YENİ DEĞİŞİM DİNAMİKLERİ

VE

DEVLETİN YENİ ROLÜ

 

Prof.Dr.Coşkun Can Aktan

 

 

I.GİRİŞ

Dünya çok önemli bir değişim süreci içerisinde bulunuyor. Ekonomiden siyasete; devlet yönetiminden şirket yönetimine; değerlerden inançlara kadar her şey, ama her şey değişiyor... Bilim ve teknoloji alanında başdöndürücü gelişmeler yaşanıyor. "Bilgi çağı" adı verilen bir yeni dönem içerisinde bulunuyoruz. Tüm dünyada modern toplumdan post-modern topluma geçiş yönünde yeni ilkeler benimseniyor ve yeni yükselen değerler toplumları geleneksel değerlerden kopmaya ve değişime zorluyor.

Biz bu tebliğimizde dünyadaki yeni değişim dinamiklerini ele aldıktan sonra mevcut değişim trendi karşısında asıl konumuz olan devletin değişen rolünü tahlil etmeye çalışacağız.

II. YENİ DEĞİŞİM DİNAMİKLERİ

İçinde yaşadığımız yüzyılda dünya hızlı bir değişim süreci içerisinde bulunuyor. Dünyadaki değişim trendini gözlemlediğimizde ekonomik, siyasal, teknolojik, sosyal-kültürel, ekolojik ve demografik dönüşümlerin giderek artan bir şekilde önem kazandığını gözlemliyoruz. Ekonomik ve teknolojik değişim ise organizasyonel değişimi gerekli kılmaktadır. Dünyadaki değişimin boyutlarını başlıca yedi ana başlık altında özetleyebiliriz:

1.Ekonomik Değişim

Dünya ekonomisinde yaşanan en önemli değişim şüphesiz globalleşmedir. Bunun yanısıra dünyada bölgeselleşme, ekonomide serbestleşme, özelleştirme, gönüllüleştirme, zenginleşme ve yoksullaşma adını vereceğimiz değişimler yaşanıyor. Bu değişim dinamiklerini kısaca tanımlamaya çalışalım:

Globalleşme. Dünyada ticaret ve sermaye hareketleri ile bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeler ulusal devletlerin sınırlarını aşan boyutlara ulaşmış ve trans-nasyonel bir boyut kazanmaya başlamıştır. Globalleşme ya da küreselleşme olarak adlandırılan bu olgu ülkelerarasındaki ilişkilerin ve işbirliğinin düzeyini ve boyutlarını tamamen değiştirmiştir. Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki inanılmaz değişimler ulaştırma ve iletişim maliyetlerini önemsiz bir hale getirmiş, böylece ülkelerin dünya ekonomileri ile entegrasyonu daha kolay bir hale gelmiştir.

Bölgeselleşme. Dünyada bir taraftan globalleşme ile ülkelerarasındaki ekonomik sınırlar ortadan kalkarken öte yanda, bölgesel bütünleşme hareketleri ile “kutuplaşma” adını vereceğimiz bir başka değişim yaşanıyor. Avrupa, Amerika, Asya-Pasifik ve dünyanın diğer bölgelerinde iktisadi bütünleşme hareketlerinin önem kazandığını görüyoruz. Bölgeselleşme, coğrafi yönden birbirine komşu olan ya da sınırları birbirine yakın olan ülkeler arasındaki ekonomik bütünleşme hareketidir. Özellikle globalleşme ile birlikte uluslararası rekabet edebilirlik (competitiveness) önem kazandığından ülkeler rekabet güçlerini artırabilmek için bölgesel ekonomik birlikler içerisinde yeralmayı tercih etmektedirler.

Serbestleşme. Dünyada görülen diğer bir gelişme ekonomide serbestleşme (liberalleşme) olgusudur. Ekonomide serbestleşme , ekonomik birimlerin karar ve faaliyetlerinin mümkün olduğu ölçüde devlet müdahalesi olmaksızın serbestçe yürütülmesini ifade ediyor.

Özelleştirme. Devletin ekonomideki görev ve fonksiyonlarının mümkün olduğu ölçüde özel sektöre aktarılmasını ifade eden özelleştirme, 1980’li yılların başlarından itibaren tüm dünyada önem kazanmıştır.

Gönüllüleştirme. Dünyada kamu ve özel sektör dışında üçüncü sektörün önemi giderek artıyor. Devletin görev ve fonksiyonlarının kısmen kar amacı gütmeyen özel kuruluşlara devredilmesi “gönüllüleştirme” (voluntarizm) olarak adlandırılıyor. Okul ve hastane yapımında; kimsesiz çocuklara, yaşlılara ve yoksullara yardım hizmetlerinde gönüllü kuruluşların önemi giderek artıyor.

Zenginleşme. Dünyada ülkelerin bir çoğunun ekonomik refah düzeyini hızla artırdığı görülüyor. “Zenginleşme” adını verdiğimiz bu değişimin gerisinde globalleşme ve ekonomide serbestleşme çok önemli rol oynuyor.

Yoksullaşma. Bir kısım ülkeler hızla zenginleşirken, diğer bir kısım ülkeler ise tam aksine giderek yoksullaşıyor ya da ekonomik refah düzeyinde kayda değer bir gelişme sağlanamıyor. Dünyada zengin ve yoksul arasındaki uçurum her geçen gün daha büyüyor.

2.Siyasal Değişim

Siyasal alanda yaşanan en önemli değişimin demokratikleşme ve sivilleşme olduğunu söyleyebiliriz. Bunun yanısıra yerelleştirme adı verilen değişim dinamiğinin de giderek önem kazandığını ve bu alandaki çabaların giderek arttığını görüyoruz. Siyasal alanda yaşanan bu iki önemli değişimi kısaca tanımlamaya çalışalım:

Demokratikleşme. İnsan haklarının, sivil ve siyasal özgürlüklerin giderek önem kazandığı demokratikleşme süreci içinde yaşadığımız yüzyılın son çeyreğinde hızlanmıştır. Temsili demokrasilerin yüzyüze bulunduğu sorunlar demokrasinin yeniden tanımlanması ve yeniden yapılandırılmasına olan ihtiyacı artırmıştır.

