GELECEK ÜZERİNDE NEDEN ÇALIŞMALIYIZ?

 

Mustafa Dırık

 

 

 

 

Krizleri Önlemek

 

Hemen hemen herkes bugün, hızla değişen toplumun sorunlarıyla yüz yüze. İnsanlar mevcut acil sorunların baskısı yüzünden, gelecek hakkında düşünmeyi bir lüks olarak kabul ediyorlar. Cevap da hazırdır: “Şu an böyle bir krizle karşı karşıya iken nasıl gelecek hakkında düşünmemi beklersin? Fakat aslında bugünün krizleri, gelecek hakkında düşünmemizin sebeplerinden biridir. Çoğunlukla, kriz safhasına varmadan bir sorunla meşgul olunması halinde, bu sorunlar  krize dönüşmezler. Geçmişe bakarak, zamanında sarfedilen mütevazi çabalarla krizlere kolaylıkla engel olunabileceği görülebilir.

 

Bugünün sosyal ve teknolojik değişim  hızı yüzünden kamu görevlileri, işadamları ve bireyler giderek kendilerini krizleri önleyen değil, onların sorumluları konumunda bulmaktadır. Bu konuda sayısız örnek mevcuttur: bugün tehlikeli atıkları temizlemek için milyarlarca dolar harcamak zorunda kalıyoruz, çünkü kimyasal maddelerin çevre ve insan sağlığı üzerindeki sonuçlarını göremedik ya da gerekli önlemleri almadık. Dünya artan oranda bir nükleer, kimyasal v.b. terörizm tehlikesi ile karşı karşıya, çünkü soğuk savaşı Batı kazanırsa Sovyet bilim adamlarına ne olacağını kimse düşünmedi. Önceden sormadığımız pek çok soru ve göremediğimiz pek çok şey yüzünden bugün  birçok sorunla karşı karşıyayız.

 

Değişimin İvmesi:

 

Günümüz dünyasında krizleri önceden görmek ve engel olmak oldukça zor, çünkü her şey çok hızlı bir biçimde değişiyor. Gelecekle ilgili çalışmak için pek çok nedenden biri, hatta belki de en önemlisi, değişimin bu artan ivmesidir. Dünya bizim krizlerden uzak durmak ve fırsatlara açık olabilmemiz için geleceği daha iyi öngörebilmenin yollarını öğrenmemizi gerektiren bir hızla değişiyor. Arabanız ne kadar hızlı gidiyorsa,  o kadar uzağı görmeye ihtiyacınız vardır. Hemen hemen bütün gelecekbilimciler bizim “hız çağı”nda olduğumuz konusunda hemfikir. Değişimin yönünün, nihai çıktısının ve anlamının ne olacağı konusunda ise daha az görüş birliği söz konusu. Kesin olarak bilmeliyiz ki, bir değişim kasırgası, etrafımızdaki kurumları yıkıyor, süpürüyor ve eskiden yüzyıllar hatta binyıllar alan oluşumların yerine yenilerini bir ya da birkaç neslin tanık olabileceği kısa sürelerde oluşturuveriyor.

 

Teknolojik ve bilimsel ilerleme, ekonomik büyüme ve küreselleşme gibi değişimin bazı anahtar parçaları, kendi kendilerini dolayısıyla da değişimi güçlendiren bir karaktere sahipler. Dönüşümün hızı, tek bir bireyin yaşamında bugün yer alan sayısız değişimden güç alıyor. II. Dünya Savaşı’ndan bu yana hemen her alandaki keşifler ve ilerlemeler kendilerinden önceki çağlardaki yeniliklere açık-arayla fark attı: uydu televizyonları, bilgisayarlar, fotokopi makineleri, kalp pilleri, genetik mühendisliği, klonlama, internet ve daha pek çok şey… 1945’den sonra insanoğlu aynı zamanda en yüksek tepelere çıkmayı, okyanusların derinliklerine ulaşmayı, aya ayak basmayı, uzaya uydular -hatta dünya dışı uygarlıklardan gelecek sinyalleri dinlemek üzere radar teleskopları- yerleştirmeyi başardı. Uluslararası düzen de, II. Dünya Savaşından sonra iki temel değişimden nasibini aldı: Birinci değişimle iki kutuplu dünya kuruldu ve sömürgelerin büyük bir kısmının bağımsızlığı gerçekleşti. Bundan yarım yüzyıl sonra ise, Sovyetler Birliği’nin dağılması ile ikinci değişim gerçekleşti. II. Dünya Savaşı’ndan bu yana, yeni uluslar ortaya çıktı, dünya nüfusu artarak 6 milyara dayandı ve dünya toplam üretimi de hızla arttı.

