1990'LI YILLARDA GLOBAL EKONOMİK KRİZLER: ETKİLERİ VE SONUÇLARI

COŞKUN CAN AKTAN & İSTİKLAL Y. VURAL

 

 

1990’lı yıllarda ortaya çıkan en önemli global ekonomik kriz “Asya-Pasifik krizi”dir. Temmuz 1997’de Tayland’da ortaya çıkan ve bu ülkenin, ulusal para birimi Bahtı devalüe etmesiyle kendini gösteren kriz, başlangıçta sadece bir kartopundan ibaret iken giderek büyüyerek adeta bir çığa dönüşmüş ve hızla bölgenin görece daha güçlü ekonomileri olan Malezya, Endonezya ve Filipinleri etkisi altına almıştır.  Kasım ayı başlarında da, dünyanın rekabet gücü yüksek ve önde gelen yeni sanayileşen ülkelerinden birisi olan Güney Kore’yi vurmuştur.  Daha sonra kriz, 1998’de Rusya’ya sıçramış ve akabinde Avrupa’yı teğet geçerek Latin Amerikan ülkelerinden Brezilya’ya kadar uzanarak, global ekonomiyi tehdit etmeye başlamıştır.  (Aktan ve Şen,1999:43vd.)

Global ekonomik kriz, dünyadaki ekonomik dengeleri altüst etmiştir.  Asya-Pasifik ülkelerinin dünya ticaret ve üretim hacminde önemli bir yere sahip olması nedeniyle, krizden hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler büyük ölçüde etkilenmiş, dünya ticareti ve üretimi önemli ölçüde gerilemiştir. 

Asya-Pasifik krizinin ortaya çıkmasının nedenleri bir değil bir çoktur. Asya-pasifik krizini analiz eden çalışmaların bir çoğu bu krizin ortaya çıkmasında finansal globalleşmenin önemli bir rol oynadığı konusunda hemfikirdirler. (Aghevli,1999; Corsetti et all,1998.) Asya-Pasifik ülkelerinin uzun bir süredir gösterdikleri olağanüstü ekonomik performans -ihracata dayalı hızlı büyüme, düşük enflasyon, yüksek tasarruf ve yatırım oranı, sürekli büyüyen ihracat kesimi, güçlü mali pozisyonları vb. faktörler-, hem bu ülkelerin kendi içinde hem de Japonya ve diğer gelişmiş ülkelerde bu ülkelere yönelik aşırı bir iyimserlik havası yaratmıştır.  Bu iyimserlik havası, bölge ülkelerinin uyguladığı Peg rejimi ile iyice pekiştirilmiştir.  Asya-Pasifik ülkeleri, döviz kurunun aşırı değerlenmesini önlemek için dış rezervleri yükseltmek suretiyle sermaye girişlerini sterilize etmişlerdir.  Sterilizasyon politikası, bu ülkelerde faizlerin yükselmesine ve dolayısıyla da yurtiçi faiz oranı ile uluslararası faiz oranı arasındaki farkın açılmasına neden olmuştur (Stiglitz,1998).  Ekonomik büyümedeki yavaşlama ve düşük faiz oranları yüzünden Japon ve Avrupa piyasalarının görece daha az getiri sağladığı bir ortamda, daha yüksek getiri sağlamayı düşünen yabancı yatırımcılar, çok büyük miktarlardaki sermayeyi iyimserliğin yarattığı güven duygusu ile bu ülke piyasalarına transfer etmişlerdir.  Sonuçta Asya-Pasifik ülkelerine yabancı sermaye akışı 1990’ların başlarında hızlı bir artış trendine girmiş ve 1991’de 26.8 milyar ABD Doları olan toplam net özel sermaye girişi, 1994’te 33.2 milyar Dolara, 1995’te de bir önceki yıla göre % 188.2’lik bir artış göstererek 62.5 milyar Dolara ulaşmıştır. Bölgeye yönelik yüksek miktardaki sermaye girişi sonucunda doğrudan yatırımlar ve portföy yatırımlarının doyuma ulaşması ile birlikte yabancı sermaye, daha riskli, daha düşük ve uzun dönemde getiri sağlayan gayrimenkul ve inşaat gibi alanlara yönelmiştir.  Yüksek miktardaki sermaye akışı, bir taraftan toplam talebin artmasına, diğer taraftan da gayrimenkul fiyatları ve borsada suni yükselmelere neden olmuştur.  ‘Köpük ekonomisi’ (bubble economy) olarak adlandırılan bu durum, fiyatlar ve borsada yükselişler devam ettiği sürece yatırımcıları daha fazla yatırım yapmaya teşvik etmiştir.   Kriz patlak verdiğinde bölgeye yönelik özel sermaye girişi tersine dönmüş ve 1997’de 19.7 milyar olan sermaye kaçışı 1998’de % 230 oranındaki bir yükselişle 45.3 milyar ABD dolarına ulaşmıştır. (Aktan ve Şen,1999:43vd.)