Sivilleşme. Dünyadaki siyasal değişimlerden birisi de "sivilleşme" eğilimidir. Sivilleşme, devlet karşısında bireyin ve sivil toplum kuruluşlarının gücünün ve insiyatif alanının gelişmesini ifade etmektedir. Demokratikleşme ve sivilleşme birbirlerini karşılıklı olarak etkileyen ve güçlendiren oluşumlardır. Bir taraftan, demokratikleşme ile bireyin ve sivil örgütlenmelerin önemi artarken; diğer taraftan, sivil toplum kuruluşlarının sayıca artması demokratikleşme sürecini hızlandırmaktadır.

Şeffaflaşma. Demokratikleşme ve sivilleşme neticesinde siyasal yönetimlerin daha şeffaflaştığı görülüyor. Birey ve sivil toplum kuruluşları yöneticilerin aldığı kararları ve yaptıkları uygulamaları daha yakından kontrol etmek istiyor. Özetle, tüm dünyada yönetimde açıklığın (şeffaflaşmanın) giderek daha önem kazanacağı söylenebilir.

Yerelleştirme. Merkezi devletin görev ve yetkilerinin mümkün olduğu ölçüde yerel yönetimlere devredilmesini ifade eden yerelleştirme, katılımcı yerel demokrasiye işlerlik kazandırmayı amaçlıyor. Merkeziyetçilik yerine adem-i merkeziyetçi yönetim sadece devlet yönetiminde değil tüm organizasyonlarda başarı ve yüksek performans için gerekli görülüyor.

3.Teknolojik Değişim

İçinde yaşadığımız yüzyılda en önemli değişimlerden birisi hiç şüphesiz yeni temel teknolojiler (bilişim teknolojisi ve jenerik teknolojiler) alanında ortaya çıkmıştır. Teknolojik değişimin başlıca şu boyutları bulunmaktadır:

Bilgisayarlaşma. Bilgi işlem teknolojisinde (bilişim teknolojisi) ve mikro- elektronik teknolojisindeki gelişmeler sayesinde dünyamız “bilgisayarlaşma” adını vereceğimiz bir hızlı değişim sürecini yaşamaktadır.

Hızlı Haberleşme. Bir taraftan bilgi işlem ve mikro-elektronik teknolojisindeki gelişmeler, diğer taraftan iletişim alanında geliştirilmiş yeni teknolojiler (dijital teknoloji, fiber optik teknoloji, lazer teknolojisi, akıllı terminal, internet, tele işlem vs.) sayesinde dünyada bilgi ve veri iletişimi akıl almaz bir hız kazanmıştır.

Robotlaşma. Üretim sürecinde bilgisayarlar yanısıra gelişmiş robotlardan günümüzde çok geniş ölçüde yararlanılmaktadır.

Teknoloji alanındaki yenilikler bunlarla sınırlı değildir. Jenerik teknolojiler alanında çok önemli gelişmeler olmuştur ve bu süreç devam etmektedir. Nükleer enerji, uzay ve havacılık teknolojisi, biyoteknoloji ve gen mühendisliği, yeni gelişmiş malzeme teknolojileri dünyada tüm organizasyonları değişime zorlayacak etkiler yaratmıştır.

Teknolojik değişim aynı zamanda bilgiyi, icat ve yenilikleri yaratan insan faktörünün de önemini artırmıştır. İnsan sermayesi ve entelektüel sermayenin (bilgi+ tecrübe) maddi sermayeden çok daha önemli olduğu artık kabul edilmektedir.

4.Sosyal-Kültürel Değişim

Dünyada sosyo-kültürel alanda da çok önemli değişimler yaşanıyor. Bu değişimlerin başlıcalarını özetlemeye çalışalım:

Ulus-Devletleşme. İçinde yaşadığımız yüzyılın son çeyreğinde milliyetçilik tekrar önem kazanmıştır. Daha önce çeşitli devletlerin boyunduruğu altında yaşayan ulusların bağımsızlık mücadeleleri sonucunda bir çok yeni ulus-devlet oluşmuştur. Dünyada bu değişim trendi ile zıtlık oluşturan bir başka değişim de yaşanıyor. Globalleşme ile birlikte dünyada Ulus Devlet anlayışının önemini kaybettiği, enternasyonalist ve plüralist devlet anlayışının giderek evrensellik kazandığını görüyoruz. Bir başka ifadeyle, devleti oluşturan unsurlar içerisinde "ulus" kavramı önemini giderek kaybetmekte; buna karşın "vatandaşlık" kavramı önem kazanmaktadır.

Kentleşme. Sosyal alanda yaşanan bir diğer değişim de kentleşme. Giderek artan bir şekilde insanların kentlerde yaşamaya yöneldiği görülmektedir.

Bireyselleşme. Dünyada yaşanan ezici rekabet ortamında insanların geleneksel dayanışma ve yardımlaşma duygularının giderek azaldığını, bireyselleşmenin ve bu çerçevede “yabancılaşma” adını vereceğimiz bir sosyo-kültürel değişimin yaygınlaştığını gözlemliyoruz.

Dinselleşme ve Laikleşme. Dinin insanoğlunun yaşamındaki yeri ve öneminin günümüzde farklı boyutlar aldığını görüyoruz. Bir tarafta, inanç ve ibadet bireyselleşirken, öte yanda devlet ve din arasındaki ilişki de kaybolmaktadır. "Laikleşme" eğilimi yanısıra “dinin siyasallaşması” adını vereceğimiz bir gelişme de bazı ülkelerde önem kazanmış durumda. Bir kısım bireyler için dinsal doğmaların ve kurumların etkisi giderek zayıflamakta, buna karşın bir kısım bireyler ise dini ve inancı kendi arzularına göre yorumlamaktadırlar.

5.Ekolojik Değişim

Dünyada ekolojik yapıda ve ekolojik sistemlerde de değişim sözkonusu. Dünyada halen gözlemlenen başlıca Ekolojik değişimler şunlar:

Çevre Kirliliği. Doğanın ve çevrenin kirlenmesi sorunu tüm dünyada yaşanan ciddi sorunlardan birisi.

Global Isınma ve Soğuma. İklim bilimcilerin araştırmaları yeryüzünde tehlikeli gazların kullanımı sonucunda global ısınmanın ve soğumanın sözkonusu olduğunu ortaya koyuyor. İklim bilimciler, global ısınmanın doğal afetlere yol açabileceği uyarısında bulunuyorlar.

