GLOBALLEŞMENİN TARİHSEL GELİŞİMİ

 

 

Globalleşmenin ne zaman başladığı konusunda spesifik bir zaman belirlemek çok zordur.  Bazıları, globalleşmenin insanlık tarihi kadar eskiye dayandığını ve başlangıç tarihi olarak insanoğlunun sivilleşme çabalarını göstermektedir.  Bazıları ise globalleşmenin ortaya çıkışını modern çağın başlangıcı, diğer bazıları 1800’lü yılların ortasını, bir kısmı da 1950’lerin sonları  ya da 1970’li yıllar olarak göstermektedirler. 

 

Tarihsel süreç içerisinde ülkeler kapsam ve boyutları itibariyle çeşitli globalleşme aşamalarından geçmişlerdir.  Mısır, Helen ve Roma globalleşmelerini buna örnek göstermek mümkündür.  Ancak, bugünkü anlamıyla globalleşme bunlardan farklı olup; tamamen batılı değerler üzerine oturmaktadır.

 

Batının ekonomik sisteminin temelini teşkil eden kapitalizm, globalleşmenin gerçekleşmesinde önemli bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır.  Kapitalizmin ortaya çıktığı ve gelişmeye başladığı 1870-1914 dönemleri arasında ülkeler arasındaki ekonomik ilişkiler artmıştır.  Bu dönemde ulaşımın ve iletişim ağlarının gelişmesiyle dünyanın farklı yerleriyle fiziki temas kurma imkanı ortaya çıkmış ve bunun doğal bir sonucu olarak ülkeler arasındaki ticaret hızla artmıştır.  Bu dönemde dünya üretimi reel bazda yıllık olarak ortalama % 2.7 oranında artarken, ihracat % 3.5 oranında artmıştır (IMF,1997:112).  İhracatın dünya üretimi içindeki payı, I. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde zirveye ulaşmıştır.  Bu seviyeye dünya ekonomileri ancak 1970’lerde ulaşabilmişlerdir (IMF,1997:112; Rajan,1998:5).  Dünya ticaretinin bu kadar artmasında, tarifelerin düşürülmesi, deniz ve demiryolu ulaşımının yaygınlaşması ile ülkeler arasında mal fiyatlarında görülen farklılığın azalması etkili olmuştur.  Diğer taraftan, 1914 öncesinde sermaye hareketleri de hızla artmıştır.  Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarındaki artışın yanısıra sermaye hareketleri de artış göstermiştir.  Bu hareketler, daha çok tahvil ihracı yoluyla demiryolları gibi altyapı ve ulaşım projeleri ile uzun vadeli kamu borçlarının finansmanı üzerine yoğunlaşmıştır.  Sermaye hareketlerinin hızla artmasında özellikle altın standardı sistemi önemli rol oynamıştır.  Ancak; 1914’te I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi, 1929’da Büyük Depresyon’un baş göstermesi ve sonrasında da II. Dünya Savaşı’nın başlaması, globalleşme sürecini yavaşlatmıştır.  Gerek savaşların, gerekse Büyük Depresyon’un etkisiyle ülkeler dış ticarette sıkı korumacılığa yönelmiş; sermaye hareketleri üzerindeki kısıtlamalar artmıştır.  Başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkeler tarife ve kotaları aşırı ölçüde artırmış ve sonuçta dünya ticaret hacmi hızla düşmüştür.  Öte yandan, uluslararası sermaye hareketleri de kısıtlamalardan nasibini almış ve ülkelerin savaş ve ekonomik durgunluğun etkilerinden kendilerini korumaya çalışmaları sonucu sermaye hareketleri önemli ölçüde yavaşlamıştır. 

 

II. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında ABD’nin himayesinde tesis edilen IMF, Dünya Bankası, GATT, ve OECD gibi uluslararası kuruluşların hayata geçirilmesi globalleşme sürecine ivme kazandırmıştır.  Hemen hemen tamamı 1940'ların ikinci yarısında kurulan bu kuruluşların da katkısıyla 1950'ler ve 1960'larda yeni bir globalleşme dalgası ortaya çıkmıştır. 

 

Öte yandan, 1950’li ve 1960’lı yıllarda global üretim ve bununla birlikte global ticaret, hem gelişmiş hem de bir çok gelişmekte olan ülkelerde hızlı bir şekilde artmıştır.  Bu dönemde ticaret hacminin büyümesi kadar önemli diğer bir gelişme de, dünyanın dörtbir yanında faaliyet gösteren ABD patentli trans-nasyonal firmalar tarafından gerçekleştirilen doğrudan yabancı sermaye yatırımlarındaki hızlı artıştır.  Bu yatırımlarındaki hızlı artışla birlikte trans-nasyonal firmaların faaliyet alanları da değişmiş ve daha önceleri iptidai mamuller ile üretim faktörü bolluğuna dayanan imalat sektöründe yoğunlaşan trans-nasyonal firma faaliyetleri 1970’lere doğru yerini teknoloji yoğun imalata ve hizmet sektörüne bırakmıştır (Şen,1998:182).  Bütün bu gelişmeler, ülkeler arasındaki entegrasyon sürecini hızlandırmıştır.

