Bir toplumu
oluşturmak üzere bir araya gelen büyük bir insan grubu tarafından yapılan bütün
sözleşmeler arasında sivil bir anayasa teşkil eden sözleşme ayrıcalıklı bir yere
sahiptir. Bu anayasa, icrası göz önüne alındığında, ortak bir çabayla elde
edilebilen ve seçilmiş bir amaca yöneltilen diğer bütün anayasalarla ortak bir çok
yönü varken oluşturulmasındaki ilkelerde diğerlerinin tamamından temelde
farklıdır. Bütün sosyal sözleşmelerde herkesin paylaştığı belli ortak amaçlar
için sayısız insandan oluşan bir birlik olduğunu görürüz. Ancak, herkesin
paylaştığı ve böylece insanlar (karşılıklı olarak birbirlerini etkilemekten
sakınamayan) arasındaki bütün dış ilişkilerdeki mutlak ve birincil vazife olan bir
amaç olarak birlik, yalnızca bir medeni devleti yani eyaleti tesis etsin diye toplumda
oluşturulabilir. Ve bu tip dış ilişkilerde bir görev olan ve bütün başka dışsal
görevlerin en üst formel koşulu olan amaç, herkesi başkalarının saldırılarına
karşı koruyan cebri niteliğe sahip genel kanunların himayesinde insanların
hakkıdır. Bununla beraber bütün bir dışsal haklar kavramı tamamen insanların
karşılıklı dışsal ilişkilerindeki özgürlük kavramından çıkarılmıştır ve
insanların doğaları gereği sahip oldukları amaçla (yani mutlu olma amacı) ya da bu
amaca ulaşmada kullanılabilecek bilinen araçlarla hiçbir ilişkisi yoktur. Ve böylece
ikinci amaç, dışsal hakları düzenleyen kanunların belirleyicisi olarak hiçbir
suretle işe karıştırılmamalıdır. Haklar, başkalarının özgürlükleriyle uyum
sağlansın diye ayrı ayrı her bireyin özgürlüğüne getirilen kısıtlamalardır (Bu
da genel kanunların şartları çerçevesinde mümkün olabilir). Ve genel haklar bu
sürekli uyumu mümkün kılan maddi kanunların ayırıcı niteliğidir. Diğer tarafın
keyfi iradesi ile özgürlüklere getirilen her kısıtlama baskı olarak
adlandırıldığından, sivil anayasa, diğer
insanlarla birlikte genel bir birliğin içinde kendi özgürlüğünü elinde tutarken
baskıcı kanunlara muhatap olan özgür kişiler arasındaki ilişki olarak anlaşılır.
Bu, bütün ampirik sonuçları (hepsi mutluluk genel başlığı altında özetlenebilir)
önemsemeksizin saf aklın gereksinimidir. İnsanlar mutluluğun ampirik sonuçları
üzerinde ve mutluluk göz önüne alındığında, mutluluğun neyi kapsadığı
konusunda farklı görüşlere sahiptirler ve onların
istekleri ne ortak bir ilke çerçevesinde ne de herkesin özgürlüğünü uyumlaştıran
her hangi bir maddi yasa altında toplanabilir.
Tam olarak
bir hukuk devleti şeklinde adlandırılabilecek olan sivil devlet aşağıdaki önsel ilkelere dayanır:
1. Bir insan
olarak toplumun her üyesinin özgürlüğü,
2.
Bir tebaa olarak her bir kişinin başkalarıyla eşitliği,
3. Bir
vatandaş olarak devletin her bir üyesinin bağımsızlığı.
Bu ilkeler,
dışsal insan haklarının saf rasyonel ilkelerine göre bir devletin tek başına
oluşturabileceği kanunlar gibi zaten mevcut olan bir devlet tarafından verilmiş
kanunlar değildir. Bu nedenle:
1. Bir insan
olarak, devletin anayasasının bir ilkesi olarak insanların özgürlüğü aşağıdaki
formül ile ifade edilebilir. Hiç kimse kendi
mutluluk anlayışına göre beni mutlu olmaya zorlayamaz, pratikte uygulanabilir genel
hukuk kuralları içinde, yani kendisinin yararlandığı hakların aynısını
başkalarına da tanıyarak, başkalarının özgürlüğü ile uzlaşabilen benzer bir
amacı güden diğer kişilerin özgürlüğüne tecavüz etmediği sürece herkes
kendisinin uygun bulduğu yol ile mutluluğu arayabilir. Bir devlet, tıpkı bir babanın
çocuklarına yaptığı gibi, halkına karşı iyiliksever olma ilkesi üzerine
kurulmalıdır. Bu tip bir pederşahi devletin idaresi altında, kendisi için gerçekten
neyin zararlı ya da faydalı olduğunu ayırt edemeyen reşit olmayan çocuklar gibi,
tebaa da tamamen pasif davranmaya ve kendilerinin nasıl mutlu olacakları ve kendilerinin
mutluluğunu istemekte samimi olup olmadığı konularında devlet başkanının
yargısına güvenmeye zorlanacaklardır. Bu tip bir devlet akla gelebilecek en büyük
despotizm, yani hiçbir hakka sahip olmayan tebaasının bütün özgürlüklerini
erteleyen bir anayasadır. İdareciler hayırsever olsalar bile insanların haklarına
sahip olabilecekleri akla yatkın tek devlet pederşahi olan değil, vatansever devlettir.
Vatansever tutum, devlet başkanı da dahil olmak üzere devletteki herkesin devleti anne
rahmi gibi kabul ettiği ya da ülkeyi, kendisinin en önce ileriye atıldığı ve
gelecek kuşaklara çok değerli bir rehine olarak bırakmak zorunda olan pederşahi bir
yer olarak düşündüğü bir devlettir. Herkes kendisini çoğunluğun iradesine dayanan
kanunlar ile haklarını korumaya yetkili olarak kabul eder; ancak, bu hakları kendisinin
mutlak iradesi doğrultusunda kişisel kullanıma bırakmaz. Bu özgürlük hakkı, bu
hakları kullanma kapasitesine sahip oldukları sürece,
bir insan olarak devletin her üyesine aittir.
2. Bir tebaa
olarak insanların eşitliği şu şekilde formüle edilebilir: Devletin her üyesi,
devlet başkanı ile olan ilişkileri hariç, başkaları ile olan ilişkilerinde zor
kullanma hakkına sahiptir. Tek başına devletin bir üyesi değildir, ama onun
yaratıcısı ve koruyucusudur ve her hangi bir cebri yasanın öznesi olmaksızın
başkaları üzerinde zor kullanma hakkına sahiptir. Ancak, kanunlara tabi olan herkes
devlete tabidir ve böylece devletteki diğer bütün üyelerle birlikte zor kullanma
hakkına da tabidir. Bunun tek istisnası, onun vasıtasıyla başkaları üzerinde meşru
güç kullanımının gerçekleştirilebileceği bir tek kişidir (kelimenin hem fiziki
hem de ahlaki anlamıyla), yani devlet başkanıdır.
Kaynak: C.Can Aktan
ve İ.Yaşar Vural (Derleyen ve Çeviren) , Özgürlük Yazıları, Çizgi
Kitabevi, 2003. (Metnin tercümesi Aktan ve Vural tarafından
yapılmıştır. İzinsiz kullanılamaz.)
Walter
Laqueur and Barry Rubin (Eds.), The Human Rights
Reader, New York: Penguin Books, 1989.s.82-84.