Kamusal Kıymetlerin Yanlış Kullanımı ve Devletin Maliyeti

 

Yaz: Vito TANZİ ve Tej PRAKASH *

Çev: Özgür SARAÇ **

 

 

 

I-Giriş

Son yıllarda kamu harcamalarının artmasından dolayı, kamu sektörünün etkinliğine büyük ilgi gösterilmiş ve verimli olmayan kamu harcamalarını veya en azından getirdiği yararları doğrulanamayan kamu harcamalarını uzmanların tanımlamasına imkan sağlayan tekniklerin geliştirilmesi için büyük çabalar sarf edilmiştir (Bkz., Inter alia, IMF, 1995). Bu çalışmanın amacı, ülkelerin hükümet harcamalarına ayırdıkları milli gelirden sağladıkları kazanımları artırmaktır. Kamusal harcamalardan daha fazla değer sağlanması bu tür çabaların temel prensibidir.

Günümüzde bu alanda oluşan literatür, GSMH veya GSYİH’nın bir payı olarak ölçülen kamu geliri kavramının kullanımında yoğunlaşmıştır. Oysa hükümetler vatandaşlarına hizmet amacıyla, vergi veya borçlanma araçlarından yararlanmakla kalmayıp, aynı zamanda sahip oldukları kıymetlerden de yararlanmaktadırlar. Bu kıymetler bir ülkenin toplam servetinin önemli bir bölümünü temsil edebilmektedir. Vergileme veya borçlanma yoluyla elde edilen gelirlerin kullanımındaki işlevselliğe kıyasla kamu mülkiyetindeki kıymetlerin kullanımındaki verimlilik, özellikle kamu iktisadi teşebbüslerine ait kıymetler dışında ekonomistlerin ilgisini fazla çekmemektedir. Hükümetlerin kamu iktisadi teşebbüslerine ait olanlar dışında ellerinde bulunan kıymetleri tam ve verimli şekilde kullandıkları varsayılmaktadır. Kamu iktisadi teşebbüsleri açısından genellikle özelleştirme girişimleri önerilmektedir. Son yıllarda ülkeler kamu iktisadi teşebbüslerini özelleştirmekte ve bu yolla hem bu girişimlerin karlılık ve verimliliğini yükseltmekte hem de bütçeye önemli bir kaynak kazandırmaktadırlar. Oysa kamusal kıymetlerin bir çoğu kamu iktisadi teşebbüsleri dışındaki kamu kurumlarına aittir ve bu kurumların ellerindeki kıymetler için özelleştirme uygulamaları çok daha sınırlı olmaktadır.

Bu çalışma genel olarak kamu mülkiyetindeki kıymetler üzerinde yoğunlaşmakta ve özellikle kamu iktisadi teşebbüslerine ait kıymetler konusunu inceleme alanı dışında tutmaktadır. Çalışmada kamusal kıymetlerin tamamen atıl bırakıldığı veya verimsiz alanlarda kullanıldığı vurgulanarak, kamusal kıymetlerin kullanımında önemli bazı yetersizliklerin olduğu iddia edilmekte ve bir çok ülkede bu yetersizlikleri giderecek girişimlerin olmadığı belirtilmektedir. Kamusal kıymetlerin verimli bir şekilde kullanımı konusunda karşılaşılan yetersizlikler, kamusal kaynakların kullanımı ile sosyal kazanımlar arasındaki ilişkiyi değiştirecek kadar etkili olabilmektedir. Ayrıca bu tür yetersizlikler çeşitli kategorilere göre yapılan bütçe harcamaları ile bu kategorilerdeki ekonomik kaynakların toplam kullanımı arasındaki ilişkiyi de bozabilmektedir. Esasen kamu sektörünün etkinliği analizlerinde genel olarak harcamalara ağırlık verilmekte ve hükümet faaliyetlerinin devamı için gerekli olan kamusal gelirler ve bütçe payları analize dahil edildiğinde kullanılan kaynak miktarı ile nihai sonuçlar arasındaki ilişkiden uzaklaşılabilmektedir. Diğer bir deyişle, bütçe açısından ucuz olan etkinlikler, kullanılan kaynak açısından pahalı olabilmektedir. Özellikle kaynak kullanımı açısından askeri etkinlikler pahalı olma eğilimine sahiptirler. Çalışmada söz konusu meselenin bir dereceye kadar özel sektör faaliyetleri için de geçerli olduğu belirtilmektedir.

Çalışmanın kalan kısmı dört bölümden oluşmaktadır. İkinci bölümde kıymetlerin kullanımı konusunda kamu sektörü ile ilgili sorunlar tanımlanmaktadır. Üçüncü bölümde ise, benzer sorunların özel sektör faaliyetlerinde de söz konusu olabileceği iddia edilmektedir. Dördüncü bölümde konuyla ilgili olarak seçilen bazı ülkelerin yaşadığı deneyimler ele alınmakta ve bazı politika değişiklikleri önerilmektedir. Beşinci ve son bölümde ise, çalışmanın sonuç ve çıkarım kısmı yer almaktadır.

II-Kamusal Kıymetlerin Yanlış Kullanımı

Kamu kıymetlerinin yanlış kullanımına ilişkin bu çalışma, çalışmayı hazırlayan yazarlardan birinin yaklaşık 30 yıl öncesinde yaşadığı çarpıcı bir örnekten ilham almıştır. Bu örnek Rio de Janeiro’da yaşanmıştır. Bu kent o dönemde de Brezilya’nın başkenti olma özelliğini taşımaktaydı. Yazar, Copacabana plajı ile bu plaja bakan büyük otelleri ayıran Avenida Atlantica bulvarında yürüyordu. Otellerin üzerine kurulduğu arazi plaja yakınlığı nedeni ile açıkçası çok değerliydi. Bu pahalı otellerden ikisi arasına sıkışmış bir devlet okulu bulunmaktaydı. Okulun yeri plajın ön kısmında olup, öğrencilerin okul etkinliklerinden uzaklaşmasına neden olmaktaydı. Ayrıca rant değeri son derece yüksek olan bu arazi sosyal açıdan önemli olmasına karşın, plajdan birkaç blok ötede bulunan ve çok daha ucuz olan arazi üzerinde yapılabilecek bir etkinlik için kullanılmaktaydı. Böyle bir yer değiştirme işlemi maksimum piyasa değerine sahip arazinin efektif ve serbestçe kullanımını sağlayacaktı. Ayrıca bu değişiklik okulun üzerinde yer aldığı arazinin satışından sağlanacak gelir ile daha iyi bir okul yapma imkanı sağlayabilir ve milli geliri artırması nedeniyle genel refaha katkıda bulunabilirdi. Diğer yandan, öğrenciler de plaj ve eğlence yeri etkinlikleri yüzünden ilgilerinin dağılmayacağı bir bölgeye taşınmış olacaklardı.

Üzerinde okulun yer aldığı bu arazi muhtemelen zamanında çok ucuza satın alındığından uzun süredir kamu malı özelliği taşımaktaydı. Ayrıca okulun maliyet sistemi, cari ödemeleri konu alan bir bütçe sistemine dayanmakta ve piyasa değeri yüksek olan bu arazinin okul amaçlı kullanılmasından kaynaklanan fırsat maliyeti okul bütçesinde yer almamaktaydı. Bu nedenle okulun işlem maliyetleri bütçesel açıdan yüksek görülmemekteydi. Çünkü okulun veya eğitim bakanlığının bütçesi arazinin okul amaçlı kullanımının topluma yüklediği fırsat maliyetini yansıtmamaktaydı.

