini
kendisi meydana getirmiştir". O, çöküş dönemlerinin gelecek içerisinde
geçici olduğuna inanmış ve kaoslarla ortaya çıkacak büyük zararları
algılayamamıştır. Son olarak fırsatçılık, kesin ve gerekli olarak daha iyiye
götüren ekonomik gelişim ve ekonomik sistemin gerçek gelişimi içindeki temel
inançlar tarafından açıklanmalıdır.
Hukuk ve politik iktisat
bilimleri içerisinde oynanan dram dün de, bugün de Almanya'da kabul
edilmiştir. Tarihçi yaklaşım kendi zeminini inşa ederken onlar bu zemini
kaybetmekteler. Düşünceleri ve olayları değiştirmek için kolayca adapte olan
hukuk fikri ve doğruluk fikri birbirleriyle ilgili kavramlar olmaktadırlar.
Esasen onların her biri entellektüel ve ahlaki bir baskı olma özelliğini
kaybetmektedirler. Böylece ekonomik güç grupları yükselen başarıları ile
kendi arzularını tatmin edebilirler. Bilimsel görüşler, bu fırsatçı ve
temeli olmayan tutum tarafından etkilenmiş yargının büyük bölümüne yönetici
sınıfı ve diğerlerine üniversite yoluyla nüfuz etmişlerdir. Bu iki bilim
tarihçiliğe direndiği ölçüde etkili olmaya ve kendine güvenmeye devam etti.
Hükmü olmayan tarihçiliğin özünden çıkan ve son yıllarda Almanya'da karşı
karşıya kalınan bu iki bilime eleştiriler vurgulanmalıdır.
BİZİM PROGRAMIMIZ
Bize verilen görev, eleştirel
tahlilleri içeren bir görevdir. Eğer hukuk ve ekonomi uygun bir yere
yerleştirilecekse, yapmamız gereken şey, çizgilerimizi açıkça tanımlama
doğrultusunda yaptığımız eleştiriyi olumlu ve itici bir güce dönüştürmektir.
Öncelikle dikkat etmemiz
gereken şey gerçekte düşüncenin ve yaratıcı hareketin uzlaşamaz zıtlıklar
olduğu ve düşüncenin enerjiyi ve dolayısıyla girişilen işin başarısını
engellediği inancıdır. Bu fikir F.Nietzsche'nin üstün insan doktrinini ve
yaratıcı ilkel dürtüleri formülleştirdiği günden beri giderek gerçeklik
kazanmaktadır. Nietzsche insanı destansı bir şekilde hiçbilgisi olmayan ve
dolayısıyla vicdani kanaatleri olmadan hareket eden birisi olarak tahayyül
eder. İnsan, gerçekçi tahlillere gözünü kapatıp kendini şeytani tutkulara
teslim etmelidir.
Bu antitez tamamen yanlıştır.
Tarihi olarak da köksüzdür ve yıkıcı bir sonuca gideceği de apaçıktır. Büyük
Frederick bir devlet adamı veya generalin olayları çok açık bir şekilde
görmeleri fikrini tamamıyla saçma bulup reddetmiştir. Gerçekten de O,
olayları açık şekilde kavrama ve tesadüfî bağlantıları keşfetme noktasında
yetersiz kalmaktadır. Tarihte politik ve askeri belli başlı simalar için
aynı şey geçerliydi, onların gerçekte büyük olmalarının altında yatan şey,
irrasyonel irade gücü ve akıl etme gücü ile baş edilemez görülen zorlukların
üstesinden gelmeleriydi. Sadece yaratılış olarak zayıf olan insan, aklı bir
tehdit olarak görür, kararsız ve zihnen bölünmüş bir duruma düşer. Kurulu
gerçeklerin ve aklın oluşturduğu dünyanın ciddi görünüşünden korkarak,
şuursuzca irrasyonel dünyanın zehirleyici ortamına kendinden geçmiş bir
halde dalar, güçlü adam ise, hareket halindeki faili çevreleyen karanlığı
aydınlatmak için aklı uygulayabileceği her durumda gücünün arttığını
hisseder. Tarihi deneyim üzerine kurulu olan bu inancı çıkış noktası olarak
değerlendirerek, hukukta ve politik iktisatta olduğu gibi ekonomik sistemi
yeniden organize ve yeniden inşa etme hedefimiz için yürürlüğe koymayı
istiyoruz.
İkincisi, detaylı olarak da
anlatıldığı gibi relativist ve kararsız tavırları yüzünden iflas etmiş olan
tarihselciliğe karşı temel prensibimizi belirliyoruz. Tek tek ekonomik
problemleri bir bütünün birimleri olarak görmek temel prensibimizdir.