    

Asya-Pasifik krizinin yaşandığı ülkelerde krizin yaşandığı yıl GSYİH’da yaklaşık yüzde 5 ila 16 arasında bir azalma  sözkonusu olmuştur. Krizin ortaya çıktığı yıl içerisinde negatif büyüme oranı Güney Kore’de yüzde 5, Malezya’da yüzde 6, Tayland’da  yüzde 7, Endonezya’da ise yüzde 16 olmuştur.

Asya-Pasifik krizinin nedenlerine ilişkin olarak hemen hemen herkesin önemle üzerinde durduğu bir başka husus da, krize maruz kalan ülkelerin finans ve bankacılık sektörlerinin yapısal zayıflığıdır (Bkz. Kochhar vd.,1998; IMF,1998a; Martinez, 1998; Eğilmez,1999.).   Bu zayıflıkların başında; şirket yönetimdeki yetersizlikler, bankacılık sistemine ilişkin düzenlemeler, denetim ve gözetim mekanizmasının yetersizliği, kredi tahsisinde piyasa dışı kriterlerin geçerli olması, rüşvet karşılığı borç vermenin yaygınlığı, piyasa ve kredi risk değerlendirme mekanizmasındaki yetersizlikler, bankacılık sistemlerinin ve şirket bilançolarının yeterince şeffaf olmaması gibi faktörler gelmektedir.  Ayrıca, bankaların hem devlet hem de sanayi kesimi ile iç içe olması ve bunlar arasındaki ilişkilerin karanlık olması, Asya-Pasifik ülkelerinin mali sistemlerindeki gelişmelerin zamanında ve sağlıklı olarak izlenmesini engellemiştir.  Güvenilir veri yetersizliği ile beslenen bu durum, hem ülkelerin mali sektörlerine ilişkin gerçekçi değerlendirmeler yapabilme imkanlarını ortadan kaldırmış; hem de piyasalarda finansal açıdan hangi firmaların iyi, hangilerinin kötü durumda olduğunu ayırt etmeyi zorlaştırmıştır.  Bu ise belirsizliği artırmıştır.  Artan belirsizlik de, iyi veya kötü bütün şirketlerin yatırımcıları nezdinde aynı kefeye konulmasına ve tüm şirketlere yönelik kredi musluklarının kısılmasına neden olmuştur (Stiglitz, 1998).  Sonuçta bu durum, krizi daha da şiddetlendirmiştir. 

Diğer taraftan, yüksek oranlı büyümeyi sürdürme konusundaki politik baskılar, özel kesim projelerine devlet garantisinin zımni olarak uzun süre devam ettirilmesi ve hatta bu projelerden bir kısmının devlet kontrolü altında gerçekleştirilmesi, doğrudan sübvanse edilmesi ya da ayrıcalıklı firma ve endüstrilerin doğrudan kredi sağlama yoluyla desteklenmeleri finans ve bankacılık sektörünü iyice zora sokmuştur.  Devlet garantisinin varlığı ise bankaların olası risklere karşı daha da duyarsız davranmalarına neden olmuştur.  Gevşek denetim ve mevzuat sistemiyle beslenen bu durum, bankaların borçlara karşı yeterli karşılık ayırmasına ya da yeterli düzeyde sermaye bulundurmasına mani olmuştur.  Şirketlerin borçlarının öz sermayelerine oranı kriz ülkelerinin tamamında % 100’ü aşmış ve hatta söz konusu oran, Tayland’da % 236’ya, Güney Kore’de % 355’e ulaşmıştır. Aşırı risk yüklenmeyle başlayan durum, sonunda yerini finansal sistemin çöküşüne bırakmıştır. (Aktan ve Şen, 1999:53-54.)