Yukarıda verilen bu örnekte olduğu gibi, günümüzde kamu sektörüne ait hesapların tutulma tarzını yansıtmaktadır. Ancak ekonomistlerin kamu maliyesi ile ilgili değerlendirmelerinin büyük bir bölümü bu kamusal hesaplarla ilgilidir. Bir çok ülkede örneğin okulların bütçe maliyetleri bu okulların kullandığı kamusal kıymetlerin fırsat maliyetlerini içermemektedir. Eğer bu kıymetler binalar şeklinde ise, eğitim bütçesi bu binaların amortisman veya rant değerini kapsamamaktadır. Eğer kıymetler arazi şeklinde ise, söz konusu bütçe arazi kullanımının fırsat maliyetini yansıtmamaktadır. Bu durum ordu, devlet demiryolları, sağlık sektörü ve kamusal kurumlarının diğer birimleri için de geçerlidir. Örneğin, ordu çok daha ucuz arazilere kurulabilecek binalar yerine yüksek piyasa değeri taşıyan bina ve arazileri kullanmaktadır. Askeri üstler ve tesisler kamusal arazi üzerinde bulunmakta ve bu arazi üzerinde diğer faaliyetlerin sürdürülebilme imkanını engellemektedir. Ayrıca, bu kıymetlerin kullanımının meydana getirdiği fırsat maliyeti askeri bütçede yer almamaktadır.

Kamuya ait arazi ve diğer kıymetlerin kullanımı çeşitli kamusal faaliyetlerin oluşturduğu cari bütçe maliyetini etkilemediğinden, bu kıymetler değerleri sıfırmış gibi işlem görmektedir. Bu nedenle, piyasa değeri pirim yapabilecek arazilerde kurulan askeri tesislerin, alternatif kullanımlar açısından yüksek değer taşıyabilecek arazilerde yer alan demiryolu alanlarının ve uzun süre atıl olarak tutulan kamu binalarının da oluşturdukları fırsat maliyeti açısından değerlendirilmeleri gerekmektedir. Esasen genelde cari işlemlere dayanan geleneksek kamu bütçeleme yaklaşımının, bu kıymetlerin yanlış kullanımını garantilemesi de incelenmelidir.

Günümüzde bir çok ülkede hükümetler söz konusu bu kıymetlerin büyük bir bölümüne sahip bulunmaktadır. Bazı durumlarda bu kıymetlerin nehirler, plajlar, göller, ormanlar ve doğal kaynaklar şeklinde olması, bunların nitelikleri gereği kamuya ait olmasını sağlamaktadır. Bazı hallerde de bu kıymetlere düşük maliyetli olduğu dönemlerde kamusal özellik kazandırılmıştır. Bazı durumlarda ise, bu kıymetler mirasçısı olmayan kişilerin ölümü veya devlete bağışlanması nedeniyle kamusal alana dahil edilmiştir. Bazı ülkelerde ise örneğin, İtalya’da bazı dini tesislerin ve hapishanelerin kapatılması ile piyasa değeri yüksek olan bu kıymetlerin kamunun eline geçmesine imkan sağlanmıştır. Günümüzde bir çok ülke kamunun mülkiyetinde bulunan bu kıymetlerin işletilmesi ve denetlenmesi konularında yetersiz kalmakta ve hatta bu gibi kıymetlerin tam anlamı ile kaydı bile tutamamaktadır.

Kamusal kıymetlerin piyasa değerleri yüksek olabilmesine karşın, bunların verimli alanlarda kullanılma girişimlerin yetersizliği nedeniyle, bu kıymetlerin atıl kalması veya sosyal açıdan fazla yararlı olmayan alanlarda tutulması, yitirilen potansiyel gelir miktarının büyük olabilmesine neden olabilmektedir. Esasen bu duru ülke milli gelirinin dolayısıyla ulusal refah seviyesinin önemli ölçüde yol açabilmektedir.

Yukarıda tanımlanan bu sorun taşıdığı önemli potansiyel maliyetlere rağmen, ekonomistler veya politikacıların yeterince dikkatini çekmemiştir. Kamuya ait olan bu kıymetlerin ayrıntılı envanterinin çıkarılması girişimi ise, çok az sayıdaki ülkede gerçekleşmiştir. Aynı şekilde çok az sayıdaki ülke bu kıymetlerin gerçek piyasa değerlerini belirleme çabasına girişmiştir. Ancak genel olarak hemen hemen hiçbir ülke bu kıymetlerin kullanım değerini belirleme çabasına girişmemiştir. Merkezi, bölgesel ve yerel olmak üzere farklı yönetim statülerine sahip kurumların veya aynı statüye sahip farklı kamu kurumlarının bu kıymetleri edinebilmesi bunların daha iyi veya en iyi hale getirilme girişimlerini idari ve siyasi açıdan zorlaştırmaktadır. Bütçenin yetersiz olduğu dönemlerde bu kıymetlerin daha iyi hale getirilme girişimleri, acil nakit harcamalarını gerektirdiğinden sekteye uğrayabilmektedir. Örneğin, acilen onarılması gereken ve piyasa değeri yüksek olan kamu binalarının uzun süre boş bırakılması bu duruma tipik örnektir. Ayrıca uygulanmakta olan yasal veya siyasi kısıtlamalar ile kamu kurumlarının bu kıymetler üzerindeki tasarruf hakkı sınırlanabilmekte ve bunların satışı veya ekonomik amaçlı kullanımı engellenebilmektedir. Başka bir deyişle, bu tür yasal ve siyasi kısıtlamalar ile kamu sektörü bizzat kendisini daha etkin ve işlevsel olmaktan alıkoyabilmektedir.

Eğer a) kamu kıymetlerin kapsamlı bir envanteri yapılabilirse, diğer bir deyişle bu kıymetlerinin tam kaydı yapılabilse, b) bu kıymetlerin taşıdıkları piyasa değerleri tam olarak tespit edilebilse, c) bu kıymetlerin topluma yükledikleri fırsat maliyetleri tespit edilen piyasa değerlerine dahil edilebilse ve d) kamu kurumları bu kıymetlerin verimli bir şekilde kullanımında serbest olabilseler, bu durumda kamu sektörünün verimliliğinin önemli ölçüde yükselmesi ve devlete ait kıymetler üzerinden sağlanan gelirlerin artması mümkün olabilecektir. Eğer böyle bir gelişim mümkün değilse ve bu kıymetlerin kamu sektöründe tutulması konusunda hiçbir haklı siyasi ve sosyal neden bulunmuyorsa, bu kıymetler özelleştirilmelidir.

İtalya, yukarıda sayılan hedeflerin yerine getirilmesi konusunda örnek bir ülkedir. İtalyan hükümeti 1985 yılında yukarıda sözü edilen hedeflerin bir bölümünü yerine getirmeye yönelik olarak bir bildiri yayınlamıştır. Bu bildiride esas olarak aşağıdaki beş hedef ön plana çıkarılmıştır:

1- Kamu mülkiyetindeki her taşınmazın tek tek tespiti ve tanımlanması.