Erezyon ve Çölleşme. Dünyada ormanların çeşitli nedenlerle (yangınlar, ağaç kesimi vs.) yok olması neticesinde erezyon ve çölleşme sorunu sözkonusu.

Demografik Değişim

Dünyada demografik alanda “nüfuslaşma” ve “yaşlanma” adını vereceğimiz iki değişim yaşanıyor:

Nüfuslaşma. Özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde hızlı nüfus artışı sözkonusu ve bunun sonucunda sorunlar (yoksullaşma, işsizlik, göç vs.) giderek ağırlaşıyor.

Yaşlanma. Özellikle gelişmiş ülkelerde genç nüfusun azalması ve yaşlı nüfusun artması gündemde bulunuyor. Gelişmiş ülkelerde ortalama yaşam beklentisinin yükselmesi ve nüfus artış hızının azalması yaşlı nüfusun çoğalmasına neden oluyor.

7. Organizasyonel Değişim

Dünyada başlıca ekonomik ve teknolojik değişimler organizasyonel değişimi gerekli kılıyor. Ezici rekabetin geçerli olması, bilgi ve malzeme teknolojisindeki gelişmeler, telekomünikasyon alanındaki yenilikler organizasyonların yapı, sistem ve süreçlerini yeniden yapılandırmalarını kaçınılmaz kılıyor. Bu çerçevede organizasyonel değişim için yeni yönetim teknikleri (toplam kalite yönetimi, benchmarking, esnek üretim, organizasyonel küçülme, kadame azaltma, dış kaynaklardan yararlanma vs.) giderek yaygınlaşıyor. Organizasyonel değişimin işgücü piyasalarında “esnekleşme” ve “standartlaşma” adı verilen iki değişimi de beraberinde getirdiği görülüyor. Bu iki kavramı da kısaca açıklayalım:

Esnekleşme. İşgücü piyasalarındaki devlet müdahaleleri (yasal iş güvencesi, işçiyi koruyan katı iş hukuku kuralları vs.) giderek azalıyor ve ortadan kalkıyor. İşgücü piyasalarındaki bu değişim “esnekleşme” ve “deregülasyon” olarak adlandırılıyor. İşe alma ve işten çıkarma şartlarının esnekleştirilmesi, işyerinde işgücünün esnek kullanımı, çalışma sürelerinin esnekleştirilmesi, ücret esnekliği vb. konular giderek daha fazla uygulama alanı buluyor.

Standartlaşma. Tüm dünyada kalite güvence sistem standartlarının (ISO-9000) ve çevre yönetimi standartlarının (ISO-14000) yaygınlaştığı görülüyor. Organizasyonlar gerek yasal zorunluluk dolayısıyla, gerekse pazar paylarını artırmak ya da mevcut pazarlarını kaybetmemek için hızla standardizasyona yöneliyorlar.

Buraya kadarki açıklamalarımızda dünyada özellikle 1970’li yılların sonlarına doğru ortaya çıkan, 1980’li yıllarda gelişimi sürdüren ve özellikle 1990’lı yılların başından itibaren ise tüm dünyada etkileri genişleyen yeni değişim dinamiklerini ele almış bulunuyoruz. Şimdi bu değişim dinamikleri karşısında devletin değişen rolünü analiz etmeye çalışalım.

II. YENİ DEĞİŞİM DİNAMİKLERİ KARŞISINDA DEVLETİN DEĞİŞEN ROLÜ

Değişen dünyada oluşan yeni global gerçekler ve yeni global değerler devleti de değişime zorluyor. Yukarıda özetlediğimiz yeni değişim dinamikleri karşısında devletin oluşan yeni rolünü bazı alt başlıklar altında analiz etmeye çalışalım.

İlk olarak değişim dinamikleri dikkatle incelendiğinde devletten bireye doğru bir “güç kayması” olgusunun yaşandığı görülebiliyor. Gerçekten de ekonomide serbestleşme, özelleştirme, yerelleştirme, gönüllüleştirme, demokratikleşme gibi reformlar ile devletin gücünün, görev ve fonksiyonlarının giderek daraldığı, buna karşın sivil toplumun gücünün genişlediğini söylemek mümkün. Dünyada bu değişim trendi tüm hızıyla devam etmektedir.

Globalleşme ile birlikte uluslararası ekonomik ilişkilerin (uluslararası ticaret ve sermaye hareketleri) “trans-nasyonel” bir özellik kazandığını görüyoruz. Globalleşme, “otarşik devlet” ve “korumacı devlet” anlayışlarını yıkmış ve bunun yerine “global devlet” anlayışını ikame etmiştir. Tüm dünyada 1980’li yıllardan itibaren dış ticarette korumacılığın giderek azaldığını ve devletin uluslararası ticarete olan müdahalelerinin giderek ortadan kalktığını gözlemliyoruz. Dış ticarette serbestleşme ve global ekonomik entegrasyonun önem kazanmasıyla birlikte devletin rolü de tamamen değişmiştir. Otarşik ve korumacı (himayeci) devlet anlayışlarından tamamen farklı olarak global devlet anlayışında, uluslararası ticaretin önündeki tarife ve tarife benzeri engeller kaldırılmakta ve dünya ticareti giderek daha fazla serbestleşmektedir. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları ve pörtföy yatırımlarında da devletin teşvik edici rolünün arttığını gözlemliyoruz.

Bölgeselleşme adı verilen yeni değişim dinamiği de globalleşme ile bir ölçüde benzer etkiler doğurmaktadır. Dış dünyaya tamamen kapalı otarşik devlet anlayışının giderek tüm ülkelerde önemini kaybetmesiyle birlikte, pek çok ülkenin bazı bölgesel ticaret blokları ya da bölgesel ekonomik entegrasyon hareketleri içerisinde ekonomik ve siyasi bütünleşmeye gittiklerini görüyoruz. Bu değişim geleneksel ulus devlet anlayışının yerine “uluslar-üstü devlet” ya da “uluslaraşırı devlet” anlayışını ikame etmeye başlamıştır. Avrupa Birliği bu konuda önemli aşamalar kaydetmiş ciddi bir örnektir. Avrupa Birliği’ne üye ülke hükümetlerinin bir kısım görev ve fonksiyonları, güç ve yetkileri “uluslar-üstü hükümet” özelliğini taşıyan Avrupa Birliği kurumlarına (Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi, Avrupa Adalet Mahkemesi, Avrupa Merkez Bankaları Sistemi ve Avrupa Merkez Bankası vs.) devredilmiştir. Avrupa Birliği örneğinde açıkça görüldüğü üzere devletin geleneksel ve vazgeçilmez olarak düşünülen bir takım hak ve yetkileri (örneğin, para basma yetkisi, ekonomi politikası araçlarını takdiri olarak kullanma yetkisi, vs.) ortadan kalkmakta ya da sınırlandırılmaktadır. Avrupa Birliği 2020 yılına kadar siyasi birlik (tek bir bölgesel devlet) oluşturmayı planlamaktadır.