Buraya kadar yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere globalleşen dünyada sermaye akımlarının hız kazanması krizlerin ortaya çıkmasında çok önemli bir rol oynamaktadır. Globalleşen dünyada bireysel yatırımcılar, büyük şirketler, fon yöneticileri ve bankacılar çok büyük miktarda sermayeyi, elektronik ortamda parmak ucu ile bilgisayar klavyesindeki bir tuşu tıklayarak dünyanın bir ucundan öbür ucuna aktarabilmektedirler.

Bugün global ekonomideki döviz işlemleri akıl almaz boyutlara ulaşmıştır. Günün yirmi dört saati trilyonlarca dolar dünyanın belli başlı döviz piyasalarında saniyenin binde biri orantıda hızlarla, veri bitleri şeklinde dönüp durmaktadır. Bu baş döndürücü tutarın ancak yüzde 10 kadarı mal ya da hizmet ticareti ile ilgilidir. Uluslararası para trafiği kendi başına bir amaç, son derece kazançlı bir oyun haline gelmiştir. Bu gelişme bir tür 'kumarhane ekonomisinin' yükselişini yansıtmaktadır. Bankacılık etkinlikleri daha fazla küresel ve daha spekülatif hale gelirken, milyarlarca insanın ve milyonlarca küçük işletmenin kredi gereksinmeleri karşılanmamaktadır. Tüm bu inanılmaz gelişmeler sonucunda Asya-Pasifik mucizesi olarak adlandırılan bir çok güçlü ekonomilerde bir anda istikrar bozulabilmektedir.[ii] (Giddens 2000: 22). Yaşanan krizlerin bir çoğu çokuluslu şirketlerin ve uluslar-üstü sermayenin kendilerine daha cazip imkanlar ve ortamlar ortaya koyan ülke ve finans piyasalarına gitmesinden kaynaklanmaktadır. Uluslar-üstü sermayeye yapılan kısıtlamalar ülkeden çokuluslu şirket ve sermeyenin kaçmasına neden olmaktadır. [iii]

Bugün uluslararası finans sistemi tüm sırlarını kimsenin bilmediği karmaşık bir yapı oluşturmuş durumdadır. Dünyanın dört bir yanından çok sayıda oyuncunun katıldığı bu karmaşık yapı içinde bundan sonra ne olacağını kimse tam olarak bilememektedir. Bu durum oyuncularda korku ve panik yaratmakta ve bu durum sistemin krizden çıkmasını zorlaştırmaktadır. (Ulagay,1999:48) 

Bugünkü uluslararası finansal serbestleşmeyi bir tür “global kumarhane” olarak yorumlayan Ellwood şöyle demektedir: “uluslar arası finans dünyası teknik açıdan son derece grift olsa da esas olarak tek boyutlu: Amaç para kazanmak...Spekülatif yatırımlar arttı. Parayı kovalayan para, küresel ekonominin motoru olarak üretken yatırımları gölgede bıraktı.” (Ellwood,2002:67.)

Dünya finans sisteminde serbestleşme ve globalleşme yeni finansal araçları gündeme getirmiştir. Ortaya çıkışları itibariyle riskleri önlemek, ekonomideki aktörleri, döviz kurlarından, faizlerden, mal fiyatlarında oluşan risklerden korumak gibi amaçlarla oluşturulmuş olan çok çeşitli finansal yenilikler globalleşmeye de hız kazandırmaktadırlar. Ancak bunların pek çoğu, esas çıkış amaçlarından çok farklı bir yapıya da bürünmüşlerdir. Örneğin, 11.yy.’da Japonya pirinç piyasasında işlem görmüş olan “options”lar, bugünkü piyasalarda gelişen bazı uygulamalarla esas amacı opsiyon piyasalarından milli paranın düşmesine karşı pozisyon almak iken spekülatif karakterli bir kumar aracına dönüşmüşlerdir.[iv]