2- Her kıymetin yeri, müştemilatı ve mevcut durumunun belirlenmesi.

3- Kıymetlerin değer tespiti ve sağlayabilecekleri getirinin tahminlenmesi.

4- Kıymetlerin en verimli potansiyel kullanım imkanlarının incelenmesi.

5- Kıymetlerin özel sektöre kiralanma veya satış imkanların araştırılması.

Ayrıca bu konuyla ilgili olarak tanınmış bir kamu yönetimi uzmanı olan Profesör Sabino Cassase’nin başkanlığında bir komisyon kurulmuş ve bu komisyon elde ettiği ilk sonuçları 1987 yılının Kasım ayında hükümete sunmuştur. Ulaşılan sonuçlar bağlamında, bildiride belirtilen ilk üç hedefle ilgili olarak önemli ancak eksik gelişmeler sağlanmış, son iki hedefle ilgili olarak ise hiçbir ilerleme kaydedilmemiştir. İlk üç hedefle ilgili gelişmelerin eksik kalması konusunda belediyelerin yaklaşık yarısının ve diğer önemli bazı kamu kurumlarının komisyona gerekli bilgileri sağlayamaması etkili olmuştur. Buna karşın komisyon, kamusal kıymetlere ait piyasa değerinin 1981 yılı İtalya GSMH’nın yüzde 31’ine eşit olduğunu hesaplamıştır. İtalya’da kamu kıymetleri ile ilgili yapılan bu çalışma sınırlı sayılabilecek bir başarı sağlamasına rağmen, önemli bir çalışma özelliği taşımıştır. Aynı şekilde bazı belediyelerin giriştiği benzer çalışmalar da tam anlamıyla başarılı olmamıştır.

İtalya’da yaşanan bu deneyim, ele alınan konunun incelenmesi açısından erken verilen bir örnek olarak değerlendirilebilir. Çalışmada ilerleyen bölümlerde konuyla ilgili diğer ülke deneyimleri de incelenmiş bulunmaktadır. Bu ülke deneyimleri değerlendirildiğinde, özellikle Yeni Zelanda ve Avustralya’nın kamusal kıymetlerin gerçek maliyetlerini belirleme yönünde önemli ilerlemeler kaydettiği görülecektir.

 

III-Özel Sektör Kıymetlerinin Yanlış Kullanımı

Kıymetlerin yanlış kullanımı konusu ile ilgili benzer iddialar bazı özel sektör faaliyetleri için de ileri sürülmektedir. Bununla birlikte, kıymetleri yanlış kullanan özel sektör faaliyetleri bölgesel düzenlemelere tabi tutulanlar dahil, merkezi yönetim politikalarından etkilenebilmektedir.

Günümüzde birçok ülke hükümeti kar amacı gütmeyen vakıflar ile sosyal ve dini karakter taşıyan özel etkinlikleri vergiden muaf tutmaktadır. Bir başka deyişle, bu tür faaliyetler ticarete yönelik olmayan ve toplumsal olarak benimsenen hedeflere ulaşmayı güçlendiren süreçlerdir. Örneğin; özel okullar, kiliseler, manastırlar, çeşitli yardım kuruluşları ve sosyal klüpler genellikle vergiden muaf tutulmaktadır. Ayrıca bu muafiyetler, ilgili faaliyetlerin icra edildiği bina ve arazilerin düşük bir piyasa değerine sahip olduğu durumlarda da tanınabilmektedir. Bu kıymetlerin taşıdığı potansiyel piyasa değerleri kentleşme ve diğer nedenlerle arttığında da benimsenen amaç doğrultusunda kullanımı devem edebilmekte veya hükümet bölgesel düzenlemeler yoluyla bu kıymetlerin kullanımını belirlenen amaç kapsamında sınırlayabilmektedir. Bu tür faaliyetlerin yapıldığı bina ve arazilerin piyasa değerleri yükseldiğinde, cari maliyetler artmasa bile bu kıymetleri kullanmanın fırsat maliyeti artmaktadır. Bu nedenle bu tür faaliyetler toplumsal açıdan giderek maliyetli hale gelmeye başlamakta ve bunlardan sağlanan sosyal kazanımlar artmayabilmektedir. Zaman içersinde bu tür kıymetlerin kullanımını belirli bir faaliyet ile sınırlandırılması, toplumsal açıdan ortaya çıkan fırsat maliyetini ve tanınan vergi muafiyeti nedeniyle hükümetten sağlanan teşvik miktarını önemli ölçüde artabilir. Sağlanan bu tür teşvikler, kıymetlerin en karlı ve sınırlanmamış kullanımı ile ilgilidir. Bu konuyla ilgili olarak Maryland’daki Bethesda merkezinde bulunan ve özel bir okul olan Georgetown Okulu örnek gösterilebilir. Bu okul 1789 yılında kurulmuş olup, o dönemde arazi kullanımının tarıma yönelik olması nedeniyle oldukça ucuza temin edilmiştir. Birkaç dönüm arazi üzerinde kurulu olan bu okul, ticari amaçlı kullanıma yöneltilmesi halinde yüzlerce milyon dolarlık bir piyasa değeri taşıyabilecek özelliğe sahiptir. Bu okul yıllardır benzer nitelikteki diğer okulların talep ettiği ücretle faaliyette bulunmakta ve nispeten küçük sayılabilecek bir öğrenci grubuna eğitim vermektedir. Öğrencilerin bu okula gitmekle sağladıkları esas kazanç aldıkları eğitimdir ve verilen eğitimin niteliği arazinin potansiyel piyasa değeri ile ilişkili değildir. Okulda verilen dersler, diğer özel okullarda olduğu gibi işletme maliyetlerine dayanmaktadır. Oysa, okulun işgal ettiği arazinin toplum açısından oluşturduğu fırsat maliyeti, işletme maliyetine dahil edilse, bu durumda öğrenciler aşırı bir sosyal maliyetle eğitilmiş olacaktır. Ayrıca öğrenciler için arazinin fırsat maliyeti dikkate alınarak kayıt ücreti belirlense, bu durumda kayıt ücretleri önemli ölçüde yükselecek ve belki de okulun kapatılması gündeme gelecektir. Bu açıdan böyle bir okul kaliteli bir eğitim vermesine karşın, kıymetlerin yanlış kullanımına neden olabilmektedir.

Georgetown Okulu ile ilgili olarak verilen bu örnek, kar amacı taşımayan ve vergi muafiyetinden yararlanan dini etkinlikler gibi bir çok faaliyet için de verilebilmektedir. Hükümet tarafından sağlanan vergi muafiyetlerinden dolayı, örneğin mülk ve gelirin vergi dışında tutulması, bu etkinliklerin sosyal getirilerinin azalmasına ve yüksek maliyetli faaliyetler olmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla, bu durum toplumsal açıdan önemli gelir kayıplarına yol açmaktadır.