Özelleştirme dünyada yaşanan en önemli değişim dinamiklerinden birisidir. Özelleştirme, en geniş anlamda devletin görev ve fonksiyonlarının mümkün olduğu ölçüde piyasa ekonomisine (özel sektöre) devredilmesi demektir. Bugün, özelleştirmenin ulaştığı nokta o denli genişlemiştir ki geleneksel olarak “kamu hizmeti” olarak adlandırılan bir çok hizmet artık bu vasfını yitirmiştir. Bugün eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi hizmetler artık bütünüyle “kamusal mal” olarak adlandırılmıyor. Bu hizmetlerde “serbestleşme”, “deregülasyon” ve “özelleştirme” adı verilen reformlar dünyada tüm hızıyla devam ediyor. Bazı ülkelerde bu tür “sosyal nitelikli hizmetler”de devletin yanısıra özel sektörün de faaliyetlerinin genişlediğini görüyoruz. Bazı ülkeler ise çok daha radikal bir şekilde geleneksel olarak devletin vazgeçilmez temel görevi olarak düşünülen sosyal güvenlik hizmetini dahi tamamen özelleştirmişlerdir. Şili, dünyada sosyal güvenlik sistemini tamamen özelleştiren ilk ülkedir ve Şili modeli halen bir çok ülke tarafından uygulama aşamasındadır. Özelleştirme; eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ile sınırlı değildir. Uzun yıllar devlet tekeli altında sunulan posta ve telekomünikasyon, demiryolları ve havayolu taşımacılığı, enerji gibi hizmetler giderek artan bir şekilde özelleştirilmektedir. Hapishanelerin dahi ABD’nde bir çok eyalette özel kesime devredildiğini görmek şaşırtıcı ama gerçektir. Devletin ulusal güvenlik alanındaki bir kısım görevlerinin de özelleştirildiğini giderek artan bir şekilde gözlemliyoruz. Özetle, özelleştirme içinde yaşadığımız yüzyılın en büyük devrimlerinden birisidir ve bu devrim devletin geleneksel rolü ve görevlerini önemli ölçüde ortadan kaldırmıştır.

Dünyada sessiz-sedasız oluşan bir başka devrim de “gönüllüleştirme” dir. Gönüllüleştirme ile devletin bir kısım görev ve fonksiyonları “kar amacı gütmeyen özel sektör” (gönüllü sektör=üçüncü sektör) ‘e devredilmektedir. Gelişmiş ülkelerde çok hızlı bir büyüme içerisinde olan üçüncü sektör, kamu sektörünün yükünü kısmen azaltmıştır. Eğitim, sağlık, yaşlı ve kimsesizlere yapılan yardımlar vs. hizmetlerle üçüncü sektör faaliyetlerinin arttığını gözlemliyoruz.

6. Dünyada ekonomik refah konusundaki değişim ise iki zıt kutuplu devam etmektedir. Bir taraftan dünyada ekonomik refah düzeyi artarken (zenginleşme) öte yandan, bir kısım ülkelerde ekonomik refah düzeyinde ciddi ve kayda değer bir gelişme kaydedilememekte ve hatta ekonomik refah giderek azalmaktadır (yoksullaşma). Ekonomik refah konusunda dünyada genel kabul gören anlayışın tamamen değiştiğini görüyoruz. Eskiden , ekonomik refahın devlet müdahalesi ile artırılabileceği görüşü savunulurken şimdi artık ekonomik refahın kaynağının “ekonomik özgürlükler” olduğu konusunda konsensus oluştuğunu söylemek mümkündür. Ekonomik özgürlüklerden , ancak piyasa ekonomisinin kural ve kurumlarının mevcut olduğu ve devlet müdahalesinin sınırlandırılması halinde sözedilebilir. Sonuç olarak, , ekonomik refah ve ekonomik kalkınma konusunda devletin rolünün tamamen değiştiğini söylememiz mümkündür. “Müdahaleci devlet” ve “müteşebbis devlet” anlayışları yerini, piyasa ekonomisinde sadece oyunun kurallarını düzenleyen “hakem devlet” ve yine piyasa ekonomisinde çok sınırlı bazı görevler üstlenen “sınırlı devlet” anlayışlarına bırakmıştır. Günümüzde devletin, mal ve hizmetleri bizzat sunan bir kurum olmak yerine, piyasa kanalıyla hizmetlerin sunulmasını kolaylaştıran bir katalizör rol üstlenmesi benimsenmektedir. Bu devlet anlayışı “katalizör devlet” olarak adlandırılmaktadır.

Yukarıda belirttiğimiz “yoksullaşma” olgusu karşısında da eski devlet anlayışının giderek önemini kaybettiğini gözlemliyoruz. Eskiden yoksulluğun temel ve tek çözümünün “devlet müdahalesi” olduğu kabul edilirken günümüzde oluşan konsensus çerçevesinde eski “paternalist devlet” ve “dağıtıcı devlet” (distrubutive state) anlayışlarından farklı bir devlet anlayışını benimsenmektedir. Yoksullara direkt ayni ve/veya nakdi yardımlar yapılması (transfer harcamaları) , ya da eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik hizmetlerinin devlet tarafından parasız olarak sunulması yoksulluk sorununu maalesef çözümleyememiş ve çoğu zaman bu programalar ve uygulamalar devlet yönetiminde bürokrasi ve kırtasiyeciliği, hırsızlığı, yolsuzluğu ve kalitesizliği artırmıştır. Günümüzde yoksulluk sorununun çözümlenmesinde devlete düşen rol yeniden ele alınmaktadır. Devlet müdahalesi, en azından yoksulluk sorununun temel çözümü olarak düşünülmemektedir. Bu tebliğimizin asıl konusu olmaması dolayısıyla bu konuda daha fazla açıklama yapmak gereğini duymuyoruz.