Ulusal piyasalarda işlem gören futures ve opsiyon işlemleri[v] yıllar itibariyle büyük bir artış göstermiş ve 1999 yılı sonu itibariyle toplamda 13,5 trilyon dolara yaklaşmıştır. Finansal piyasalarda işlem görmekte olan fonların her birisi ayrı ayrı spekülasyon konusu olabilmekle birlikte özellikle hedge fonlar bu alanda en çok tartışılan finansal araçlardır. Hedge fonlar, riziko üstlenmeye hazır yatırımların fonlarını toplayarak bu kaynakları dünya çapında, her türlü pazar veya mali aracı tercihen kısa vadeli plase edebilen spekülatif insiyatiflerdir. Belirli bir spekülatif amaçla, hatta çoğu kez bir merkez bankasını sıkıştırmak için kullanılan hedge fonlar, spekülatif hareketlerle kısa sürede milyarlarca doları hareket ettirebilmektedir. Böyle bir yönelişin durdurulamaması halinde hiç bir ülkenin serbest döviz piyasasının bu sıkılmış sermaye yumruğuna dayanması mümkün olamamaktadır.  [vi]

Uluslararası finansal piyasalarda son yıllarda görülen çalkantılar, dikkatleri kurumsal yatırımcılara, özellikle hedge fonlara yöneltmiştir. 1992 ERM krizi, 1994 uluslararası tahvil piyasalarındaki dalgalanmalar ve 1997 ortalarında Güneydoğu Asya’da yeniden canlanan çalkantılar, gözlerin hedge fonlara çevrilmesine sebep olmuştur. Çünkü hedge fonlar, ya kendilerine ait olan menkul kıymet fiyatları ile doğrudan ya da kendilerini izleyen diğer piyasa katılımcılarının eğilimlerini etkileyerek dolaylı şekilde ulusal veya uluslararası menkul kıymet fiyatlarında etkili olmaktadırlar (IMF, 1998:4). [vii]

Her ne kadar IMF tarafından Asya krizinde hedge fonlarının etkili olmadığı, en büyük suçlunun yabancı yatırım ve ticari banka kredileri olduğu belirtilse (Mctigue,1998:21) ve hedge fonların rollerinin abartıldığı ironik bir tarzda incelense (Krugman,1998) de, Güneydoğu Asya krizinde de hedge fonların büyük payı olduğu bilinmektedir. Çünkü G.Kore, Endonezya, Tayland, Malezya ve Filipinler’de 1996 yılında toplam 93 milyar dolarlık özel sermaye girişi, 1997’de ise 12 milyar dolarlık sermaye çıkışı kaydedilmiştir. Bu durum bir yılda her iki yönde 105 milyar dolarlık bir sermaye hareketi anlamına gelmektedir ki, bu miktar söz konusu ülkelerin toplam GSYİH’larının %11’ine denktir. Yine 1997’de gelişmekte olan ülkelere 256 milyar dolarlık özel fon akışı olmuştur. Oysa on yıl önce bu rakam sadece 35 milyar dolardır (Töre, 1999:25). Dolayısı ile hedge fonların Asya krizinde etkili oldukları anlaşılmaktadır. Zaten yapılmış olan ampirik analizler de Güneydoğu Asya krizinde, doğrudan Soros’un fonlarının olmasa bile, en yüksek 10 hedge fon grubunun etkili olduğuna ilişkin bulgular elde etmişlerdir (Brown v.d., 1998:13). 1997 itibariyle hedge fon sayısı yaklaşık 5500 adede yükselmiş bulunmakta ve bu fonlar yine yaklaşık 300 milyar dolarlık bir miktara hükmetmektedirler. Bu fonların çoğunun sermayesi 100 milyon dolardan azdır. Ancak yaklaşık 10-12 adedinin fon miktarı 1 milyar doların üzerinde, bazıları ise, 5-12 milyar dolar arasındadır. Hedge fonların yaklaşık 3800 kadarı ABD’de yerleştiklerini beyan etmiş olmalarına rağmen, bu fonların büyük çoğunluğunun daha rahat hareket edebilmek için Off-shore’larda tutulduğu tahmin edilmektedir (OECD, 1998:28).[viii]

Özetle, günümüzde ulusal ekonomilerin karşılaştıkları finansal krizlerde uluslararası kısa vadeli sermaye akımlarının ve spekülatif işlemlerin önemli bir rolü bulunmaktadır.