 

Ayrıca hükümet, bölgesel düzenlemeler vasıtasıyla bazı ekonomik faaliyetlerin yüksek piyasa değerli alanlarda yapılmasına ve kıymetlerin özel sektör tarafından yanlış kullanılmasına neden olabilmektedir. Bombay’da Mumbai şehrindeki bir başka örnekte olduğu gibi, 20. yüzyılın başlarında kurulan tekstil fabrikaları, potansiyel piyasa değeri çok yüksek bir arazide yer almaktadır. Hükümet bu arazinin daha verimli alanlarda kullanılmasını sağlamaya yönelik olarak bölgesel düzenlemelerde değişiklik yapmamıştır. Ayrıca bu durum; çevre kirliliği, vergi gelirlerinin azalması ve yüksek maliyetli tekstil üretimi şeklinde toplumsal açıdan önemli maliyetler oluşturmuştur.

Bilgimiz kadarıyla bu konular vergi teşvikleri veya vergi harcamaları ile ilgili literatürde ele alınmış değildir. Ayrıca merkezi yönetimin getirdiği belirli sınırlamalar nedeniyle, kullanılan kıymetlerin potansiyel piyasa değerinde önemli artışlar meydana gelmiş ancak, bu kıymetlerin değerini hesaplamaya yönelik herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Günümüzde bazı ülkelerde bu tür kıymetlerin kullanımı ile zaman içinde sosyal maliyetlerde önemli artışlar olabilmektedir.

IV-Ülke Deneyimleri ve Politika Önerileri

A-Ülke Deneyimleri

Çalışmanın bu bölümünde birçok ülkede kamu kıymetlerinin kullanımını karakterize eden genel durum ele alınmaktadır. Günümüzde birçok ülkede kamu kıymetlerinin eksiksiz tutulmuş merkezi kaydı bulunmamaktadır. Bazı ülkeler ise, sahip olunan bu kıymetlerin neler olduğunu tanımlayamamakta ve listeleyememektedir. Bazı ülkelerde bu tür kıymetlerin kaydına rastlanmakta, ancak bu kayıtların eksik veya yanlış olarak tutulduğu görülmektedir. Ayrıca birkaç istisna ülke dışında bu tür kayıtlar kıymetlerin gerçek piyasa değerini yansıtmamaktadır. Dolayısıyla bu tür kayıtlar, kamu kıymetlerinin etkin şekilde kullanılıp kullanılmadığını veya ortaya çıkan fırsat maliyetini ödetmeye ilişkin olarak kullanıcı ücretlerinin neler olabileceğini belirleyememektedir.

Günümüzde Uluslararası Muhasebe Standartları (IAS), nakit hale getirilebilecek kamusal kıymetlerdeki ekonomik kazanımların belirlenmesini sağlayan bir araç olarak görülmektedir. Dolayısıyla bu çerçevede bir kıymetin taşıdığı ekonomik değer veya potansiyel karın, nakit akışına doğrudan veya dolaylı olarak katkıda bulunacağı veya potansiyel değere uygun bir kurumun oluşturulması gerektiği savunulmaktadır. Ayrıca bir kıymetin değerinin belirlenmesinde sadece fiziksel özelliklerin esas oluşturmadığı, bunun yanı sıra gelecekte ortaya çıkabilecek bir değer artışına bağlı olarak patent, lisans ve telif haklarının da önemli olduğu belirtilmektedir. Bu alanda en önemli faktör, diğer kıymetler üzerindeki etkisi nedeniyle nakittir. Buna karşın, IAS’ın genel çerçevesi kamu sektörü faaliyetlerini hedef almamaktadır. Dolayısıyla, günümüzde bu standartların kamu sektörü açısından kullanılabilirliği tartışılmaktadır.

Günümüzde birçok hükümet, değeri tam olarak tanımlanamayan fiziksel kıymetleri ele almaktadır. Bu kıymetler; taşıtlar, makineler gibi kıymetlerden oluşmakta, ayrıca sermeye kıymetlerini de kapsamaktadır. Bir çok hükümet bina, park, arazi gibi kıymetlerin değerlerini doğru bir şekilde belirleyememektedir. Bu kıymetlerin değerlerinin belirlenmesi zor olabilmekte ve yapılan değerleme işlemlerinde genellikle tarihsel maliyet sistemi* kullanılmaktadır. Diğer yandan, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi ülkeler, kamu kıymetlerinin değerini reel fiyatlarla belirlemeye başlamıştır.

Avustralya ve Yeni Zelanda’da kullanılan değerleme yöntemlerindeki temel ilke, kamusal bir kıymetin getiri sağlayabilecek olmasıdır. Avustralya Muhasebe Kurulu 1996 yılında yayınladığı bir raporda; a) kamusal bir kıymetin gelecek dönemde ekonomik bir getiri sağlayabilmesi ve b) bir kıymetin piyasa değerinin belirlenmesi durumunda mali durum açıklamaları ile dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. Avustralya Muhasebe Kurulu, karayolları da dahil olmak üzere diğer taşımacılık sistemleri gibi alt yapı kıymetlerinin, tarihi bina ve anıtlar gibi miras kıymetlerin, parklar ve dinlenme alanları gibi sosyal kıymetlerin zaman dilimi içinde ekonomik kazanımlar sağlayabileceğini ve bu nedenle bunların mali ifadelerle belirtilmesini şart koşmaktadır.

Avustralya ve Yeni Zelanda hükümetleri kamusal kıymetlere ait reel değerlerin belirlenmesinde piyasa ilkelerine uygun hareket etmekte ve bu tür kıymetleri mali ifadeler kullanarak bilançolaştırmaktadır. Yeni Zelanda 1998 mali yılı bütçesi, değeri belirlenen kıymetler olarak; nakit değerleri, banka bilançolarını, pazarlanabilir tahvil ve mevduatları, avansları, çek ve senetleri, devletin sahip olduğu kurumları, kraliyet mülklerini, yatırımları, fiziksel (gayrimenkul) değerleri, ticari değer taşıyan ormanları, devlet karayollarını ve görülmez kıymetleri (patent, telif hakkı vb.) kapsamaktadır. Fiziksel kıymetler; bina ve tesisler ile ekipman ve karayollarını kapsamakta, bu kıymetlerin değerleri ortaya çıkan yıpranma payları düşüldükten sonra, cari değer olarak kaydedilmektedir. Devlet karayolları ile ilgili değerleme işlemlerinde, karayollarına ait mücavir alanların kullanımının oluşturduğu fırsat maliyetleri de dikkate alınmaktadır. Kıymetlere yönelik olarak kullanılan mali ifadelerde bu kıymetlerin satışı ile oluşabilecek kayıpların yanı sıra, kıymetlerde oluşan değer kayıpları da kayda geçirilmektedir. Performans göstergeleri ile desteklenen bu ifadeler; cari kıymetler cari yükümlülükler olarak, fiziksel kıymetler ise toplam ve çalışan başına düşen fiziksel kıymet değeri olarak ölçülmektedir.

ABD’de federal hükümetin kullandığı mali ifadelerinde tahakkuk esaslı muhasebe sistemi kullanılırken, federal bütçeye ait beyanlarında tahsil esaslı muhasebe sistemi kullanılmaktadır. ABD hükümetinin mali bildirimlerinde bu kıymetlerin nasıl kullanıldığı bir yana, bunların ekonomik değeri veya envanteri ile ilgili veriler bulunmamaktadır. Genel Muhasebe Denetimi adlı kuruluşun ABD hükümetinin 1999 yılı mali beyanları hakkında hazırladığı rapor, bu hususu güçlendirmektedir. Bu raporda, “dünyanın en büyük fiziksel kıymet sahiplerinden biri olan Amerikan Federal Hükümeti, sahip olduğu kıymetlerin miktar ve değeri ile ilgili bilgilerin doğrulanması konusunda yeterli sisteme ve denetim yapısına sahip değildir. Beyan edilen bu kıymetlerin 462 milyar dolarlık büyük bir bölümü mali veya lojistik kayıtlarda yeterince açıklanmamıştır” şeklinde bir ifade kullanılmıştır.