7. Siyasal alanda dünyada yaşanan en önemli değişim ise hiç şüphesiz “demokratikleşme”dir. Demokratikleşme, devletin siyasal güç ve yetkileri ile bireylerin hak ve özgürlüklerinin yeniden ele alınması neticesini doğurmuştur. Harvard Üniversitesi profesörlerinden Samuel Huntington, tüm dünyada büyük bir ilgi gören Üçüncü Dalga: Yirminci Yılın Sonlarına Doğru Demokratikleşme adını taşıyan kitabında 1974 yılı sonrasında dünyada üçüncü bir demokratikleşme dalgasının hakim olduğunu belirtmektedir. Özelllikle, 1980’li yılların başlarından itibaren otoriter ve totaliter özellikteki marksist-sosyalist devletlerin yıkılması ile birlikte dünyada demokratikleşmenin hızında önemli bir değişim görülmektedir. Demokratikleşme reformu “sivilleşme” adını vereceğimiz reformun da önem kazanmasında etkili olmuştur. Sivilleşme, sivil toplum kurumlarının sivil hak ve özgürlüklerine daha fazla sahip çıkması ve aynı zamanda yönetime katılım konusunda daha aktif ve etkin olmaları anlamına gelmektedir. Yine özellikle 1990’lı yıllardan itibaren dünyada “yerelleştirme” adını vereceğimiz yerel demokrasi hareketinin de önem kazandığını gözlemliyoruz. Yerelleştirme, merkezi yönetimin güç ve yetkilerinin kısmen yerel yönetimlere devredilmesini ve yerel yönetimlerin özerklik içinde faaliyetlerini sürdürmeleri anlamına gelmektedir. Siyasal alanda yaşanan bu üç değişim (demokratikleşme, sivilleşme ve yerelleştirme) bireyin ve sivil toplum kurumlarının devlet karşısında daha da güçlenmesi anlamına gelmektedir. Kısaca, bu üç değişim dinamiği karşısında devletin rolü de değişmektedir.

8. Teknolojik değişim dinamikleri (bilgisayarlaşma, hızlı haberleşme, robotlaşma vs.) de devletin işleyişini ve hizmet sunum biçimini değiştirmektedir. Bilgi ve iletişim alanında yaşanan sibernetik devrim sadece devleti değil, büyük-küçük tüm organizasyonları etkisi altına almış bulunmaktadır. “Bilgi” , günümüzde her zamankinden çok daha fazla önem kazanmış durumdadır. Bilgi çağında devletin bilim ve teknoloji alanındaki rolü ön plana çıkmıştır. Günümüzde “elektronik yönetim” öylesine önem kazanmıştır ki, artık geleneksel hizmet sunumu devlet ve vatandaş arasında “elektronik interaktif” şekline dönüşmüştür. Özetle, bilim ve teknoloji alanında devletin yeni rolü çok daha belirgindir ve bu sürecin daha da hız kazanacağını söyleyebiliriz.

9. Dünyada sosyo-kültürel değerlerin ve davranış biçimlerinin de değişmekte olduğunu gözlemliyoruz. En başta “ulus-devlet” anlayışının bazı coğrafi alanlarda önem kazandığını, bazı coğrafi alanlarda ise önemini yitirdiğini gözlemliyoruz. Örneğin, eski Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra milliyetçilik anlayışı önem kazanmış ve “milli devlet” (ulus devlet) ler oluşmuştur. Türkmenistan, Özbekistan, Gürcistan, Tacikistan, Moğolistan, Kazakistan gibi ülkeler yeni ulus devletlere örnek teşkil etmektedirler. Buna karşın Batı Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde ve Kuzey Amerika’da -özellikle ABD’de- ulus devlet anlayışının giderek önemsizleştiği görülmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde “Amerikalı” olmak değil “Amerikan vatandaşı” olmak çok daha önemlidir. Zira, bu ülkede dünyanın çok değişik ülkelerinden farklı din,dil,ırka sahip insanlar yaşamaktadır. Avrupa Birliği yolundaki adımlar da “Avrupa Vatandaşlığı” nın giderek önem kazanmasına, ulus vatandaşlığın ise eski önemini kaybetmesine neden olmaktadır. Avrupa da , Amerika gibi kozmopolit bir yapı kazanmaktadır. Özetle, dünyada hem ulus devlet anlayışının önem kazandığını, hem de önemini kaybettiğini söylememiz mümkündür. Çoğulcu devlet (plüralist devlet) anlayışı Amerika ve Batı Avrupa’da ulus devlet anlayışının giderek önüne geçmektedir.

Dünyada sosyo-kültürel değişimlerden birisi de “kentleşme” dir. Dünyanın bir çok ülkesinde nüfusun önemli bir kısmının giderek daha büyük ve kalabalık metropol alanlarda yaşamayı tercih ettikleri görülmektedir. Kentleşme ile birlikte devletin görev ve fonksiyonları da ister istemez artmaktadır.

Öte yandan, sosyo-kültürel değişim içerisinde değerlendirdiğimiz inanç alanında dünyada birbirine zıt iki değişim olduğunu söyleyebiliriz. Bir tarafta, insanların belirli din ve mezheplerin baskısı altında değil, bağımsız, daha özgür ve laik bir ortamda yaşamayı arzuladıkları gözlemlenmektedir. Diğer tarafta ise bazı ülkelerde dinlerin ve mezheplerin önem kazandığını (dinselleşme) gözlemliyoruz. Din ve devlet arasındaki ilişkilerde de bir değişim sözkonusudur. Günümüzde dine dayalı devlet (teokratik) ve dine destek veren devlet anlayışlarının yerine “tarafsız laik devlet” anlayışının geçtiğini görüyoruz. Devletin , bireyin inanç ve ibadet alanına müdahale etmemesi genel kabul görmektedir. Bununla birlikte, devletin bireyin inanç ve ibadet alanına hiç bir şekilde müdahale etmemesi bazı radikal dinci akımların oluşmasına ve bu kesimlerin devlet yönetimini ele geçirme tehlikesini gündeme getirebilmektedir. Bu nedenden ötürü, devletin din alanındaki rolü bazı ülkelerde din ve vijdan özgürlüğü üzerine bazı sınırlamalar getirilmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Türkiye, anlatmaya çalıştığımız bu sorunları yoğun olarak yaşayan ülkelerden birisidir. Sonuç olarak, din alanında devletin rolünün ne olması gerektiği konusu halen içinde Türkiye’nin de bulunduğu bir çok ülkede çok yoğun olarak tartışılan konulardan birisidir.

