YENİ DÜNYA DÜZENİ
VE YENİ GLOBAL DEĞERLER
Prof.Dr.Coşkun Can Aktan
“Biz insanlara çok pahalıya malolan
şeyler, bizler için en önemli
değerlerdir.”
Michel De Montaigne
Dünya hızlı bir
değişim süreci içerisinde bulunuyor. Eski geleneksel değerler ve ilkeler
yerini yeni global değerlere bırakıyor. Global değerler, insanlığın
üzerinde mutabakata vardığı yeni toplumsal amaçları ifade ediyor.
Dünyadaki değişim trendi izlendiğinde başlıca on temel global değerin ya
da ortak değerin giderek önem kazandığını gözlemliyoruz. Bunlar;
Özgürlük, Refah, Adalet, Hoşgörü, Uzlaşma, Barış, Düzen ,Bilgi, Ahlak
ve Kalite.
Özgürlük kavramına
bakış açısı eskisinden tamamen farklı. Günümüzde özgürlük deyince bundan
iki farklı özgürlüğü anlıyoruz. Birincisi ekonomik özgürlük; ikincisi
ise siyasal özgürlük... Ekonomik özgürlük, bireylerin teşebbüs
özgürlüğü, mübadele özgürlüğü, mülkiyet özgürlüğü, sözleşme özgürlüğü
ve tercih özgürlüğüne sahip olmalarını ifade ediyor. Bu özgürlüklerin
varolabileceği ekonomik düzen serbest piyasa ekonomisidir. Bu anlamda
serbest piyasa ekonomisi global bir değer, toplumsal bir amaçtır. Bugün
nesli giderek tükenen sosyalistler ve komünistlerin önemli
sloganlarından biri daima özgürlük olmuştur. Oysa, sosyalizm özgürlük
yolu değil, kölelik yoludur. Sosyalizmde, insanların en temel ve doğal
haklarından biri olan mülkiyet hakkı diye bir hak yoktur. Mülkiyet,
devlete aittir. Sosyalistler “özel mülkiyet” hakkı yerine “toplumsal
mülkiyet” kavramını kullanarak toplumun malının herkesin malı olduğunu
iddia etmektedirler. Gerçekte devletin malının herkesin değil, aslında
hiç kimseye ait olduğu gerçeğini görememektedirler. Sosyalizmin iflas
etmesinin temeli de burada yatmaktadır.
Özgürlüğün
ikinci önemli boyutu siyasal özgürlüktür. Ekonomik özgürlük ,
bireylerin temel ekonomik hak ve özgürlüklerini, siyasal özgürlük
ise bireylerin temel siyasi hak ve özgürlüklerini ifade eder. Siyasal
özgürlüklerin en başında konuşma özgürlüğü, bir diğer ifadeyle fikir
hürriyeti gelir. Siyasal özgürlükler içerisinde din ve vijdan özgürlüğü,
en az konuşma özgürlüğü kadar temel bir siyasal haktır. Seçme ve seçilme
hakkı ve özgürlüğü de siyasal özgürlükler arasında yer alır. Sosyalizm
tüm bu özgürlüklere kapalı bir totaliter rejimdir. Sosyalizmin temeli
özgürlük değil, tam aksine baskıdır, despotizmdir.
Bireylerin
siyasi hak ve özgürlüklerinin sağlandığı düzenin adı demokrasidir.
Demokrasi , bireylerin özgür iradeleriyle kendi yöneticilerini
kendilerinin seçmesi demektir. Oysa sosyalizmde , bireylerin ne konuşma
özgürlükleri, ne de seçme ve seçilme hakkı sözkonusudur. Sosyalistlerin
adına Marksist Demokrasi dedikleri şeyin demokrasi ile uzaktan yakından
bir alakası yoktur. Marksist demokrasi, komünist parti diktatörlüğünden
başka bir şey değildir. Sosyalizm uzun yıllar geniş halk yığınlarını bu
yutturmaca “marksist demokrasi” kavramı ile uyutmuştur!..
Bugün insanlığın
özgürlüğün gerçek anlamını daha iyi kavradığına inanıyorum. Dünyada
liberalleşme (ekonomik özgürlüklerin sağlanması) ve demokratikleşme
(siyasal özgürlüklerin sağlanması) yönündeki eğilimler giderek
hızlanmaktadır. Özgürlüğün bir global değer olarak öneminin anlaşılması
diğer bir toplumsal amaç olan ekonomik refahın gerçekleşmesine de hizmet
etmektedir. Daha açık bir ifadeyle özgürlükleri güvence altına alan bir
sosyal düzende ekonomik refah da artmaktadır. Refah ,önemli bir
toplumsal amaçtır. Sosyalizmin yıkılması ile birlikte milletlerin
zenginliğinin temel kaynağının ekonomik özgürlük olduğu daha iyi
anlaşılmıştır.