Diğer yandan, son yıllarda ABD’de umut verici iki gelişme yaşanmıştır. Bu gelişmelerden birincisi, 1999 yılında faaliyete geçen ve eyaletlerle yerel yönetimleri konu alan Kamu Muhasebe Standartları Kurulu’nun (GASB) yayınladığı 34 No’lu, “Genel Finansman Beyanı ve Yönetim Tartışma ve Değerlendirme” adlı genelgedir. 34 No’lu genelge, alt yapı kıymetleri de dahil olmak üzere tüm sermaye kıymetlerine ait değerlerin tarihi maliyet sistemi (Bkz., GASB, 1999) ile belirlenmesini gerektirmektedir. Diğer yandan, tarihsel maliyet sisteminin kullanımı, ele alınan kıymetle ilgili reel ekonomik değer hakkında önemli bilgiler sağlamamakta ve dolayısıyla kıymetlerin daha verimli kullanımı konusunda engeller oluşturmaktadır.

ABD’de yaşanan ikinci gelişme ise, hükümete bağlı İdare ve Bütçe Kurumu’nun (OMB) kıymet kullanım programları konusunda bedel almaya yönelik olarak Başkan’a bağlı Sermaye Bütçeleri Komisyonu’nun önerilerini desteklemesidir (OMB, 2000, s.144).

Hükümet ve yerel yönetimlerin bu konuda şifahen veya gayriresmi kurallar bulunsa da, mevcut kıymetlerin nasıl kullandıklarına ilişkin çok az veri bulunmaktadır. Kamu kıymetlerinin bakım ve onarımı konusunda yeterli olmayan bütçeler, yönetim bütçelerinin genel yetersizlikleri ve terk edilerek uzun süre kullanılmayan kıymetlerin varlığı, hükümetin bu kıymetleri nasıl kullandığı konusunda bazı bilgiler sunmaktadır. Gerek gelişmekte olan gerekse gelişmiş ülkelerde bu konudaki ihmal ve kayıtsızlık ile ilgili çok sayıda kanıt bulunmaktadır. Gelişmekte olan birçok ülkede tamamlanmamış hastane ve okul binaları, içlerinde öğrenci, öğretmen ve personelin bulunmadığı bazı kamu kurumları israf edilen veya yeterince kullanılamayan kıymetler için örnek oluşturmaktadır. Gelişmiş ülkelerde ise, hükümetler genellikle kamusal kıymet kullanımının oluşturduğu fırsat maliyetini göz ardı etmektedirler. Kamu okullarının, askeri tesislerin, hapishanelerin büyük şehirlerde piyasa değeri yüksek alanlarda kurulmuş olduğunu görmek hiç de şaşırtıcı değildir. Oysa bu gibi tesislerin piyasa değeri düşük arazilerde kurulması mümkündür. Taşımacılık tesisleri de günün kısa bir bölümünde aşırı şekilde kullanılmakta, günün büyük kısmında ise hemen hemen hiç kullanılmamaktadır. Ayrıca bu faaliyetlere ilişkin eksik ve özensiz fiyatlandırma politikaları, bu kıymetlerin kullanımı ile oluşan fırsat maliyetinin göz ardı edildiğini göstermektedir. Bunların yanı sıra, kullanılmayan tarihsel, sanatsal ve kültürel hazineler için de aynı durum geçerlidir. Örneğin, bazı müzelerin bodrum katlarında depolanan ve uzun yıllar hiç kimsenin görmediği yüzlerce değerli sanat eseri bulunmaktadır. Bu hazineler mali açıdan yüksek piyasa değerleri taşımalarına rağmen herhangi bir getiri oluşturmamaktadır.

Hükümetler kamu kıymetlerinin optimal kullanımlara tahsisi konusunda egemenlik güçlerinden ve mevzuat düzenleme yetkilerinden yararlanabilirler. Ancak bir çok hükümet çeşitli nedenlerle sahip oldukları bu güç ve yetkilerden yararlanmayı veya kamusal kıymetleri etkin olarak kullanmayı düşünmemektedir. Bu konuda verilebilecek bir diğer örnek de, yerel yönetimlere ait arazilerin kullanımıdır. Eğer yerel yönetimlere ait araziler özel arazi şeklinde vergilendirilse, yerel yönetimler bu kıymetin kullanımını iyileştirmek zorunda kalacaklar ve dolayısıyla bu kıymetleri edinilmiş mal olarak görmekten vazgeçeceklerdir. Bu kıymetlere ilişkin uygun bir fiyatlandırma politikası, bunların kullanımı ve taşıdıkları reel maliyetler ile ilgili yaklaşıma ağırlık verilmesini sağlayacaktır. Örneğin, ABD federal hükümeti Washington D.C.’deki federal mülkün kayıtlı değeri üzerinden emlak vergisi ödemek zorunda bırakılsa, federal kurumların yerinin tespiti konusunda daha rasyonel bir tercih yapmak zorunda kalırdı. Kent merkezine yakın olmak zorunda olmayan bürolar, arazinin daha ucuz olduğu yerlerde kurulabilirdi. Bu uygulama boş bırakılan bina veya arazilerin ekonomik açıdan daha değerli faaliyetler için kullanımını sağlardı. Günümüzde kamu kurumlarının tersine özel sektör girişimleri sürekli olarak rekabetçi güçler tarafından zorlanmakta ve sahip oldukları kıymetler en verimli faaliyetlerde kullanmaya çalışmaktadırlar.

Hükümetler zaman zaman likit kıymetlerin optimal kullanımına bile duyarsız kalabilmektedir. Bu konuda altın kullanımı iyi bir örnektir. Henderson ve arkadaşları 1997 yılında yayınladıkları çalışmada, ABD hükümetinin sahip olduğu altın rezervlerinin kullanımına ağırlık vermişlerdir. Bu yazarlar, 20 yıl sonrası gibi uzun bir süre yerine, mevcut altın üretiminden sağlanabilecek genel refah kazanımlarının son derece kayda değer olduğu sonucuna varmışlardır. Benzer şekilde IMF’nin elindeki altın rezervlerinin de daha verimli alanlara kanalize edilebileceği iddia edilmiştir. IMF, reverv olarak saklanan altının piyasa değeri üzerinden yüksek bir getiri sağlayabilir. Bazı ülkeler son yıllarda mevcut altın rezervlerinin bir bölümünü satarak döviz rezervlerini artırsalar da, çoğu ülke bunu başaramamıştır. Günümüzde ülkelerin altın stoklamasındaki mantığını anlamak mümkün değildir.