10. Dünyada ekolojik alanda yaşanan değişimler (yerkürenin ısınması/soğuması, çölleşme, çevre kirliliğinin artması, sera gazlarının artması vs.) doğa ve çevrenin korunması yönünde devletin rolünün ne olması gerektiği konusundaki tartışmaları gündeme getirmiştir. Bir tarafta “ortak mülkiyet trajedisi” gerçeği karşısında devletin orman alanlarını özel mülkiyete devretmesi görüşü giderek geniş bir kesim tarafından savunulmaktadır. Devletin sahip olduğu mal-mülk ve araziyi koruyamaması ve iyi değerlendirememesi, ayrıca bu tür mülkiyetin belirli kesimlere rantlar sağlaması nedeniyle özelleştirme görüşü önem kazanmaktadır. Şüphesiz, ormanların, canlı bitki ve hayvan topluluklarının her geçen gün giderek azalması ve yokolması bu alanda acil çözümlere ihtiyaç göstermektedir. Son yıllarda “sürdürülebilir kalkınma” ve “sürdürülebilir yaşam” kavramlarının giderek önem kazanmasıyla birlikte doğanın ve çevrenin korunmasında devletin rolünün ne olması gerektiği gerek ulusal, gerekse uluslararası boyutta akademik ve politik çevrelerde tartışılmaktadır. Özellikle, son yıllarda iklim değişikliklerinin insan yerleşimleri ve insan yaşamı üzerindeki olumsuz etkilerinin ortaya çıkması üzerine uluslararası alanda sera gazlarının azaltılması konusunda devletlerin işbirliği yapmaları kaçınılmaz olmuştur. Aralık 1997’de Japonya’nın Kyoto şehrinde başlıca sanayileşmiş ülkeler sera gazlarının emisyonu üzerine bazı kantitatif sınırlamalar getirilmesi konusunda bir protokol imzalamışlardır. Doğanın ve çevrenin korunması ve sürdürülebilir kalkınma için global katılım ve işbirliğinin gerekli olduğu ve bu alanda devlete önemli rol düştüğü bugün genel kabul görmektedir. Özetle, doğa ve çevre kirliliği, global ısınma/soğuma vs. sorunlar devletin bu alandaki görev ve rolüne yeni boyutlar getirmektedir. Örneğin, sera gazlarının azaltılmasında bazı devletler halen “karbon vergisi” adıyla yeni bir vergi uygulamaktadırlar.

11. Dünyadaki demografik değişim dinamikleri (nüfuslaşma ve yaşlanma) de devletin rolü üzerinde belirleyici bazı etkiler doğuruyor. Dünyada özellikle gelişmiş ülkelerde ortalama yaşam beklentisinin artması neticesinde yaşlı nüfus oranı giderek artıyor. “Yaşlanma” olarak adlandırdığımız bu değişim dinamiği özellikle sosyal güvenlik hizmetlerinin geniş ölçüde devlet tarafından finanse edildiği ülkelerde bütçe üzerinde önemli yük oluşturabiliyor. Nitekim, bu sorun Almanya, İsveç gibi sosyal güvenliğin geniş ölçüde devlet tarafından finanse edildiği ülkelerde çok belirgin olarak hissediliyor.

Buna karşın gelişmekte olan ülkelerde durum gelişmiş ülkelerden daha farklı. Bu ülkelerde ortalama yaşam beklentisi düşük, buna karşın nüfus artış hızı yüksektir. “Nüfuslaşma” adını verdiğimiz bu sorun da yine devletin rolü, görev ve fonksiyonları üzerinde etkili olmaktadır. Giderek artan nüfus ister istemez kamusal mal ve hizmetlere olan talebi artırmaktadır.

12. Dünyada özellikle ekonomik ve teknolojik alandaki değişim dinamiklerinin etkisiyle “organizasyonel değişim” in de önem kazandığını görüyoruz. Önemle belirtelim ki, dünyadaki değişim trendi ile birlikte uluslararası serbest piyasa kurallarının geçerli olduğu dünya ekonomik konjonktüründe firmalar arasında yoğun ve acımasız bir rekabet süreci başlamıştır. “Mega Rekabet” ya da “Hiper Rekabet” olarak adlandırılabilecek bu gelişmeler kamu, özel ve üçüncü sektördeki tüm organizasyonları değişime zorlamaktadır. Organizasyonlar “toplam kalite yönetimi” adı verilen yönetim felsefesini uygulayarak daha kaliteli ve ucuz mal ve hizmet sunarak rekabet güçlerini artırmayı hedeflemektedirler. Özel sektörde özellikle 1980’lı yılların başlarından itibaren çok yaygın olarak uygulanan toplam kalite yönetimi 1990’lı yılların başlarından itibaren kamu sektöründe de benimsenmeye ve uygulanmaya başlanmıştır. Bugün organizasyonel değişim yönetimi, kamu sektörü için belki de özel sektörden çok daha önemli bir konu haline gelmiştir. İyi ve etkin çalışmayan bir kamu sektörünün özel sektör üzerinde de maliyetler oluşturduğu biliniyor.

Öte yandan gerek gelişmiş , gerekse az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde değişimi gerekli kılan nedenlerden birisi devletin içinde bulunduğu kriz ve karşı karşıya bulunduğu sorunlardır. Kamu ekonomisinin içinde bulunduğu sorunlar (bütçe açıkları, enflasyon, kamu harcamalarında israf ve savurganlık, düşük verimlilik, KİT zararları, işsizlik vs.) yanısıra kamu yönetiminin işleyişinde mevcut olan sorunlar (merkeziyetçilik, bürokrasi ve kırtasiyecilik, siyasal yozlaşmaların yaygınlaşması, kalitesiz ve liyakatsız personel istihdamı vs.) devletin yeniden yapılanmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Öte yandan adalet ve yargı, eğitim, sağlık, altyapı, sosyal güvenlik vesaire hizmetlerdeki kalitesizlik ve etkinsizlikler kamusal hizmetlerde ciddi bir değişim projesinin uygulanmasına olan ihtiyacı artırmaktadır.