[i] Sermaye hareketlerindeki serbestleşmenin ( dolaysız yatırımlar, kısa vadeli sermaye akımları,faiz arbitrajı, spekülatif fon akımları vs.) doğurduğu mali krizler konusunda kapsamlı bilgi ve analizler için  bkz:  Kazgan, 2002:161 vd. Ayrıca bkz: Kumcu ve Eğilmez, 2001.

[ii]  Bkz: Giddens, 2000(a):22;  ayrıca bkz: http://www.turkab.net/kure/wkuresel.htm

[iii] Memet Zincirkıran, “Küreselleşme: Sorunlar ve Çözüm Önerileri”, Bkz: http://www.isguc.org/memet2.htm

[iv] Muhammet Akdiş.,“Küreselleşmenin Finansal Piyasalar Üzerindeki Etkileri ve Türkiye: Finansal Krizler-Beklentiler”, http://www.foreigntrade.gov.tr/ead/DTDERGI/Ekim2002/akdis.htm

[v] Futures sözleşmesi, bir mla, hisse ya da dövizin sözleşme imzalandığında kararlaştırılan fiyatı üzerinden ileriki bir tarihte alınıp satılmasıdır. Opsiyon sözleşmesi de buna benzer ama, bunda, ileriki bir tarihte üzerinde anlaşılmış olan fiyattan alım satım hakkı vardır, ancak zorunluluk yoktur. (Elwood, 2002:78.)

[vi] Hedging veya hedge fonlar şunu ifade etmektedir: Örneğin bir şirket elinde kakao veya bakır gibi bir malın stoklarını tutuyorsa, teslimattan önce fiyat düştüğü takdirde para kaybetme riski vardır. Bu kaybı engellemek için mal, alıcının istediği tarihten önce – yani, anlaşılan fiyat üzerinden ileriki bir tarihte teslim edilmek üzere – satılır. Hedge fonları bu riskin alım satım işidir ve genellikle borç para kullanılır. Ellwood, 2002:78.

[vii]  Yukarıdaki alıntılar şu kaynaktan yapılmıştır: Muhammet Akdiş.,“Küreselleşmenin Finansal Piyasalar Üzerindeki Etkileri ve Türkiye: Finansal Krizler-Beklentiler”, http://www.foreigntrade.gov.tr/ead/DTDERGI/Ekim2002/akdis.htm

[viii] Buraya kadar açıklamalarda Akdiş’in makalesinden yararlanılmıştır. Paragraflarda belirtilen orijinal kaynaklar için bkz: IMF (1998), World Economic Outlook and International Capital Markets, Interim Assesment, December.; Paul Krugman, (1998), “What Happened To Asia”, http://www.mit.edu./Krugman Home Page, January.; Charles Lucas (1994), “Financial Innovation”, Current Legal Issues Affecting Central Banks, Vol.2, Ed.By. Robert C. Effors, IMF, , s.179-188.; Mctigue, E.Guthrie(1998), “How to Fix Globalization”, Global Finance, Volume 12, Number 12, (December), s.20-24.; OECD(1998), International Direct İnvestment Statistics Yearbook.; Töre Nahit (1999), “Küresel Kriz ve IMF’nin Geleceği”, İşveren Dergisi, Cilt: XXXVII, Sayı:5, (Şubat), s.23-26.; Stephen J. Brown, -Goetzmann, William N.-Park, James (1998), Hedge Funds and The Asian Currency Crises of 1997, Massachusetts, National Bureau of Economic Research, Inc.

 

Kaynak: C.Can Aktan ve İstiklal Y. Vural, Globalleşme : Fırsat mı, Tehdit mi? , İstanbul: Zaman Kitap, 2004.