Günümüzde birçok ülkede mevcut kamusal kıymetlerin rasyonel ve ekonomik kullanımı, kamu tercihi ile ilgili tartışmalarda genelde ilk sırada yer almaktadır. Örneğin, ABD’deki kamu okullarının yerinin belirlenmesi veya bulundukları yerler tartışma konusudur. Manhattan’da pirim yapan bölgedeki lise, sosyal tercih ile ilgili bir çok konuyu gündeme getirmiştir. Okul amaçlı kullanılan arazinin, iş merkezi amacıyla kullanılması konusundaki bir tercih yapılmaya kalkışılsa, bu durumda ortaya çıkacak maliyetlerin veya kazanımların ölçülmesinde piyasa fiyatı kullanılabilir mi? Toplumsal açıdan okulun yerin boşaltmak için hangi fiyat (arazinin ilk alım fiyatı mı, yoksa mevcut piyasa fiyatı mı) talep edilmelidir? Zaman içinde net refah kazanımı hesaplanabilir mi? Piyasa şartlarına göre belirlenmiş arazi kullanımından sağlanan net parasal kazanımını, toplumsal açıdan net refah kazanımına dönüştüren bir model kurulabilir mi ve söz konusu kazanımların eğitimin iyileştirilmesi, daha iyi öğretmen istihdamı ve tesislerin iyileştirmek gibi amaçlarla kullanımı düşünülebilir mi? Dolayısıyla bu durumun öğrencilerin öğrenme ve kazanma potansiyeline katkıda bulunması mümkün müdür? Bu gibi sorular analitik olarak ve doyurucu bir şekilde yanıtlanamamaktadır.

Ekonomik analizler genel olarak doğru sonuçlara ulaşmayı sağlamaktadır. Pirim yapan bir bölgede bulunan ordu tesisleri, işlevlerini ve hedeflerini sekteye uğratmayacak ucuz bir bölgede, örneğin kent merkezi dışında kurulabilir. Müzelerin zemin katında saklanan resimlerin sergilenmesi cari bir maliyet oluştursa da, yaşam kalitesi üzerinde önemli bir etkiye de sahiptir. Bu gibi sanat eserlerine ev sahipliği yapan müzeler, bunları mekan değiştirerek dönüşümlü olarak sergileyemiyorlarsa, bunlar kiralanmalı veya satılmalıdır. Günümüzde bu gibi analizler kamusal tartışmalarda pek yer almamaktadır. Hükümetin sahip olduğu net değerlerin hesaplanmasında temel olarak sabit kıymetlerin değeri ele alınmaktadır. Farklı türden kamu kıymetlerinin değerlendirilmesinde farklı türden değerlendirme teknikleri kullanılabilmektedir (Bkz., Buiter, 1983). Örneğin, doğal kıymet olma özelliğinde bulunan ülke ormanları, benzer bölgelerdeki arazi maliyetleri ile değerlendirilebilir. Buna karşın, yapay bir kıymet özelliği taşıyan devlet karayolları, kullanım sonucunda oluşan yıpranma paylarının ikame edilmesi ve kullanılır arazi değerinin dikkate alınması ile değerlendirilebilir.

Günümüzdeki birçok hükümet kamu kıymetlerinin kullanımı konusunda yöneticilere karar vermelerinde yeterli serbestlik ve inisiyatif tanımamaktadır. Bu gibi reformların öncüsü sayılan Yeni Zelanda’da bile yeni yaklaşımın kamu mal ve hizmetlerinde iyileşme sağlayıp sağlamadığı konusunda önemli tartışmalar olabilmektedir. Örneğin, hükümetteki her bakanlık bir maliyet merkezi olarak düşünüldüğü için bakanlıklardaki kıymetlerin sınırlı kullanımı söz konusudur. Bakanlıklar kamu kıymetlerinin alternatif alanlarda kullanımı daha verimli olsa da, diğer bakanlıkların kendi kıymetlerini kullanmalarına izin verme inisiyatifinden yoksundurlar. Bu sorun günümüzde yalnızca Yeni Zelanda’ya özgü değildir. Ayrıca, hükümet kararlarının değerlendirilmesi konusunda kullanılan yöntemlerin ve muhasebe uygulamalarının değiştirilmesi, diğer değişikliklerin olmaması halinde daha kaliteli bir kamu yönetiminin oluşmasına katkı sağlamayabilmektedir.

Bu konuda İngiltere daha kapsamlı bir uygulama yürütülmektedir. İngiltere, tahakkuk esaslı muhasebe ve piyasa temelli uygulamalara adım adım geçilmesi konusunda bir yaklaşım benimsemiştir.

Program ve performansa dayalı bütçeler ile sıfır esaslı bütçeler gibi bir çok bütçeleme tekniğinde, kaynak kullanımı konusu ele alınmaya ve kaynak kullanımının sağlanan nihai ürünlerle ilişkilendirilmesine çalışılmaktadır. Sıfır esaslı bütçelerde tahsis kararının her aşamasında kaynak kullanımının değerlendirilmesine çalışılmaktadır. Program ve performans bütçelerinde ise, belirlenen hedeflere göre çıktıların değerlendirilmesi hedeflenmektedir. Diğer yandan bütçeleme ile ilgili tüm bu uygulamalarda, yıllık bütçe tahsisleri içerisinde ve dolayısıyla cari programlar dahilinde yeni bir sermaye harcaması gerekmedikçe ve İngiltere’nin kapsamlı harcama incelemelerinde yapıldığı gibi orta vadeli çıktı teslimi ile orta vadeli harcama programlarının ilişkilendirilmesi söz konusu olmadıkça, ağırlık büyük ölçüde çıktıların değerlendirilmesine kaymaktadır. Mevcut sabit kıymetlerin maliyetleri genel olarak batık maliyet (sunk cost) olarak düşünülmekte ve dolayısıyla karar alma çerçevesi ile ilişkilendirilmemektedir. Ancak bu sabit kıymetler, özel sektör faaliyetleri de dahil olmak üzere daha yüksek piyasa değerine sahip oldukça, bu değerlerin göz ardı edilmesi önemli sonuçlara yol açabilmektedir.

B-Politika Önerileri

Daha önce de ifade edildiği gibi, son yıllarda bazı ülkeler kamu kıymetlerinin daha etkin kullanımı konusuna yönelmiş ve bu konuda az sayıda ülke bazı girişimlerde bulunmuştur. Özellikle Yeni Zelanda, Avustralya, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler, merkezi hükümete ait kıymetlerin eksiksiz kaydını yapmakta veya yapmış bulunmaktadır. Diğer ülkelerde ise, bakanlıklar da dahil olmak üzere özel amaçlı kamu kurumlarına ait kıymetlerle ilgili listeler yapmıştır. Ancak bu ülkelerde merkezi bir kayıt sistemi söz konusu değildir. Bazı durumlarda yapılan bu listeler merkezi olma özelliğine sahip olsalar da, genellikle yetersizdir. Ayrıca bu listeler genellikle merkezi hükümetin sahip olduğu kıymetler ile sınırlandırılmış ve dolayısıyla kamu sektörünün kalan kısmının sahip olduğu kıymetleri devre dışı bırakmıştır. Kamu kıymetlerinin yanlış ve eksik kullanımı ülke çapında olduğu kadar yerel yönetim düzeyinde de sık rastlanan bir durumdur.