 

Yaşanan dönüşümün tuhaf yanı ise, insanların bunun farkında olmalarıdır. Daha eski çağlarda değişim bu kadar hızlı gerçekleşmediği için, insanların yaşanan dönüşümü fark etmeleri pek mümkün değildi. Fakat bugün insanlar yaşadıkları çağda tarihi bir dönüşümün gerçekleştiğinin farkındalar. Hiç kimse, bunun nihai anlamının ne olacağını ya da gelecekte tarihçilerin bizim çağımıza ne ad vereceğini kesin olarak bilmiyor. Yaşanan bu dönüşüm yalnızca bir dönüşüm değil, belki de aynı zamanda insanoğlunun tecrübe ettiği en büyük küresel kriz olabilir. Önümüzdeki onyıllarda insanlık, uzun dönem geleceğini belirleyecek daha sağlıklı kararlar alabilecektir. Bizlerse yeni ve farklı sistemlerin oluşumuna tanıklık ediyoruz. Avrupa Birliği, NATO gibi yeni uluslararası sistemler kuruldu. Genetik kopyalamanın, biyolojik çeşitliliğin yok edilmesinin yol açtığı çok derin etik sorunlarla karşı karşıyayız. Yeni toplumsal kurumları, aileyi, artan çeşitliliği, çokkültürlü ve çokdilli toplumların geleceğini tartışıyoruz. Kadınlar için yeni roller ve imkanlar üretiyoruz. Bütün bunları yaparken, insanlığın sorunlarını daha karmaşık hale de getirmiş oluyoruz.

 

Bilim adamları ve araştırmacıların, geride bıraktığımız birkaç yüzyıldır hızı sürekli artan sosyal değişimi ölçebilmek için geliştirebildikleri bir kriter yok. İnsanlık tarihinin büyük kısmı boyunca toplumlar durağan kaldı. Askeri önderler maceralara, fetihlere çıksalar da, diktatörler krallar haline gelseler de, göçebeler yer değiştirip dursa da; köyünde yaşayan çiftçi, kasabada yaşayan zanaatkar için hayatın temel biçiminde aslında kısa zamanda değişen pek fazla bir şey yoktu.  Yani, “nil sub sole novum”(güneşin altında yeni bir şey yok) sözü bir zamanlar gerçekten de oldukça yerinde bir ifadeydi.

 

Orta çağlardan uzaklaştıkça değişimin adımları giderek sıklaştı. 18. yüzyıl İngiltere’sinde başlayan sanayi devriminden bu yana, değişimin sürekli ivme kaydettiği görülmektedir. 19. yüzyılda tren yolları, telgraf, telefon, evrim teorisi gibi dünyayı adeta baştan yaratan gelişmeler görüldü. II. Dünya Savaşı’ndan sonra siyasi değişim fırtınaları yaşandı. Sosyal bilimci Samuel Lilley, 1946 yılında “1946 dünyasının en önemli özelliğinin oldukça yaygın olan geleceğe yönelik belirsizlik hissi” olduğunu söylüyordu. Daha önceden insanlar, ülkelerinin bir savaşa girip girmeyeceği konusunda belirsizlik yaşarken, yeni nesil bir sonraki savaşın nasıl olacağı belirsizliğini de diğerlerine ilave etmişti. Daha öncekiler, bir yıl sonra işsiz kalma belirsizliği ile karşı karşıya iken, insanlar artık kendi mesleklerinin ileriki 10 yıllar içinde var olup olmayacağını bile bilmiyorlardı.