Ekonominin bütün sahaları birbiriyle alakalı olduğu için bu temel yaklaşım
konuya gerekli önemi veren tek yaklaşımdır. Siyaset, hukuk ve politik
iktisatla ilgili tüm pratik problemlerin ele alınışı ekonomik birimlerin
ayrılması görüşüne bağlanmalıdır. Ancak bu şekilde izafi kararsızlık ve
verilerin kaderci bir biçimde benimsenmesinin üstesinden gelinebilir.
Üçüncü olarak,
Tarihselciliğin herhangi bir şekilde vazgeçilmesi mümkün olmayan reddi bizim
tarihi verileri dikkate almadığımız anlamına gelmez. Tarihe ancak bu temel
sorularla yaklaşmalıyız ki onu daha iyi anlayıp daha derinlere nüfuz
edebilelim ve tarihselciliğin yapabildiğinden daha fazlasını öğrenebilelim.
Son asırların ve yılların tarihi deneyimi çıkış noktamız olmalıdır;
"tarihin, tarihle ilgisi olmayan beyefendilerle hiçbir ilgisi yoktur."
Ayrıca biz köksüz
ideolojilerin oluşturduğu belirsizlikten detaylı verilere ve konumuzun
gereklerine doğru ilerlemeliyiz. Ekonomiye yön veren şahsiyetlerin
ideolojileri, gerçekleri ters düz eden dogmaları, gerçekçi bir kontrol
mekanizmasını reddeden sahte fikirlerden oluşmuş sarayları, konuya sık sık
gönderme yapan ilgili tarafların ideolojileri kadar pratik olmaktan uzaktır.
Hukukta ve politik iktisatta her zamankinden daha çok önemli bir rol oynayan
kuramsal spekülasyonlar, bizi doktrinci ve gerçekçilikten uzak bir dünyaya
çektikleri için yıkıcı bir etkiye sahiptir. Hukuki ve ekonomik kavramlar
değil, veriler tahlil edilmeli ve pratik olan sorunlar çözülmelidir. Kont
Bismarck'ın da önemsiz bulunduğu realite korkusu herhangi bir alandan daha
çok ekonomide yenilmelidir. Bu her ne kadar zor olsa da gerçekçilik ve
köktenci düşünce sentez edilebilirse ekonomik sistemin problemleri kavranıp
çözüme ulaştırılabilir.
Dördüncü olarak, Ekonomik
anayasa, ülkenin ekonomi hayatının nasıl yapılandırılması gerektiğini
vurgulayan bir genel politik karar olarak anlaşılmalıdır. Bu düşünce kamu ve
özerk hukuk görüşlerinin yorumlanması için güvenilir ve kesin kuralların
elde edilmesini sağlar. Bu sadece temel yasalar için değil aynı zamanda
iktisadi meselelerle ilgili özel yasalar için de geçerlidir. Örneğin iflas
yasası usul hukukuna göre ele alınmıştır. Bu görüş tek taraflıdır ve
kesinlikle hukuku tam olarak yansıtmaz. Fakat mübadele ekonomisinde
müteşebbislerin ne zaman ve nasıl elimine edildiklerini belirlemesi
açısından anayasal iktisadın önemli bir parçası olan iflas yasasını anlamak
gerçekten önemlidir. Ekonominin yapısal prensipleri anlaşıldığında üretimi
düzenleme ve tam olarak ekonomi anayasasının işlerlik kazanması için önemli
olan yönetim ve şartlar iflas yasasını anlamak için gereklidir. Aynı
uygulama borçlar hukuku, eşya hukuku, aile hukuku, iş hukuku, idare hukuku
ve hukukun diğer bölümleri içinde geçerlidir. Yasamanın daha fazla
geliştirilmesi ile ekonomi anayasasının temel fikirleri düşünce planında
oluşturulmalıdır.
Ekonomi anayasası için kanuni
belgeleri anlama ve biçimleme problemi, hukukçunun araştırma bulgularını
kullanması ile çözümlenebilir. Eğer bir hukuk bilimci veya uygulayıcı haksız
rekabet sorunu ile ilgilenmek zorunda kalırsa onun için, ticaret mesleğinin
ahlaki görüşlerini ve bir grubun hukuk içinde olup olmadığını açıklamak için
"bunun insan niyetinden ve dürüstlüğünden kaynaklandığını" araştırmak
yeterli değildir. Ekonomik anayasanın hükümlerine göre problemi çözmek
şarttır. Serbest rekabet, haksız rekabet iddialarından dolayı bırakılmamalı,
bununla beraber, serbest rekabetin haksız rekabet içerisinde yozlaşmasına da
izin verilmemelidir. Kanunla izin verilmiş rekabet ve haksız rekabet
arasındaki çizginin nasıl çizildiği, piyasada serbest rekabetin olup
olmadığı, rekabetin sınırlandırılıp sınırlandırılmadığı, rekabetin etkin
veya engelleyici olup olmadığı, fiyat düşüşlerinin sistemin prensiplerine
ters düşüp düşmediği, piyasa içerisinde ekonomistlerin araştırmaları ile
karara bağlanır. Bu açıdan iki bilimin işbirliği bir çok eksiklikleri
olmasına rağmen oldukça önemlidir.