Açıkça söylemek gerekir ki, tahakkuk esaslı muhasebe gibi daha iyi muhasebe ve bütçeleme yöntemlerinin kullanımı ile daha iyi kıymet ve kaynak kullanımını garanti edilememektedir. Günümüzde genellikle kaynak tahsisinin iyileştirilmesi ilgili olarak hazırlanan mali raporlardan yeterince yararlanılmamaktadır. Örneğin, ABD’de yerel yönetimlerin çoğunda bütçeleme, muhasebe ve kıymet yönetimi ile ilgili üç ayrı birim bulunmakta ve bu birimlerin arasında kaynak tahsisi konusunda fazla etkileşim bulunmamaktadır.

İdeal açıdan değerlendirildiğinde, kamu yönetim birimleri kamusal kıymetler ile ilgili bir kadastro tutmalıdır. Başka deyişle, kamu sektörünün elindeki tüm kıymetlerin miktar ve değerinin resmi bir kaydı yapılmalıdır. Ayrıca bu kadastrolar periyodik olarak güncelleştirilmelidir. Günümüzde bu gibi kadastrolar emlak vergisi uygulamasının olduğu ülkelerde özel mülkler için zaten mevcuttur. Eğer kamu sektörü kıymetleri açısından bu tür kadastrolar bulunursa, bakanlıklara ve diğer kamu kurumlarına ait kamusal kıymetlerinin kullanımı ile ilgili sermaye bedellerinin belirlenmesi mümkün olabilir. Ayrıca belirlenen bu sermaye bedelleri, kamu sektöründe kullanılan kıymetlere ait fırsat maliyetlerini de yansıtmalıdır. Söz konusu fırsat maliyetleri, özel sektördeki kıymetlerin potansiyel getirilerine göre belirlenmelidir. Gerek cari harcamaları gerekse sermaye bedellerini dikkate alan bütçe sistemleri, kamu sektörünün daha verimli hale gelmesinde cari olarak hazırlanan bütçelerden daha yararlı araçlar olabilir. Çünkü bu tür bütçeler, kamu sektörü faaliyetlerinin reel ekonomik maliyetlerini ortaya koyabilmektedir.

Kamusal kıymetlerinin resmi kadastrosunun tutulması çeşitli amaçlara hizmet edebilmektedir.

İlk olarak böyle bir kadastronun tutulması, bir yerel yönetim, eyalet veya devlete ait kıymetlerin değerinin tespiti ile ilgili yönetim biriminin kredi derecesinin belirlenmesinde rating kuruluşlarına yardımcı olabilecektir. Günümüzde bu konu ile ilgili önemli bir örnek Massachusetts eyaletindeki uygulamadır. Massachusetts eyaleti 1992 yılında önemli bir mali bir krizle karşılaşmış ve sermeye piyasasından çok büyük miktarda kredi almak zorunda kalmıştır (Bkz., Keigh & McHugh, 1993). Bu eyaletin sahip olduğu reel kıymetlere ait kayıtlardan yoksun olması veya tutulan kayıtların eksikliği nedeniyle denetlenemediği için kapsamlı yıllık mali raporda bağımsız denetçilerden tam bir görüş ve onay alınamamıştır. Bu durum eyaletin zaten düşük olan tahvil ratinginin daha da düşmesine neden olmuştur. Ayrıca, tahvillerin bu şekilde düşük derecelendirilmesi gelecekteki kredi alma maliyetini de önemli ölçüde artıracak bir pozisyon oluşturmuştur. Bunun üzerine Massachusetts eyaleti sahip olduğu tüm kıymetleri mevcut piyasa değerlerini dikkate alarak kapsamlı bir envanterini çıkarmaya karar vermiştir. Bu envanter çalışması çeşitli teknikler kullanılarak yapılmıştır. Günümüzde benzer uygulamalar bazı ABD eyaletlerinde de yapılmaktadır. Ancak bu uygulamalar, bir sermeye bedeli olarak kamu kurumlarına ait kıymetlerin kullanımı ile oluşan fırsat maliyetlerinin hesaplanmasında kullanılmamaktadır.

Kamusal kıymetlere ait bir kadastronun tutulmasının hizmet edeceği ikinci amaç ise, Boskin’in 1982 ve Buiter’in 1983 yılında yayınladığı çalışmalarda belirttiği gibi, hükümete ait net değerlerin veya bilançonun hesaplanmasının kolaylaşmasıdır. Yeni Zelanda, Avustralya ve İzlanda ülkeleri, hükümetlerinin net değerini hesaplamış ve Eurostat, Avrupa ülkelerinin bilanço hazırlıklarına başlamasını talep etmiştir. Ancak, bu uygulamaların kamusal sabit kıymetlerin cari piyasa değerlerini kapsayıp kapsamayacağı belirli değildir. Avrupa ülkelerin çoğu bu tür sabit kıymetlere sahip değildir. Ayrıca kamusal kıymetlerin kadastrosunun bu gibi hesaplamalarda kullanılmasa da, genel üretim muhasebesinin oluşturulmasına katkı sağlayabilmektedir.

Kadastro uygulamalarının hizmet edeceği üçüncü amaç ise, bazı ülkelerde olduğu gibi kamusal kıymetlerin kelimenin tam anlamı ile kaybolma olasılığının azalmasıdır. Kamusal kıymetlerin denetiminde kadastro uygulaması yararlı bir araç olacaktır. Kıymetlerin kamu sektöründen özel sektöre kaydığı ülkelerde, bu kıymetlerle ilgili uygun kayıtlar yapılmamış veya bazı geçiş ekonomili ülkelerinde olduğu gibi bu tür kayıtlar şimdiye kadar tutulmamıştır. Ayrıca tutulan bazı kayıtlarda kamusal kıymetlerin genellikle gülünç denecek kadar düşük fiyatlarla satın alındığı tespit edilmiştir. Diğer yandan, kamusal kıymetler genellikle özel sektör kullanımları için elverişli alanlara yönlendirilmiştir. Günümüzde kamu binalarının zaman zaman nominal kira ödemeleri ile siyasi kişilere tahsis edilmesi, bu konuda örnek verilebilmektedir.

Kadastro uygulamalarının hizmet edeceği dördüncüsü ve en önemli amaç ise, yönetim birimlerinin kamusal kıymetleri etkin şekilde kullanmaya zorlanması ve bu kıymetleri kullanan kamu kurum veya kuruluşlarının kullanım bedeli olarak sermaye bedelleri talep etmesidir. Bu kullanım bedelleri sayesinde, kamu kurumlarının sahip olduğu kıymetlerin reel maliyetlerle kullanılması sağlanacak ve bu kıymetlerin yanlış kullanılma olasılığı azalacaktır. Günümüzde altı OECD ülkesi, hükümetin kullandığı sermaye kıymetleri için reel maliyetlere dayalı bir bedel veya ücret talep ettiklerini bildirmektedir. Bu ülkeler; Avustralya, Yeni Zelanda, Hollanda, İsviçre, İngiltere ve Yunanistan’dır. Diğer yandan, bu ülkelerin bu işlemi nasıl yaptıkları veya ne kadar etkili bir şekilde yapabildikleri belirsizdir (Bkz., OECD, 2000).

Sonuç olarak, kamusal kıymetlerin kadastrosunun tutulması, sermaye bedellerinin kullanımını kapsayacak şekilde tahakkuk esaslı muhasebe sisteminin genelleştirilmesi için önemli bir temel olabilecektir. Günümüzde kavramsal olarak bu yönde geçerli olsa da tahakkuk esaslı muhasebe sistemi, sermaye bedellerinin kullanımı gerektirmemektedir.