 

II. Dünya Savaşı sonrası belirsizliğin ivmesi iyice arttı. 1959’da  Fortune dergisinin editörü Max Ways, değişimin hızının önceki yüzyıllardan yaklaşık olarak 50 kat fazla olduğunu hesaplıyordu. 1961’de din adamı Alvin Pitcher, Harvard Business Review’daki  makalesinde, “bir insanın ne orandaki değişimi kaldırabileceği”ni sorguluyordu. Ways daha sonra 1964’te yazdığı “Radikal Değişim Çağı” adlı makalesinde yeni bir konu ortaya attı. Ways 4 çeşit sosyal değişim olduğundan söz etmekteydi: tedrici değişim(gradual change), devrim ve büyük engeller(revolution and major disruption), hızlı değişim ve radikal değişim. Ways’in iddiasına göre 1800’den 1950’ye kadar olan dönemde hızlı bir değişim yaşanmıştı; ancak artık radikal değişim çağına girilmişti. Hızlı değişimden radikal değişime geçiş net bir kırılma ile olmadığından, 1950 temsili bir tarihti. Yaşamın pek çok yönü, toplumun alışkanlıklarına artık daha fazla uyum sağlayamadığı zaman daha hızlı, ya da etrafında bir gel-git oluştuğu zaman daha yavaş değişiyordu. Hayatın yeni ilişki biçimlerini düzenleme konusunda işlevselliğini yitiren pek çok unsur değişime uğradı.

 

Pek çok eski nirengi noktası, artık yanıltıcı kılavuzlar olduklarını belli ediyordu. Yenilikler tehlikeli birer işaret haline geldi. 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında zamana ayak uydurma yeteneği bir övünç vesilesi idi. Şimdi ise zamana ayak uydurma yeteneği, aynı zamanda, tarihe müdahalenin eşiğinde durmak anlamına da geliyor.

 

Hiç kimse bu şiddetli değişimin ne kadar süreceğini bilmiyor, fakat bazı araştırmacılar, yaşanan bu çok hızlı ve köklü değişimin onyıllar (belki de yüzyıllar) sürecek “geçici bir değişim çağı” olduğunu düşünüyor. Onlara göre, bu denli hızlı bir değişim, hiç de normal değil. Şayet varsa, bizden çok daha ileri uygarlıklar hakkında da bir bilgiye sahip değiliz. Bu yüzden  yüksek teknolojik kültürde “normal” değişim oranının ne olacağını kestirmek oldukça güç.

 

Değişimi ve yol açtığı etkileri anlamak gelecek çalışmalarının temel sorunlarından birisidir. Gelecekbilimciler değişim süreci ve oranını anlama konusunda epeyce ilerleme kaydettiler, fakat hala yapacak çok işimiz var. Yeni bir teknolojinin muhtemel etkilerini anlama konusunda, mesela  50 yıl önce olduğumuzdan çok daha iyi durumdayız. Değişimi ölçebilecek daha çok veriye sahibiz: uydulardan küresel düzeyde ısı değişimlerini tespit edebiliyoruz, geniş çaplı ekonomik ölçülere, çokça istatistik veriye ve bu verileri kolayca analiz edebilecek bilgisayarlara sahibiz.

 

Fakat hala “şey”lerin değişimine ilişkin bilgimizin gelişme hızı değişimin hızının gerisinde. İmalata dayanan ekonomiden hizmet ve bilgi temelli ekonomiye geçince, günlük hayatımız, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçerken olduğundan daha köklü bir biçimde değişecek mi? Şimdilik bunu kesin bir biçimde bilemiyoruz; çünkü, “değişimin adımları”nı ölçmek için objektif ölçülere sahip değiliz. Şimdilik sadece 20. yüzyıl boyunca insan hayatının çarpıcı bir biçimde değiştiğini ve bu hızlı değişimin 21. yüzyılda da devam edeceğini söyleyebiliriz.