Bireysel bilimlerin
uzmanlaşmasına ilişkin rahatsızlıklar belli ölçüde giderilmiştir. Uzmanlaşma
probleminin üstesinden gelebilmek için her alanda önemli çalışmalar vardır.
Bu, problemler üzerine uygulanmış bir çalışma ve aynı seviyede bilimleri
birbirine bağlamaya yardımcı olmayan metodolojik yansıma değildir. Bugün
fizik, kimya, maden bilimi, fizyoloji gibi doğal bilimler birbirinden
ayrıdır. Fakat fizikçi kimya metotları ile çalışmak zorundadır, kimya ve
maden bilimi de fizik metotları ile çalışmak zorundadır. Bireysel bilimlerin
bölümleri üzerindeki uzmanlaşma çalışmaları devam etmektedir. Bilimsel
çalışmaların politika, ekonomi, akli, ruhbani, sanat tarihi olarak ayrımının
savunulamaz olduğu ortaya çıkmıştır. Tarihçinin, tarihi daha derinden
anlamak istemesi, onu, tarih bilimini evrensel yapmak için daha çok
kuvvetlendirdi. Ekonomi ve hukuk bilimleri de değişik noktalarda uzlaşma
içerisine sokuldu. Bizim çalışmalarımızda yer alan konuları oluşturan bu
problemler akıl yürütme yöntemlerini ve kullanılacak bilim dallarının
araştırma yöntemleri ile çözümlenir. Ancak bu talep Immanuel Kant'ın deyimi
ile "onların sınırları birbirine girer" anlamında değildir. Immanuel Kantın
bu fikri "bilimlerin propagandası değil de biçimini bozmasını" ortaya
çıkarma beklentisi açısından oldukça haklıdır. Her biri herhangi bir şeyi
başarmak istiyorsa kendi bireyselliğini muhafaza etmek zorundadır. Ancak her
ne zaman konu her ikisinin de kullanımını gerektirirse o zaman bu
yapılmalıdır. Biz burada aynı şeyi yapmakla pozitif bilimin ilkelerini takip
etmeyi umuyoruz.
NOTLAR VE REFERANSLAR
1 Orjinal metinde notlar ve
referanslar olmamakla birlikte bunlar editörler tarafından tercüme edilmiş
ve metne eklenmiştir.
2 Albert Forstmann, Der
Kampf um den Internationelen Handel (Berlin: Haude & Spenersche
Buchhandlung, 1935) p.5. Yazar önce, ulusal sosyalizme bağlı olmasına rağmen
kısa sürede görüşünü değiştirmiştir. Bu kitap yazarın, görünüşte rejimi
yücelten ifadeler kullanarak ulusal sosyalizme gizli bir saldırısı idi. Bir
süre sonra Forstmann toplama kamplarına konulmuş, kurtulduktan sonra
Berlin'de ekonomi profesörü olmuştur.
3. Friedrich Carl von
Savigny, Vom Beruf unserer Zeit für Gesedzgebung und Rechtswissenshaft,
Birinci baskı 1814, 1840 yılındaki üçüncü baskının tekrarı (Freiburg im
Breisgau: J.C.B. Mohr [Paul Sieheck], 1892) pp. 7 ve 9.
4. Karl Geiler, "Die
wirtschaftsrechtliche Methode im Gesellschaftsrecht", in Karl Predari, Franz
Schlegelberger ve Martin Wolff (eds.), Beitrage zur Erlauterung des
Deutschen Rechts, yeni seriler 5. (Berlin: Franz Vahlen, 1927) p.596.
5. Hukuk içinde, hukuka
rağmen ve hukuk dışında.
6. Karl Marx, Das Kapital,
1.cilt 1867'deki ilk baskının önsözü ( Berlin: Dietz Verlag, 1951 yeniden
basım) p.7-8.
7. Bunlar, Die Tat adlı aylık
bir dergi çıkaran entellektüel radikal nazilerdi. Daha fazla bilgi için bkz.
Wilhelm Röpke, The German Question (London: Allen & Unwin, 1946)
p.65- 6.
8. Werner Sombart, Der
moderne Kapitalismus, ikinci cilt ikinci basım (Munih ve Leipzig:
Duncker & Humblot 1917) p.4.
9. Karl Reichsfreiherr Karl
vom ve zum Stein (1757-1831), I. Napolyon tarafından 1807'de bozguna
uğratıldıktan sonra Prusya'da reformlar uygulayan devlet adamı.