 

Günümüzde çoğu hükümet, bu tür yöntemleri başarıyla uygulayabilecek gerekli kurumsal sistemlerden veya idari yeterlilikten yoksundur. Bu tür kurumsal sistemlerin geliştirilmesi zaman alsa da, denemeye değer bir girişimdir. Bu arada hükümetler geleneksel metodolojiye güvenmeye devam edecek ve tabi ki kamusal kıymetlerin yanlış kullanımı sürdürülecektir.

V-Sonuçların Değerlendirilmesi

Hükümetlerin sahip oldukları kamusal kıymetleri daha etkin bir şekilde kullanmaları mümkün müdür? Günümüzde hükümetler ellerindeki kıymetlerinden optimum yarar sağlamamaktadır. Bu alanda yaşanan deneyimler, hem gelişmekte olan hem de gelişmiş ülkelerde karar alma yetkisine sahip kişilerin aldığı kararların eksiksiz bilgilere dayandığında, karar alma özgürlüğü bulunduğunda ve nitelikli karar alma konusunda önemli desteklerin olduğunda daha iyi tercihler yapıldığını ortaya koymuştur.

Tahakkuk esaslı muhasebe ve net değer analizi gibi yöntemlerin kamusal kıymetlerin daha iyi kullanılması konusunda kamu sektöründe de kullanılabildiği ve bu yöntemlerin günümüzde özel sektörde kullanılan tekniklerden ibaret olduğu açıktır. Ancak kamu sektörünün kendisine özgü yapısı, bu yöntemlerin uygulanmasını özel sektöre kıyasla zorlaştırmaktadır. Bu muhasebe yöntemleri, karar alma konusunda kamu sektörüne rehberlik yapabilmekte, bu nedenle bu tür yöntemlerin bütünsel bir çerçevede değerlendirilmesi gerekmektedir. Tahakkuk esaslı muhasebe sisteminin uygulanması konusunda yaşanan deneyimler, bu tür yöntemlerin alınan kararlarının analizinde kullanılabileceğini buna karşın, otomatik olarak kamusal hizmetlerinin yönetiminde iyileşmeler sağlamadığını göstermiştir.

Bu çalışmada özel önem taşıyan ancak, günümüzde bir kaç ülke dışında fazla ilgi görmeyen bir konu ele alınmaktadır. Günümüzde kamusal kıymetler ülkenin toplam servetinin büyük bir bölümünü temsil edebilmektedir. Bu açıdan bu kıymetler verimli alanlara aktarılmaz ise, ülkenin milli geliri önemli miktarda azalabilecektir. Gerçekte bu kıymetlerin genelde verimli alanlara kanalize edilmediğine ilişkin bulgular da oldukça fazladır. Bu çalışmada ayrıca bölgesel düzenlemeler veya vergi teşvik kararları ile düşük ekonomik ve sosyal getiri alanlarında faaliyette kalmaları istenen veya buna zorlanan özel sektör faaliyetlerinin de giderek artan sosyal maliyetleri ele alınmıştır. Kamusal ve özel kıymetlerin yanlış veya verimsiz kullanımının artması, toplum açısından muazzam bir maliyete neden olabilir. Dolayısıyla toplumsal kıymetlerin kullanımı politikacıların, ekonomistlerin, muhasebeci ve kamu yöneticilerinin daha fazla dikkat ve özen göstermesini hak eden bir alan olmaktadır.

Çalışmada sahip oldukları maddi değerlerinin yanı sıra fiziksel özelliklerini de kayda alan kamu sektör kadastrolarının idari politikalar açısından değerli araçlar haline gelebileceği ileri sürülmektedir. Bu tür kadastroların geliştirilmesi hayli maliyetli olsa da, ulusal muhasebe sisteminde olduğu gibi geliştirildikten sonra ülkelerin, bu girişimler olmadan nasıl yönetilebildiklerinin görülmesini sağlamıştır.

Bu çalışma, özel önem taşıyan ve oldukça karmaşık olan bir alana sadece kısa bir giriş özelliği taşımaktadır. Umarız ki bu çalışma, konu ile ilgili diğer uzmanların bu alana girmesinde ve mevcut durumda yapılandan daha ayrıntılı şekilde bununla ilgilenmesinde bir destek sağlayacaktır.

 

Kaynaklar

Alan, R., 1995; “Evaluating Changes in a Government’s Net Economic Position”, Australian Society of CPA, Melbourne, Australia.

Auerbach, Alan J., Laurence J. Kotlikoff and Willie Leibfritz, editors, 1999; Generational Accounting Around the World (Chicago: The University of Chicago Press).

Australian Accounting Research Foundation, 1996; “Financial Reporting by Governments, Australian Accounting Standard #  31”.

Baumol, Williams J., 1967;  “Macroeconomcs of Unbalanced Groeth: The Anatomy of Urban Crisis”, American Economic Review, 57 (June), pp.415-426.

Boskin, Michael J., 1982; “Federal Government’s, Deficits: Some Mysths and Realities”, AEA Papers and Proceedings, Vol. 72, No.2, (May).

Buiter, Willem H., 1983; “Measurement of the Public Sector Deficit and Its Implications for Policy Evaluation and Design”, Staff Papers, International Monetary Fund, Vol.30, No.2, (June), pp.306-349.

Department of the Treasury, US Government, 2000, Financial Report of the United States Government, 1999, (Washington: Department of the Treasury).

Government of New Zealand, 1998; “Generally Accepted Accounting Practice (GAAP) Series Tables”.

Gupta, Sanjeev, Marijn Verhoeven and Erwin Tiogson, 1999; “Does Figher Government Spending Buy Better Results in Education and Health Care?” Working Paper 99/68, (Washington: International Monetary Fund).

Henderson, W.D., Irons, S.J., Salant, W.S. and Thomas, S., 1997; “Can Government Gold be Put to Better Use? Qualitative and Quantitative Effects of Alternative Policies”, Board of Governors of the Fderal Reserve System, Washington, D.C.

IMF, 1995; Unproductive Public Expenditure (Washington: International Monetary Fund).

International Federation of Accountants, 1997; “Perspectives on Accrual Accounting”, Occasional Paper 3, New York.

Italy, 1987; Commissione di Indagine sul Patrimonio Pubblico, Relazione Conclusiva (Rome).

Keith, L.R., and McHugh, A.J., 1993; ”Valuing Massachusetts’ Fixed Assets: A Contemporary Solution To An Historical Problem”, Public Budgeting and Finance (Spring), pp.102-107.

Littrell, E. and Thompson F., 1998; “Fixed Asset Reporting: a Research Note”, Public Budgeting and Finance (Spring), pp.94-97.

National Audit Office, UK, 1995; “Resource Accounting and Budgeting in Government”, HSMO, London.

OECD, 2000; The OECD Survey of Budgeting Developments—Results, PUMA/SBO (2000), Paris.

Office of Management and Budget, 2000; Analytical Perspectives: Budget of the United States Government, Fiscal Year 2001 (Washington: US Government Printing Office).

The Treasury, Government of UK, 1994; “Better Accounting for the Taxpayer’s Money”, Her Majesty’s Stationary Office, London.