 

Teknolojik ve Bilimsel Gelişmeler:

 

İçinde yaşadığımız hızlı sosyal değişim, büyük ölçüde  teknolojinin ilerlemesine bağlanmaktadır. Bilimsel  ilerlemelerin ve araştırmaların sosyal değişimlere yol açtığına kuşku yok. Buhar ve demir, karmaşık kent yaşamını geliştirmemizin temel güçleriydi. Silah gücü feodalizmin gerilemesine ve yok olmasına etkide bulundu. Ulaşım  araçları metropollerin oluşturulmasına katkıda bulundu. Bunun yanında, yaşam sigortası gibi sosyal güvenlik alanındaki gelişmelerin de sosyal değişmede etkili olduğunu belirtmek gerekir.

Kısaca değişim kendi kendini besleyen bir süreçtir. Her değişim başka değişimlere yol açar. Örneğin baskı makineleri, daha çok kitabın basılmasına yol açtı. Daha çok kitabın basılması insanları okuma-yazma öğrenmeye teşvik etti. Daha çok insanın okuma-yazma öğrenmesi ise, kitap alıcı sayısının artmasını ve daha çok kitabın basılmasını mümkün kıldı. Bilginin yayılmasıyla artan bilgi birikimi ve bilimsel araştırmalar daha ileri teknolojik gelişmelerin önünü açtı.  Bu gibi örnekler çoğaltılabilir…

Bir şey yaptığımız zaman, aslında “tek bir şey” yapmış olmayız. Her eylem uzayda ve zamanda etrafa yayılarak, her yerde, her şeyi etkiler. Her şey, her şeyle etkileşim halinde birbirini değiştirmeye başlar.

Öte yandan, arzu edilen değişimlerin bile beklenmeyen ve arzu edilmeyen sonuçları vardır. İlerleme sayesinde elde edilen gücün kötüye kullanılması ihtimali her zaman geçerlidir. Yaşam süresinin uzaması, bölgesel nüfus fazlalıklarını ve yaşlılık problemini  getirmektedir. Yüksek düzeyde gelişmiş bilim ve teknoloji, biyolojik, kimyasal ve nükleer kitle imha silahları tehlikesini de beraberinde getirmiştir. Geleneksel emeğin yerini makinelerin alması, işsizliğe yol açmıştır. İletişim ve ulaşım teknolojilerindeki ilerlemeler; hava, gürültü ve toprak kirliliğine neden olmakta, karmaşık toplum yapısının esenliğini tehlikeye düşürmektedir. Etkili üretim sistemleri, sıradan işlerin dahi makineleşmesine neden olmaktadır. Bütün bunlar gelecek üzerine çalışmanın gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Gelecek çalışmaları, yeni teknolojilerin çok yönlü sonuçlarının açıklanması  ve insanların gelecekteki değişime karşı psikolojik olarak hazırlanması bakımından da büyük önem taşımaktadır. Gelecek alternatiflerinin sıralanması, insanlar için bir erken uyarı vazifesi görerek, sorunlar felakete dönüşmeden önlem alınmasını sağlar. Örneğin, 1999 Marmara depreminde yaşananları anımsarsak, gelecekteki  muhtemel bir deprem için önlem almanın önemini anlayabiliriz. Krizler genellikle karşı-krizleri (fırsatları) da bünyesinde barındırdığına göre, gelecek çalışmaları muhtemel krizleri öngörmesi kadar, muhtemel fırsatları da öngörerek, önemli kazançlar elde etmemize yardımcı olabilir.

 

 

 

 

 

 

Küresel Geleceğin İtici Güçleri Açısından 4 Senaryo: (2015)

 

Senaryo I:

Kapsayıcı Küreselleşme:

(Iclusive Globalisation)

Senaryo II:

Hızlı ve Yıkıcı Küreselleşme (Pernicious Globalisation)

Senaryo III: Bölgesel Rekabet

Senaryo IV:

Kutuplaşma sonrası dünya

(Post-Polar World)

Nüfus

-Küresel nüfus 1  milyar artacak, nüfus artışının oluşturduğu baskılar ekonomik büyüme sayesinde hafifleyecektir.

-Şehirleşmenin bir çok ülkede üstesinden gelinebilmesine rağmen, bazı bölgelerde hızlı nüfus artışı siyasi istikrarsızlıklara yol açacaktır.