İnsanlığın
en eski çağlardan bu yana gerçekleştirmeyi hedeflediği temel toplumsal
amaçlardan birisi adalettir. Bugün Adalet insanlığın
vazgeçemeyeceği temel global değerlerden birisidir. Ancak geleneksel
sosyalist ve komünist adalet anlayışları günümüzde tamamen önemini
kaybetmiştir. “Herkesten yeteneğine göre üretime katkıda bulunması
istenir; herkese ihtiyacına göre verilir” şeklinde ifade edilen
sosyalist adalet anlayışı bugün Refah Partisi’nin önemli sloganlarından
biri olan Adil Ekonomik Düzen kadar ütopik bir düşüncedir ve ekonomi
mantığı ile hiç bir şekilde bağdaşmaz!.. Ekonomide kaynaklar bol değil
aksine kıttır. Kıt olan kaynakları nasıl herkesin ihtiyacına göre
dağıtacaksınız!...
Toplumda adaleti
sağlamak için öyle sihirli bir formül kesinlikle mevcut değildir.
Adaletsizlik doğanın kendisinde vardır. Adaletsizlik sorununu “herkes
devlete çalışsın, sonra üretimden herkese eşit pay verilsin” şeklinde
bir naiv yaklaşımla çözmek mümkün değildir. Devletin sosyal adaleti
sağlamak için ekonomiye yaptığı müdahaleler de fakirliği ve gelir
dağılımındaki adaletsizliği ortadan kaldırmaya çare değildir ve
olmamıştır. Adalet, insanlığın her zaman bir ideali olacaktır. Ancak bu
idealin devlet tarafından bir takım iktisat politikası araçları
kullanılarak gerçekleştirilmesi adaletsizlik sorununu tümden ortadan
kaldırmaya yetmeyecektir. Aksine dozu ve sınırları iyi tespit edilmemiş
devlet müdahaleleri ve sosyal önlemler devlet parasının belirli
kesimler tarafından yağmalanmasına, israf edilmesine ve savurganlığa yol
açacaktır. Gelir dağılımı sorununu iktisat politikası araçları ile
çözmeye kalkışırken bu araçların ve önlemlerin sonuçlarının hiç bir
şekilde gözardı edilmemesi gerekir. Bazen ilacın kendisi bizzat
hastalıkların yaygınlaşmasına ve kurumsallaşmasına neden olabilmektedir.
Bu bakımdan “devlet gelir dağılımı sorununu çözsün” demek yeterli
değildir. Devlet bazı sorunların çözümü olduğu kadar, bazı sorunların da
bizzat kaynağıdır.
Bununla birlikte
adaletsizlik sorununun piyasa ekonomisine dayalı bir ekonomik düzen
içerisinde devlet tarafından bazı önlemler alınmaksızın tamamen çözüme
kavuşturulması da mümkün değildir. Devletin bu sorunun çözümü için
üstlenebileceği temel fonksiyon ekonomide oyunun kurallarının önceden
iyi bir şekilde belirlenmesi ve devletin ekonomiye direkt
müdahalelerinin azaltılmasıdır. Devletin ancak toplumda çalışamayacak
durumda olan kimsesiz çocuklara, yaşlılara, akıl hastalarına vs.
kesimlere karşı bir sorumluluğu vardır. Yoksa devletin fakirlere yardım
etmesi şeklindeki bir paternalist anlayış son derece yanlıştır.
Global
değerlerden bir diğeri Hoşgörü’dür. 1995 ve 1996 yıllları
Birleşmiş Milletler tarafından tüm dünyada Hoşgörü yılları olarak ilan
edilmiştir. Hoşgörünün olmadığı bir sosyal düzende barışı ve düzeni
sağlamak olanaksızdır. İnsanların farklı dinden olanlara, farklı
ırklara, farklı dillere, farklı uluslara ve farklı kültürlere karşı
hoşgörülü olması gereklidir. Toplumsal yaşamdaki farklılıkların bir
zenginlik olduğu asla unutulmamalıdır. Kültürel farklılık bir kültür
zenginliğidir. Bir ülkede farklı dilleri konuşmak bulunmaz bir
zenginliktir. Tarih boyunca süregelen hoşgörüsüzlükler insanlığa çok
şeye mal olmuştur. İnsanlarımız acımasızca katledilmişlerdir. Hitler
Almanya’sındaki vahşeti insanlık hiç bir zaman unutmayacaktır. Nazilerin
musevilere yaptığı katliamının gizli olarak çekilmiş televizyon
görüntülerini izledikçe ben kendim adıma insanlığımızdan utanıyorum!...