 

1970'li yıllar globalleşme açısından bir dönüm noktası sayılabilir.  Ağustos 1971’de Bretton Woods Sistemi’nin çökmesiyle sabit kur sistemi terk edilmiş ve gelişmiş ülkeler -başta ABD, Almanya, İngiltere ve Japonya- peş peşe sermaye hareketleri üzerindeki kısıtlamaları kaldırmışlardır.  Bu ülkelerde sermaye hareketleri üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması, finansal globalleşme ile olağanüstü bir ivme kazanmıştır.  OPEC petrol fiyat şokları sonrasında Avrupa piyasalarına akan ‘petro-dolar’ların giderek artması ve 1974'ten itibaren gelişmiş batı ülkelerinde kendini gösteren ekonomik durgunluk, muazzam miktardaki petro-dolar fonlarının gelişmekte olan ülke piyasalarına akmasına neden olmuştur.  Ekonomik durgunlukla beraber getiri oranı düşen sermaye, getirisi nispeten daha yüksek olan gelişmekte olan ülke piyasalarına yönelmiş ve yüksek miktardaki petro-dolar fonları bu piyasalara akmıştır.  Öte yandan, 1970'lere kadar Amerikan orijinli trans-nasyonal firmalar dünya üretiminin hemen hemen yarısını karşılarken, 1970'lerden itibaren diğer gelişmiş ülkeler ve Japonya ile bazı Latin Amerika ülkeleri ABD ile rekabete girmişlerdir.  Bilhassa Alman ve Japon firmaları, ABD’li firmaların verimlilik çizgisini yakalamışlar ve uluslararası piyasalarda bu ülke firmalarının ciddi rakibi konumuna gelmişlerdir.  Bütün bu gelişmeler dünya ticaret hacminin ve rekabetin artmasına ve dolayısıyla da üretimin globalleşmesine ortam hazırlamıştır.  

 

1980’li yılların başından itibaren de gelişmekte olan ülkelerin liberalleşme serüvenine katılmış ve gelişmekte olan ülkelerin pek çoğunda özelleştirme, piyasa ekonomisi, finansal serbestleşme, dünya ile entegrasyon gibi kavramlar eskisine göre çok daha fazla rağbet görmeye başlamıştır.  Bütün bu gelişmeler gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeleri birbirlerine daha da yakınlaştırmıştır.  Öte yandan, sanayi alanında yoğunlaşan firmaların faaliyetleri, hızlı pazar değişiklikleri, ürün ve üretim teknolojisindeki baş döndürücü gelişmeler, rekabetin kızışması sonucu 1980’li yıllarda globalleşme çok daha belirgin bir hal almıştır (DPT,1995; Scholte,1997a; Scholte,1997b).

 

1990’ların başlarında eski Doğu Bloku ülkelerinin ekonomik ve siyasi çöküşüyle bu süreç zirveye ulaşmıştır.  Planlı ekonominin hakim olduğu bu ülkeler zamanla ekonomik ve siyasi açıdan Batı ülkelerine yaklaşmaya başlamışlardır.  Uzun yıllardan beri hakimiyetini devam ettiren komünist sistem yerini demokrasi ve piyasa ekonomisine dayalı bir sisteme bırakmıştır.

 

Yine, GATT müzakereleri çerçevesinde 15 Aralık 1993 tarihinde 117 ülkenin katılımı ile gerçekleştirilen ve tarihin en kapsamlı ticari anlaşması unvanını taşıyan Uruguay Raundu ekonomik globalleşme açısından en önemli gelişmelerden birisidir (DPT,1995).  1986’da Uruguay’ın Paunta del Esta şehrinde Ticaret Bakanları Toplantısı ile başlayan ve yedi yıl süren yoğun müzakereler 1993’te sonuçlanmış; 15 Nisan 1994’te Fas’ta imzalanan Nihai Senetle de yürürlüğe girmiştir.  Nihai Senet, sadece dünya ticaretinde yalnızca serbestleşme sağlamakla kalmayıp; ihracattaki sübvansiyonların elimine edilmesi, anti-damping uygulamaları, ticaretteki teknik engellerin kaldırılması, ve koruma tedbirleri gibi pek çok alanda çok taraflı ilke ve kuralların hayata geçirilmesine de imkan sağlamıştır. 

 

Bu sonuçların uygulanmasını sağlamak için kurulan Dünya Ticaret Örgütü[2] (WTO), ekonomik globalleşme açısından çok önemli bir gelişmedir.  Ekonomik globalleşme açısından önemli gelişmelerden bir diğeri de, Çok Taraflı Yatırım Anlaşması, (MAI)’dir.  Bu anlaşmaya göre, uluslararası alanda faaliyet gösteren herhangi bir firma bu anlaşmayı onaylayan ülkenin firmasıymış gibi o ülkede rahatça faaliyet gösterebilmektedir.

 

Özetle; I. Dünya Savaşı’na değin gelişme eğilimi gösteren globalleşme süreci, 1914-1945 arasında düşüş eğilimi göstermiş ve II. Dünya Savaşı sonrasında tekrar yükseliş trendine geçmiştir.  1980’li yıllardan itibaren bu süreç daha da hızlanmış ve 1990’larda zirveye ulaşmıştır.

 

 

[2] Dünya Ticaret Örgütü WTO, 1 Ocak 1995’te faaliyete geçen bir teşkilat olup; Uruguay Raundu müzakerelerinin ardından GATT’ın ortadan kalkmasıyla ortaya çıkan boşluğu doldurmuştur.

 

Kaynak: C.C.Aktan ve H.Şen, Globalleşme, Ekonomik Kriz ve Türkiye, Ankara: TOSYÖV Yayınları, 1999. adlı kitaptan alıntı.