SONUÇ

Bu tebliğimizde dünyadaki yeni değişim dinamikleri çerçevesinde devletin oluşan yeni rolünü ele almış ve bazı değerlendirmeler yapmış bulunuyoruz. Daha önce TİSK tarafından yayınlanan Değişim ve Devlet (1998) başlığını taşıyan kitap içerisinde önemle vurguladığımız bir hususu burada bir kez daha altını çizerek belirtmekte yarar görüyoruz: “Devletin yeniden yapılanması”na yönelik strateji ve aksiyon planlarının yürürlüğe konulmasından önce yapılması gereken ilk iş “devletin yeniden tanımlanması”dır.

Biz bu çalışmamızda değişen dünyada yeni global gerçekleri ele alarak bu çerçevede devletin yeni rolü üzerine görüşlerimizi sunmuş bulunuyoruz. Çalışmamızın bu son bölümünde dünyadaki değişim karşısında devletin yeni rolünü sadece ana satır başlıklarıyla özetlemekte yarar görüyoruz:

Tüm dünyada devletlerin , global ekonomik entegrasyona (globalleşmeye) uyum göstermeleri kaçınılmazdır. Globallaşen dünyada “otarşik devlet” ya da “korumacı devlet” anlayışlarının süratle terkedilmesi ve uluslararasılaşmaya önem verilmesi gerekir. Global devlet anlayışından başka seçenek yoktur...

Tüm dünyada ülkelerin belirli bir bölgesel ticaret bloğu içerisinde yer almalarında yarar, -dahası zaruret- vardır. Yeni dünya ekonomik düzenin kurallarının dışında yalnız başına mücadele etmek mümkün değildir.

Devletin yasal monopol ve fiili monopol konumunda olduğu tüm sektörlerde bu monopollere son verilmesi (demonopolizasyon) ve tüm sektörlerde piyasaya giriş önündeki engellerin ve regulasyonların azaltılması (deregülasyon) gereklidir.

Mal ve faktör piyasalarında devlet müdahalelerinin mümkün olduğu ölçüde tamamen kaldırılması ve tüm piyasalarda “serbestleşme” (liberalizasyon)nin gerçekleştirilmesi gereklidir. Mal ve hizmet fiyatlarına, faiz oranına, döviz kuruna devlet tarafından doğrudan ya da dolaylı müdahaleler bulunulmamalıdır. Fiyatlar, piyasa ekonomisi içerisinde kendiliğinden oluşmalıdır.

Devletin görev ve fonksiyonlarını mümkün olduğu ölçüde özel sektöre devredilmelidir. Sadece kamu iktisadi teşebbüslerinin değil, mümkün olduğu ölçüde devlet tarafından sunulan tüm hizmetlerin özelleştirilmesi sağlanmalıdır. Devletin müdahaleci-müteşebbis rolüne son verilmelidir. Piyasa ekonomisinde devletin yeni rolü hakemlik ve katalizörlüktür.

Tam kamusal mal olarak adlandırılan savunma hizmetlerinin sunulması esasen devletin görevidir. Ancak, savunma hizmetlerinin sunulmasında alternatif piyasa sunum mekanizmalarından mutlaka yararlanılmalıdır. Savunma hizmetleri içerisinde piyasa mekanizmasına devredilebilecek pek çok alt hizmetler bulunmaktadır. Bugün için çok radikal gibi görünen zorunlu askerlik sisteminin dahi özelleştirilmesi mümkündür. Askeri insangücü tedarikinde gönüllü askerlik sisteminden yararlanılmalı ve zaman içerisinde bu sistem tamamen zorunlu askerlik sisteminin yerine geçmelidir.

Devletin zorlama ve baskı gücünü kullanırken mutlaka hukuk kuralları içerisinde hareket etmesi gerekir. Kanun Devleti değil , evrensel “Hukuk Devleti” anlayışı mutlaka kurumsallaştırılmalıdır. Bunun için birey hak ve özgürlüklerinin en geniş bir biçimde güvence alına alınması gerekir.

Merkeziyetçilikten mutlaka uzaklaşarak yerel yönetimlere güç ve yetki devredilmesi önem taşımaktadır. Adem-i merkeziyetçi devlet (desantralize devlet) yerel demokrasinin güçlenmesi için gereklidir. Burada dikkat edilmesi gereken bir başka husus şudur: Yerelleştirme, zaman içerisinde mümkün olduğu ölçüde özelleştirme reformuna dönüşmelidir.

Devletin işleyişi mutlaka açık/şeffaf olmalıdır. Şeffaf Devlet, iyi bir yönetim için vazgeçilmez şarttır.

Devlet yönetiminde görevli tüm personelin liyakat ilkesine göre görevlendirilmeleri büyük önem taşımaktadır. Meritokratik devlet oluşturulması yönünde mutlaka çeşitli tedbirler alınmalıdır.

Devletin bilim ve teknoloji alanında mutlaka önemli rolü olmalıdır. Bilgi çağını yakalayabilmek için devlet, bilgi ve jenerik teknolojilere yatırım yapmalı, bu alanda özel sektör kuruluşlarına destek olmalıdır.

Devletin en önemli rollerinden birisi de doğanın ve çevrenin korunmasına ilişkindir. Devlet, ormanları, canlı bitki ve hayvanları koruyacak tedbirler almalıdır. Ayrıca, iklim bozulmalarına neden olan sera gazlarının azaltılması alanında ulusal ve uluslararası ölçekte tedbirler gecikmeden alınmalıdır. Sürdürülebilir kalkınma ve sürdürülebilir yaşam için devletin “uygun” rolüne ihtiyaç vardır. Ancak, sürdürülebilir kalkınma adına devletçilik yeniden hortlatılmamalıdır. Daha açık bir ifadeyle , ortak mülkiyet trajedisi gözardı edilmeksizin sürdürülebilir kalkınma için devletin düzenleyici rolüne gerek vardır.

Devletin sosyal alandaki rolü ve görevleri mutlaka yeniden düşünülmeli ve gözden geçirilmelidir. Sosyal refah devlet anlayışı dünyadaki uygulama sonuçları ele alınarak dikkatle ve titizlikle değerlendirilmelidir. Tembelliğe ve suiistimale neden olan sosyal refah programları mutlaka azaltılmalı ya da bu programlara tamamen son verilmelidir. Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi hizmetlerde mutlaka özel kesimin potansiyelinden ve kapasitesinden yararlanılmalı , hatta bu hizmetler mümkünse kısmen ya da tamamen özelleştirilmelidir.