Zencilerin köle olarak kullanılmasını dünya insanları asla
unutmayacaktır!... Ve ülkemizde farklı dili konuşan, farklı dine
mensup olan kimselere karşı yıllardır süregelen hoşgörüsüzlüğü de genç
nesiller bizden daha iyi anlayacaklar ve bunu kınayacaklardır... Mevcut
olan gerçekleri görmemek ya da görmezlikten gelmek Türkiye’ye bir şey
kazandırmamış, aksine çok şey kaybettirmiştir...
Hoşgörü kadar
temel bir ortak değer Uzlaşma’dır. Konuşma ve diyalog yoluyla
uzlaşmak her zaman mümkündür. Hoşgörüsüzlüğün bedeli kadar uzlaşmamanın
bedeli de çok ağırdır. Consensus, herkesin aynı düşünmesi, fikir birliği
içerisinde olması demek değildir. İnsanların konuşma ve diyalogla mevcut
sorunlara çözüm bulmak konusunda uzlaşmaları herkesin yararınadır.
Barış ve
Düzen insanlığın yüzyıllardır peşinden koştuğu diğer global
değerlerdir. İçinde yaşadığımız yüzyılda barış ve düzenin sağlanması
için öncelikle demokrasi ve piyasa ekonomisi gibi iki önemli global
değerin gerçekleştirilmesi gerekir. Özel mülkiyet ve demokrasiye dayalı
bir sistem, insanlığı barışa ve düzene daha fazla yaklaştıracaktır.
Paris Şartı bu konuda çok önemli bir adımdır...
21. yüzyıla
doğru insanlığın temel ve ortak değerlerinden birinin Bilgi
olduğunu görüyoruz. Dünyada bilimde ve teknolojide baş döndürücü
gelişmeler yaşanmaktadır. Ekonomik gelişme için bilgi toplumu
olabilmenin önemi artık herkes tarafından kabul edilmektedir. Bilgi
evrensel bir değer ve en önemli üründür.
Son olarak
giderek daha fazla önem kazanan iki ayrı global değerden sözetmek
istiyorum. Bunlar Ahlak ve Kalite. Ahlak, iyi bir sosyal düzenin
oluşması için temel kural ve kurumların önemi üzerinde durur. Ahlak
olmadan sadece yazılı anayasal ya da yasal normlarla insanların düzen
içerisinde yaşamaları mümkün değildir. İlk çağdan günümüze yaşamış büyük
düşünürlerin ilgilendikleri en temel meselelerden birisi ahlak olmuştur.
Aristo, Eflatun, Sokrat gibi büyük filozoflar ahlak felsefesinin önemini
daha ilk çağda kavramışlardır. Toplumsal ahlakın tüm boyutlarının gözden
uzak tutulmaması büyük önem taşımaktadır. Siyasal ahlak, medya ahlakı,
iş ahlakı, eğitim ve bilimsel araştırma ahlakı gibi temel sorunlar
toplumsal refahı ve adaleti olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bu
bakımdan ahlak, en azından özgürlük, ekonomik refah, adalet kadar temel
bir değer olarak kabul edilmelidir.
Son yıllarda
üzerinde en çok konuştuğumuz değerlerden birisi de Kalite’dir.
Giderek globalleşen dünyada kalite, global bir değer olarak daha fazla
önem kazanmaktadır. Tüm dünya süratle Toplam Kalite adı verilen bir
felsefeyi öğrenmeye ve uygulamaya çabalamaktadır. İnsan kalitesi ve
sistem kalitesini bir arada gerçekleştirmek suretiyle daha “kaliteli”
bir sosyal düzende yaşabilmemiz mümkündür.
Sonuç olarak,
Özgürlük, Refah, Adalet, Barış, Uzlaşma, Hoşgörü, Düzen, Bilgi, Ahlak ve
Kalite insanlığın gerçekleştirmek için mücadele etmesi gereken temel
global değerlerdir. Türkiye bu yeni yükselen değerleri tanımalı,
öğrenmeli ve süratle gerçekleştirmeye çalışmalıdır. 21. Yüzyılın bu
global değerleri için şimdiden ve çok geç kalmadan adımlar atmalıyız.
Özgürlüğe, hoşgörüye,uzlaşmaya, ahlaka, bilgiye, insan ve sistem
kalitesine düzene vs. global değerlere önem vermeyen Türkiye bunun
bedelini çok ağır ödemektedir. Ünlü Fransız filozof Montaigne’nin dediği
gibi “biz insanlara çok pahalıya mal olan şeyler, bizler için en önemli
değerlerdir.”