-Avrupa ve Japonya’dakinin tersine, hızlı nüfus dolaşımı birçok ülke için yararlı olacaktır.

-Ekonomik durgunluk ve yüksek işsizlik oranı yeni iş piyasalarının ve işgücünün emilmesini engelleyeceğinden ilave 1 milyar kişi üstesinden gelinmesi zor sorunlara yol açacaktır.

-Altyapı ve sosyal hizmetlerdeki yetersizlikler istikrarsızlık ve düzensizliğe yol açacaktır.

-Güney-Kuzey nüfus hareketi temel gerilim kaynağı olarak, Amerika ve Avrupayı gelişmekte olan ülkelerden uzaklaştıracaktır.

-Yavaş ekonomik büyüme ve bölgesel korumacılık yüzünden, ilave 1 milyar insan gelişmekte olan bir çok ülkenin üstesinden gelmekte zorlanacağı sorunlara neden olacaktır.

-Yetersiz altyapı ve hizmetler, adaletsiz gelir dağılımının artması, yetersiz yönetim, artan sınır ötesi nüfus hareketleri, bir çok gelişmekte olan ülkeyi daha da istikrarsızlaştıracaktır.

-İlave 1 milyar insan Endonezya gibi bazı ülkeleri istikrarsızlaştırarak, hızla büyüyen bazı şehirleri yönetilemez hale getirecektir.

-Nüfus dinamikleri, Çin ve Latin Amerikanın yükselen pazarları için fırsatlar oluşturarak, büyük güç ilişkilerinin yeniden düzenlenmesine katkıda bulunacaktır.

Kaynaklar

-Nüfus artışı ve ekonomik büyüme, ekosistem üzerinde baskı oluşturarak; özellikle hızlı kentleşme olan bölgelerde toprak ve hava kirlenmesi, ormanların ve bazı türlerin yokolması gibi olumsuz sonuçlara yol açacaktır.

-Azgelişmiş ülkeler kaynak kıtlığı çekmeye devam ederken, gelişmiş ülkeler büyük ölçüde kaynak problemini çözmüş olacaktır. Özellikle Güney Asya, Kuzey Çin, Ortadoğu ve Afrika’da su kıtlığı giderek artacaktır.

-Nüfus artışı, tatlı su ve ekilebilir alan kıtlığına katkıda bulunurken, korumacılık ve sübvansiyonlar gibi politikalar durumu daha da kötüleştirecektir.

-Özellikle tatlı su gibi kaynak kıtlıkları, yükselen pazarlar ve gelişmekte olan ülkeler için başlıca sorunlardan biri olacak ve tarımsal üretimi düşürerek, şehirlere göçü teşvik edecektir.

-Nüfus artışı, ekonomik baskılar ve siyasi yetersizlikler, özellikle fakir ve nüfus yoğunluğu fazla olan ülkelerde kaynak kıtlığına yol açacaktır.

-Uluslararası işbirliğinin zayıflığı ve suya dayalı yerel çatışmalar sınır ötesi göçü teşvik edecektir.

-III. senaryodakine benzer eğilimler görülecektir.

Teknoloji

-Hızlı yenilikler, bilgi teknolojilerinin uygulanması ve yayılması, biyoteknoloji açısından umut verici koşullar olacaktır.

-Bu koşullar verimlilik artışına önayak olacak, böylece pek çok ülkede enflasyonist olmayan büyüme kaydedilecektir.

-Bazı ülkeler eğitim düzeyinin,altyapı ve düzenleyici sistemlerin yeterli olmaması yüzünden daha da geriye düşecektir.

-Ekonomik durgunluk ve siyasi belirsizlikler yüzünden yenilikler ve bunların yayılması yavaş olacaktır.

-Teknolojinin istikrarsızlaştırıcı etkisi Kitle İmha Silahları(KİS)ın yayılmasına  yol açacak ve bilgi teknolojileri terörist ve suçlular için imkan sağlayacaktır.