Devlet yönetiminde mutlaka “toplam kalite yönetimi” ve diğer yeni yönetim tekniklerinden yararlanılmalıdır.

Katılımcı yönetim anlayışının mutlaka devlet yönetiminde kurumsallaştırılması gereklidir. Ekip çalışmasından en geniş bir şekilde yararlanılması önem taşımaktadır. Bu çerçevede “yatay=katılımcı devlet” anlayışının tüm kamu kurum ve kuruluşlarında benimsenmesi için çalışmalar yapılmalıdır. Öte yandan devlet yönetiminde mutlaka özel ve sivil toplum kuruluşları ile yakın işbirliği yapılmalı, Toplumsal Uzlaşma Konseyi şeklinde oluşturulacak bir kurulun istişari nitelikte görüş ve önerilerine başvurulmalıdır.

Uluslararası alanda yapılan ampirik çalışmaların hemen tamamı devletin sürekli bir büyüme eğiliminde olduğunu ortaya koymaktadır. Sürekli genişleyen devlet faaliyetlerinin mutlaka sınırlandırılması gereklidir. Devletin küçültülmesi için Organizasyon Büyüklüğünde Optimalite (Rightsizing), Organizasyonel Küçülme (Downsizing) ve Dış Kaynaklardan Yararlanma (Outsourcing) adı verilen yeni yönetim tekniklerinden yararlanılmalıdır. Kamu sektörünün görev ve fonksiyonları mutlaka yeniden tanımlanmalı, kamu sektörünün optimal büyüklüğü tesbit edilmeye çalışılmalıdır. “Rightsizing”, sadece devlet faaliyetlerinin sınırlanması için değil, aynı zamanda devletin güç ve yetkilerinin sınırlanması ( vergileme, borçlanma , para basma yetkileri vs.) için de önem taşımaktadır. “Rightsizing” ve “Downsizing” adı verilen reformlar bir arada düşünülmelidir. Ayrıca, gereksiz ve katma değer yaratmayan devlet faaliyetlerine son verilmeli, kamuda istihdam edilen personel sayısı ve bürokrasi kadroları mutlaka azaltılmalıdır. Yine yurt dışında ve yurt içindeki kamu kurum ve kuruluşlarının bir kısmı tasfiye edilmeli ya da aynı ve/veya benzer görevleri yapan kuruluşlarla birleştirilmelidir. Son olarak “Outsourcing” adı verilen reform ile kamu kurum ve kuruluşlarının yaptıkları faaliyetlerin bir kısmının (temizlik işleri, yayın ve baskı işleri vs.) özel şirketlere yaptırılmasına özen gösterilmelidir. Tüm bu reformlar ile devletin küçültülmesi amaçlanmalıdır. Önemle belirtelim ki, devletin küçültülmesi demek devleti etkinsizleştirmek ya da iş yapamaz hale getirmek demek değildir. Tam aksine devleti küçültmek, devletin daha etkin hale gelmesini amaçlamaktadır.

Devleti küçültmek için en etkin çözümlerden birisi “ekonomik anayasa reformu” nu gerçekleştirmektir. Devletin sahip olduğu vergileme, harcama, borçlanma ve para basma yetkilerinin mutlaka anayasal normlarla sınırlandırılması önem taşımaktadır. Ekonomik anayasa reformu aynı zamanda mali disiplin ve mali sorumluluk ahlakının kurumsallaştırılması için de büyük önem taşımaktadır. Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin imzaladıkları Maastrict Anlaşması bir tür ekonomik anayasa özelliğini taşımaktadır. Hükümetlerin ekonomik alandaki yetkilerinin anayasal ve yasal normlarla sınırlandırılması yönündeki refomlar özellikle 1990’lı yıllardan itibaren bir çok gelişmiş ülkede uygulama alanı bulmaktadır.

Devlet yönetiminde etkin bir bütçe reformunun gerçekleştirilmesi gereklidir. Tüm devlet gelir ve harcamaları tek bir konsolide bütçe ve bilanço içerisinde yer almalı; kamu harcamaları bağımsız mali denetim firmaları tarafından kontrol edilmeli; bütçe hesaplarında ve yapılan uygulamalarda tam bir açıklık gerçekleştirilmelidir. Bütçe gelir ve harcamalarında denkliğin sağlanabilmesi için mutlaka bütçe disiplinini sağlayacak önlemler alınmalıdır. Bu konuda Maastrich Anlaşmasında olduğu gibi bütçe açıklarına rakamsal kısıtlamalar getirilebilir ya da ABD’de tartışılan anayasal denk bütçe reformu gerçekleştirilebilir. Katı bir bütçe denkliği yerine belki de başlangıçta bütçe açıklarının sınırlarının anayasada yeralması daha uygun olabilir.

Devlet yönetiminde rekabetin en geniş bir şekilde teşvik edilmesi gerçekleştirilmelidir. En başta “oligarşik parti liderliği”ni ortadan kaldıracak bazı anayasal ve/veya yasal düzenlemeler yapılarak parti liderliği için yarışma imkanı yaratılmalıdır. Bu çerçevede parti liderlerinin -ve aynı zamanda belirli kamu makamlarını işgal eden kimselerin - “görev süresinin sınırlandırılması” yönünde bir reformun gerçekleştirilmesinde yarar vardır. Kamu kurum ve kuruluşları arasında da rekabetin teşvik edilmesi önem taşımaktadır.

Sonsöz olarak değişen dünyada devletin de değişmesi gerektiğini belirtmekte yarar görüyoruz. En başta devletin ekonomik sınırlarının olması gerektiğini asla unutmamalıyız. “Devlet gerekli mi?” türünden ütopik-liberal felsefelerin ötesinde “devlet ne kadar gerekli?” sorusuna rasyonel cevaplar bulmak için çabalamalıyız.

Öyle sanıyorum ki, bizim asıl üzerinde tartışmamız gereken sorular şunlar olmalıdır:

Nerede devlet? Nerede piyasa?

Ne kadar devlet? Ne kadar piyasa?

Freiburg İktisat ve Hukuk Okulu taraftarlarının (Ordo liberalleri) şu ilkesi bize bu konuda yol gösterici olabilir:

“Mümkün olduğu kadar piyasa, gerektiği kadar devlet.”