-Teknolojinin yararlarından sadece bir grup zengin ülke yararlanırken çoğu ülke daha da gerileyecektir.

-Teknolojik gelişmeler ve bunların hızlı ticarileşmesine rağmen, bölgesel korumacılık ölçek ekonomilerini azaltacak ve ticari engelleri teşvik edecektir.

-Yüksek teknolojiye dayalı sektörel pazarlar üzerinde çatışmalar ortaya çıkacaktır. Gelişmekte olan ülkeler küresel ekonomiyle boyölçüşemeyeceğinden geri kalacaktır.

-Yüksek teknolojiye erişmek için yaygın bölgesel korumacılık ve çatışmalar artacaktır.

-Asya’daki bölgesel ve büyük güç ilişkileri daha da çekişmeli hale gelecektir. Askeri teknolojilerle bağlantılı talepler Asya’daki artacak.

Ekonomi

-ABD’nin küresel liderliği ve ekonomik gücü, ticaretin daha da serbestleşmesi, piyasa reformlarının geniş kabulü, bilgi teknolojilerinin hızla yayılması ve büyük güç çatışmalarının olmayışı, yılda ortalama %4’lük küresel büyümeyi getirecektir.

-Yükselen pazarlar(Çin, Hindistan, Brezilya) ve gelişmekte olan pek çok ülke bundan kazançlı çıkacaktır. Afrika, Ortadoğu, Orta Asya ve Kafkasya’daki bazı ülkeler bunların gerisinde kalacaktır.

-ABD’deki aşağı yönde bir hareket ekonomik durgunluğa yol açacaktır. ABD’yi savunmasız kılacak, Amerikan modelinin altını çizen piyasa reformlarını destekleyen küresel görüş aşınacaktır.

-Yükselen piyasalar da pek çok gelişmekte olan ülke gibi, ekonomik durgunluktan büyük yara alacaktır.

-Sağlıklı büyüme, bölgeselleşme ve korumacılığı azaltacaktır. ABD, Avrupa ve Japonya üzerinde yabancı işgücü çekme bakımından avantajını sürdürmeye devam edecektir.

-Yükselen pazarlar gelişmiş ülkelerin merkantilist rekabetlerinin hedefi haline gelecektir. Gelişmekte olan ülkeler zengin ülkelerce ihmal edilerek, küresel kurumlarda dağılmaya yol açacaktır.

-III. senaryodakine benzer eğilimler görülecektir.

Kimlik ve Yönetişim

-Etnik çeşitlilik bazı ülkelerin birliğini tehdit edecek, göçmen işçiler, etnik bakımdan homojen Avrupa ve Doğu Asya’da etnik gerilimlere yol açacaktır. Yetersiz yönetime sahip ülkelerde toplumsal gerilim ve şiddet tırmanacaktır.

-Hızlı ekonomik büyüme ve bilgi teknolojilerin yayılmasından yararlanan birçok ülkenin yönetim fonksiyonlarında merkezi yönetimden yerel yönetime ve özel sektör ve gönüllü kuruluşlarla işbirliğine yönelme güç kazanacaktır. Diğer bazı ülkelerde ise (Afrika’daki bazı ülkeler) yönetim kapasiteleri zayıflayacaktır.

-Homojen olmayan birçok ülkede etnik ve dini farklılıklar keskinleşecektir. Afrika, Orta ve Güney Asya ve Ortadoğu’da toplumsal gerilim ve şiddet artacaktır. Siyasal İslam yayılacak küreselleşme ile ilgili hedeflere ve Amerikaya yönelik terörizm ihtimali artacak ve Kuzeydeki bölünmeyi hızlandıracaktır.

-Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin hepsinde görülen yönetim kapasitesindeki zayıflama, Çin ve Rusya’yı topraklarının bölünmesiyle karşı karşıya bırakacaktır.

-Küreselleşme, ABD hegemonyası ve kültürel değişimler, ulusal kimlikler tehdit edecek, ABD-AB ve ABD-Asya uzaklaşmasına ve ABD’nin Latin Amerika ile yakınlaşmasına katkıda bulunacaktır.

-Göçmenlerin eritilemediği ülkelerde, işgücü hareketliliği, etnik ve dini kimlik farklılığını keskinleştirecektir.

-Gelişmekte olan ülkelerdeki toplumsal baskı, bazı durumlarda iç toplumsal çatışmalara neden olacak şekilde artacaktır.

-Merkantilist rekabet devleti güçlendirecektir.

-İç ve bölgesel konulara ilgi ve ABD’ye karşı Avrupa-Japonya’nın öfkesi yüzünden, küresel örgütler zayıflarken, bölgesel bazı örgütler güçlenektir.

-Küreselleşme ve kültürel değişimler ABD-AB’yi birbirinden uzaklaştırırken, ABD’yi Latin Amerika’ya yaklaştıracaktır. Geleneksel ulusal kimlikler ve çekişmeler Asya’daki milliyetçiliği tırmandıracaktır.

- Göçmenlerin eritilemediği ülkelerde, işgücü hareketliliği, etnik ve dini kimlik farklılığını keskinleştirecektir.

-Birçok gelişmekte olan ülkedeki toplumsal baskılar ve çatışmalar bazı bölgelerde devam edecektir.

-Merkantilist rekabet ve Asya’daki devletler arasındaki çatışma olasılığının artması yükselen pazar devletlerinin kaynaklara hükmetme yeteneğini ve askeri teknolojilere yatırımı artıracak ve sınırların kontrolünü sağlayacaktır.

-Hem küresel hem de bölgesel hükümetlerarası kurumlar zayıflayacaktır.

Çatışma

Büyük güç çatışması olmayacaktır. Çatışmalar gelişmiş ülkeler ve yükselen pazarlara sahip ülkeler arasında, ekonomik refah ve demokratik normların daha fazla kabul görmesi yüzünden düşük seviyede olacaktır.

-İç ve sınır ötesi çatışmalar, Afrika, Ortadoğu, Güney ve Güneydoğu Asya’da yeterli yönetimin ve ülkelerin nüfus artışını kontrol yeteneğinin olmaması kaynak kıtlığı, etnik gerilimler yüzünden sürecektir.

-Gelişmiş ülkeler müdahale etmeden uzak çatışmaların olmasına izin verecektir.

 

-Asya’daki bölgesel risk önemli ölçüde artacaktır. Çin’in ülke bütünlüğü, Hindistan’ın yönetim kabiliyeti, Rusya’daki demokrasinin geleceği gibi ciddi sorunlar ortaya çıkacaktır.

-İç ve devletlerarası çatışmalar sıklaşacaktır. Gelişmekte olan ülkelerle gelişmiş ülkeler arasındaki gerilimi tetikleyerek, gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasındaki işbirliğini azaltacaktır.

-KİS’lerin sınırlandırılması terörizm riskini ve bölgesel şiddet riskini azaltacaktır.

Artan bölgecilik, pazarlar, yatırım akışı ve kaynaklar üzerinde çatışma ile sonuçlanarak, terörizm, suçla mücadele, sınır ötesi çatışmalar ve KİS’lerin yayılması konularındaki işbirliğini azaltacaktır.

-KİS’ler hızlı ve tehlikeli bir biçimde yayılacaktır.

-Gelişmekte olan ülkelerde yüksek seviyeli iç ve sınır ötesi çatışmalar ortaya çıkacaktır.

-ABD’nin Batı yarımküreye odaklanmasıyla, Avrupa ve Asya’daki nüfuzu azalacaktır. Çin’in bölgesel hakimiyete doğru gitmesi, Japonya’nın yeniden silahlanması ve büyük güç çekişmeleri riski, ABD’yi yeniden Asya’da gücünü hissettirmeye yöneltecektir.

-Özellikle Asya’da KİS’ler hızlı ve tehlikeli bir biçimde yayılacaktır.

- Gelişmekte olan ülkelerde yüksek seviyeli iç ve sınır ötesi çatışmalar ortaya çıkacaktır.

(Kaynak: National İntelligence Council(NIC), Global Trends 2015: A Dialogue About the Future With Non-Government Experts, NIC, 2000, <www.cia.gov>)